Cevaplar.Org

ERZURUM TEDÂİLERİ-2

Evet, Erzurum âlimler, evliyalar, meşayıhlar, şairler, mutasavvıflar beldesidir. Başta Nakşibendi olmak üzere birçok tarikatın mensubu ve dergâhı bulunmaktadır. Marifetnâme sahibi büyük mütefekkir İbrahim Hakkı Hazretleri, Diyanet İşleri Reisliği yapmış, tefsir ve fıkıh eserleri sahibi


Mehmed Kırkıncı

.

2021-10-15 00:41:35

Evet, Erzurum âlimler, evliyalar, meşayıhlar, şairler, mutasavvıflar beldesidir. Başta Nakşibendi olmak üzere birçok tarikatın mensubu ve dergâhı bulunmaktadır. Marifetnâme sahibi büyük mütefekkir İbrahim Hakkı Hazretleri, Diyanet İşleri Reisliği yapmış, tefsir ve fıkıh eserleri sahibi Ömer Nasuhi Bilmen gibi cihanşümul insanların yetiştiği mübarek bir belde. Bizim yetişemediğimiz Topçu Oğullarından Ali Ağa Efendi, Hacı Haşıl Efendi, Hacı Feyzullah Efendi, Sanamerli Hacı Ahmet Baba, Kurşunlu Medreselerini yaptıran Kurşunlu Mehmet Efendi ve Yetim Hoca gibi nice âlim ve mürşitlerin mekanı olan kutlu topraklar..

Bu topraklarda dünyaya geldim. Bu şehrin nimetlerinden tenaüm ettim. Bu şehrin manevi sultanlarından istifade ve istifaze ettim. Başta Alvar İmamı Muhammed Lütfi Hazretleri olmak üzere birçok büyük insanın sohbetlerinden feyiz aldım. Babadereli Seyyid Ahmet Efendi, vaazlarından büyük zevk aldığım İhmal Camii, İmamı Mehmet Efendi, evliyadan Rauf Efendi gibi hak dostlarının meclislerine devam ettim. Serçemeli Mustafa Necati efendi, Hacı Faruk Efendi, Osman Bektaş ve Solakzâde gibi büyük âlimlerin rahle-i tedrisinde bulundum. Her birinin ayrı ayrı feyizlerine mazhar oldum.

Hocalarım Ve Ruh Mimarlarımdan Bazıları

1940 yılında Erzurum'a yerleşince ben de Serçemeli Mustafa Necati Efendi'den Arapça tahsiline başlamış oldum. Daha sonra, Erzurum'un Tifnik köyünden Erzurum'a yerleşmiş olan büyük mütefekkir, ulum-u aklîye ve ulum-u nakliyede fevkalade salahiyetli bir alim olan, okuttuğu talebelerden fakir olanlarının maişetini bizzat kendisi temin eden ve 1952 yılında Hakkın rahmetine kavuşan Hacı Faruk Efendi'den ders okumaya başladım. Hacı Faruk Efendi'nin evi Erzincan Kapı'daki tarihî taş binanın üstünde idi ve çok zengin bir kütüphanesi vardı.

Bediüzzaman Hazretleri Cihan Harbi'nden önce Erzurum'a geldiği zaman beyzâde olan Hacı Faruk Efendi'nin medresesinde kalmıştı. Üstad Hazretleri fen ilimlerinin ehemmiyeti anlatmasıyla onun fikirlerinden etkilenen Faruk Efendi fennî ilimler tahsil etmeye başlamış, diploma alarak harf inkılabına kadar lisede o günkü adı ile idadide muallimlik yapmıştır.

Solakzâde Sadık Efendi

 Askerlik vazifemi bitirdikten sonra da Solakzâde lakabıyla maruf Erzurum Müftüsü M. Sadık Efendi'den ders almaya başladım. 1955-1960 yılları arasında beş yıl kendisinden Mantık, İlm-i Kelam ve Usul-i Fıkıh dersleri aldım. Yed-i Tulâsı olan bu büyük insan, 1960 yılında ebedi âleme göç etti. Cenab-ı Hak kabrini pürnur, makamını cennet eylesin.

Sadık Efendi Erzurum'un manevi sultanlarındandı. Kâmil bir ilim ve irfan sahibiydi. Hem ulûm-u akliye ve hem ulum-u nakliyede fevkalade bir maharete sahipti. Çok kibar, çok nazik ve efendi bir insandı. Bütün Erzurum'un sevgi ve saygısını kazanmıştı. Peygamber Efendimize fevkalade âşıktı. Onun (s.a.v.) isminin her zikredilişinde gözlerinden oluk oluk yaşlar akıyordu. İslam dinine yapmış oldukları hizmetler, yetiştirdiği bir çok talebelerle gönülleri feth etmiştir. Onun Lalapaşa Kürsüsü'nden nasihate muhtaç gönüllere ve meftun insanlara yaptığı vaazları insanlarda fevkalade bir tesir bırakırdı. Bu hâl de Cenab-ı Hakk'ın ona bir lütfu idi. Hele Ramazan ayında hususen ikindi namazından sonra yapmış oldukları sohbetler insana bambaşka bir haz ve ayrı bir zevk verirdi. Adeta yağmurlar gibi feyiz ve bereket dökülürdü. O hali anlatmak mümkün değildir, tatmayan bilmez.

Sakıp Danışman Efendi

Yine Erzurum müftülerinden büyük âlim Sakıp Efendi'nin Ayaz Paşa Camii'nin kürsüsünden kırk seneyi aşkın yapmış olduğu vaz u nasihatlerle Erzurum halkını irşat etmiştir.

Osman Bektaş Hocaefendi

  Hem yine Erzurum müftülerinden, hususen fıkıh sahasında derin vukufu olan Osman Bektaş Hoca Efendi de senelerce camilerden vaz u nasihatte bulunmuştur. 

Osman Bektaş Hocaefendi 1914 yılında Tortum'un Ödük köyünde dünyaya gelmiş, ilmini tamamladıktan sonra aynı ilçenin Dikmen köyünde imamlık görevine başlamış ve burada on sekiz yıl görev yapmıştır. Daha sonra Erzurum Caferiye Camii imamlığına getirilmiş, 1949 yılında müftü naipliğini (yardımcılığı) kazanmış ve yaklaşık on bir sene bu görevi yürütmüştür. Bu arada da Müftü Solakzade'den Arapça, Fıkıh, Tefsir, Hadis, Mantık, Kelam, Tasavvuf dersleri okumuştur. Erzurum Müftüsü Sakıp Danışman Hocaefendinin vefatından sonra da 1968'de Erzurum Müftülüğüne getirilmiş ve bu görevi yaklaşık beş yıl kadar ifa etmiştir. 1971 yılında ise Erzurum Merkez Vaizliğine atanmış olan Hocaefendi, 4 Aralık 1986 yılında Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Osman Bektaş Hocaefendi evinin bir odasını medrese yapmış, orada talebe okutuyordu. Osman Bektaş Hocaefendi, emekli müftülerden Cezayir Yarar, Muhammet Doğan, Ahmet Yekeler, Prof. Dr. Cevat Akşit gibi çok sayıda talebe yetiştirmiştir.

Osman Bektaş Hocaefendi de benim hocalarımdan biri idi. Zaman zaman bazı dersleri onunla mütalaa ederdik. İlme düşkün, son derece mütevazı, müdakkik ve mütefekkir bir insandı. Kuvvetli bir hafızaya sahip olan Osman Bektaş Hocaefendi, özellikle fıkıh meselelerinde büyük bir üstattı. Halk, kendisine "ayaklı kütüphane" derdi. Hocası Solakzade Sadık Efendi "Fıkıh ilminin kitapları kaybolsa Osman Hoca onları tekrar yazar" demekle onun fıkıh ilmine olan vukûfiyetine işaret etmiştir.

Çöğenderli Salih Efendi

 Hacı Salih Efendi ile tanışmamız 1940'lı yıllara dayanmaktadır. O, salihler kervanının kâmil bir varisi ve Nakşibendi şeyhlerinin mümtaz şahsiyetlerinden, zühd ve takva sahibi bir iman abidesi idi. Sehavet, tevazu ve mahviyet gibi güzel ahlâklara sahipti. Son derece misafirperverdi, âlimlere karşı derin bir muhabbeti vardı. Hayatı boyunca çevresindekilere Allah sevgisini, iman aşkını ve ibadet zevkini tattıran bir abid idi.

Seciyesi temiz, nasiyesi parlak bir iffet ve edeb numunesiydi. Kur'an'ın sırlarına vakıftı. Bütün ahval ve hareketi sünnet-i seniyye dairesi içindeydi. Çoğu zaman medresemize gelir, risale okumamızı ister, huşu içinde dinlerdi. En çok Lem'alardan okuturdu. Üstada meftun idi. Ona: "Müceddid-i A'zam, Firdevs-i Aşiyan, Hz. Üstad Bediüzzaman" derdi.

Üstadın kendisine zulmedenlere hakkını helâl etmesine taaccüp eder, "bu nasıl sabır, bu nasıl merhamet!" derdi. Üstadın ömür boyu hapis ve sürgün hayatında bıkmadan, usanmadan, şekva etmeden Nur-u Kur'an'a çalışmasına içtenlikle hayret eder: "Böyle bir kahramanı acep tarihler kaydetmiş midir?" derdi.

Salih Efendi, ehl-i insaf, takdirşinas bir zat idi. İbadetlerini huzu ve huşu içinde yapardı. Bu dünya-yı deniyye, ona kendisini sevdiremedi, onu esir edemedi. Geceleri uyumaz, Cenab-ı Hakk'ın dergâhında daima niyazda bulunurdu. Herkese nasip olmayan doksan yıllık bereketli ömrünün her anını ibadet ve taatte ve hizmet-i Kur'an'da geçirdi. Soğuk su içmeyi çok seven Hacı Salih Efendi şöyle derdi: "Ben nefsimle anlaşma yaptım; o benim gece namazıma karışmıyor ben de onun soğuk su içmesine."

Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi

  Ben Efe Hazretlerini ilk hocam Mustafa Efendi'nin vesilesiyle 1942 yılında tanıdım ve sohbetlerine devam ettim. Babası Hüseyin Efendi Hasankale'nin Kındığı (yeni ismiyle Altınbaşak) Köyü'nde uzun zaman imamlık yapmış, Alvarlı Efe Hazretleri de bu köyde dünyaya gelmiş. Pederi Ermeniler tarafından şehit edilmiş. Alvar imamı ve Efe Hazretleri namıyla maruf olan o zat-ı âli kadrin sohbetlerinden aldığım çok bereketli manevi feyzi ifadeden acizim. Bütün ömrümü onun bir saatlik sohbetine feda etmeyi canıma minnet bilirim. Kasemle ifade ederim ki, o saadetli günler benim için pek hayırlı ve çok feyizli zaman dilimleriydi. Dakikalar saatlerden, saatler günlerden, günler aylardan ve aylar da senelerden daha bereketli ve ziyadesiyle feyizli idi. Senelerce onun sohbetlerine devam ettim. Hususen ikindi namazından sonraki sohbetleri daha ziyade feyizli ve çok bereketli olurdu. Efe Hazretlerinin lütuf ve teveccühlerini unutmam asla mümkün değil. Gönlümün, fikrimin ve ruhumun onun sohbetlerinden aldığı manevi zevkin sesini halen kalbimin derinliklerinde kulağıma dinletiyorum.

 Daha sonra Efe'nin biraderi Vehbi Efendi'yi tanıdım. Zaman zaman da onun sohbetlerine katılırdım. O da bambaşka bir insan idi. Çok hamiyetperverdi. Köyleri dolaşır, ihtiyaç sahiplerini tespit eder ve onlara yardımcı olurdu.

Efe'nin oğlu Seyfettin Efendi ile de iyi bir hukukumuz vardı. Efe Hazretleri'nin torunu, yani Seyfettin Efendi'nin oğlu Sadi Efendi ile birlikte Mustafa Necati Efendi'den ders okuduk. Bu aile Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in soyundan geliyor, yani seyyid.

 Efe hazretleri, tasavvuf yönü yanında, fıkıh, hadis, tefsir ve kelam gibi dinî ilimlere de fevkalade vakıf idi. Özellikle ilm-i kelamda söz sahibi idi. Yani Efe yalnız bir tarikat şeyhi değil aynı zamanda ileri derede medrese tahsili görmüş büyük bir âlim idi.

Efe Hazretleri Nakşibendî Tarikatı'nın büyük mürşitlerindendi. Kadiri Tarikatı'ndan da icazeti vardı, ama o genelde Nakşibendî Tarikatı'nı ders verirdi. Bu tarikattan daha on yedi yaşında iken halifelik almıştı. Efe Hazretleri bir sohbetinde bunu şöyle anlattı:

"Ben henüz on yedi yaşında iken Küfrevi Hazretlerini ziyaret etmek üzere Bitlis'e gittim. Onun haftada bir gün sohbetinin olduğunu öğrenmiştim. Sohbet günü kapısında kalabalık bir cemaat bekliyordu, ben de onların içine karıştım. Derken kapı açıldı ve hizmetçisi olan zat; "Efendi Hazretleri 'önce Erzurum'dan gelen misafir gelsin' buyurdular" dedi. Kalabalıktan biri: "Burada genç bir delikanlı var" deyince hizmetçi, "öyle ise o gelsin" dedi. Büyük bir heyecanla içeri girdim. Küfrevi Hazretleri beni ayakta karşıladı, elini öptüm. Beni kucakladı ve öyle bir sıktı ki, sanki başım arş-ı âlâya değdi. Ruhumu büyük bir heyecan sardı. Yanında üç gün kaldım, kendisi bana halifelik vazifesini orada verdi ve irşat vazifesine başlamamı emretti. O günden beri bu vazifeyi ifa etmeğe başladım."

Efe Hazretleri çok yönlü bir zat idi. Birinci Cihan Harbi'nde Çat'ın Yavi ilçesine giderek Ermenilere karşı Milis Kuvvetler vasıtasıyla mücadele etmiştir. Onu daha ziyade ön plana çıkaran şiirleridir. Nitekim günümüzde onun şiirleri, gazelleri, kasideleri elden ele, dilden dile dolaşmaktadır. Efe'nin zamanında olduğu gibi günümüzde de onun eserleri birçok kimse tarafından ilim meclislerinde ve diğer ortamlarda aşkla ve şevkle söylenmektedir. Zaten birçok eseri bestelenmiştir. Onun eserleri sadece gazel olarak değil de, vaz u nasihat olarak dinlense, çok daha fazla istifadeye medar olur. Çünkü onun her bir beyti çok derin manalar ifade etmektedir.

 Efe Hazretleri 1947 yılında hacca gitti. Biz de elini öpüp uğurladık. Ürdün'e giden Efe Hazretlerini daha önce Erzurum'da yaşayıp sonra oraya göç etmiş olan bazı Ermeniler ziyarete gelmişler ve "Biz günün birinde yine Erzurum'a döneceğiz. Çünkü su akar ve eski mecrasını bulur." demişler. Bunun üzerine Efe herkesin dilinde olan ve;

 Erzurum kilidi mülk-i İslam'ın 

Mevla'ya emanet olsun Erzurum 

Erzurum derbendi ehl-i imanın

Mevla'ya emanet olsun Erzurum

Mısralarıyla başlayan o meşhur destanını orada söylemiş. Ermenilerin tekrar Erzurum'a gelemeyeceklerini böylece ifade etmiş.

Efe Hazretlerinin meclisinin müdavimleri

Efe'nin dergâhı hiçbir zaman boş kalmazdı. Her kesimden insan onun sohbetlerine katılırdı. O'nun İslamiyet'in ulviyetini ve kutsiyetini, marifet ve muhabet-i ilahiyeyi anlatarak insanların nefisleri tezkiye, kalplerini tasfiye eder, akıllarına istikamet verirdi. Onun feyizli sohbetleri insanları günahlardan ve her türlü isyanlardan muhafaza ederdi. Birçok insanın onun sohbetlerinden etkilenerek kendilerini günahlardan muhafaza ettiklerine yakinen şahit oldum. Efe Hazretlerinin yapmış olduğu hizmetler bütün insanlık âlemi için çok mühimdir. Benim ilk hocam olan Mustafa Efendi, Abdulgafur Hoca Efendi'nin pederi Ahmet Efendi, Osman Demirci Hoca Efendi, Halis Çöğenli gibi seçkin kimseler Efe'nin müdavimlerinden idi. (Efe'nin kâtibi idi, şiirlerini o yazardı).

Naim Hoca da onun en yakınlarından ve muhiplerinden biri idi. Efe'nin gazellerini okurdu. Zaten Naim Hoca küçük yaşta yetim kalınca Efe onu yanına almış, himaye etmiş ve okutmuştur. Efe, Naim Hoca için; "Bu Naim'in sahaveti, aklına galebe çalmış" derdi.

 Pasinlerden gelip sohbetlere katılan bazı büyükler de şöyle derdi: "Hocam Pasinlerin gerek içinde gerekse köylerinde insanların ekserisi namaz kılmaz, oruç tutmaz ve zekâtlarını vermezlerdi. Bu ibadetleri Pasinler'e Efe Hazretleri yerleştirdi. O sık sık köylere gider, orada birkaç gün kalır ve ibadetin ehemmiyetini anlatırdı."

Efe Hazretleri bir sohbetinde şöyle buyurdu: "Bugünlerde çocuklara Kur'an okutan insanların ind-i İlahideki dereceleri tasavvurumuzun fevkindedir."

Her kim okutursa sıbyana Kur'an

Müftü Müderrisler hep ona kurban

 Her kim isterse rahmet-i Rahman

 Okur hem okutur ders-i Kur'an

 Beyti de bu hakikati ifade eder.

Efe Hazretlerinin sohbetleri çok feyizli ve bereketli idi. Marifetullah ve muhabbetullahtan bahsederdi. Meclisinde bulunanlar onu zevkle ve şevkle dinlerlerdi. Doğrusu onun sohbetinde başka bir haz, başka bir tat var idi. Bu ise Allah'ın ona bahşettiği bir lütuftu. O bütün hâl ve hareketini şeriatın koyduğu ölçüler üzerine bina etmişti. Peygamber Efendimiz'in (sav.) edebi ile müeddep idi. Kerametlere pek ehemmiyet vermezdi.

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, o hem büyük bir âlim, hem de genç yaşında halifelik almış büyük bir mürşit idi; şairlik yönüyle de öne çıkmıştı. Buna rağmen son derece mütevazi, çok cömert, âli himmet, âlicenap ve zühd sahibi bir zat idi. Nice ulvi meziyetlere mazhardı. Mehafet-i ilahiye her halinden ve her tavrından belli olurdu. Celil bir ruha sahip olan Efe Hazretleri ilim, irfan ve fazilete âşıktı. Hüda hikmet ve iffeti, ilim ve takvayı onda cem etmişti. Nurani ve parlak bir simaya sahipti. Sanki kış ortasında bir gül bahçesi idi.

Efe Hazretleri hamiyetperver ve fıtraten çok mümtaz bir zat idi. Ruhumda derin bir iz bırakan mühim şahsiyetlerden ve manevi sultanlardan biri idi. Züht ve vera sahibi idi. Kendisine verilen yardımları hiç dokunmadan hep ihtiyaç sahiplerine dağıtırdı. Yalnız Erzurum'da değil, tüm Şark'ta şöhret kazanmış büyük bir mürşit idi.

Bende tesir bırakan en mühim bir meziyeti onun cömertliği idi. O, eşe, dosta, ihtiyaç sahiplerine ikram etmekten çok zevk alırdı. Herkesin isteklerini ve ihtiyaçlarını büyük bir sürur içerisinde yerine getirmeye gayret eder, böylece gönüllere muhabbet ve uhuvvet tohumlarını ekerdi. Yanına gelen kimi insan "Öküzüm yok.", kimisi "Tohumum yok.", kimisi de "Borcum var." diye ihtiyaçlarını arz ederlerdi. O da elinden gelen yardımı katiyen esirgemezdi.

Malumdur ki, mahiyet itibariyle bütün insanlar aynıdır. Onları birbirlerinden tefrik eden meziyetleri, hususiyetleri, hedef ve gayeleri, ilim ve faziletleridir. Öyle vefadar, hamiyetperverler de vardır ki, onlar, saadetlerini dünya zevk ve sefasında değil, imanda, fazilette, irfanda ve muhabbetullahta ararlar. İnsanları dünya ve ahiret saadetine kavuşturmaya çalışırlar. Bu uğurda, icap ederse, canlarını bile seve seve feda ederler. İşte Efe Hazretleri de böyle şahsiyetlerden biri idi. O asla dünyaya meyil ve iltifat etmedi, o bütün hayatını hizmet-i Kur'aniyede değerlendirdi, bereketlendirdi ve nice insanların irşadına vesile oldu. Bunun içindir ki, Efe Hazretleri de bu ulvi meziyetleri sayesinde unutulmamış, inşallah kıyamete kadar da unutulmayacaktır. O her zaman tarihin altın sayfalarında şerefle ve hayırla yâd edilecektir. Onun muazzez vücudunu sanki semadan inmiş ve meleklerden ayrılmış bir vücut olarak görüyorum. Bu bakımdan ona karşı hürmetim, saygım ve meftuniyetim sonsuzdur. Cenab-ı Hak kabrini pür nur, makamını âli eylesin, bizi de şefaatine mazhar kılsın. Felek çarklarını durduruncaya kadar Allah'ın rahmeti yağmurlar gibi üzerine yağsın.

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

CENNET VE CEHENNEM SADECE MANEVİ DEĞİLDİR

CENNET VE CEHENNEM SADECE MANEVİ DEĞİLDİR

Cennet ve Cehennem iki yurttur; birisi sevaba birisi azaba, birincisi muttakilere, ikincisi kâfirle

ACBU’Z ZENEB HADİSİ

ACBU’Z ZENEB HADİSİ

Bir sorunun cevabı; “Müzedeki bir insanın iskeleti 2.000 senedir var olduğu söyleniyor. Halbu

NAMAZDA 17 SIRRI

NAMAZDA 17 SIRRI

İslam Literatüründe “el-Mabud” kelimesi hakiki mabud olan Allah’ın bir vasfıdır. Ebced d

İNSANLARIN AYIBINI GİZLEMEK

İNSANLARIN AYIBINI GİZLEMEK

Kişi kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa, başkalarına da öyle davranmalıdır. Bu minva

CEHENNEM NEREDEDİR?

CEHENNEM NEREDEDİR?

Soru: Cehennem Nerededir? Cevap: Cennet ise Kur’an-ı Kerim'de zikredildiği gibi yüksektedir ve

RUM SURESİ ÖZELİNDE FITRAT DİNİ’NE BAKIŞ

RUM SURESİ ÖZELİNDE FITRAT DİNİ’NE BAKIŞ

Rum suresi, Mekki mukattaat sureler sisteminde yer alan, Kur’an’daki tertip numarası 30 olan bi

HADİSLER IŞIĞINDA KOMŞULUK İLİŞKİLERİ-2

HADİSLER IŞIĞINDA KOMŞULUK İLİŞKİLERİ-2

Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.s) buyurdular ki: “Komşusu, zararlarından emin

HADİSLER IŞIĞINDA KOMŞULUK İLİŞKİLERİ-1

HADİSLER IŞIĞINDA KOMŞULUK İLİŞKİLERİ-1

Kıyâmetin pek yakın olduğu ve vaktin bereketinin azaldığı günümüzde, insanlar dünya tela

SAYGI GÖSTERGELERİ

SAYGI GÖSTERGELERİ

Toplum içerisinde âdâb-ı muâşeret dediğimiz; nezâket, saygı ve görgü kuralları, dünya v

SAHÂBENİN ADALETİ VE ÂLİMLERİN BUNA DAİR AÇIKLAMALARI-2

SAHÂBENİN ADALETİ VE ÂLİMLERİN BUNA DAİR AÇIKLAMALARI-2

İbn Hacer el-Heytemî diyor ki: "Sahabe arasında cereyan eden hâdiseler konusunda dilimizi tutmam

SAHÂBENİN ADALETİ VE ÂLİMLERİN BUNA DAİR AÇIKLAMALARI-1

SAHÂBENİN ADALETİ VE ÂLİMLERİN BUNA DAİR AÇIKLAMALARI-1

1.Hâfız ibn Hacer el-Askalânî el-İsâbe adlı eserinde diyorki: "Ehli-sünnet, sahâbenin âdil

Şüphesiz Kur'an, mü'minler için gerçekten bir hidâyet rehberi ve rahmettir.

Neml, 77

GÜNÜN HADİSİ

"Haramla beslenmiş vücut cennete giremez."

Taberânî.

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 2002) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 2002) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI