Cevaplar.Org

MUHAKEMAT NOTLARI-26

Ders: Muhakemat, Birinci Makale, Üçüncü Mesele İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz *Üçüncü mesele Kaf dağı meselesidir. Kaf dağı meselesi sadece Muhakemat’ta var. Yeni Said eserlerinde yok.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2021-02-22 09:50:25

Ders: Muhakemat, Birinci Makale, Üçüncü Mesele

İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

*Üçüncü mesele Kaf dağı meselesidir. Kaf dağı meselesi sadece Muhakemat'ta var. Yeni Said eserlerinde yok.

Not: Sadece Üstad bir soru münasebetiyle değiniyor, Mektubat'ta; "Fütuhat-ı Mekkiye" sahibi Muhyiddin-i Arab (K.S.) ve "İnsan-ı Kâmil" denilen meşhur bir kitabın sahibi Seyyid Abdülkerim (K.S) gibi evliya-i meşhure; küre-i arzın tabakat-ı seb'asından ve Kaf Dağı arkasındaki Arz-ı Beyza'dan ve Fütuhat'ta Meşmeşiye dedikleri acaibden bahsediyorlar; "gördük" diyorlar. Acaba bunların dedikleri doğru mudur? Doğru ise; hâlbuki bu yerlerin yerde yerleri yoktur. Hem Coğrafya ve fen onların bu dediklerini kabul edemiyor. Eğer doğru olmazsa, bunlar nasıl veli olabilirler? Böyle hilaf-ı vaki' ve hilaf-ı hak söyleyen nasıl ehl-i hakikat olabilir?(Mektubat, s. 81)

*Enteresan, Diyanet'in İslam Ansiklopedisinde de yok. Hâlbuki bu mesele İsrailiyat kanalıyla bazı tefsirlere girmiş, en azından, zihinleri düzeltmek için anlatmak lazım.

Not: Akgündüz hoca yok diyor ama Diyanet'in İslam Ansiklopedisinde var, 24. Cilt, s.144-145'de Kürşat Demirci beyin Kaf dağı maddesi mevcut. Herhalde Akgündüz Hocanın gözünden kaçmış olmalı.

Kürşad beyin ilgili yazısından bazı pasajlar aktaralım;

*Klasik kozmos anlayışlarında arzı çevrelediği kabul edilen efsanevî dağ..

*Kafdağı'nın mahiyeti tartışmalıdır. Bazı rivayetlerde somut gerçekliği, coğrafî varlığı olan bir dağ, bazılarında soyut, mistik bir sembol olarak kabul edilmektedir; ancak genel eğilim, dağın coğrafî olarak mevcut olduğu ve dünyayı kuşattığı şeklindedir.

*İslâm literatüründeki Kafdağı motifi esas olarak İbn Abbas ile Vehb b. Münebbih'e kadar götürülen birkaç zayıf rivayete dayandırılmış, bazı tarihçi ve müfessirler de Zerdüştî ve Yahudi kaynaklarından aldıkları bilgilerle bu rivayetleri zenginleş- tirmişlerdir.

*Taberî'ye göre Kafdağı parmağı saran yüzük gibi arzı çevrelemekte ve onu sabit tutmaktadır; ona ulaşmak için dört ay süren karanlık bir mesafeyi kat etmek gerekmektedir. Bu dağın rengi zümrüt yeşili ve mavidir; gökyüzü rengini ondan almıştır. Bütün dağlar ona bağlı olduğundan yeryüzünün sürekli sallanmasını engellemektedir.

Not: 2; Edebiyatta da Kaf dağından bahsedildiğine şahid olmaktayız. Mesela Merhum Necip Fazıl Kısakürek'in Çile adlı şiirinde olduğu gibi;

"Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim,

Minicik gövdeme yüklü Kaf dağı,

Bir zerreciğim ki, arşa gebeyim,

Dev sancılarımın budur kaynağı!"(N. F. K, Çile, s. 19, Büyük Doğu Neşriyat, İst. 2003, 48. Basım) 

Not: 3; Şamil İslam Ansiklopedisinde de Kaf Dağı maddesi vardır. Oradan da hülasa bir bilgiyi nakledelim;

Dünyayı kuşattığı rivâyet edilen yeşil zümrütten yaratılmış efsanevî dağ. Kafdağı, edebiyatta, özellikle masallarda, uzaklığı ve olağanüstü büyüklüğü simgelemek için kullanılan; arkasında acayip yaratıkların, devlerin bulunduğu düşünülen sembol dağdır

Kur'ân-ı Kerim'in ellinci sûresi olan Kâf suresi dolayısıyla müfessirler yeryüzünde mevcud olmayan bu dağ hakkında birçok rivayetlerde bulunmuşlardır. Bu rivâyetler Fahruddin Râzî gibi müfessirlerce zayıf görülmektedir.

Marifetnâme'de, " sahih rivâyetlere göre", "tefsir ve hadis âlimleri ittifakla şöyle bildirmişlerdir" gibi umumî ifadelerle Kafdağı hakkında bilgi verilmekte fakat bilginin kaynağı zikredilmemektedir. Marifetnâme'de şöyle denilmektedir:

"Yedi kat göklerin hey'et ve eşkâli sahih rivâyetlere göre, yedi çadır gibi olup, yeryüzünü çevreleyen iç içe daireler şeklindeki sekiz Kafdağı'ndan yedisi üzerine karar etmişlerdir. Sekizinci dağ birinci kat gök olan dünya semasının içinde yeryüzünü çevreler. Göklerin alt kısımları yedi Kafdağı'nda son bulur."

İlgili maddeyi hazırlayan Halit Ünal Bey şöyle yazıyor; "Kafdağı'nı, "dünya etrafındaki okyanusu kaplayan hava küresi (küre-i nesîmî) dir" diye tevil edenler de vardır.

Kur'ân'da Kafdağı ile ilgili herhangi bilgi olmadığı gibi, sahih hadislerde de yoktur. Bu rivâyetlerin muharref İncil ve Tevrat'a dayan hurafe ve İsrailiyyat olduğu, eski âlimlerin hiçbir tenkide tabi tutmadan bunları eserlerine aldıkları bildirilmektedir."

Not: 4: Tefsirlerde bu meseleye kısaca bakarsak, bu konudaki izahlar Kaf Suresi tefsirinde verilmektedir. Mesela merhum Ömer Nasuhi Bilmen hocamız şöyle yazmaktadır; "Ikrime ve Dahhâk'e göre de bu yeryüzünü her taraftan muhit olan(kuşatan) ve yeşil bir zümrüdden müteşekkil bulunan pek muazzam bir dağın ismidir, gökteki yeşil renk bundan husule gelmektedir." Fakat bu kavil, Fahr-i Razi gibi müfessirlerce zayıf görülmektedir. Vakıa Cenab-ı Hak, öyle bir dağı yaratmaya da amenna kaadirdir, fakat onun yaratılmış olduğu sabit değildir. Yerkürenin her tarafında gezip dolaşanlar vardır, öyle bir dağa tesadüf edilmemiştir. Bunun mevcudiyeti, şehadet-i hissiye ile sabit değildir. Mamafih bu dağı, dünya etrafındaki bahr-i muhiti(okyanusları) kaplayan hava-yı nesimiden(hava küresinden) ibaret olmalıdır diye yorumlayanlar da vardır.

Şöyle de deniliyor ki: Eğer bundan maksat, öyle bir dağ olsa idi "Velkâf" diye yazılırdı: "Vettûr" diye yazıldığı gibi. Zâhir olan "K" "S" ve "N" gibi bir harften ibarettir, bir kelime değildir. Bu, "Muksemün bîh" "kendisiyle yemin edilen" olduğu için ayrıca yemin harfi olan vav ilâvesiyle zikredilmemiştir.

Velhâsıl: Hepsi de kudret-i İlahiye nazaran mümkündür. Biz bu hususta kat'î bir delil bulunmadıkça bunu ilm-i ilahiye havale ederiz. İhtiyata muvafık(uygun) olan da budur.(Ömer Nasuhi Bilmen, Kur'an-ı Kerim'in Türkçe Meâl-i Âlisi Ve Tefsiri, Cilt: 7, s. 3462-3463, Kahraman Yayınları, İst, Tarihsiz)

Allame Elmalılı merhum ise tefsirinde diyor ki; "Demek ki Râzî esas itibariyle «Kaf» dağı diye söylene gelen rivâyeti inkâr etmiyor, burada onunla tefsiri zayıf buluyor.

Alûsî de rivâyetleri kaydettikten sonra şöyle diyor: «Karafî, Kaf dağının vücudu olmadığına zâhib olmuş ve buna bürhan getirerek delîli olmıyan şeye ı'tikad caiz olamayacağını söylemiş.

İbni Haceri Heytemî de vârid olan rivâyetleri ileri sürerek ona ba'zı itirazda bulunmuştur.

Alûsî bunları hikâye ettikten sonra: "ben de" diyor, "Karafî'nin dediği gibi his şehadetiyle bu dağın vücudu olmadığına zâhib oluyorum. Çünkü bu Arzın berrini, Bahrini medar-ı seretâna(Yengeç dönencesine) kadar kaç kerreler kat'ettiler. Öyle bir şey müşahede etmediler.

Gerçi o haberleri râvîlerinden bir cemaat sahih tahric edercesine iltizam ile rivâyet eylemişler ise de onların sıhhatine ta'n etmek, hissi tekzib etmekten ehvendir. Bu, bulamamaktan dolayı vücudu nefyetmek kabîlinden de değildir. Zelzele işinin de öyle bir dağa tevakkufu yoktur, çünkü zelzeleler Arzın salâbetiyle beraber çıkmak isteyen buharların tazyikindendir. Ve biraz insaf damarı olanlar nazarında bunu inkâr etmek mükâberedir.."

Elmalılı Hamdi Efendi, Alusi merhumdan yaptığı bu iktibastan sonra diyor ki; "Biz de bu münasebetle şunu söyleyelim ki daha hakîm olan Râzî bu hususta daha insaflı hareket etmiştir. Bizce insaf, rivâyetleri tekzib etmekte değil, bir mahmil-i sahih bulmaktadır. Gerçi bu hususta Peygambere kadar ref'edilen bir hadîs yoktur. Fakat bir kısım ulemânın kanâatlerini gösteren şayi' bir telâkkî vardır. İbn-i Cerîr'in ve ibni Münzir'in rivâyetlerine göre İbn-i Abbas şöyle demiştir: "Allah Teâlâ bu Arzın arkasından onu muhît bir deniz, onun arkasından bir cebel(dağ) yaratmıştır ona «Kaf» denilir. Semâ-i Dünya onun üzerine sarkmaktadır. ilh... Demek ki «Kaf» Arzı kaplamış olan bahri muhîtı(Büyük okyanusu) muhîttir.(kuşatmıştır) Bu ifâdeye göre Kaf dağı denilen şey küre-i nesîm(hava kütlesi) olmuş olur. Zira biz biliyoruz ki Arzı etrafından kaplıyan bir Bahr-i muhît vardır, Bahri muhîti de kürei nesîm kaplamıştır. Ve Sema-i Dünyanın etekleri bu kürei nesîm üzerindedir. Bizim gök ta'bir ettiğimiz zümrüd gibi göklük burada müncelîdir.(parlamaktadır) İbn-i Münzir'in, Ebûşşeyh'in, Hâkim'in, İbni Merdiveyh'in Abdullâh İbn-i Büreyde'den rivâyetlerinde: «Kaf», Dünyayı muhît zümrüdden bir dağdır ki Semanın etekleri onun üzerindedir diye zümrüd ile ifâde edilmesi de teşbihi belîğ kabîlinden olmak üzere bu rengi te'yid eyler.

Buna dağ ta'bir olunması da şekl-i kürevîsi ile fevkal'ufuk irtifa' ve azameti haysiyyetinden yâhud bir menba' ve mahzen olması nokta-i nazarından olmak gerektir.

Bununla beraber İbn-i Ebiddünya'nın Ebûşşeyh'in tahriclerinde «Kaf» yalnız Arzı değil, âlemi muhît olmak üzere de nakledilmiş ve damarları Arzın içine kadar indiği ve zelzeleler onun damarlarının hareketinden husule geldiği de söylenmiştir. Bu noktaya gelince «Kaf» kelimesi bize eski Yunanîlerde dahi ma'ruf olan ve her şeyin menbaı olmak üzere maddenin bir halita-i kül mahiyyetinde mülâhaza edilen ilk halini ifâde eyliyen «chaos=kao» kelimesini hatırlatmıştır.

Kaf dağı rivâyetleri Hazreti Peygambere istinad ettirilmemiş bulunduğu için bunu eski zamanlarda pek şayi' olmuş bir nazariyye kabîlinden telâkkî etmekte hiç bir mahzur yoktur. Lâkin bunu tefsir için esas ittihaz etmek muvafık olmaz. «kaf » harfini müteşâbih olarak kudretullaha bir remiz telakki etmek, Kafdağı denilen imkân âlemiyle tefsir etmekten daha münasib olur."(Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Cilt, 6, s. 4494-4495, Matbaa-i Ebu Ziya, İst. 1936, 1. Baskı)

Not:5: Son olarak kütüphanemizde bulunan tefsirlerden bir kaçına konu ile alakalı baktım, yazılanları kısaca özetlemek istiyorum; Molla Gürani merhum, tefsirinde Kaf'ın bir hece harfi veya surenin ismi olup, kendisiyle yemin edildiğini zikretmiş, Kaf dağı meselesine hiç girmemiş.(Molla Gurani, Gayet'ul Emâni, Cilt: 5, s. 41, İbn-i Haldun Üniversitesi Yayınları, İst. 2019, 1. Baskı) Endülüs âlimlerinden merhum Abdurrahman İbn-i Berrecan'ın tefsirinde de hiç bu meseleye değinilmediğini görüyoruz.(İbn-i Berrecan Tefsiri, Cilt: 5, s.2389, Daru'n Nur, Amman, Ürdün, 2016, 1. Baskı) Keza Ebu Suud tefsirinde de hiç bu meseleye değinilmemiş.(Tefsir-i Ebu Suud, Cilt, 6, s. 122, Mektebetu'r Reşidiyye, Karaçi, Pakistan, tarihsiz)

Hindli âlim merhum Senaullah Panipati'nin(1730-1810) Tefsirü'l Mazhari adlı tefsirinde Kaf'ın sadece bir harf olduğu görüşünün kendisince doğru olduğunu yazdığını görüyoruz. Diğer görüşler için de denilmiştir kaydıyla, Sure ismi, Kur'an'ın isimlerinden biri, -Kurtubi'den naklen- Allahu Teâla'nın isimlerinden "Kadîr", "Kaadîr", "Karîb" "Kahir" ve "Kabıd" gibi isimlerinin anahtarı, ilk harfi olduğunu, bazılarının " kadau'l emr(iş olup bitti) manasının da, "Allah doğru oldu, doğru söyledi" şeklinde olduğunu söylediklerini ve Ikrime ve Dahhâk'e göre de bu yeryüzünü her taraftan kuşatan ve yeşil bir zümrüdden meydana gelen pek büyük bir dağın ismidir, gökteki yeşil renk bundan meydana gelmekte olduğunu yazmaktadır.(Senaullah Panipati, Tefsir-i Mazhari, Cilt; 6, s. 407-408, Mektebetu'r Reşidiyye, Karaçi, Pakistan, tarihsiz)

Hatib-i Şirbini tefsirinde yukarıdaki ihtimaller sıralanmış, bir tercihe gidilmemiş. (Tefsiru Hatib-i Şirbini, Cilt: 4, s. 65, D.K.İ, Beyrut, Lübnan, 2017, 2. Baskı)

Endonezyalı âlimlerden merhum Muhammed bin Ömer Nevevi el Cavi(ö.1898)'nin Merahu'l Lebid adlı tefsirinde İbn-i Abbas'tan(r.a) yapılan nakil ve Fahr-i Razi'nin bu konuda dedikleri nakledilmekle yetinilmiş.(Muhammed bin Ömer Nevevi el Cavi, Merahu'l Lebid, Cilt: 2, s.443, D.K.İ, Beyrut, Lübnan, 2008, 4. Baskı)

Merhum Tahir Bin Aşur'un(ö. 1973) "Et Tahrir ve't Tenvir" adlı tefsirinde ise Kaf dağı meselesinin bazı yalancı kıssacılar tarafından İbn-i Abbas'a isnad edildiği yazılmaktadır(Tahir bin Aşur, Et Tahrir vet Tenvir, Cilt: 26, s: 276, Daru Rasihun, Tunus, tarihsiz) 

*"Malûmdur, bir şeyin mahiyetinin keyfiyetini bilmek başkadır, o şeyin vücudunu tasdik etmek yine başkadır. Bu iki noktayı temyiz etmek lâzımdır. Muhakemat, s. 63)Bir misal verirsek, hemen hemen insanlardan herkes aspirini bilir. Peki, aspirinin mahiyetini bana anlatabilir misiniz? Demek bir şeyin varlığını bilmek ayrı, mahiyetini tasdik etmek ayrı şeylerdir. Bunları birbirinden ayırt etmek lazımdır. Şimdi "kaf" var. Ama bu bir surenin ismi mi, bir dağ mı? Bilemiyoruz..

"Zira çok şeylerin asıl vücudu yakîn iken, vehim onda tasarruf ederek tâ imkândan imtina' derecesine çıkarıyor"(Muhakemat, s. 63) İmkân dediği mümkün olma dairesi. Varlığı ile yokluğu eşit olma. Vehimler mümkün olan bir şeyde tasarruf ediyor ve onu imkânsız derecesine çıkarıyor. İşte tarihi efsane Rüstem-i Zâl..Böyle cesur, kabiliyetli bir adam olabilir. Ama İranlılar öyle abartmışlar ki, o hayallerin yüklediği gibi bir adamın olması mümkün değil. Hz. Ali(k.v) hakkında Şia'nın yüklediği bilgiler de öyle. "Bir nara attı" diyor, "yetmiş bin kişi öldü."

"İstersen Yedinci Mukaddeme'den sual et; sana "neam" cevabı verecektir." (Muhakemat, s. 63) Nedir o? "Mübalağa ihtilâlcidir."(Muhakemat, s. 31)

*"Hem de çok şeylerin metinleri kat'î iken delaletlerinde zunûn(zanlar) tezahüm eylemişlerdir."(Muhakemat, s. 63) Mesela Kur'an'ın bütün ayetlerinin metinleri kesin sabittir. Ama delalet ettiği manalar hususunda zanlar çoğalmıştır. Mesela;

وَامْسَحُواْ بِرُؤُوسِكُمْ

"Başınıza meshedin."(Maide: 5/6) ayetinin metni katidir. Ama delalet ettiği husus hakkında mezhepler arasında ihtilaf olmuştur ve bunlar zanni hükümlerdir.

"Belki "Murad nedir" olan sualinin cevabında efham, mütehayyir olmuşlardır."(Muhakemat, s. 63) Ana maksat nedir peki, o konuda anlayışlar şaşkın davranmışlardır. "İstersen On birinci Mukaddeme'nin sadefini aç. Bu cevheri bulacaksın."(Muhakemat, s. 63) Orada ne diyordu? "Kelâm-ı vâhidde ahkâm-ı müteaddide olabilir."(Muhakemat, s. 47) Yani bir sözde çok hükümler olabilir.

Not: Bir misal vermek gerekirse, Fatır Suresi 32. Ayet-i kerimesini ele alalım;

ثُمَّ أَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذِينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَا فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ وَمِنْهُم مُّقْتَصِدٌ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِإِذْنِ اللَّهِ ذَلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَبِيرُ

Mealen şöyle buyruluyor; Sonra biz o kitabı kullarımızdan süzdüklerimize mîras kıldık, onlardan da nefislerine zulmeden var, muktesıd: orta giden var, Allah'ın izniyle hayırlarda ileri geçenler var, işte büyük fadıl o"(Fatır: 35/32)

Ömer Nasuhi Efendi merhum, Büyük Tefsir Tarihinde diyor ki; "ظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ

(Nefsine zulmedenler), مُّقْتَصِدٌ (muktesit) ve سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ (hayırda ileri geçenler) ibareleri muhtelif suretlerde tefsir edilmiştir. Bu halde ihtilaf vücuda gelmiş olmuyor mu? Hayır olmuyor. Zira müfessirlerden her biri bir hakikata nevilerinden birini nazara alarak o hakikatı yalnız o nevi ile bir temsil olarak tefsir etmiş oluyor.

Şöyle ki; ظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ (Nefsine zulmedenler) den murad, vacipleri terk, haram olan şeyleri irtikâp edenlerdir. مُّقْتَصِدٌ (muktesit) den murad; vacipleri eda, muharrematı terk edenlerdir. سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ (hayırda ileri geçenler) dan da murad, vacipleri eda ile beraber hasenata müsâreat edendir. Şimdi zâlimi yalnız ikindi namazını te'hir eden veya zekâta mâni' olan ile, muktasıdı da namazını vakti içinde kılan veya zekâtını veren ile, sabık bi'l-hayrâtı da namazını vaktinin evvelinde edâ eden, veya zekât île beraber sadaka da veren ile tefsir edenler, bu hakikatleri, ihtiva ettikleri nevilerden yalnız biriyle tevcih etmiş olurlar; aralarında hakîkî bir ihtilâf bulunmamış olur. Buna İhtilâf-ı Tenevvu' denir ki caizdir."(Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, Tabakâtü'l Müfessirin, Cilt, 1, s. 157-158, Bilmen Yayınevi, İst. 1973, 1. Baskı)

*"Tenbih: Vaktaki bu böyledir. "Kaf"a işaret eden kat'iyy-ül metinlerden yalnız قٓ وَ الْقُرْاٰنِ الْمَجِيدِ dir. Hâlbuki caizdir; "Kaf", "Sad" gibi olsun. Dünyanın şarkında değil, belki ağzın garbındadır. Şu ihtimal ile delil yakîniyetten düşer. (Muhakemat, s. 63) Kaf'a işaret eden sadece Kaf Suresinin başındaki harftir. Kur'an'da başka bir delil yoktur. Hâlbuki bu harfin Kur'anda başka bir sure başında geçen ve o sureye isim olan "sad" harfi gibi bir mukattaat harfi olması caizdir.

Not: Üstad özellikle "Sad" suresine işaret etmiş. Sebebine gelince, Merhum Elmalılı Hamdi Efendi iki sure arasındaki benzerliği şöyle açıklıyor; "Bu sûre ile Sad Sûresi'nin başlayışında fazla bir benzeyiş vardır. İlk önce, ikisi de birer harf ve Kur'ân'a yemin ve ile başlıyor. Kâfirlerin şaşkınlıklarından bahsediyor. O sûrenin baş tarafında "Bu öğüt dolu Kur'ân'a and olsun." (Sâd, 38/1) sonunda "O (Kur'ân) bütün âlemler için bir öğüttür." (Sâd, 38/87). Bu sûrenin başında "Bu şerefli Kur'ân'a andolsun." sonunda "Benim tehdidimden korkanlara bu âyet ile öğüt ver." (Kaf, 50/45) buyuruluyor. Onda imanın şartlarından ilk esas olan tevhide, bunda ölümden sonra dirilmeye ve haşre dikkat çekilmiştir." (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Kaf Suresi tefsirinden)

*"Dünyanın şarkında değil, belki ağzın garbındadır. Şu ihtimal ile delil yakîniyetten düşer." (Muhakemat, s. 63) Yani Kaf harfinin mahreci, ağzın yukarı kısmındadır. Kaf'ın sadece bir harf olma ihtimali, bu ibarenin Kaf dağına kati delil olmasına engeldir.

*"Hem de kat'iyy-üd delalet bundan başka olmadığının bir delili; Şer'in müçtehidlerinden olan Karafî'nin لاَ اَصْلَ لَهُ demesidir."(Muhakemat, s. 63)

Aynı zamanda Kaf'ın delalet ettiği şeyin kesinlikle Kaf dağı olmadığının bir delili büyük Maliki Fakihi merhum Şehabeddin Karafi(1229-1285)'nin "bunun bir aslı yoktur" demesidir. Kendisi gerçekten büyük bir fakih. O denilince akla hemen en büyük eseri ve müthiş bir hukuk kaideleri kitabı olan "el-Furuk" adlı eseri geliyor. Dört cilttir, bende var.

*"Lâkin İbn-i Abbas'a isnad olunan keyfiyet-i meşhuresi, Dördüncü Mukaddeme'ye bak Vech-i nisbeti sana temessül edecektir. (Muhakemat, s. 63)

Not: Üstad, dördüncü mukaddimede "Şöhret, insanın malı olmayanı da insana mal eder(Muhakemat, s.23) ve "Tergib veya terhib için avamperestane tervic ve teşvik ile bazı ehadîs-i mevzuayı İbn-i Abbas gibi zâtlara isnad etmek büyük bir cehalettir. Evet, hak müstağnidir. Hakikat ise, zengindir. Tenvir-i kulûba ziyaları kâfidir. Müfessir-i Kur'an olan ehadîs-i sahiha bize kifayet eder. Ve mantığın mizanıyla tartılmış olan tevarih-i sahihaya kanaat ederiz."(Muhakemat, s.25 ) diyordu..

*" Hâlbuki İbn-i Abbas'ın her söylediği sözü, hadîs olması lâzım gelmediği gibi, her naklettiği şeyi de onun makbulü olmak lâzım gelmez. Zira İbn-i Abbas gençliğinde İsrailiyata, bazı hakaikin tezahürü için hikâyet tarîkiyle bir derece atf-ı nazar eylemiştir."(Muhakemat, s. 64)

Not: Bu konuda merhum Abdullah Aydemir Hocamızın "Tefsirde İsrailiyat" adlı eserinde şu izahla yetinelim; "İbn Abbas'tan tefsîr vadisinde binlerce rivayet vardır. İmam eş-Şafii'nin: "Abdullah İbn Abbas'tan mervî tefsire dair sahih hadislerin topu yüz civarındadır" sözüne bakılacak olursa onun is­minin istismar edildiği kolayca anlaşılır. İslam bilginleri İbn Abbas'tan yapılan rivayetlere müteallik senedlerden birine açıkça, "sîlsiletü'l-kizb" (yalan zinciri) demişlerdir.

İbn Abbas'a nisbet edilen ve bol miktarda yazmaları yanında epeyce hacimli muhtelif basmaları da olan "Tenvîru'l-Mikbas" isim­li eserin ona ait olduğu kabul edilmemiştir. Konu herhalde çok ciddî bir tetkiki gerektirmektedir.

İbn Abbas mühtedi Yahudi ve Hristiyanlara bazı konularda sualler sormuş ve onlara müracaat etmiştir. Yukarıda bahis ko­nusu ettiğimiz: "Ehl-i Kitaba nasıl sorabiliyorsunuz?" sözü de ona aittir. Bu, herhalde Ehl-i Kitaptan aldığı cevapları lâyıkıyla değerlendiremeyenler hakkındadır veya Müslüman olmamış Ehl-i Kitaba sorma ile ilgilidir."(Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrailiyat, s. 54, D.İ.B Yayınları, Ankara, 1979)

*"Eğer dersen: "Muhakkikîn-i sofiye, "Kaf"a dair pek çok tasviratta bulunmuşlardır?" Buna cevaben derim: "Meşhur olan âlem-i misal, onların cevelangâhıdır."(Muhakemat, s. 64 )

Âlem-i misale ne güzel misal rüyadır. Mesela ben bu gece rüyamda büyük âlimlerle bir araya geldim. Kırkıncı Hocam vardı, Zeki Karakaya hocam vardı. Uzun uzun müzakereler ettik. Hocama bazı sualler sordum. Merhamet edin, 1 saat 15 dakikadan fazla uyuyamıyorum ki zaten. Rüyalarda en fazla bir iki dakikaymış, bir iki saniye olanlar varmış. Demek âlem-i misali âlem-i hariç ile kıyaslamak ahmaklıktır.

Not: Merhum İsmail Çetin Hocaefendi şöyle diyor; "Ehl-i tasavvufa göre kâmil insanların ruhlarının, ittifakla cin ve meleklerin asli suretlerinden başka suretlerde görülmeleri âlem-i misaldedir. Gördüğümüz rüyalar da bunun en aşağı derecesidir. Nitekim Feyzu'l Bari'nin müellifi(Mevlana Enver Şah Keşmiri) diyor ki; "Şeriat uleması âlem-i misali, âlem-i ervaha dâhil ettiler. Bu takdirde, deyimden başka, şeriat âlimleriyle ehl-i tasavvuf arasında bir ihtilaf yoktur." (İsmail Çetin, Ehl-i Sünnetin Nazarı, s. 259, Dilara Yayınları, Isparta, 2009)

"Âlem-i misal onların cevelangâhıdır." Muhyiddin-i Arabi gibi insanlar âlem-i misalde dolaşırlar. Bu meseleyi daha iyi anlamak için 18. Mektubu kesin okumak lazım. Oradaki iki çoban misalini iyi hatırda tutmak lazım..

Not; Merhum Seyda Muhammed Emin Er Efendi de kendisiyle yapılan bir söyleşide Üstadın bu misalini naklederek, konuyu vuzuha kavuşturuyor ve diyor ki; "İbn-i Arabi büyük velilerdendir. Kendisine hürmet edilmesi gerekir. Fakat şeriata uymayan bazı sözleri vardır. Bunların bir kısmı kitaplarına sonradan sokulmuştur. Bazıları ise İbn-i Arabi'nin gördüğü bazı keşif ve kerametleri olduğu gibi nakletmesidir. Bazı keşif ve kerametleri tevil edilmelidir. Fakat İbn-i Arabi onları olduğu gibi nakletmiştir. O hata oradan sâdır oluyor."(Muhammed Emin Er İle Söyleşiler, 1, hazırlayan; İbrahim Halil Er, s. 238, Mevsimler Kitap, İst. 2017, 1. Baskı)

* "Biz elbisemizi çıkardığımız gibi, onlar da cesetlerini çıkarıp seyr-i ruhanî ile o ma'rezgâh-ı acaibe temaşa ediyorlar."(Muhakemat, s. 64) Demek ehl-i keşif o misal âleminde bizim rüyada çok acayiplikleri seyrettiğimiz gibi, onlar da misal âleminde çok acip ve garip şeyleri seyrediyorlar.

*"Kaf" ise; o âlemde onların tarif ettikleri gibi mütemessildir. Bir parça âyinede, semavat ve nücum temessül ettikleri gibi, bu âlem-i şehadette velev küçük şeyler de olsa -çekirdek gibi- âlem-i misalde tecessüm-ü maanînin tesiriyle bir büyük ağaç oluyor. Bu iki âlemin ahkâmları birbirine karıştırılmaz. Muhyiddin-i Arabî'nin mağz-ı kelâmına muttali olan bunu tasdik eder."(Muhakemat, s. 64)

Kaf ise o âlemde onların tarif ettikleri gibi görülür. Küçük bir aynanın içinde gökyüzü ve yıldızlar derc olduğu gibi bu dünyamızda küçük bir şey, bir çekirdek o âlemde bir ağaç gibi görülür. Bu iki âlemin hükümleri birbiriyle karıştırılmaz. Karıştırılsa hatalar ortaya çıkar. Muhyiddin Arabi'nin sözlerinin özünden haberi olan bunu tasdik eder. 

Not: Üstad'ın bu konudaki diğer bazı izahatı; "Âlem-i ziya, âlem-i hararet, âlem-i hava, âlem-i kehrüba, âlem-i elektrik, âlem-i cezb, âlem-i esîr, âlem-i misal, âlem-i berzah gibi âlemler arasında müzahame ve yer darlığı yoktur. Bu âlemler, hepsi de ihtilâlsiz, müsademesiz küçük bir yerde içtima ederler. Kezalik pek geniş gaybî âlemlerin de bu küçük arzda içtimaları, mümkündür.(Mesnevi-i Nuriye, s. 138)

"İşte Küre-i Arz'ın tabakat-ı seb'asına(biz burada buna Kaf dağını da ekleyebiliriz, Salih Okur) dair bazı ehl-i keşfin, Kitab ve Sünnet'in mizanıyla tartmadan beyan ettiği tasvirat, yalnız coğrafya nokta-i nazarındaki maddî vaziyetten ibaret değildir. Meselâ, demişler: "Bir tabaka-i Arz, cinn ve ifritlerindir. Binler sene genişliği var." Halbuki bir-iki senede devredilen küremizde, o acib tabakalar yerleşemez. Fakat âlem-i mana ve âlem-i misalde ve âlem-i berzah ve ervahta, (küremizi bir çamın çekirdeği hükmünde farzetsek) ondan temessül ve teşekkül eden misalî şeceresi, o çekirdeğe nisbeten koca bir çam ağacı kadar olduğundan, bir kısım ehl-i şuhud, seyr-i ruhanîlerinde, Arz'ın tabakalarından bazılarını âlem-i misalde pek çok geniş görüyorlar; binler sene bir mesafe tuttuklarını görüyorlar. Gördükleri doğrudur; fakat âlem-i misal, sureten âlem-i maddîye benzediği için, iki âlemi memzuç görüyorlar; öyle tabir ediyorlar. Âlem-i sahveye döndükleri vakit, mizansız olduğu için, meşhudatlarını aynen yazdıklarından hilaf-ı hakikat telakki ediliyor. Nasıl küçük bir âyinede büyük bir saray ile büyük bir bahçenin vücud-u misaliyeleri onda yerleşir. Öyle de âlem-i maddînin bir senelik mesafesinde, binler sene vüs'atinde vücud-u misalî ve hakaik-i maneviye yerleşir."(Mektubat, s. 83)

"Vücud mertebeleri muhteliftir. Ve vücud âlemleri ayrı ayrıdır. Ayrı ayrı oldukları için, vücudda rüsuhu bulunan bir tabaka-i vücudun bir zerresi, o tabakadan daha hafif bir tabaka-i vücudun bir dağı kadardır. Ve o dağı istiab eder. Meselâ: Âlem-i şehadetten olan kafadaki hardal kadar kuvve-i hâfıza âlem-i manadan bir kütübhane kadar vücudu içine alır. Ve âlem-i haricîden olan tırnak kadar bir âyine, vücudun âlem-i misal tabakasından koca bir şehri içine alır." Mektubat (s. 249)

"Küre-i Arz, âlem-i şehadette bir çekirdektir; âlem-i misaliye ve berzahiyede bir büyük ağaç gibi, semavata omuz omuza vuracak bir azamettedir. Ehl-i keşfin Küre-i Arzda ifritlere mahsus tabakasını bin senelik bir mesafe görmeleri, âlem-i şehadete ait Küre-i Arzın çekirdeğinde değil, belki âlem-i misalîdeki dallarının ve tabakalarının tezahürüdür."(Lem'alar, s. 66)

* Amma avamın yahut avam gibi adamların mabeynlerinde müştehir olan keyfiyeti ki: "Kaf" yere muhittir ve müteaddiddir.. her ikisinin ortasında beş yüz senedir.. ve zirvesi semanın ketfine mümastır.. ilâ âhiri hayalâtihim... Bunu, ne kıymette olduğunu bilmek istersen, git Üçüncü Mukaddeme'den fenerini yak; sonra gel, bu zulümata gir. Belki âb-ı hayat olan belâgatını göreceksin.(Muhakemat, s. 64)

Ama halkın anladığı ve bazı tefsirlere de maalesef girmiş şekliyle Kaf dağı ki arzı kuşatmıştır, birden fazladır, her ikisinin arası beş yüz sene mesafedir ve zirvesi semanın omuzlarına değer ve bunu gibi hayaller ise, İsrailiyat 'tan bize gelmiştir..

Not: Konu çok uzayacağından bu Kafdağı meselesini ikiye bölmeye karar verdim. İnşallah önümüzdeki hafta diğer kısmı yazacağız. (Salih Okur)

-Devam edecek- 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

serkan çakır, 2021-02-22 17:23:08

allah razı olsun kaynak mahiyetinde bir yazı olmuş kaf dağı meselesi hakkında cami bir tasnif ve tertib olmuş.cenabı hak kaleminizi bu denli ilmi nafi hizmetlerden alıkoymasın

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

MUHAKEMAT NOTLARI-26

MUHAKEMAT NOTLARI-26

Ders: Muhakemat, Birinci Makale, Üçüncü Mesele İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz *Üçüncü

MUHAKEMAT NOTLARI-25

MUHAKEMAT NOTLARI-25

Ders: Muhakemat, Birinci Makale, İkinci Mesele(devam) İzah: Prof. Dr. Ahmed Akgündüz *“Rah

MUHAKEMAT NOTLARI-24

MUHAKEMAT NOTLARI-24

Ders: Muhakemat, Birinci Makale, 2. Mesele İzah: Prof. Dr. Ahmed Akgündüz *Bu ikinci mesele, bi

MUHAKEMAT NOTLARI-23

MUHAKEMAT NOTLARI-23

Ders: Muhakemat, Birinci Makale, Birinci Mesele İzah: Prof. Dr. Ahmed Akgündüz *Bu meselenin me

MUHAKEMAT NOTLARI-22

MUHAKEMAT NOTLARI-22

Ders: Birinci Makale, 12. Mukaddime(devam) İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz İzah edilen kısım:

MUHAKEMAT NOTLARI-21

MUHAKEMAT NOTLARI-21

Ders: Birinci Makale, 12. Mukaddime(devam) İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz *“Fahr olmasın; za

MUHAKEMAT NOTLARI-20

MUHAKEMAT NOTLARI-20

Ders: Muhakemat, 20. Ders (1. Makale, 12. Mukaddime) İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz *“Lübb

MUHAKEMAT NOTLARI-19

MUHAKEMAT NOTLARI-19

Ders: Muhakemat, 19. Ders (1. Makale, 11. Mukaddime) İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz *“ Kelâ

MUHAKEMAT NOTLARI-18

MUHAKEMAT NOTLARI-18

Bir kelâmda, her fehme gelen şeylerde mütekellim muaheze olunmaz.” (Muhakemat, s. 44 ) Bir kela

MUHAKEMAT NOTLARI-17

MUHAKEMAT NOTLARI-17

Ders: Muhakemat (17. Ders), Birinci Makale, 9. Mukaddeme ’den devam İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgün

MUHAKEMAT NOTLARI-16

MUHAKEMAT NOTLARI-16

Ders: Muhakemat, 1. Makale, 9. Mukaddime İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz *Bana göre bu 9. Muka

Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (ahireti) ihmal ediyorlar.

İnsan, 27

GÜNÜN HADİSİ

Hayâ îmândandır.

Abdullâh b. Ömer (r.a)'dan

TARİHTE BU HAFTA

*Şair Muhammed İkbal'in vefatı(21 Nisan 1938) *TBMM'nin açılışı ve çocuk bayramı(23 Nisan 1920) *Osmanlı-Rus Harbi(24 Nisan 1877) *Hudeybiye Gazvesi(26 Nisan 628) *II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI