MEHMED ZAHÄ°D KOTKU HAZRETLERÄ°(1895-1980)


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2002-06-19 23:46:16

Takdim

Hayallerimizdeki masal kahramanlarına benzetirim onu ben..Her çocuğun bir masal dedesi olur ya küçüklüğünde... Rüyasında gelip, ona gülümseyen, onu seven, okşayan, hediyelere boğan bir pamuk dede... Mehmed Zahid Efendi bana hep öyle bir çağrışım yaptırır nedense. Siz de hiç fikir yürütmeden, sadece resimlerine bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız.

O bana büyük bir ulu çınarı hatırlatır aynı zamanda..Osmanlı bâkiyesi bir ulu çınarı. Tıpkı diğer emsali büyüklerimiz gibi...

Ahirzaman’ın kavurucu yangınlarında ciğeri yanmış yüz binler hep o ve emsali çınarların serin iklimlerine kendilerini atarak ferahlamışlardır... Hazret-i Mehmed Zahid El Bursevi gibi bir zat-i âli kadr’i tanıtmak bizlere düşecek şey değil. O bir okyanustu. Bizler gibi önlerini görmekte aciz kimseler için onu ihatalı bir bakışla anlatmak muhal. Ama ona olan sevgimi göstermesi için, sevenlerinin dillerinden derlediklerimi sizlerle paylaşmak istedim. Üzerlerine gölge düşürmek korkusuna rağmen giriştiğimiz bu işte kusurlarımın affını Tevvab-u Rahimden niyaz eder, sizlerin de nazar-ı müsamaha ile bakmanızı temenni ederim. Tevfik ve inayet Allah’tandır.(CC) Salih Okur

A-HAYAT KRONOLOJÄ°SÄ°

•1897-Bursa’da dünyaya teşrifi

•1900–1901-Annesinin vefatı

•1912–13- Bursa Sanayi Mektebine girdi.

•27 Nisan1916-Askere alındı. Suriye cephesine gönderildi.

•23 Temmuz 1916-İstanbul’a yazıcı olarak tayin.

•29 Temmuz 1920- Gümüşhanevi meşayıhından Ömer Ziyaüddin Dağistani’ye intisabı

•1 Aralık 1921-Ömer Efendi’nin vefatıyla Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendi’ye intisabı ve hilafet alması

•1926-Feyzi Efendi’nin vefatı, Bursa’ya dönüş.

•1929’da pederi İbrahim Efendi’nin vefatı

•1929- Babasından boşalan İzvat köyü camisinde 15-16 sene imamlık görevini yapması

•1945-Bursa Üftade Camiinde imam-hatipliğe başlaması

•1952 Aralığında, Abdülaziz Bekkine Hazretlerinin vefatı üzerine Gümüşhanevi dergâhının irşad görevini üstlenmesi ve İstanbul Zeyrek Çivicizade camiinde imam olması

•1958-İskenderpaşa Camii imamlığına getirilmesi

•7 Mart–1980-Mide ameliyatı geçirmesi

•8 Kasım 1980-Hac dönüşü rahatsızlanması

•13 Kasım 1980-Dar-ı Beka’ya irtihali.

B-KENDÄ° DÄ°LLERÄ°NDEN TERCEME-Ä° HALLERÄ°

“1315 Hicri,1313 Rumi senesinde Bursa’nın Türkmenzâde Mahallesi Çıkmaz Aralığında, 10 Numaralı evde dünyaya gelmişim. Peder ve validem Kafkas muhacirlerinden olup 1297 (1879) tarihinde Bursa’ya gelmişler. Pederim, Hamza Bey medresesinde tahsilini ikmal eylemiş ve validem ile evlenmiş. Bizler dünyaya gelmişiz. Bir ağabeyim vardı. Harb-i umumide Kafkas müdafaasında altı yerinden yara ile bir ayağını kaybetmiş, 1336(1920) ahirete irtihal eylemişti. Ben de ilk tahsilimi Bursa Oruç Bey mahalle mektebinde ikmal ederek, Bursa sanayi mekteb-i idadisinde iken, İstanbul’a gelip, Ömer Ziyaüddin Dağistani hazretlerinden Nakşibendi tarikatına intisap eyledim. Bilahare Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendi’nin delaleti ile iki defa Halvet-i erbaine girerek feyz aldım. Ardından bendenize hilafetname verdiler. Ramuz-ul Ehadis-i Şerif, Kaside-i Bürde, Delail-i Hayrat icazetlerini de aldıktan sonra, Hacı Hasib Efendi’den Kur’an ilmi ve fıkıh derslerinden icazet aldım. Dergâhların kapatılması üzerine, tekrar Bursa’ya gittim. Önce Veled Veziri camiinde fahri hatiplik, sonra Hz.Üftade camiinde imam hatiplik yaptım.

Oradan da kardeşimiz Abdülaziz Efendi’nin irtihali üzerine arkadaşlarımın davetiyle 1952 yılında İstanbul’da Zeyrek’teki Çinilizade camiine naklen geldim. Ve oradan da istimlâk sebebiyle İskenderpaşa camiine gelerek vazifeye başladım.

Burada vazife görmekte olan kara yüzlü, eli boş ve birçok günahları ile defteri olan aciz köle, kıtmir, Gümüşhanevi dergâhındaki görevine başladı. Şimdiye kadar(1975) 20 kere hac yaptım. Sülalemizin Hz. Ali’ye bağlandığını babam rahmetli İbrahim Efendi’den dinlemiştim.”

C-ÅžEMAÄ°LÄ°

“Merhum; uzunca boylu, şişmanca, heybetli, beyaz tenli, dolgun pembe yanaklı, uzunca aksakallı, geniş alınlı, aralıklı kaşlı, irice başlı, gül yüzlü, sevimli, alımlı bir kimse idi. Gençken zayıf olduğunu, öksüzlükte yemek yerine yumurta içivererek böyle iri vücutlu olduğunu gülerek anlatırdı. İlk nazarda koyu kestane renkli görünen, fakat dikkatle bakılması imkânsız, esrarlı ve derin manalı gözleri vardı. Gözü içinde kırmızılık, sırtında ve karnında ise avuç içi kadar iri bir ben mevcuttu.”

D- ÅžAHSÄ°YETÄ° VE AHLAKI

Merhum Zahid Efendi, Tasavvufi Ahlak adlı eserinde ifadesini bulan bir insan-ı kâmildi. Çok sevimli, çok güler yüzlü, pamuk gibi yumuşaktı. Ondan dolayı kendilerine “Pamuk Dede” derlerdi.

İlk görüşte insanda sevgi ve saygı uyandıran bir hali vardı. Tanıdığına tanımadığına selâm verir, güler yüz gösterir, gönül alırdı.

Hafızası çok kuvvetli idi. Konuşması tatlı ve safiyâne idi. Çok kere halk telâffuzu kullanır, karşısındakine söz fırsatı tanır, kesinlikle bildiği bir şeyi bile sanki ilk duyuyormuş gibi yumuşak bir tavırla dinler, mânâlı ve nükteli cevap verirdi.

Sohbetleri hoş, hutbeleri fevkalâde celâlli olurdu. Hutbe esnasında sesini yükseltir, ordu önündeki bir komutan gibi celâdetle ve irticâlen konuşurdu. Özel hayatında ev halkına karşı müşfik ve latîfeci davranır, kimseye doğrudan doğruya bir şey emretmez, telmih ve remiz ile söyler, anlaşılmazsa sabrederdi.

Fevkalâde mütevazı idi. Kerametleri zahir ve şöhreti alemgir olduğu halde, talebelerine bile tepeden bakmaz, şeyhlik tavrı takınmaz, kendisini ihvanı arasında lâlettayin bir fert gibi görür, makamını ve kemâlini büyük bir maharetle gizlerdi.

Kendi üstadlarına fevkalâde saygılı ve bağlı idi. Tekke arkadaşları olan yaşlılar, üstadının meclisine gittiğinde diz üstü oturup, baş eğip hiç ayak değiştirmeden edeple oturduğunu anlatırlar.

Çok uzun ve derin düşünürdü, sohbetlerindeki buluşlara, teşbihlere hayran kalmamak mümkün olmazdı. Bir ayetin, bir hadisin üzerinde haftalarca, aylarca durup konuştuğu olurdu.

Ele aldığı bir kimseyi terbiye edip yola getirinceye kadar büyük bir sabırla çalışırdı. İlk zamanlarda kusurlarına müsamaha ederdi. Yıllarca çalışır, yarı yolda bıkıp bırakmazdı.

Dostlarına vefâsı emsalsiz idi; onları ziyaret eder, arar sorardı. Akrabalarına karşı vazifelerinde kusur etmez ve onlara her türlü yardımı esirgemezdi.

Çok açık elli idi, verdiği zaman şaşılacak miktarda verir, geriye kalmamasından korkmaz, verdiğini doyururdu. Sofrasında ekseriya misafir bulunurdu. Hizmet edenleri bir vesile ile memnun eder, ziyaretçilere güler yüz gösterir, kapısını her zaman açık tutmağa çalışırdı. Gece ve sabah ibadetlerine çok riayet eder, talebelerini de bunlara teşvik eylerdi.

2001 yılında Avustralya’da Esad Efendi ile birlikte elim bir trafik kazasında kaybettiğimiz, damadı Prof. Dr. Ali Yücel Uyarel anlatıyor: “Günlük yaşantısında samimî, sâde ve sevecen davranır, çoluk-çocuk demeden ev halkının seviyesine iner, onlarla şakalaşır, espriler yapardı. Misafir olmadığı zamanlar ev halkıyla sohbet eder, genellikle ilim müzakeresi ve Kur'an okumakla meşgul olurdu. Kur'an-ı Kerim'i çok serî okurdu.

İnsanlar arasında sevgi ve saygıya çok önem verir, özellikle karı-kocanın birbirine sevgi ve saygı duymasına çok sevinirdi. Aile hep beraber olduğu zaman, bir bayram sevinci yaşanırdı. Bizlerin hanımlarımızın yanında olmamızı ister, yan yana bulunurken hanımla aramızda kendisine yer vermemize izin vermezdi. "Karı-kocanın arasına girilmez!" diye latîfe yapardı.

Bayram günlerinde ve kandil günlerinde bütün aile bir araya gelirdi. Vâlide Hanım'ın Buhara pilâvını hepimiz çok beğenirdik. Çok büyük yuvarlak sini etrafında toplanılırdı. Yemekle ilgili veya sofrada yemek sırasında herhangi bir özel isteği olduğunu hatırlamıyoruz. Yemekten sonra sohbet sırasında, Prof. Dr. M. Esad Coşan Hocamıza: "Esad filân konuda bilgi ver bakalım!" derdi. Çok temiz giyinirdi. Cumaları cuma abdesti alıp özellikle tertemiz giyinir ve ev halkıyla tebrikleşirdi. Çocuklara -bazı zamanlarda bizlere de- cuma harçlığı verirdi.

Ziyaretleşmeye, özellikle iâde-i ziyârete ayrı bir önem verirdi. Ziyaretlerinde mutlaka küçük de olsa bir hediye götürmeğe özen gösterirdi. Namazlarını cemaatle kılmaya çok dikkat ederdi. Son yıllarında, birisine tutunarak camiye gidebiliyordu. Bazı günler bana da nasib oldu.”

Esad Efendi, İskenderpaşa camiinde 24.04.1993 tarihinde yaptığı bir hadis dersinde şöyle bahsediyor Mehmed Efendi’den: “Hocamız çok halim selim bir insandı, çok yumuşaktı. Evde lokum gibiydi, çok tatlı bir insandı. Hiç kızdığı, kötü söz söylediği yok gibiydi. Biraz da lâtifeciydi, Valide Hanım rahmetliye şaka yapardı. Evde tatlı, yumuşak, sevimli bir hava olurdu. Kitaplarda okudum: "Rasûlüllah Efendimiz biraz şakacıydı." diyor; aynen öyle yapmış. Şimdi, bu kadar yumuşak bir insan olan Hocamız, şu minbere çıktı mı, vallàhi başımızı kaldırıp yüzüne bakmaya korkardık. Çünkü celâllenirdi orda... Böyle bangır bangır bağırırdı; kubbe sallanır gibi, duvarlar sallanır gibi olurdu.”

Zahid Efendi kalp kırmaktan son derece sakınırdı. Bir yakını onun şöyle dediğini nakil ediyor: “Aman sakın bir kalp kırmayın. Kırarsanız, o size yeter de artar.”

Onun ahlakına şu ifadeleri de ne güzel ışık tutuyor: ”Ey muhterem din kardeşim, biz herkese hüsnü zan eder, kimsenin aleyhinde bulunmayı sevmeyiz. Rahmetli babamdan aldığım ders şudur ki:“Oğlum herkes iyi, ben yaman, herkes buğday, ben saman” de ve öylece kabul et” nasihatinde bulunur, böylece de kibir, gurur, ucub ve kendimizi beğenmekten bizleri korumuş olurdu.”

E- Ä°SKENDERPAÅžA CAMÄ°Ä°

İslam medeniyetinin merkezi mesciddir. Asr-ı Saadette merkezden muhite dünyayı kuşatan İslam site devletinin merkezi Mescid-i Nebevi olmuştur. Resulullah’ın(Aleyhissalatu vesselam) Medine’ye teşrifi hengâmında ilk yapılan şey mescidin inşası olmuştur. Bu mübarek mescid bir mektep işlevini üstlenmişti. Ve daha sonraki asırlarda da mescitler bu işlevini hep korudu.

Mehmed Zahid Kotku hazretleri, camiye bu işlevini tekrar kazandıran büyüklerimizdendir. Fatih’te İskenderpaşa Camii Şerifi bu hizmette merkez konumundadır. Ondan dolayıdır ki Gümüşhanevi kolunun bu güzide bağlıları “İskenderpaşa Cemaati” olarak anılmaktadır.

Ersin Gürdoğan bu hususu şöyle anlatıyor: “Hocaefendi 1959 yılından itibaren hocalık ve yol göstericilik görevine İskenderpaşa camisinde devam etmeye başladı. Yirmi bir yıl bu camii, bağlılıkların doruk noktasına ulaştığı, sevgi bağlılıklarının doruk noktasına ulaştığı, sevgi bağlılarının sürekli olarak güçlendirildiği, dostluğun ve kardeşliğin en güzide örneklerinin verildiği eşsiz bir üniversite oldu. Yakınları ziyareti önleyen, dostlukları kardeşlikleri örseleyen, yalnızlığı ve tedirginliği büyüten İstanbul’da İskenderpaşa camisi kentin ortasında ama onun gürültüsünden uzak, sakin bir dostluk ve kardeşlik adası gibiydi.”

Vehbi Vakkasoğlu beyefendinin dediği gibi “Fatih’teki bu küçük cami, bir çınar tohumu gibi zaman içinde her yana dal budak atmış, gönüllere ferahlı bir serinlik estirmiştir.”

F-GÖRÜNMEYEN ÜNİVERSİTE

Bu başlık aynı zamanda Muhterem Ersin Gürdoğan beyefendinin Zahid Efendi ve misyonu hakkında kaleme aldığı kıymetli eserin ismi. Görünmeyen üniversiteler bilinen eğitim kurumlarından oldukça farklıdırlar. Gösterişli binaları, en yeni alet ve cihazlarla donatılmış labarotuvarları yoktur. Bütün kaynaklarını ve güçlerini insanın emeğini ve tabiatı üretime dönüştürme yolunda kullanmazlar. Onların öğretim malzemesi, değişik yönleriyle bütün bir tarih, ilgi ve faaliyet alanı da görünen ve görünmeyen, biri diğerinin tarlası olan sınırlı ve sınırsız dünyaları anlama ve kazanmadır. Öğretimin özünü başta Peygamberler ve yakın çevresi olmak üzere bütün velileri sevme ve bağlanma oluşturur.

Peygamberimizin izleyicileri olan o büyük insanların her biri başlı başına birer görünmeyen üniversitedirler. Bu kurumlar çağdaş dünyada eşi ve benzeri bulunmayan öğretim ocaklarıdır. Görünmeyen üniversitelerin bütün insanlığa yönelik kurtuluş çağrıları, değişik biçimlerde, her zaman ve mekânda durmadan tekrarlanıp durur.

İşte Mehmed Efendi de, 20. asırdaki görünmeyen üniversitelerden biriydi. Bu üniversite’nin Kur’an’dan sonra en mühim ders kitabı ise Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi hazretlerinin tertip ve tasnif ettiği Ramuz el Ehadis adlı hadis kitabıydı.

Hocaefendi Pazar günleri ikindi ile akşam namazları arasında bu eserden hadisler okur ve açıklardı. Daha sonra bu gelenek, merhum Esad Coşan Hocaefendi tarafından da sürdürülmüştür.

Evet, bir görünmeyen üniversite olan Hocaefendi, son dönemin en büyük olgunlaşma odaklarından biriydi. O, nerede olursa olsun çevresinde gönül ordularını harekete geçiren büyük bir manyetik alan oluşturdu. Bu alan içinde öfke yumuşamaya, nefret merhamete, kazanma tutkusu hizmet etme gayretine dönüşürdü.

Mehmed Zahid Kotku ve genel anlamda Gümüşhanevi dergâhı, toplumdan kopuk bir hareket değil, bilakis hayatın her yönünü kuşatmayı, toplumun her katmanında hizmeti hedef ve gaye edinmiş bir tekke aksiyonudur.

Mesela dergâhın piri Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi hazretleri iktisadi bazı zaruretlerin insanları bankanın esiri yapmaması için 19 yy sonlarında dergâh bünyesinde bir yardımlaşma sandığı kurmuştur. Mehmed Zahid Efendi de toplumsal dayanışma ve yardımlaşmayı hedef alan, kültürel hizmetleri destekleyen “Hakyol Eğitim, Yardımlaşma Ve Dostluk Vakfını” kurmuştur.

Yine, dış ekonomik baskılardan kurtulmanın yerli teşebbüslerle olduğunu düşündüğünden, Gümüş motor fabrikasının kuruluşunda öncü olur. Aynı zamanda toplumumuzda aydın bir Müslüman kesimin oluşumunda bu dergâhın çok büyük etkileri olmuştur.

Geçenlerde bir vesile ile görüştüğümüz muhterem Ahmed Şahin hoca da, ilk defa üniversite hocaları arasında muhafazakâr bir kadronun oluşumunda Mehmed Efendi’nin büyük etkisi olduğunu anlatmıştı.

Ersin Gürdoğan beyin bu konudaki ifadeleri ise şöyle: “Ben, hocaefendiyi böyle bir ortamda, Müslümanların kişiliklerini koruma yolunda büyük rüyalar gören bir aydın kesimin yoğrulmasında baş çekici ve yönlendirici olarak 1968 yılının yaz aylarında tanıdım, sevdim ve bağlandım.”

G-HATIRALAR VE ANEKDOTLAR

•Damadı Esad Coşan Hocaefendi anlatıyor: “Hocasına bağlılığı hakkında çok sitayişkâr sözler söylerler. Hocasının meclisine girip bir diz çöktüğü zaman kıpırdamazmış, çivi çakılmış gibi dururmuş. Ben kendim bu fıkrayı bildiğim için, öyle yapmağa çalışırdım; mümkün değil dizlerim dayanamazdı. O kılıktan o kılığa döner dururdum, yapamazdım.Dervişliğinde böyle çivi gibi sağlam halleri vardır Rahmetullahi Aleyh Hocamızın”..

•Yine Esad Efendi’den: “Hocamız Rahmetullahi Aleyh, onca kerametleriyle, onca faziletleriyle, vefatına yakın zamanda Medine-i Münevvere'de vasiyet etmiş ki: "Her şey boştur... Zenginlik boştur, dünya boştur, mal boştur, mülk boştur... İlim boştur... Müridlik boştur, şeyhlik boştur... Bütün mesele insanın kendisini Allah'ın sevdiği bir kul haline getirmesidir!" demiştir. Hayatın en sonunda söylenen en mühim söz budur!

•Ali Rıza Temel hoca anlatıyor: Hatırlıyorum burada bir kandil gecesinde anlatmıştım: Büyüklerden birisine: (Seyyid Abdülhakim Arvasi) "Efendim, şu ümmete bir dua edin de kurtulsun!" demişler. O büyük zât da demiş ki: Bana ümmet-i Muhammedi gösterin de, ben onlara kurtulduklarını söyleyeyim." Bu söz Rahmetullahi Aleyhin hoşuna da gitmişti ama: "İnşallah biz de yine o ümmettenizdir. Ümidimizi kesmiyoruz." buyurmuşlardı

•Ali Rıza Bey anlatıyor: Belçika'da bulunduğum yıllarda, Brüksel'de bir seminer düzenlenmişti. O seminere katılan Rabıta teşkilâtının genel sekreteri olan Saffet Sakkai el-Emînî, "İmam nasıl olmalı, davetçi nasıl olmalı?" diye hocalara ders verirken; "Hoca dediğin, İstanbul'daki İskenderpaşa Camii imamı Muhammed Zâhid Efendi gibi olmalıdır." diye misâl vermişti.

•Korkut Özal anlatıyor: “Amerika'da Utah'ta, kendisine intisabımızdan evvelki yıllarda tanıdığımız Mormon aileleri vardı. Bunlardan birisi bize orada ev sahipliği yaptı. 1956–1957 yıllarında, Salt Lake City'nin güneydoğusunda, Sfenchfok diye bir yerde... Ailem de beraberdi o zaman bizimle... İlk defa Müslüman dinini tanıdılar onlar ve bizi çok enteresan buldular. Hatta ilk tanıdıklarında bir vesile olmuştu. O zat herhalde birkaç sene evvel vefat etti, toprağı bol olsun... "Biz Müslümanlığı bir nevî putperestlik olarak biliyoruz." demişti. Ben de ona: "Bilakis biz tevhit diniyiz" dedim. Bizi kiliselerinde bir konuşma yapmağa davet etti. Kendisi de kilisede bişık konsül diyorlar, yâni oranın yukarı seviyede bir heyeti, onun üyesi... O Mormon kilisesi çok enteresan; hem dünya işlerini yürütüyorlar, hem de orada vazifeliler. Herkes dünya işinde olduğu gibi kilisede de vazifeli... Çok iyi örgütlenmişler. Neyse, biz ayrılırken verdiği vedâ yemeğinde :"Bunlar da bizim gibi ayrı bir ümmetler!" dedi. Yani, Müslümanların da ayrı bir ümmet olduğunu kabul etti.

Bu zat, 1965 senesiydi buraya geldi. Burada bir iş teklif edilmiş kendisine... Bir ara bizim misafirimiz oldu, hatta hanımını da getirmişti. Rahmetli annem sağdı. Biz onu İskenderpaşa'da Hocaefendi ile tanıştırdık. O zaman Hocaefendi bu taraftaki dairede kalıyordu. Onun önünde sohbet ettiler. Derken namaz vakti geldi. Biz camiye girdik. Ona da "Git mahfelden bizim namaz kılmamızı seyret!" dedi. O zat da yukarı mahfelden namaz kılmamızı seyretti. Elinde ufak, portatif bir film kamerası vardı. Hocaefendi'nin de iki dakika, bir buçuk dakika kadar filmini çekmişti. Üç sene sonra ben Sanfransisko'ya gidiyordum, Türkiye Petrolleri'ndeki bir işim dolayısıyla... Onlarda bir gece misafir kaldım. Geniş de nüfûzu var... Benim geleceğimi duyunca, o civardan yüz kişilik bir topluluğu evine davet etti ve Türkiye'de çektiği filmi oynattı onlara... Tam Rahmetli Hoca Efendi Hazretleri'nin filmi gelince durdurdu ve aynen İngilizce olarak dedi ki: "This is the holiest man I have ever seen." Yani, "Hayatımda gördüğüm en mübarek adamdır." diye duygusunu ifade etti. Bu onlar için fevkalâde önem taşıyan bir beyandır”

•Korkut Özal şöyle ilginç bir anısını da naklediyor:“Çok uzun yıllar muarefemiz oldu. Kendisini çok yönleriyle tanıdık. Meselâ bir ara denize beraber girdik kendisiyle... Bilmiyorum Hocaefendi ile hiç denize gireniniz oldu mu? Şöyle bir mayo çıkardı; dizkapağının çok altına kadar çadır bezi gibi kalın bir şeyden yaptırmıştı. Kumburgaz'da, rahmetli Ahmed Amcamızın yeri vardı. Orası çok sakin bir yerdi. Ben bir defa orada kendisi ile denize girdiğimi hatırlıyorum. Güzel de yüzüyordu.”

•Merhum Raif Cilasun anlatıyor: “Merhum Hasan Basri Çantay Hocamızla da ilişkim vardı. Günün birinde Hasan Basri Hocama dedim ki: "Sen Hacı Bayrâm-ı Velî'ye mensubsun, ben de sana intisab etmek isterim!" dedim. "Benim bu hususta hiç bir yeteneğim yok. Sana iki hakîkî mürşid tavsiye edeceğim: Biri Sâmi Efendi Hazretleri, diğeri de Mehmed Zâhid Efendi Hazretleri'dir. Git selâmımı söyle, onlardan hangisine intisab edersen et; ikisi de haktır." dedi.

Ben önce Sâmi Efendi Hazretleri'ne uğradım. O mübarek zâtla da ilişkim vardı, sohbetlerine giderdim. Tahtakale'de Alemdarzâdeler'in ticarethanesinin üst kısmında bulunurdu. Hasan Basri Hocamın selâmını söyledim. Ziyaret sebebini anlatınca, bana rüyaya yatmamı önerdi. Tavsiyesi üzerine istihare uykusuna yattım. Rüyamda Mehmed Zâhid Efendi Hazretlerini gördüm. Beni yanına almış, dizi dibine oturtmuş, irşadda bulunuyordu. Hayırdır inşallah dedim. Birbiri arkasına iki cuma gecesi istihare uykusuna yattım, hep Mehmed Zâhid Efendi Hocamla karşılaştım. Rüyalarımı Sâmi Efendi Hazretleri'ne anlattım. O gülümsedi: "Hayırlı olsun evlât!.. Ha ben ha o, fark etmez. Mevlâm seni kardeşim Mehmed Zâhid Efendi'ye nasib kılmış. Hemen git, kulpuna sarıl; dünyan da ahiretin de mamur olsun!" dedi.

•Merhum Esad Coşan anlatıyor: “M. Zahid Kotku hocamızı yakından tanıyanlar bilirler. Hocamız doğrudan doğruya “şunu şöyle yapın” diye emir buyurmazdı. “Şunu şöyle yapsanız nasıl olur acaba? diye soru sorar gibi söylerdi. Soru sormuyor aslında, öyle yapılmasını istiyor ama“Yok hocam, öyle yapmayalım, böyle yapalım” denilince, “Eh, pek iyi” derdi”

•H.Kamil Büyüközer anlatıyor.“Cemaat halinde bir şehirden başka bir şehire ziyaret maksadıyla gidilecek idi. Bu esnada yol emirinin seçilmesi istendi Zahid Kotku hocamız tarafından. Bütün cemaat “Siz olduktan sonra başkasını seçemeyiz” diyordu. Hoca merhum ise, devamlı başkasının seçilmesini istiyordu. Herkes “hocamız varken başkası nasıl emir olur?” gibi bir anlayışla emirliği kabul etmiyordu. Neticede “Peki öyleyse, bundan sonra mesuliyet kabul etmem. Emir benim.” buyurdu ve yol emiri oldu. Hakikaten Mehmed Zahid Kotku emir olduktan sonra, mola verildiği zaman sofrayı hazırlama, yemekleri hazırlama gibi bir takım telaşların içinde koşturunca, herkes mahcubiyet ve eziklik içersinde ne yapacağını bilemez duruma geldi. Bir müddet sonra “Hocam ne olur bırakın, biz çok zor durumda kaldık” diye söylenmeler başlayınca, “Siz yol emirini ne zannediyorsunuz? Emirlik bir makam mı, yoksa hizmet yeri mi?” buyurdu. Bunun üzerine içerimizden biri yol emiri oldu ve o sıkıntı giderilmiş oldu.”

•Mehmed Güney anlatıyor: “1980 yılı öncesinde şehid edilen Sedat Yenigün ağabeyin çocuğunu Mehmed Zahid Kotku merhuma getirmişlerdi. Annesi dedi ki:“Efendim! Dört yaş, dört ay, dört günlük olunca İslami eğitiminin başlaması gerekirmiş. Ben de bir elifba cüzü ile birlikte size getirdim. Siz başlatır mısınız?”

Biz bir köşede dururken, daha beş yaşına gelmemiş bir çocuk, her şeyiyle çocukluk vasıflarını taşıyor. Hocamız “elif..be..” diyor,çocuk demiyor. Orada odasında bir cami maketi vardı merhumun. Çocuk Mehmed Zahid Kotku merhuma sordu:“Bunun ışığı nereden yanıyor”. Kalktı, onu çocuğa gösterdi: “Buradan yanıyor” dedi. Sonra çocuk:“Okurum ama kamyon isterim” dedi. “Peki, oku o zaman, bu amca sana kamyon alsın” dedi. Bize yönelerek “alır mısın?” dedi. “Tabii alırım” dedim. Ondan sonra çocuk besmele çekti, okumaya başladı.”

Ali Bulaç Bey anlatıyor: “Vefatından birkaç sene önce Necati Aktülün isimli bir arkadaşımla İskenderpaşa'ya gittik. İkindi vaktiydi. Muhterem Zahid Kotku Hazretlerinin arkasında namaz kıldık. Namazdan sonra cemaat bir halka oluşturdu. Şeyh Efendi hilalin tam ortasında oturuyordu. Cemaat sağına ve soluna dizilmişti. Gayet yumuşak, insanın içini okşayan bir sesle nasihatta bulunuyordu. Herkes derin bir huşu içinde dinlerken biz –biraz aklı bir karış havada iki genç olan biz– söz alıp kendisine bazı sorular yönelttik. Cemaat belli ki bize kızmıştı. Çünkü muhtemelen sadece onun konuşması isteniyordu. Biz tabii o kendine çok güvenen delikanlı ruh halimizle soru üstüne soru sorduk. Belki cemaat Şeyh Efendi'nin bize kızacağını beklerken o, tam aksine hiç sükûnetini, ses ritmini bozmadan cevap verdi. Şefkatli ve anlayışlıydı. Biz Müslümanların pasifliğinden bahsediyorduk; o ise bize "sabır ve gayrete devam" tavsiye ediyordu. Hilalin kavisinde dizilen cemaatten hiç kimse yüzüne bakmıyordu. Belki bu da tarikat adabındandı. Ama biz "adab bilmezler" bu kurala riayet etmediğinden yüzüne, gözlerine bakıp konuşuyorduk. Yüzünde manevi bir saflık, insanın içine huzur veren bir derinlik vardı. Çok sonraları bunun farkına vardım. O gün kafamızdaki gürültüyle huzuruna çıkmıştık. Açıkçası o gün Şeyh Hazretleri'nin suallerimize verdiği cevapları çok tatminkâr bulmamıştık. Ancak manevi şahsiyeti üzerimde derin bir etki bırakmıştı. Yıllarca ne zaman ismi geçse gözlerimin önüne o saf, temiz, mütevekkil yüzü geliyordu. Sonra bu türden insanların farklı ruh hallerine sahip olduklarına inandım. Bu zatlar toplumsal hayatımızın manevi merkezleridir. Çok konuşmazlar, yalın şeyler söylerler. İnsanları etkileyen özellikleri ruhi derinlikleridir."

H-VEFATI

Uzun ve bereketli bir ömür süren Kotku hazretleri, 1979 yılında uzun süre kalmak için gittiği Hicaz’dan 1980 Şubatında ağır hasta olarak yurda döner. Bir ay sonra da bir mide ameliyatı geçirir. Ameliyattan sonra kısmen sağlığına kavuşur.1980 Ramazanında gittiği Hac ziyaretinden yine ağır hasta olarak dönerler. Ve bir hafta sonra 13 Kasım 1980 Perşembe günü öğleye yakın dar-ı bekaya irtihal buyururlar.

Hocaefendi’nin coşku ve gayret dolu bereketli ömrü, ardında Peygamberimizi sevmenin ve ona bağlanmanın yolunu ve yöntemini öğrenmiş hüzünlü bir ordu bırakır. Namazı 14 Kasım 1980 Cuma günü Süleymaniye camiinde mahşeri bir kalabalık tarafından, muhterem Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi hazretleri imametinde kıldırılır. Ve Süleymaniye camiinin iç avlusunda, feyz aldığı Gümüşhanevi yolunun büyükleri yanında toprağa verilir.

I- İNCİ SÖZLERİNDEN

•“Cenab-ı Peygamber hayat-ı maneviye ile haydır. Ruhaniyyatı her yerde mevcuttur.

•“Arkadaşlık pekey(pekiyi) demekle kaimdir.

•“Bir arkadaş bir arkadaşa, 'Kalk gidelim!' dese, arkadaşı da 'Nereye gidiyoruz?' dese; arkadaşlığa uymaz!”

•Kâinatta her şey insana hizmet ediyor. İnsanın da insana hizmet etmesi lazımdır.”

•“Bizim yolumuzda halka hizmetin olduğu yerde, nafile ibadet sonraya bırakılır.”

•“Hased, kibir, riya, hırs, gazab, şehvet, gaflet, şöhret, kin gibi şeylerden uzak olmak kalb temizliğinin alametlerindendir.”

•“Bilmek bir meziyet ise, yapabilmek daha büyük bir meziyet ve devlettir.”

•“İnsan hayâ ile tekemmül eder.”

•“İslamiyet iki şeyde toplanır: emr-i bil maruf, nehyi anil münker.” •“İbadet kolaydır, günahlardan kaçmak zordur.”

•“Sadık kimseden üç hal hiç ayrılmaz: Sözlerinde halâvet, hal ve tavrıyla herkesin hürmetini celb etmek ve nurlu bir yüz.”

Ä°- ESERLERÄ°

Mehmed Zahid Efendi’nin eserleri Seha Neşriyat tarafından yayınlanmıştır.

1. Tasavvufî Ahlâk (5 Cild)

2. Cennet Yolları

3. Mü'minlere Vaazlar (2 Cild)

4. Ehl-i Sünnet Akaidi

5. Ana Baba Hakları

6. Hadislerle Nasihatler (2 Cild)

7. Nefsin Terbiyesi

8. Tezkiretül-Evliyâ Tercümesi

9. Risâle-i Hàlidiyye Tercümesi 1

0. Evrâd-ı Şerif

11. Faydalı Dualar ve 32 Farz Mecmuası

12. Yemek Âdâbı

Konuşmalarından Hazırlanan Kitaplar

1. Zikrullahın Faydaları

2. Özel Sohbetler

3. Peygamber Efendimiz

4. Tenbihler

KAYNAKLAR

1-Seyyid Mehmed Zahid Kotku-Prof. Osman Çataklı-Şahsi basım

2-Allah Dostları–10.cilt-Şule Yayınları

3-Görünmeyen Üniversite-Ersin Nazif Gürdoğan-İz Yayıncılık

4- Güncel Meseleler–2-Esad Coşan-Seha Neşriyat

5- Yeni Dönemde Yeni Görevler-Esad Coşan-Seha Neşriyat

6-Cumhuriyet Dönemi İman Hizmeti-Mehmed Dikmen-Cihan Yayınları

7-Maneviyat Dünyamızda İz Bırakanlar-Vehbi Vakkasoğlu-Nesil Yayınları

8-Son Devrin Kutup Yıldızları-Yener Dönmez-Akit Gazetesi promosyonu

9-Zaman Gazetesi-08.02.2001(Ali Bulaç)

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

HSANSALÄ°HEFENDÄ, 2010-10-03 02:51:34

YAZIÇOKVERMİŞ OLDUGUNUZUBİLGİLERİÇİNTEŞKKÜR EDERİM

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

beyhan, 2008-03-13 07:56:00

yazı çok güzel olmuş.vermiş oldugunuz bilgiler için teşekkür ederim

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Hilal, 2007-08-28 08:07:47

Allah rahmet etsin. Gerçekten bir pamuk dede..

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

KASIM KÃœFREVÄ°(1920-1992)

KASIM KÃœFREVÄ°(1920-1992)

Şeyh Abdülbaki Efendi’nin oğlu olan Kasım Küfrevi Bey, 1 Mart 1336 (1920)’da Bitlis’in İ

ÅžEYH NESÄ°M KÃœFREVÄ°

ÅžEYH NESÄ°M KÃœFREVÄ°

Şeyh Nesim Efendi, Muhammed Küfrevi hazretlerinin torunu ve Şeyh Abdülbaki Efendi’nin büyük

ÅžEYH ABDÃœLBAKÄ° KÃœFREVÄ°

ÅžEYH ABDÃœLBAKÄ° KÃœFREVÄ°

Şeyh Abdülhadi’nin 1914’de vefatından sonra Küfrevi postuna oturan pek muktedir bir mürşid

ŞEYH ÂSIM TUREL HAZRETLERİ

ŞEYH ÂSIM TUREL HAZRETLERİ

Şarkın büyük âlimlerinden, Bediüzzaman’ın da hocası olan Şeyh Fethullah el-Verkânisî’

UŞŞAKİ MEŞAYIHINDAN HÜSEYİN VASSAF EFENDİ-1.Bölüm

UŞŞAKİ MEŞAYIHINDAN HÜSEYİN VASSAF EFENDİ-1.Bölüm

Harf Devriminin hemen öncesinde Preveze’den Bahçesaray’a; Medine-i Münevvere’den Saraybosna

PROF. DR. ESAD COŞAN HOCAEFENDİ-4.BÖLÜM

PROF. DR. ESAD COŞAN HOCAEFENDİ-4.BÖLÜM

Esad Hocaefendi; Avustralya ‘da geçirdiÄŸi günlerin her birini ayrı deÄŸerlendirir. Koca

PROF. DR. ESAD COŞAN HOCAEFENDİ-3.BÖLÜM

PROF. DR. ESAD COŞAN HOCAEFENDİ-3.BÖLÜM

1980’ler Türkiye’de Ä°slami hareketin hızla geliÅŸtiÄŸi, Müslümanların hizmetlerini

PROF. DR. ESAD COŞAN HOCAEFENDİ-2.BÖLÜM

PROF. DR. ESAD COŞAN HOCAEFENDİ-2.BÖLÜM

Hocaefendi’nin; Mehmed Zahit Efendi Hazretlerinin elinden tutması ile sohbetlere baÅŸladığ

PROF. DR. ESAD COŞAN HOCAEFENDİ-1.BÖLÜM

PROF. DR. ESAD COŞAN HOCAEFENDİ-1.BÖLÜM

Esad Hocamız; 14 Nisan 1938’de Çanakkale’nin Ayvacık Ä°lçesinin Ahmetçe Köyünde d

MUZAFFER ÖZAK EFENDİ(1916-1985)-3.Bölüm

MUZAFFER ÖZAK EFENDİ(1916-1985)-3.Bölüm

Muzaffer Efendi’nin irÅŸad halkası geniÅŸledikçe, hizmetleri de geniÅŸler. Tam bir aksiyon adamÄ

"Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra da dosdoğru yaşayanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.

Ahkaf,13

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Sen dünyada bir garib veya bir yolcu gibi ol.

Buhari, Rikak 2; Tirmizi, Zühd 25, (2334)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI