KAFKAS KARTALI ŞEYH ŞAMİL - 1


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2002-07-16 23:39:24

“ Kafkas, Türkistan İslam’ın iki bahadır oğullarıdır.” BEDİÜZZAMAN

KAFKASYA

Kafkasya ve Kafkas dağları adı Herodot zamanından beri kullanılmakta olup, Astrahan eyaletinin güneyi ve Don’dan başlayarak Türk ve İran sınırlarına kadar uzanan toprakları içine alan ülkeye denmektedir. Kafkasya dağlık ve ormanlık bir ülkedir ve burada irili ufaklı birçok halk yaşamaktadır. Çeçenler, İnguşlar, Lezgiler, Adıgeler, Andiler, Tuşenler, Kevsurlar, Avarlar, Osetler vs. Bu topluluklar büyük çoğunlukla mümin ve muvahhid olmalarına rağmen, tarih boyunca aralarında kamil bir vahdeti gerçekleştiremediklerinden ötürü, işin encamında Rus istilasını önleyememişlerdir. Zira ilahi hüküm değişmez: “Nizaya, anlaşmazlığa düşmeyin. Sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz de elden gider.” (Enfal:46) Bugün de maalesef Kafkasya’da değişen bir şey yoktur.

KAFKAS İNSANI

Çarlık dönemi Rus generallerinden Okolniçi hatıralarında Dağıstan insanlarını şöyle anlatıyor: “Kültür açısından oldukça gelişmiş, sabırlı, zeki, marifetli, bir bakışta karşısındakini okuyarak bir kelimeyle onun hakkında karar verme yeteneğine sahip, onurlarına çok düşkün ve son derece dinlerine bağlı insanlardır. Yeme ve içmelerinde son derece itidalli davranıyorlar ve aşırıya kaçmıyorlar. Çok az uyuyorlar. Kusur derecesinde çok cesur olduklarını söylemeye lüzum yok.”

İngiliz araştırmacı Baddeley ise şöyle anlatıyor bu kahraman insanları: “Çoğunlukla güzel insanlardır. Özellikle üst tabakalarda olanların mavi gözleri, sarı saçları, uyumlu çehreleri ve hafifçe çıkıntılı elmacık kemikleri vardır. Çeçenler uzun boylu, kıvrak, ince ve sağlam yapılı, genellikle yakışıklı, atik, cesur ve sert, düşmanlarına karşı korkulu ve kurnaz, fakat bunların yanında kendi ilginç düsturlarına göre son derece şerefli ve onurlu insanlardır.”

Evet onlar, dışarıdan hiçbir yardım almadan, düşmandan ele geçirdikleri hariç hiçbir topçu kuvvetine sahip olmadan, Allah ve Peygamberden başkasına güvenmeden, sağ ellerinde parlayan çeliklerle yarım asırdan fazla bir zaman korkunç Rus gücünü hakir görmüşler, ordularını yenmişler, yerleşim yerlerini basmışlar ve onun zenginliği, gururu ve nüfusuyla kahkahalarla gülerek alay etmişlerdir.

KAFKASLARDA RUS İSTİLASI

Tarih boyunca Müslümanların kendi aralarında mücadeleler hep hasım cephenin ekmeğine yağ sürmüştür. Genel olarak şark milletlerinin ve özellikle Müslümanların izzetli hayatları onların boylar, kabileler halinde başına buyruk yaşamalarına sebep olmuş, bu da özellikle sanayi devriminden sonra hızla gelişen sömürgeci devletlerce kolayca yutulmalarını netice vermiştir.

Rusların bir devlet olarak zuhurunda ve Kafkas ve Türkistan’ı istilalarında düğümü ilk çözen zat, benim kanaatime göre Timur’dur. Altınordu üzerine yaptığı iki seferle bu devlete onulmaz bir darbe indiren bu zat, Moskof’un tarih sahnesinde sinsi ve gittikçe büyüyen bir ejder olarak ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Altınordu devletinin Timurlenk’in darbesinden sonra bir daha toparlanamayıp hanlıklara bölünmesi, Rus knezliklerinin ise birleşip, devlet olmaya yürümeleri Şarki Avrupa ve Kafkasya’nın kaderini belirlemiştir.

16 yüzyılın başından itibaren gelişme istidadı gösteren Rus tehdidi, maalesef devlet-i âliye tarafından da ciddiye alınmamıştır. Hani bir söz vardır ya: “Küçüktü, kıyamadım. Büyüdü, yenemedim” diye. Rus devletine karşı Osmanlı’nın durumu da aynen böyle olmuştur.

Zengin maden yataklarıyla ünlü Kafkasya’ya Rusların ilgisi 18.yüzyılda gittikçe artan bir şekilde kendini gösterir. 1783’de Kırım’ın düşmesi ile Rusya’nın planlı işgali ve Kafkas halklarının dasitani direnişi başlar.

1785’te Şeyh Mansur’la başlayan bu mücadele, İmam Şamil’le doruk noktasına çıkmış ve bugünlere kadar sürmüştür. Biz bu çalışmamızda, bu mücahedenin Hazret-i İmamla alakalı kısmı üzerinde duracağız. Daha geniş bilgi almak isteyenlere John.F.Baddeley’in “Rusların Kafkasya’yı İstilası Ve Şeyh Şamil” adlı eserini tavsiye edebilirim.(Kayıhan Yayınları)

DOĞUMU

Avar toprakları içinde Gimri avulunda (Kafkaslarda köylere verilen isim) 1797’de doğdu. Babasının ismi Muhammed Dango, annesinin ismi Bahu Mesedo’dur. Anne ve babası Avar’dır. Hazret-i İmam da birçok büyükler gibi gelmeden evvel geleceği müjdelenmiş bir kutlu zattı. Kafkasya’da cihad ruhunu ilk ateşleyen Şeyh Mansur “Ben yalnız hazırlamaya memurum. Benden sonra biri çıkacaktır ki, o icraya memurdur” ifadeleriyle, Rabbinin bildirmesiyle onu haber vermişti.

ÇOCUKLUĞU VE GENÇLİK YILLARI

İmam Şamil’in çocukluğu, diğer Kafkas çocukları gibi heyecan verici geçti. Zira her dağlı doğuştan müthiş birer binici, keskin birer silahşör ve iyi birer atıcı olma özelliklerini taşıyor ve böyle yetiştiriliyordu.

Şeyh Şamil hazretleri bunun yanında dini ilimler sahasında kuvvetli bir eğitim aldı. İlk hocası Said Harekani’den sonra Şeyh Cemaleddin Efendi’den Tefsir, Hadis, Siyer, Tarih, Hesap, Hendese ve Gramer dersleri alarak kendini yetiştirdi.

Henüz yirmi yaşlarında iken ciddi çalışmaları ve kahramanlıkları ile ün saldı. Bu çelik çavak delikanlı iki metre yüksekliğinde bir duvarı bir hamlede atlayabilmekte, atına sıçradığında hareket halindeki atının karnına sarkarak öbür tarafına geçmekte ve dörtnala giderken havaya atılan bir parayı vurabilmekteydi.

Baddeley bu konuda şunları naklediyor: “Devamlı olarak kılıç çalışan, koşan, atlayan ve çeşitli jimnastik çalışmaları yapan Şamil, yirmi yaşlarına geldiği zaman artık kendisine rakip olabilecek hiç kimse yoktu. Söylenenlere göre, 9 metre genişliğinde bir hendeği aşarken iki normal adamın başları üzerinde tuttukları ipin üstünden atlayabilirdi. Bütün hava koşullarında yalın ayak ve göğsü açık dolaşan Şamil dayanıklılıkta ve gözüpeklikte o kadar büyük bir dereceye erişti ki, cesur ve dayanıklı dağlıların arasında bile ünü yayıldı. Şamil çok atik, enerjik, öğrenmeye istekli, gururlu ve başkalarına hâkim olucu, biraz kederli ve oldukça fazla duygulu bir yapıya sahipti.”

Hülasa, o ileri de üstleneceği vazifeyi kaldırabilmek için ilahi takdir gereği tam bir lider olarak yetişiyordu. Gençliğinde gittiği ilk haccında güzel bir tevafuk olarak, Âlem-i İslam’ın farklı bir cephesinde, Cezayir’de istiklal mücadelesi verecek olan Emir Abdülkadir’le karşılaştı. Onunla İslam âleminin kurtuluşu üzerine fikir teatisinde bulundu.

CİHAD SAFLARINA İŞTİRAKİ

Yakın arkadaşı ve hemşerisi Gazi Muhammed’in Dağıstan’da cihad bayrağını dalgalandırması ile (1829) Şamil’de bu mukaddes cihada iştirak etti. Gazi Muhammed’in şehid düştüğü Gimri savunmasında ağır yaralandı. Anlatıldığına göre kuşatıldığı evden elinden kılıncı ile çıktı. Sahip olduğu olağanüstü kuvveti, çevikliliği ve kılıç kullanmadaki ustalığı sayesinde kendisini kurtarmayı başardı. Kapıyı açarak eşiğe çıktığında Rus askerleri hemen nişan aldılar. Fakat Şamil onların ateş etmelerinden önce hızla sıçrayarak askerlerin üzerinden aştı. Ve arkalarına düştü. Sonra sol eliyle korkunç bir şekilde kullandığı kılıcıyla askerlerin üçünü cansız yere serdi. Fakat dördüncüsü tarafından göğsünden süngülendi. Bu korkunç darbe karşısında bile metanetini yitirmeyen Şamil, bir eliyle süngülü tüfeği yakalarken, diğeriyle de askeri kesip devirdi. Sonrada süngüyü göğsünden çıkararak attı ve koşarak ormana daldı.

Bu süngü yarasından başka bir kaç yerinden daha yaralanmış ve özellikle atılan taşlarla kırılan kaburgası ve omuzu ona korkunç acılar vermişti. Gimri çatışmasına katılan bir Rus subayı bu olayı şöyle anlatır: “Gece karanlıktı. Yanan bir çatının aydınlığında Şamil bir evin girişinde bize göre yüksek bir yerde öylece duruyordu. Bir devi andıran vücuduyla bu adam öyle sakin bir şekilde duruyordu ki, sanki iyice nişan alabilmemizi bekliyordu. Aniden yırtıcı bir hayvan gibi sıra halinde durup kendisine ateş edenlerin üzerine atladı ve sol eliyle kılıcını çekip üç askerimizi birden yere serdi. Fakat dördüncü askerimiz kılıcını Şamil’in göğsünün ta derinliklerine batırdı. O an Şamil’in yüzü hiçbir duygu göstermiyordu. Göğsünden kılıcı çıkartıp bunu yapan askeri de yere serdi. Sonra bir insanın asla beceremeyeceği bir sıçrayışla gecenin içine kayboldu. Hepimiz çok şaşırmıştık.”

Bu olağanüstü hadise üzerine Rus Generali Baron Rozen; “İleride bu yaman genç Rusya’nın başına bela olacaktır” demişti ki, istikbal bu sözü bilfiil tasdik etti.

Üç gün kadar saklandıktan sonra komşu köy olan Unsokul köyüne vardı. Orada 25 gün boyunca ölümle yaşam arasında mücadele vermişti. Göğsüne giren Rus süngüsü bir ciğerini de delip geçmişti. Daha sonra, ünlü cerrah ve aynı zamanda kayınpederi olan Abdülaziz Efendi tedavisi ile meşgul oldu.

Şamil bu tedaviler sonucu altı ayda ancak kendine gelebildi. Yaralandığı günden itibaren 25 gün baygın yatan Şamil uyandığında başucunda bekleyen annesine ilk olarak şöyle dedi: “Anam namaz vakti geçti mi?" Anası oğlunun fazla kaygıya düşüp üzülmemesi için üstü kapalı bir cevap verdi: "Zararı yok, kaza edersin."

Ruslar bu kaçışa pek bir ehemmiyet vermemişlerdi. Gimri'nin alınmasıyla Kafkasya’yı fethettiklerini düşünüyorlardı. Çeçenlerde ise bu kaçış büyük bir etki yaptı ve böylece "Şamil Efsanesi"nin ilk taşı konmuş oldu.

İMAMLIĞA GEÇİŞİ

Gimri kuşatmasında İmam Gazi Muhammed’in şehid düşmesi üzerine, İmamlığa İmam Hamzat seçildi.(1832)

İmam Hamzat’ın sert ve otoriter yapısı özgürlüklerine çok düşkün dağ kabilelerinde hoşnutsuzluklara sebep oldu. Nitekim 19 Eylül 1834’de Cuma namazı vaktinde bir suikast sonucu Hamzat şehid oldu. Bunun üzerine Bütün Dağıstan halkı Şamil’in imamlığa getirilmesi konusunda birleştiler. Şamil ise savaşın sürüp gideceğini, daha da şiddet kazanacağını, bunun için sıkı bir disiplin uygulanacağını belirtip, naibler meclisinden bütün bunlara katlanacağına dair söz aldı ve imamlığı bu şartlarda kabul etti. Biat merasimi Aşilta’da yapıldı.

Bu sıralar İmam Şamil 37 yaşındaydı. (2 Ekim 1834) İdareyi eli alır almaz kuvvetli bir teşkilatlanmaya girişti. Dikkat edersek, Hazret-i İmam’da karizmatik bir lider ve dehada olması gereken bütün özellikler bihakkın mevcuttu. Beden yapısının heybeti, delici bakışları, çevikliği, silahşörlüğü, cesareti, ilmi, sabrı, soğukkanlılığı, hızlı ve isabetli kararlar verebilmesi, sevkulceyş konusundaki mahareti, disiplini, polat gibi bir iradeye sahip olması, hitabetindeki etkileyicilik, insanların karakterini güzelce analiz edip ona göre davranması, ilmi ve takvası ile o tam bir liderdi. Etrafındaki halka gitgide genişliyordu. O, Kafkasya’nın umuduydu. İmam Şamil çok ileri görüşlü bir insandı. Seleflerinden en önemli farklarından biri, teşkilatlanmaya verdiği önemdi.

İlk etapta dört hedefe varmayı hesaplıyordu:

1-Kafkasya’nın birliği

2-Düzenli orduya geçene kadar vur kaç taktiği ile düşman ordusunu oyalamak.

3-Kafkasya’da şer’i kanunları tamamıyla uygulamak.

4-İmamlık otoritesinin tüm Kafkas halklarınca benimsenmesi.

İmam’ın en önemli yönlerinden birisi de, kendi çapındaki her liderde müşahede ettiğimiz güçlü bir istihbarata sahip olmasıydı. Rus ordusundaki ajan ağı sayesinde düşmanın her hareketinden anında haberdar olabiliyor ve ona göre gerekli önlemleri alıyordu.

Mücahidler arasındaki iletişim de çok önem arz ediyordu. Avarlar’ın dağlar, ormanlar, bataklıklar ve kayalıklar arasında çok iyi bildiği gizli yollardan emir ve buyruklar atlarla ulaştırılıyordu. Bunun için her avulda en iyi atlardan birkaç tanesi hazır bekletilirdi. Hazret-i İmamın seri hareket eden birlikler oluşturması da, başarısının sebeplerinden biriydi.

TEŞKİLATLANMA

Mücahid teşkilatlanmasını genel olarak birkaç maddede toplayabiliriz:

1-Her tarafta naiplikler kurdu. Vilayetler 5 naipliğin bir araya gelmesinden oluşmakta ve başında bir kumandan bulunmaktaydı. Kumandanlar o bölgedeki mülki ve askeri idarenin başıydı ve direkt olarak İmam’a bağlıydılar. Naibler ise vergileri düzenlemek, asker toplamak, yargı salahiyetini kullanmak, kanunların şeriata uygunluğunu denetlemek gibi görevlerden sorumluydu.

2-Her avulda bir kadı vardı. Bunlar naiblere bağlı olup, şeriatı uygulamak, orada gelişen hadiseleri naiblere rapor etmek, imam ve naiplerin emirlerini ilan etmek gibi vazifeleri yürütürlerdi.

3- İmam’ın çevresinde seçme bir koruyucu tim vardı. Bu birlik 1000 kişiden oluşuyordu. Murteza adı verilen bu özel güç gerek dindarlık, gerek kahramanlıkta en iyi durumda olan müridler arasından seçiliyordu. Bu birliğin bağlıları kalpaklarına iliştirdikleri külrengi dört köşe bir bez parçasından tanınıyor; kalpağın üzerine yeşil sarık sarıyorlardı.

Baddeley bu tim için şöyle diyor: “O sıralar bundan daha harika bir sistem bulunamaz ve uygulanamazdı.

MÜRİDİZM YANLIŞI

Şeyh Şamil hazretleri aynı zamanda Dağıstan’ın manevi lideri konumundaydı. Dağıstan’da Nakşîliği yayan Kuralı Molla Muhammed’in halifesi Şeyh Cemaleddin Efendi vasıtasıyla Nakşî tarikatına giren Şamil, yaygın olarak bilinenin aksine, asla bir "şeyh" değildi; "siyasi otorite" yi temsil eden "imamet" makamında bulunuyordu.

Bu arada bir yanlışın daha üzerinde duralım. Kafkas cihad hareketinden bahseden batılı kaynaklar “müridizm” dedikleri bir olgudan bahsederler. Müridizm hemen belirtmeliyiz ki, bütünüyle yeni, başlı başına ve Dağıstan’a özgü bir tutum ve etkinlik değildir. Hemen her tarikat mensubu için kullanılagelen “mürid” sözcüğünden batılı gözlemcilerce türetilmiştir. Sebep, Ruslara karşı savaşan bu kişilerin Nakşi tarikatı mensubu olmalarıydı.

Hâlbuki tasavvufla cihadı birleştiren İslam coğrafyasında bir sürü hareket vardır. Mesela İtalyanlara karşı Libya’da mücahede eden Senusiler buna verilecek bir misal olacağı gibi, İstiklal harbimizde Gönüllü Mevlevi alayları, Kadiri alayları gibi birçok örnekler verilebilir.

Kafkas savaşlarında, Zübeyir Yetik beyin isabetli teşhisiyle, “Nakşilik; İmam Mansur’un Mehdi olarak benimsenmesi, cihad için müritlerin askeri ve idari yeni bir örgüt düzenlemesi ile Batılıların müridizm adını verdikleri bir giysi içinde İslam’ın derlenip toparlanması, Müslümanların kendine gelmesi ve düşman karşısında ayakta kalabilmek çabası içine girme doğrultusunda işlevlendirilmiş, eylemlendirilmiş oldu.”

KAÇAN BÜYÜK BİR FIRSAT

Şeyh Şamil ilk olarak Kafkas halklarının cihad bayrağı altında bütünleşmesini sağlamak için Karadeniz’in kuzeyindeki Çerkezlerle görüşmeye gitti. Kafkasya’nın batısındaki Çerkez kabileleri de Dağıstanlılarla aynı tarihlerde cihada başlamışlar, 1864 yılına kadar devam eden bu mücadele Rusya için hiçbir zaman Çeçenistan savaşları kadar önemli olmamıştır.

Buradaki savaş dağınık ve düzensiz bir biçimde sürüyordu. Şamil’in amacı Çerkes ve Kabardayları da bayrağı altına toplayıp Rus işgalcilere topyekûn bir mücadele vermekti. Çerkez ileri gelenlerini tarafından büyük bir hürmetle karşılanmasına rağmen İmam umduğunu bulamadı. Çerkezler Ruslara karşı mücadelelerini eskiden olduğu gibi kendi başlarına sürdürmekte ısrar ettiler. İmam Dağıstan’a geri dönmek zorunda kaldı.

İLK ÇARPIŞMALAR

İmam’ın ikinci hareketi Hunzah üzerine oldu. Amacı Rus yanlısı Avar kabilelerini etkisiz hale getirerek, Avaristan’da birliği sağlamaktı. Ama General Feze’nin 12 bin kişilik bir kuvvetle Derbent üzerinden Avar topraklarına girdiği haberi üzerine kuşatmayı kaldırdı. General İveliç de Dağıstan’a girmiş, Aşilta avuluna doğru yol alıyordu.

İmam hızla İveliç üzerine yürüdü ve Aşilta yakınlarında Rus ordusunu bozdu. Bu zaferinden sonra Tilitl avuluna vardı. Feze’nin burada bıraktığı Rus birliğini, başlarındaki komutanları Buckiev’le birlikte ortadan kaldırdı. Fakat Aşilta’yı yerle bir eden Feze komutasındaki birlikler tarafından Tilitl köyünde kuşatıldı.

Birkaç gün süren ağır topçu bombardımanından sonra piyade birliklerin saldırısı başladı. Köye giren Rus birlikleri her zamanki gibi katliam yapıyorlardı. Piyadeler umulmadık bir direnişle karşılaştılar. Ruslar ağır kayıplar veriyorlardı. Tam bu sırada Şamil’den gelen ateşkes isteğine Feze’den olumlu yanıt geldi. Üç gün süren görüşmelerden sonra barış yapıldı ve Feze, Hunzah’a dönmeye razı oldu.

Aslında Şamil ile imzalanan bu anlaşma geri çekilmek için fırsat kollayan Feze için bahane olmuştu. Çünkü şimdiye kadar ordunun uğradığı korkunç zayiatlar, cephanenin azalarak tükenmekte olması, seferi kuvvetlerin erzak ve teçhizatlarındaki eksiklikler ve başka birçok sebepler ordunun daha fazla savaşmasını imkânsız hale getirmişti.

Feze’nin bu harekâtında Rus ordusunun kayıpları 30 subay, 1000 erdi. Baddeley’in dediği gibi, parlak bir zafer olarak anlatılan Aşilta seferi daha çok bir yenilgiye benziyordu. Tilitl önlerinde yapılan geri çekilme harekâtı da tam bir felaketten son anda kurtulmak için yapılmış bir kaçıştı. Büyük bir tantanayla, övünülerek anlatılan bu seferin sonucu daha sonraki olayların ispatlayacağı gibi Şamil’in etkisini yok etmek yerine on kat daha artırmıştı.

Bütün bunlara rağmen, kalem kullanmakta ve göz boyamakta mâhir Feze öyle bir rapor hazırladı ki, St.Petersburg’daki yönetim Şamil sorunun çözümlendiğine ve Feze’nin doğuştan bir asker olduğuna gönülden inandılar.

Çar bu abartma raporlara inanarak 1837’de Gürcistan’a bir ziyaret gerçekleştirmek istedi. Aynı zamanda da kendisine bağlılık andı içen Şamil’i Tiflis’te kabul edecekti. Bunun üzerine Rus generallerin etekleri tutuştu. Acilen Şamil’in Nikola ile görüşmesi için ikna edilmesi gündeme geldi. Görev, Kafkaslar hakkında geniş bilgi sahibi General Klug von Klugenav’a verilmişti. Ama ne Klugenav’ın bizzat imamla yaptığı görüşme, ne Feze’nin gönderdiği mektuplar bir sonuç vermedi.

İmam’ın son gönderdiği cevap şöyledir: “Gimri-28 Eylül 1837- Ben Kafkasya’nın hürriyeti için silaha sarılan muhariplerin en hakiri Şamil, Allah’ın himayesini çarların efendiliğine feda etmemeye ahdeden özü-sözü doğru bir Müslüman’ım. Çar Nikola’yı tanımadığımı, onun iradesinin bu sarp dağlarda sökmeyeceğini General Klugenav’a anlayabileceği bir dilden tekrar tekrar söylemiştim. Sanki o sözler taşa söylenmiş gibi, Çar ile görüşmek üzere beni hala Tiflis’e davet edip duruyorsunuz. Bu davete asla icabet etmeyeceğimi şu mektubumda son defa olarak size bildiriyorum. Bu yüzden fani vücudumun parça parça kıyılacağını ve sırtımı verdiğim şu vatan topraklarında taş üstünde taş bırakılmayacağını bilsem bu kati kararımı asla değiştirmeyeceğim. Cevabım işte bundan ibarettir. Nikola’ya ve kölelerine böyle malum ola.”

Tiflis’te bağlılık andını bekleyen Çar, umduğunu bulamayınca çılgına döndü. Hemen Şamil’in ezilmesi için buyruk verdi. Temirhan Şura başta olmak üzere Rus Garnizonlarında büyük bir hazırlık başlatıldı. Harekâtın başkumandanı General Golovin’di. Golovin, savunma bakanı Çernişev’e verdiği raporda “Şamil’in Dağıstan’daki gücü büyük bir hızla artıyor” diyordu.

Golovin’in astı General Grabe, Şamil üzerine yürüyecek kuvvetlerin başındaydı ve harekâtı o yönetiyordu. Rusların amacı tüm kuvvetlerini toplayarak Şamil’in üzerine yürümek, ardından güze doğru Çeçenistan’a saldırmaktı. Fakat Çeçenistan genel naibi Taşof Hacı’nın dikkat çekecek sayıda birlik toplaması ve Rus güçlerini tehdit eder bir vaziyet alması üzerine Grabe arkasını sağlama almak için önce Çeçenistan’a yöneldi. Taşof Hacı yenildi ve müridler dağıtıldı.

Dikkatini Dağıstan tarafına çeviren Grabe, 30 Mayıs 1838’de Şamil’in tahkim ettiği Arguani avuluna vardı. Arguani’nin çok şiddetli muharebelerden sonra düşmesiyle, Rus birlikleri Şeyh Şamil’in savunduğu Ahulgoh’u kuşattılar. Böylece Haziran’ın 12’sinde harekâtın en ünlü kuşatması başlamış oldu.

AHULGOH DİRENİŞİ

Ahulgoh’ta bulunan 4000 kişiden sadece 1000 tanesi savaşçıydı. İşgal güçlerinin sayısı ise 13 bin civarında tahmin edilmektedir. Aylarca süren kuşatma iki taraf içinde çok kanlı oldu. Gerek Rus piyadelerin hücumları, gerekse müridlerin zaman zaman yaptıkları huruç harekâtları neticesiz kalıyordu. Tabi ki kuşatma altındaki kale halkının durumu gün geçtikçe zorlaşıyordu.

Dışarıdan ikmal sağlayan bazı gizli yolların Rus birliklerince bulunup denetim altına alınması dayanma gücünü gittikçe kırıyordu ve İmam da durumun umutsuzluğunun farkındaydı.

12 Ağustos’ta Grabe’ye gönderdiği ateşkes teklifi gururlu Rus generali tarafından bir tek şartla kabul edildi. Şamil rehin olarak oğlu Cemaleddin’i Moskoflara verecek ve kendisi de hiçbir ön koşulsuz olarak teslim olacaktı. Ateş bir süre kesildi.

Cemaleddin’in gönderilmesi üzerine Grabe, Ahulgoh’un teslimini görüşmeyi kabul etti. 18 Ağustos’ta General Pullo’yu Şamil’le görüşmesi için yolladı. Generali bir kaya üzerinde kabul eden Şeyh Şamil, kalenin teslimi için kendisinin dağlarda kalmasına izin verilmesini, Cemaleddin’in de İçkeri starnişası Camala yanında nezarette kalmasını istedi.

Tabi bu teklifler Ruslarca kabul edilemezdi. Görüşmeler kesildi. 21 Ağustos’ta Rus umumi taarruzu başladı. Fakat Ruslar müridlerin korkunç direnişi ile karşılaştılar ve geri püskürtüldüler. Ertesi gün şafakla başlayan hücum ise, Ahulgoh’un düşmesine sebep oldu. Avulun içinde Rus birlikleri umutsuz ama çok inatçı bir direnişle karşı karşıya kaldılar ve bu bir hafta sürdü. Rusların tek tek her evi alması gerekiyordu. Rus kumandan Milioutine hatıralarında bundan bahsederken şöyle demektedir: “Burada korkunç ve umutsuz bir savaş başladı. Kadınlar bile kendilerini büyük bir mücadeleyle savunarak silahsız oldukları halde, süngülerimizin ucuna atılmaktan çekinmediler.” Ahulgoh düştü. Ama İmam Rusların elinden kaçmayı başardı. İmam’ın eşlerinden Cevheret hatun ve oğlu Mehmed Said, kız kardeşi Fatıma Mesedo, çok yakın naiblerinden Surhay ve Ali Bek ise şehit düşmüştü.

80 gün süren Ahulgoh kuşatmasındaki Rus kayıpları ise 25’i subay 487 ölü, 91’i subay 1631 ağır yaralı ve 33’ü subay 661 hafif yaralı olmak üzere toplam 3000 civarındaydı. Hastalıklardan dolayı uğranılan kayıplar bu rakamın dışındaydı.

Bu arada bir hususu da Kafkas savaşlarında daima göz önünde tutalım. Rus generali Keydeman diyor ki: “Kayıplarımızı alabildiğince inkâr ederken, düşmanın zayiatını göklere çıkarmakta büyük maharet gösteren kumandanlarımız askeri tebliğin ciddiyetini tamamıyla ihlal etmişlerdir.”

TEKRAR TOPARLANIŞ

Kont Grabe kısa vadeli bu başarısından o denli tatmin olmuştu ki, Şamil’in kaçmasını fazla önemsemedi. Ona göre artık Şamil önemsiz bir kanun kaçağıydı ve gücünü toparlaması imkânsızdı. Ama kendi bakan ve kumandanlarından daha ileri görüşlü Nikola aynı kanaatte değildi. Bunu Grabe’ye yazdığı şu mektuptan anlıyoruz: “Çok iyi! Ama ne yazık ki, Şamil kurtulmuş bulunuyor. Şüphesiz gücünün ve etkisinin büyük kısmını kaybetmiş olmasına rağmen, O’nun yine de bir takım şeyler hazırlamasından korkuyorum. Gelecekte neler olacağını göreceğiz.”

Gerçekten de Çar kaygılanmakta çok haklıydı. Kafkasya’daki mücadele henüz bitmiş değildi. Şamil’in Ahulgoh’tan ayrılmasından altı ay geçmiş ve bu zaman zarfı içinde Muhacir İmam’ın hayatında büyük değişiklikler olmaya başlamıştı.

Çeçenistan’da sadık naibleri Şuayp Molla ve Cevat Han tarafından gönülden karşılanan İmam, Çeçenistan’ın küçük bir bölgesine yerleştikten sonra ünü ve etkisi hızla yayılmaya başladı. Akıllığı ve mübarekliği o kadar ünlenmişti ki, her taraftan akın akın gelen delegeler ona itaatlerini bildirerek kendilerine önderlik etmelerini istiyorlardı.

Aynı sene Kafkasya’nın batısında, Karadeniz kıyılarındaki Çerkezlerin Ruslara tekrar başkaldırması ve ardı ardına kazandıkları zaferler Şamil’in etrafındaki toplanmalara büyük ölçüde etkili olmuştur.

Çerkezlerin Şamil’den kendilerine bir önder istemeleri üzerine İmam, yakın naiblerinden Muhammed Emin’i Adigelere naib olarak göndermiştir. Rusların onur kırıcı ve zalimce politikaları da Çeçenistan’da İmamın işini kolaylaştırmıştı.

Ülke kısa zamanda patlamaya hazır bir barut fıçısı haline gelmişti. Şimdi bir lidere ihtiyaçları vardı ve o da yanı başlarındaydı: Şamil… Dağıstan’dan korkusuz naibi Ahverdil Muhammed’i çağıran İmam Şamil kendisine kayıtsız şartsız itaat edilmesi şartıyla Çeçenistan’ın idaresini kabul etti…

Artık 1840 Martına doğru bütün Çeçenistan Ruslara karşı ayaklanmış bir vaziyetteydi ve İmam Ahulgoh öncesinden daha güçlü bir konuma gelmişti. Bu kaynamalar Rus idaresinin de gözünden kaçmamış olacak ki, imamın başına verilecek para 300 rubleden 3000 rubleye fırlamıştı.

İlk şöhretini Dağıstan’ın yalçın ve çıplak kayalıklarında kazanmış olan Şamil, orman savaşlarının da dahi bir üstadı olduğunu çok geçmeden ispatladı. Grabe’nin tabiriyle bu “sihirbaz adam” 130–140 km’lik mesafeleri 24 saat içinde aşarak en uzak bölgeleri tehdit ederken, naibleri de aynı taktikleri uygulayarak Rus ordusunu her an tetikte olmaya zorluyor ve uyguladıkları savaş taktikleri ile onların korkunç şekilde yıpranmasına sebep oluyordu.

Henüz 12 ay önce Çeçenistan’a peşinde sadece 7 kişi olduğu halde girmiş olan Şamil, şimdi demir gibi sağlam idaresini Dağıstan’dan Viladikavkaz sınırlarına kadar yaymış ve silahlı bir halkın başına geçmişti. Aynı zamanda harekâtını Dağıstan topraklarına kadar yaymış durumdaydı.

HACI MURAD

 Hacı Murad, Kafkas dağlarında beli bükülmez bir Avar yiğidiydi. Doğduğu yer Hunzah olmak üzere Avar topraklarında büyük bir saygınlığı vardı. Rus yazar Tolstoy’un adına bir roman yazdığı bu kahraman, Avar hanlarının intikamını almak üzere İmam Hamzat’ı öldürmüştü. O zamandan beri de Ruslara sadakatini sürdürmüş ve onların üniformalarını bile giymişti.

Onun etkisi yüzünden Şamil’in yaptığı cihad çağrıları Hunzah civarında hep soğuk karşılanmıştı ve bunun Ruslar da farkındaydı. Ama 1840’ın sonbaharındaki bir hadise Hacı Murad’ın hayatını değiştirecekti. O sıralar Avaristan’ın yönetimine getirilen Rus kuklası Mektule hanı Ahmed han, Hacı Murad’la kanlı-bıçaklıydı. Aralarındaki rekabet ve düşmanlık gün geçtikçe artıyordu. Sonunda, rakibinden kurtulmak için bir plan hazırlayan Ahmed han, onun Şeyh Şamil’le ilişkide bulunduğunu söyleyerek, Rus kumandanına onu tutuklattı. Gneral Klugenav, Hacı Murad’ın askeri koruma altında Rus genel karargahı Temirhan Şura’ya getirilmesini emretti.

On gündür bir topa zincirlenmiş olarak Hunzah’ta tutuklu bulunan Hacı Murad,10 Kasım günü 45 askerin nezaretinde yola çıkarıldı. Önünde ve arkasındaki yirmişer er onun kaçmasını olanaksızlaştırırken, daha da emin olmak isteyen Ruslar, Murad’ın beline bir ip bağlamışlar ve uçlarını da öndeki ve arkadaki askere tutturmuşlardı.

Tam Bustro köyünün yakınlarından geçerken yol o kadar daralıyordu ki, kafiledekiler tek sıra halinde yolu geçmeye başladılar. Yolun bir tarafında da korkunç bir uçurum uzanıyordu. İşte tam bu sırada olan oldu. Yolun en darlaştığı yerde aniden duran gerilla lideri, çevik bir hareketle ipin ucunu yakaladığı gibi askerlerin elinden aldı. Ve onların şaşkın bakışları altında kendisini uçuruma attı. Eğer başka mevsimde olsaydı böyle bir atlayıştan hiç bir kimsenin sağ çıkması imkânsızdı. Fakat Hacı Murad atlarken yağan karı da hesap etmiş ve bunda da pek yanılmamıştı. Bir bacağı kırılmasına rağmen yakınlardaki bir koyun çiftliğine sürünmeyi başardı ve daha sonra da Doğu Dağıstan’ın kamçısı, Şamil’in en cesur ve başarılı naibi oldu.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Lezgiyar, 2012-08-10 18:58:47

Tüm Lezgiler olarak size minnet borçluyuz. yazınızı bloglarımıza alıntıladık. hakkınızı helal edin. Hayırlı Ramazanlar

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Avar Abrek, 2007-06-16 18:50:30

Kafkasya Avarlar'ı (adı üstünde) Avarlar'dır. Gökhan bey Ben Avar'ım ve biz ana dilimizde oğlumuza "Avar vas" kızımıza "Avar Yas" , ve hatta Peygamberlere "Avarag" deriz , Bu Avar dilinin 4 büyük dialektiğinde de(Khunzakh , Antsukh , Çaroda ve Gidatl) aynıdır. Tarihte Moğol Avarlar'ın ise Türklüğü netlik kazanmış değildir , ama daha başında olan araştırmalarımız Kafkasya'da bir müddet durmuş olan Juan-juan lara katkımız olduğu yönündedir. Macaristan'da bulunan Avar mezarından bizim milli çalgımız olan Laluyla (çif üfürmeli çalgı) aynı benzerlikte bir alet çıkmıştır. Osmanlı 4. Murad Han'la Kırım ve Çerkezlerle irtibata başladı , oysa 5 ve 12. yüzyıllarda Kafkasya'ya hükmetmiş Sarir devletinin adını İbni Rustah Avar olarak nakleder , araştırmacı tarihci Omeljan Pritszak'sa yönetimin tamamen Kafkasya Avarlar'ına ait oldugunu söylüyor. Ma'arul adı Avarca "Ma'ar" yani dağ kelimesinden türemiştir , Dağlı demektir. Esasda ise Mu'rul Avaral yani "Dağ Avarları"ndan gelmektedir. Bizim yazılı edebiyatımız çok sonra baslar , bu yüzden ozanlık bizde çok önem arzeder , ve Avar adı Kafkasya Avarlar'ının bütün efsane ve anonim şiirlerinde geçmektedir. Lütfen Prof. Murad Mugamedov'un "İstoria Avarchev" ini , Hunzaklı yazar B.Ataev'in "Avarchi" isimli kitablarını okuyunuz , zaten diğer yararlanabileceğiniz kaynaklarda bu kitaplarda isim olarak mevcuddur. Saygılarımla...

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Gökhan Yılmaz, 2006-07-15 03:17:51

Kafkasya'da, Dağıstan'da yaşayan Avarların tarihteki Türk Avarlarla hiçbir ortak noktası olmadığı gibi, Türk de değildirler. Üstelik Çerkes de değildirler. Avarlar Dağıstan'ın yerli kavimlerindendir. Ve kendilerine Avar demezler. Avarların kendilerina taktığı isim Maorul'dur. Avar kelimesi sonradan onları ifade etmek için muhtemelen Osmanlılar tarafından takılmıştır.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!

Nahl, 125

GÜNÜN HADİSİ

Zalim sultanın yanında gerçeği söylemek en büyük cihaddandır.

Tirmizi 13, (2175)

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI