Cevaplar.Org

RÄ°SALE-Ä° NUR VE MÄ°SYONU-2

Bu konuda diğer bir ayrıntı da, Risale-i Nur’un diline, üslubuna yapılan itirazdır. Dilin ağırlığından ve anlaşılamadığından bahsedenler, muhtevanın ağırlığı ile dilin ağırlığını birbirine karıştırma gibi bir yanlışın içindedirler. Kelam, Tasavvuf, Felsefe nasıl birer ilim dalı ise ve bu ilim dallarının kendilerine has terminolojileri varsa, bu üç ilim dalının alanlarında söz söyleyen Risale-i Nurun da elbette kendine has terminolojisi olacaktır, olmak zorundadır


2017-03-21 17:08:35

Bu konuda diğer bir ayrıntı da, Risale-i Nur'un diline, üslubuna yapılan itirazdır. Dilin ağırlığından ve anlaşılamadığından bahsedenler, muhtevanın ağırlığı ile dilin ağırlığını birbirine karıştırma gibi bir yanlışın içindedirler. Kelam, Tasavvuf, Felsefe nasıl birer ilim dalı ise ve bu ilim dallarının kendilerine has terminolojileri varsa, bu üç ilim dalının alanlarında söz söyleyen Risale-i Nurun da elbette kendine has terminolojisi olacaktır, olmak zorundadır. Kelimeleri kavramlaşma noktasına taşıyan ve hem anlatımı hem de anlamayı oldukça kolaylaştıran bu tarz ifade şeklini biraz gayret ederek zihni melekelerimizin lehinde kullanmak varken, tembelliğin ilgisizliğine mahkum edip, mahiyetimizin bütününün istifade edebileceği böyle bir eserden istifade adına mahrumiyet yaşamak, gerçekten izahı zor bir tenakuzdur.

Hele, manayı esas alması, lafzı manaya hadim etmesi sebebiyle, yüzlerce, binlerce defa okunsa yine usandırıp bıktırmayan ve sürekli canlılığını, tazeliğini, taravet ve gençliğini koruyan bir üslup inşasını, bir dilbilgisi zaafına eşdeğer kılmak gibi yanlış yorumlar, gerçekten cehaletin bile altında bir seviye düşüklüğüdür; bizim açımızdan tenkide bile değmeyecek ölçüde değersiz yaklaşımlardır. 

Risale-i Nurları okuyan milyonlarca insan, bazı risaleleri yüzlerce, binlerce defa okumasına rağmen, tekrar tekrar okumaya ihtiyaç duyduklarını, her okuyuşta da konuyla ilgili istifade ve istifazalarının kat kat arttığını itiraf ederlerken, içlerinde binlerce akademisyen, binlerce bilim adamı, binlerce fikir ve düşünce insanını barındıran bu büyük kitleyi, zeka geriliğiyle ya da anlayış kıtlığı ile itham etmek, ancak bu ithamın sahiplerinin kendi dedikleriyle itham edilmelerini gerektirir bir durumdur.

Hayır, Risale-i Nur sadece bir düz yazı, bir nesir değildir; o aynı zamanda bir metindir. Bu sebeple de, her seviyedeki muhatabı, hangi dönemde ve hangi yörede yaşarsa yaşasın, o metindeki ifadeyi kendi ufkunda anlayacak, kavrayacak ve yorumlayacaktır. Bu açıdan da Risale-i Nur'daki üslubun otantik yapısında var olan üslup gibi olması gerekirdi; öyle de oldu. Onu bu otantik üslubundan uzaklaştırmak isteyenler, hele bunun için sadeleştirme denilen tahrif ve tahribi önerenler, Risale-i Nurun dostları değil düşmanlarıdır; ve onlar ıslah değil ifsat peşinde olan zalimlerin ta kendileridir.

Tekrar sadede dönecek olursak, Risale-i Nur, iman meselesini başat konu olarak ele alır ve Külliyatın bütününe serpiştirir. Böylece hem bütün risaleleri okumaya fırsat bulamayanlar böylesi hayati bir konuyu öğrenmekten mahrum kalmamış olurlar hem de bütün külliyatı okuyanlar bu derin muhtevayı bütün detaylarıyla ve özümseyerek, hazmederek öğrenmiş olurlar. Bazı tekrarlarla, daha önce okunduğunda her hangi bir sebeple anlaşılamamış bulunulan konular, tekrar edileceği ana kadarki kazanılan müktesebatla daha kolay anlaşılır hale gelir; buna munzam anlaşılmış fakat unutulmuş noktalar hatırlatılmış olunur. Bu , Kurani bir metottur..

Kategorik olarak ele alacak olursak, Risale-i Nur'da iman meselesi altı başlık altında toplanır. Bunlardan ilki ve en birincisi Allah'a imandır. Allah'a iman konusunun iki ana esası vardır. Birisi, Allah'ın varlığı meselesidir. İkincisi de tevhit, yani Allah'ın zatında, sıfatlarında, isimlerinde ve fiillerinde hiçbir ortağının olmaması meselesidir. Risale-i Nur bu noktada da, hiçbir şeyi Allah'tan başkasına istinat ettirmemekle her şeyi Allah'a dayandırmak arasındaki farkı gözetir; iman kazanımında ikinci şıkka tahşidat yapar.

Risale-i Nur, Cenab-ı Hakkın varlık ve birliğini anlatmada iki ana usul kullanır. Birincisinde, varlık ve birlik delillerini sayar, ikincisinde ise küfrün ve şirkin imkansızlığını ispat eder.

Her iki usulle anlatımın da insan mahiyetinde karşılığı vardır. Akıl ikna, kalp itminan, ruh inkişaf istediği gibi, nefis ve ene de susturulmak ve ilzam ister. Birinci anlatım türü müspet gelişmeleri temin ederken, ikinci anlatım şekli ise menfiliklere karşı set olur.

Risale-i Nur, iman ve küfür muvazenelerine sıkça baş vurur. İmanın insana dünyada dahi kazandırdığı saadete, küfrün ise kaybettirdiği değerlere bu vesile ile vurgu yapılır. İmanın, cennetteki Tuba ağacının çekirdeğini, küfrün ise cehennem zakkumu meyvesini potansiyel olarak taşıdığı temsili anlatımların da eşliğinde izah edilir. Bu anlatım şekliyle de bir taraftan insanın ulvi değerlere meyli artırılırken diğer taraftan süfli şeylere karşı insanın içinde bir ürküntü, bir tiksinti hasıl edilir. Sürekli yapılan bu tür telkinler, nefsin ve insan benliğinin doğrudan gerçeklerle yüzleşmesini sağlar. Yani, hem iman adına yaşanacak güzelliklerin hem de küfür adına yaşanacak kötülüklerin çok uzaklarda olmadığı belki içinde bulunduğumuz zaman diliminde yaşanarak gerçekleştiği gösterilir; böylece nefsin ve benliğin, çok uzun zaman sonra göreceğini sandığı ve bundan dolayı da kendisini teselliye saldığı noktalar birer uyarı işaretleri gibi önüne çıkarılır, nefis gafletten, benlik de inat ve temerrüdünden vaz geçirilir.

Risale-i Nur bize, niçin inanmamız gerektiğini anlatırken nasıl inanmamız gerektiğini de hiçbir boşluğa meydan bırakmadan anlatır. Meselenin "niçin" i anlatılarak akıl ikna edilir; "nasıl" ın anlatımları ise, kalbin, ruhun marifet ve muhabbet ufuklarında kanat çırpıp yükselişine vesile olur.

Risale-i Nur'da, iman rükünleri bir bütün olarak ele alınır. Allah'a, ahirete, peygamberlere, kitaplara, meleklere ve kadere iman müstakil konular olarak ele alınıp işlendiği gibi, bu altı iman rüknünün birbirinden ayrılması imkansız bir iman bütünlüğü arz ettiği konusu da delilleriyle ispat edilir. Bu sebeple de iman rükünlerinden herhangi birinin devre dışı bırakılmasının iman noktasından imkansızlığı çok net ve açık ifadelerle vuzuha kavuşturulmuş olunur.

Risale-i Nur, Allah'ın varlık ve birliğine olan delillerin sonsuzluğunu kabul eder. Her şeyde O'nun varlık ve birliğine deliller vardır, prensibini düstur edinir ve bunun tek Kurani yol olduğunu savunur. Kadim Kelamcıların Cenab-ı Hakkın varlık ve birlik delillerini sınırlı sayıda burhana inhisarını doğru ve yeterli bulmaz. Kelamcıların kullana geldikleri hudus ve imkan delili gibi delillerin de önlerini açar; hudus ve imkanın sonsuz denecek sayıdaki "şey" lerde ve sonsuz denecek ölçüdeki ihtimaller içinde gerçekleştiğini nazara vererek her iki delile de çok geniş perspektif kazandırır.

Risale-i Nur, bilgi ve hikmeti anlatımda mutlak ifadeler kullanır; böylece, özellikle günümüzde çok çabuk eskiyen bilginin ifadeye getireceği zaaf önlenmiş olur. Hikmet, gaye ve maslahat anlatımlarındaki mutlak ifade ile de, her muhatabın kültür seviyesine göre, kullanılan mutlak ifadenin tefsir ve yoruma açık olması temin edilir; aynı mutlak ifadeden herkes kendi seviyesine göre ayrı bir mana anlar; ve bu da Risale-i Nurun her seviyede insana mürşit olabilmesinin yolunu kolaylaştırır.

Risale-i Nur'un bir özelliği de okuruna, makro (külli) bakış açısı kazandırmasıdır. Bu bakış açısı, parçaları bütünleştirme ve mevcut vakayı umumi bir kanuna dönüştürme noktasında bize yol göstericilik yapar. Böylece, delilin külliliğini idrak ölçüsünde imanımızda külli bir artış hasıl olur; böylesi bir imanı hiçbir şüphe ve tereddüt sarsamaz.

Makro ve mikro alem arasındaki irtibat, tenasüp, uyum, ahenk gibi müşahedelere kaynaklık eden ontolojik gerçeğin vahidi ve ehadi tecelliler bağlamında ele alınması da yine Risale-i Nur'un okuruna kazandırdığı bir başka geniş perspektiftir. Cenab-ı Hak, bütün aleme yaydığı birlik delillerini, varlığın en küçük parçasında da göstererek bize büyük bir rahmette bulunmuş; bütünde boğulması muhakkak akıl ve idrak melekelerimiz, parçada da aynı delil mührünü görerek idrak edememe çaresizliği içinden idrake bir yol keşfetmiştir. Bütünde O'nu anlayamayacağımızı ifade, parçada anladıklarımızın bir sonucudur. Yani parçada öğrendiğimiz idrak ve anlama pratiği, bütünde O'nun anlaşılamayacağını anlamamıza bir vesiledir. Hz. Ebu Bekir (R.A.) izafe edilen "O'nu anlamaktan aciz olmak O'nu anlamak demektir" ifadesi, Risale-i Nur öğretilerine içirilmiş önemli bir düsturdur.

Bu sebepledir ki, Risale-i Nur, insanın içinde teşviş ve bulanıklık hasıl edecek anlatımlara geçit vermez. En derin ilahiyat konularını bile anlatırken Risale-i Nur hep bu prensiple hareket eder. Sonuçta, konuya daha çok vakıf olmak için soru yöneltilebilir; fakat hasıl olmuş bir bulanıklığın izalesi adına Risale-i Nur'a eleştirel anlamda bir soru yöneltilemez. Bu da ancak, anlaşılması insan idrakini aşan sırlı noktalarda Risale-i Nur'un vakkaf davranması sebebiyle hasıl olan bir durumdur.

Risale-i Nur, sıra dışı, gizemli konulara dikkatimizi çekerek, bizi hayret, şaşkınlık gibi zaaflarımızdan yakalama yoluna asla tevessül etmez. O, sıradan hadiselerin üzerindeki bize ait ülfet ve gaflet perdesini kaldırarak, herkesin gördüğünü, herkesin bildiğini sandığı konulardaki gerçek harikalığı gösterir, irşatta, talimde bulunur; ve bu konuda da tamamen Kurani bir yol takip eder. 

Risale-i Nur'un , eşya ve hadiselere bakışını tevhidi noktaya taşıyan orijinal bir tespiti de "manay-ı harfi", " manay-ı ismi" kavramlarına yüklediği anlamdır.

Arapça nahiv ilminden ödünç alınarak kullanılan bu iki kavram, kendisine yüklenen anlamlarla birlikte ciddi bir felsefi boyut kazanmış; Allah- Kainat ve İnsan arasındaki bütün nispet, alaka ve irtibatın şifresini çözen birer anahtar hükmünü almıştır.

Yaratılmış varlığın, kendine bakan cihetiyle kıymet ve değeri kendi varlığı kadar bir hacmi kapsarken, Allah'la olan irtibatıyla birlikte her varlık teker teker bütün bir varlık alemi ölçüsünde değer kazanır; yine bu keyfiyetiyle varlığın fiziksel büyüklük ya da küçüklüğü değer ve kıymetlendirmede bir ölçü olmaktan çıkar, en küçük şey en büyük şey kadar kıymet kazanır. Bu sebeple de hiçbir şey, değersiz ve kıymetsiz olmaz. Yaratılmış varlığın bu mana ve değeri kazanabilmesi, onun manay-ı harfiyle değerlendirilmesi şartına bağlıdır. Yani Arapçadaki harfin tarifinde olduğu gibi, o tek başına bir mana ifade etmez, ancak başka bir kelime olan isme isnat edilirse anlam kazanır. Bu bağlamda, yaratılmış varlığa manay-ı ismiyle bakmak yanlıştır, hatadır.

Risale-i Nur, bu bakış açısını pek çok alanda kullanır. Mesela, Allah'tan başka varlıklara olan sevgi ve muhabbet, kime karşı olursa olsun, manay-ı ismiyle olursa yanlıştır, hatalıdır. Ama bu sevgi ve muhabbet, manay-ı harfiyle olursa o zaman makbuldür, güzeldir, anlamlıdır. Hristiyanların Hz. İsa'ya olan muhabbetleri manay-ı ismiyle olan bir muhabbettir. Onun için de yanında pek çok yanlış anlayış ve itikadı da taşımaktadır. Halbuki Müslümanların Hz. Muhammet Aleyhisselam'a olan muhabbetleri manay-ı harfiyledir, yani Allah'la olan irtibatı dolayısıyladır. Böylesi bir muhabbet , sahibini asla hataya, yanlışa sürüklemez, istikamet içinde kalmasına yardımcı olur.

Söz konusu perspektifi, tevhit noktasından ele aldığımızda da bizi ifrat ve tefritten kurtaracak bir bakış açısına sahip oluruz. Nitekim, materyalist düşünce, varlığa manay-ı ismiyle baktığından istikameti kaybetmiş, maddeye ilahlık isnat etme sapıklığına sürüklenmiştir. Vahdet-i Vücut, Vahdet-i Şuhut gibi meslekler ise, maddeyi tamamen yok kabul etme tefritine düşmüşlerdir. Harici vücut noktasında, varlığın varlığını inkar etmek, bir bakıma onları ademe mahkum etmek demektir. Aynı şekilde görüneni, müşahede edileni Allah'tan ibaret saymak, yaratılmış varlığın varlığını hapsetmek anlamındadır. Risale-i Nur, meseleye söz konusu ettiğimiz perspektiften yaklaşır. Manay-ı Harfiyle yaratılmış varlığın varlığını ret eder; fakat Cenab-ı Hakkın yaratmasıyla harici vücuda bürünmüş varlığın vücudunu manay-ı harfi noktayı nazarından kabullenir, bütün yaratılmışların yaratılış hakikatlerini Cenab-ı Hakk'ın tasarrufuna havale ederek, mutlak vahdete ulaşmanın kapısını aralar.

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

AZÄ°Z ÃœSTADIMA

AZÄ°Z ÃœSTADIMA

Aziz üstadım; seni tanıdığıma, eserlerini okuduğuma şükür ediyorum. Sana talebe olma şe

MEĞER İŞ BİZİM ANLADIĞIMIZ GİBİ DEĞİLMİŞ

MEĞER İŞ BİZİM ANLADIĞIMIZ GİBİ DEĞİLMİŞ

Biz münevverler, ekseriyet itibariyle herhangi bir içtimai meselede gazete haberleriyle iktifa ede

BÂZI MÛTEBER KAYNAKLARDA BEDÎÜZZAMÂN’IN DOĞUM TÂRÎHİ

BÂZI MÛTEBER KAYNAKLARDA BEDÎÜZZAMÂN’IN DOĞUM TÂRÎHİ

1- Bedîüzzamân Saîd Nursî: Târihçe-i Hayâtı, Eserleri, Meslek ve Meşrebi, Doğuş Ltd. Şi

BEDİÜZZAMAN’IN KİM VE NE OLDUĞU

BEDİÜZZAMAN’IN KİM VE NE OLDUĞU

Rahmetli Said-i Nursi veya Kürdi'nin nasıl yaşadığını ve nasıl öldüğünü öğrenmek içi

SAÄ°D-Ä° NURSÄ°

SAÄ°D-Ä° NURSÄ°

Abdürrahim ZAPSU Yetmiş yıl evvel Van vilâyetinin Nurs köyünde doğdu. Babasının ismi Mirza

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-5

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-5

Bu anlattıklarımız, mücahid alim Said Nursi’nin hayatının bazı safhaları ve lem’alarıdÄ

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-4

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-4

Esaretten kurtulup Van’a döndüğünde Müslüman safları ve cemaatleri arasındaki İslami gayr

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-3

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-3

Bu kısa fetret dönemi sonrasında tüm himmetini bütün iÅŸlerde dinin tahkimine ve zayıflık gÃ

İSMAİL ÇETİN HOCAEFENDİ ÜSTADI ANLATIYOR-2

İSMAİL ÇETİN HOCAEFENDİ ÜSTADI ANLATIYOR-2

Üstad üstaddır. Müceddiddir. Geçmiş büyüklerle irtibatı çok kuvvetlidir. Geleceklere de ç

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-2

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-2

Van valisinin daveti üzerine Türkiye’nin kuzey doğusundaki Van’a gitti ve burada 15 sene kald

İSMAİL ÇETİN HOCAEFENDİ ÜSTADI ANLATIYOR-1

İSMAİL ÇETİN HOCAEFENDİ ÜSTADI ANLATIYOR-1

Takdim Kıymetli ziyaretçilerimiz Üstad Bediüzzaman’ın vefatının sene-i devriyesinde son de

İman edip iyi yararlı işler yapanları, muhakkak salihler (zümresi) içine katarız.

Ankebût, 9

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

İçinde Allah'ın anıldığı ev ile içinde Allah'ın anılmadığı ev diri ile ölüye benzer.

Müslim

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Camii'nin yeniden ibadete açılışı(15 Nisan 1772) *Turgut Özal'ın Vefatı(17 Nisan 1993) *Türk-Yunan savaşının başlaması(18 Nisan 1897) *Miladi takvime göre Efendimiz'in (s.a.v.)dünyaya teşrifleri(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI