HASAN EL BENNA-2. BÖLÜM


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2005-12-15 18:11:27

 

 

BASIN FAALÄ°YETLERÄ°

Artık belli bir potansiyeli yakalayan hareket, kendi sesini daha iyi duyurmak için neşriyat sahasına yönelme ihtiyacı duydu. Önce günlük bir gazete(İhvan-ı Müslimin gazetesi) daha sonra da haftalık Nezir adlı dergiyi çıkardılar. Gayet yüksek bir tiraja ulaşan bu derginin başyazılarını Hasan el Benna yazıyordu.

O günler çekilen sıkıntıları bir İhvan üyesi şöyle anlatıyor: "1946-47'de günlük gazete çıkaralım dedik. Ceridetül İhvan-ı Müslimin ismiyle çıkmasına karar verildi. Para var, kardeşler var, muharrir bahsine geldik. Parayla makaleler yazacaklar. Kime gitsek özür beyan ediyor. Ramazan Paşa vardı, Üstad Benna'nın yakın arkadaşlarından, siyasi makale yazarı, kâtip adam, muharrir adam. "Paşaya gidelim bari o yazsın" dedik. Üstad, paşaya telefon açtı. Üstadla konuşmaları çok samimi. O da özür beyan etmiş.

"Efendim ne oldu?" dedim "hayırdır inşallah." "Gençler" dedi, "Ramazan Paşa da insan, Ahmed de, Mehmed de insan. Bunlar ne peri, ne cin, ne de melek." Başka çaremiz kaldı. Başladık kendimiz yazmaya... Daha Seyyid Kutup yok. Gazete gitmez, satılmaz, tevzii perişan. Kahire'de bir iki bulunuyor da, köylerde şehirlerde bulunmuyor. Köylere gideriz, "bitti" derler. Hâlbuki perdenin arkasında duruyor..."

Bu sıkıntılar ve yazar yokluğu da değişik meyveler verdi. İhvan içinden bir sürü edip ve yazar yetişti. Öyle ki, merhum Ebul Hasen En Nedvi'nin dediği gibi; " Mısır'da İhvan-ı Müslimin hareketinin tesiriyle güçlü ve edebi bir telif hareketi doğdu."

DIŞ ÜLKELERE AÇILMA

1938'de İhvan iki stratejik karar aldı. Birincisi: Müslüman ülkelerin devlet başkanlarına 50 maddelik bir beyanname göndererek onları İslam adaletine davet etmek. Diğeri ise; çevre ülkelerde şubeler açmak, tebliğ sahasını genişletmek.

İlk etapta Irak, Sudan, Ürdün, Suriye gibi ülkelerde şubeler açıldı. Değerli araştırmacı-yazar Mustafa Özcan Bey bir yazısında Irak İhvanının kuruluş tarihini 1944 olarak vermektedir; "Hasan El Benna o yıl, temsilcisi Dr. Hüseyin Kemaleddin'i Irak'a göndermiş. Ancak hükümet onların Müslüman Kardeşler ismi almalarına karşı çıkmış ve bunun üzerine İslâmî Kardeşlik Cemiyetini kurmuşlar. Bu cemiyet Irak halkının dinî eğitimi konusunda önemli bir rol ifa etmiş. Kurucuları arasında Bediüzzaman'ın İstanbul'dan dostu olan Emced Zehavi ile Muhammed Mahmud Savvaf da bulunuyormuş."

İhvan'ın tebliğ faaliyetleri sonraki yıllarda uzak doğuya kadar ulaşmıştır. 

A. Zeyne'l-Abidîn, "The Free Movement" adlı makalesinde İhvanın hızlı yayılması konusunda şunları yazmakta; "Mısır'da 1928'de Hasan el-Bennâ tarafından kurulan Müslüman Kardeşler Teşkilatı, XIV. yüzyıldaki İslâmî hareketin yeniden canlanmasında çok etkili bir teşkilâttır. Richard Mitchell'in çalışmasına göre 1948'de Müslüman Kardeşler Teşkilâtı'nın yarım milyon aktif üyesinin yanında, yarım milyon da sempatizanı vardı. Hatta Hasan el-Bennâ hayattayken Müslüman Kardeşler Teşkilâtının birçok şubesi Suriye, Ürdün, Sudan, Cezayir, Filistin ve Irak'ta açılmıştı. Şu anda İslâm dünyasına yayılmış olan ve yeniden İslâmî bir diriliş için faaliyet gösteren birçok grup dolaylı veya dolaysız Müslüman Kardeşler Teşkilatının düşüncelerinden etkilenmişlerdir."

Eylül 1948'de düzenlenen 20. kuruluş yıldönümü törenlerinde konuşan Hasan El Benna bu geçen yirmi sene içerisinde şube sayısının Mısır'da 2000, Sudan'da 50'ye ulaştığını, ayrıca Filistin, Ürdün, Suriye, Pakistan ve İran'da şubeler açıldığını açıklamıştı.

HACCI

El Benna, 1946 yılında Hac vazifesini ifa etti. Kendisiyle beraber Hicaz'a yolculuk yapan merhum Ali Ulvi Kurucu hatıralarında şöyle diyor: "Kahire'den ayrılmadan, sohbetlerine hayran kaldığım, çok şeyler öğrendiğim ve birbirinden güzel ortak hatıralarımız olan Hasan el Benna'ya vedaya gittim. Her zamanki gibi içtenlik ve güler yüzle beni karşıladı. Medine'ye döneceğimi haber verince "Ben de Hacca gidiyorum, oraya kadar beraberiz" dedi. Böylece beraber yolcu olduk.

Süveyş'ten kalkacak gemideki hacı adayları arasında Mısır'lı bakan ve mühim devlet adamları da vardı. Devlet adamlarını muhafızları ve Süveyş valisi uğurlarken, Hasan el Benna'yı binlerce insandan müteşekkil göz kamaştırıcı cemaat uğurlamaktaydı."

"Medine-i Münevvere'yi bir ziyaretlerinde, Küba Mescidi'ne yakın bir bahçede hurma ağaçlarının altında şöyle bir sohbetimiz oldu. Üstad:

"Bu uzayıp giden sahralar, güneşin sıcaklığıyla parçalanan kayalar ve yanan kumlar, üstelik kasıp kavuran kum fırtınaları dile gelse de Peygamberimizin ve daha nicelerinin hicretini bizlere anlatsa; onların hislerini bize aktarsa" dedi.

Üstad bu girişi ile dinleyenlerinin hayallerini 1350 sene öncesine taşımıştı. Tarihin seyrini güzel bir üslupla anlatarak yaşadığımız günlere getirdi ve şöyle devam etti:

-Yakın tarihi hepimizden daha iyi bilen ve Çanakkale muharebesinde bulunan Filistin Müftüsü Emin El Hüseyni aramızda bulunsa da anlatsa. Birinci Cihan Harbi neticesinde Osmanlı Devleti'nin yıkılması kararlaştırılıyor. Gaye, Müslüman dünyasının başsız bırakılması ve dünyanın kuvvetli Hıristiyan devletleri tarafından, kendi planlarına göre idare edilmesi. Hilafetin lağv edilmesiyle Hindistan'da her Müslüman ailenin evinde matem ilân edilmişti.

Bu Müftü Efendi, Sultan Abdülhamit'i hepimizden iyi bilirdi. O günlerde Sultan, Kudüs noterliğine bir ferman göndererek: "Sakın Yahudilere yer satılmasın, bir karış toprağa bir kilo altın verseler dahi." Fakat bu ikazlar netice vermedi ve hadiseler bugünkü durumlara ulaştı.

Üstad konuşmasını tamamladı. Medineli Şeyh Cafer'in bahçesinden arabalara binerek Uhud şehitlerini ziyaret etmek niyetiyle Küba'dan ayrıldık. Üstad'la arabada beraber idim. Medinelilerden devamlı Medine hakkında malumat soruyordu. Peygamber Efendimizin Uhud harbine giderken bir müddet istirahat edip ikinci zırhını giydiği yere uğradık, oradan Uhud Şehitlerine doğru yolumuza devam ettik. Şeyh Cafer bu yerde cereyan eden tarihi hadiseleri tafsilatlı olarak anlattı ve ibret alınacak noktalara işaret etti. Şehitlerin yanından dualarla ayrılırken yüzlerdeki ifadeler farklı farklıydı: kiminin gözü yaşlı, kimi ibret dolu bakışlarla bakıyor, kimi de ne günler gelmiş geçmiş der gibiydi..."

Ä°LK BASKILAR

İhvan üzerindeki ilk baskılar 1940'ların başında başladı.İhvan, kukla yönetimin İngilizlerle beraber İkinci Dünya Savaşına girmesine tepki gösteriyoru. Zira İhvan, İngilizlerin gizli olarak Yahudileri silahlandırdığını biliyordu. Zaten Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulmasının temelleri aslında 1917 Balfour Deklarasyonu ile atılmıştı.

Sadece prptesto ile de yetinilmedi. 1940 senesinde, İngilizleri Mısır'dan atmak ve tam bağımsızlık için gizli bir milis ordusunun temelleri atıldı. 1948'de deşifre olan bu gizli ordunun ismi En-Nizam-ül Has idi.

12 Aralık 1947'de Ezher'den başlıyan kalabalık bir protesto gösterisi düzenleyen cemiyet, 6 Mayıs 1948'de bütün Arap ülkelerini Filistin'de cihada davet etti. Bu da tabii İsrail'in hâmisi batılı devletlerin gözlerini İhvan-ı Müslimin üzerine dikmelerine sebeb oldu. 

Ä°HVAN FÄ°LÄ°STÄ°N'DE

Filistin'de Arap-İsrail çatışmaları ilk başladığında Hasan El Benna milis İhvan gruplarını bu topraklara gönderdi. Suriye ihvan hareketinin önde gelenlerinden Fethi Yeken bu konuda şunları yazmakta; "Derken 1947 senesinde bazı mücahitlerini Filistin'e gönderiyordu. Filistin dağları ve köyleri daha önce görmedikleri ender mücahitler görmeye başlamışlardı. Evet, Filistin Yahudi'ye kuvvetli bir ders vermek ve onlara zilleti tattırmak için ölümü hayata tercih eden insanlara şahit olmuştu."

Eski Filistin müftüsü merhum Emin el Hüseyni bu duruma şöyle şahit olmaktaydı; "Filistin savaşında İhvan-ı Müsliminden bir kişi on Yahudiye bedeldi." Bu durum içte ve dışta ihvanın gücünü ve şöhretini artırmıştı.

KOMPLOLAR

İhvan güç kazandıkça düşmanlarının sayısı ve kalitesi de artıyordu. Daha önceleri Mısır kraliyet gizli servisi tarafından takip edilirken, zamanla bunların yerini İngiliz, Amerikan, İsrail gizli servisleri almıştı ve bunlar akla hayale gelmedik senaryolarla, içinden zor sıyrılabilecekleri ağlarla, komplolarla İhvanı yakın takibe alacaktı...

Maalesef İhvanın içindeki heyecanlı kimseler bu sinsi tuzaklar karşısında soğukkanlılığını muhafaza edemediler. Bu durumu Ali Ulvi Kurucu Bey şöyle anlatıyor: "Teşkilattan bazı heyecanlı gençler daha mücadeleci ve daha aktif olmayı tercih ederek ayrılıp bir parti kurma teşebbüsüne girişmişlerdi. Mustafa Sabri Efendi, onlar için "Bu kardeşler heyecanla hareket edip, çok hızlı gidiyor ve zamanı tam olarak anlamadan karar veriyorlar. Bunlar siyaset ve dönen entrikalardan haberdar değiller" demiş idi. İki hadise teşkilata tesir ederek sıkıntılara sebep oldu: 1944'de Mısır başvekili ve 1946'da Muhammed Nakraşi Paşa vuruldu. Her iki hadise de Müslüman kardeşlere yüklendi. Sonunda teşkilatın kapatıldığı haberleri geliyordu."

12 Ocak 1949'da Kral Faruk hükümeti İhvanı yasadışı ilan etti, bürolarını kapattı, malvarlıklarına el koydu, fabrikalarını kamulaştırdı. Binlerce İhvan mensubu tutuklandı. Ama ne hikmetse Hasan el Benna tutuklanmıyordu. Amaç onu tecrit etmek ve bir suikastla ortadan kaldırmaktı.

Bu meşum planın tipik bir sırıtışını kaynaklar şöyle anlatıyor; "Üstad Hasan el-Bennâ da tutuklanan arkadaşlarıyla birlikte arabaya binmek istedi ancak baş komiser: "Elimizdeki emre göre Hasan el-Bennâ'nın tutuklanmaması gerekir" dedi ve Üstadı arabadan indirmek istedi. Üstad, arabadan inmedi ve arkadaşlarından ayrılmayacağını söyledi. Fakat polisler baş komiserin emriyle arabaya girip, Hasan el-Bennâ'yı zorla indirdiler. Üstad, polislerin ellerinde arabadan indirilirken gözyaşlarıyla şöyle haykırdı:"Beni arkadaşlarımdan ayırmayın. Tutuklamamakla ve onlardan ayırmakla bana ölüm acısını tattırıyorsunuz."

Etrafındaki çember gittikçe daralıyordu. Her hareketi sınırlanıp çevresi iyice daraltılınca Pakistan sefaretinden sığınma ve himaye teklifi aldı. Buna cevabı şu oldu: Ben şimdiye kadar kardeşlerimle beraber yaşadım. Onları meydanda yalnız bırakıp kaçıp gidemem. Onlar sıkıntıda iken ben nasıl rahat edebilirim?"

ŞEHADETİ 

Etrafında uğursuz gölgelerin dolaştığı günlerden bir gün... Bir rüya görmüştü... Müjdeli bir rüya... Sadık ve mesut bir rüya... Ama aynı zamanda ümmet için hicran bir rüya... "Dün gece rüyamda Hz. Ömer'i gördüm" dedi arkadaşlarına, "bana yüksek bir sesle şöyle dedi: 'Ey Hasan, sen şehid olacaksın!' Bunun üzerine uyandım ve yüce Allah'a şükrettim. Sabaha kadar namaz ve dua ile meşgul oldum."

Şehid edilmeden birkaç gün önce özel arabasının önü polisler tarafından çevrildi. Ruhsatlı tabancası alındı. Şoförü ve beraberindeki arkadaşlarının elleri kelepçelenerek götürüldü.

Bütün hareketleri sınırlanan ve takibe alınan Benna, bir akşam avukat olan eniştesiyle birlikte bir ziyarete gitmişlerdi. O geceyi eniştesinden dinleyelim;

"Merhum Benna ile gittiğimiz cemiyet binasından çıktık. Arabamız olmadığından taksi beklemekteydik. Vakit de akşamla yatsı arası idi. Bulunduğumuz cadde normal dışı karanlıktı. Nasıl olur da, Kahire'nin en mühim caddesi sayılan "Melike Nazlı" karanlık olurdu? Tamirat bahanesiyle trafiğe kapatılan caddeden araba geçmiyordu. Aniden bir cip önümüzde durdu, içinden inen kişiler üstada altı el ateş ettiler ve cipe binip hızla uzaklaştılar. Benna can havli ile "burada, yakında bir poliklinik var" dedi. Ben çok telaşlı idim. Koluma girip koşmak istiyordu. Alacakaranlıkta pantolonun paçasından akan kan damlalarını fark ediyordum. Bu hal ile polikliniğe varabildik. Fakat ne garipti ki orada da elektrikler kesikti. "Bu gece hastahane çalışmayacak" denildiği için kimse gelmemiş. Oraya koştum, buraya koştum, fakat nafile. Benna'yı sırtıma alarak oraya yakın şehir merkezindeki hastaneye götürdüm. Orada da serviste doktor yoktu.

Üstad unutamayacağım şu cümleleri söylüyordu: "Muhammed, ben ahirete yolcuyum, Allah'ıma şükürler olsun bugüne kadar hep söylediğimi tekrarlayacağım: gayemiz Allah'tır, liderimiz Peygamberimizdir ve kitabımız Kur'an'dır. Şehid olmak emelimdi. Kardeşlerime selam söyle, üzülmesinler; insan ne kadar uzun yaşasa da fânidir, Allah ise bakîdir." Bunlar son kelimeleri oldu ve ruhunu teslim etti.

İş işten geçtikten ve doktorlar geldikten sonra elektrikler de yandı. Gelen doktorlar kendi aralarında şöyle konuşuyorlardı: "Adamcağız kanamadan gitmiş."

Hasan el-Bennâ gece yarısı saat 12.30'da Kasrü'l-Ayni adlı devlet hastanesinde ameliyat masasında ölümle pençeleşirken ne ailesinin ne de arkadaşlarının bundan haberi olmamıştır. Gerek ailesi, gerekse arkadaşları hadiseden iki gün sonra haberdar edilmiştir.

Hasan el-Bennâ'nın aldığı yaralar aslında ağır yaralar değildi. Çünkü o ilk vurulduğu zaman katillerin peşinden koşabilmiş, arabanın plaka numarasını almış ve tekrar dönerek etraftan yardım istemiş, ağır yaralı arkadaşının arabadan çıkartılmasına yardım etmiştir. Olayı gören bütün şahitler, bunu doğrulamaktadır. Hastanede elbiselerini bizzat kendisi çıkartıp ameliyat masasına yatmıştır. Bunu o sırada ameliyat odasında görevli olan Muhammed el-Leysî söylemektedir. Şahit olarak dinlenen Muhammed el-Leysî şöyle diyor:

"Üstad Hasan el-Bennâ yaralı olarak ameliyat odasına getirildiği zaman orada görevli idim. Elbiselerini bizzat kendisi çıkartıp ameliyat masasına uzandı. Operasyondan sonra emniyet amiri Muhammed el-Vasfi, doktordan Üstad'ın durumunu sordu. Doktor kendisine cevap olarak durumun tehlikeli olmadığını ve yaralarının hafif olduğunu söyledi. Bunun üzerine emniyet amiri Muhammed Vasfi, ameliyat odasının hemen boşaltılmasını emretti. Benim gördüklerim, bildiklerim bundan ibarettir."

İşte bütün bunlar, bir tek sonuca bağlanmaktadır. O da el-Bennâ'nın aldığı kurşunların yarası ile değil, sonradan hastanede şehid edildiğidir.

Zamanın Mısır hükümeti, Hasan el-Bennâ'nın toprağa verilinceye kadar hastaneden çıkarılmamasını emretti. Ancak babası kendi eliyle oğlunu yıkamak için kanunî mercilere ısrarla başvurması üzerine, dokuzuncu gün toprağa verilmek şartıyla şehid oğlunun cesedi kendisine verildi. Herhangi bir törenin yapılması da engellendi.

Babası, aziz şehide şöyle hitap etmişti; "Seni geceleyin kanlar akarak omuzlamıştım. Orman yılanlarının vermediği eziyeti sana, insan denen ejderler cesedini delik deşik etmekle verdiler. Vurulduğun gün, sevimli yüzünü görmek için üzerindeki beyaz örtüyü açıp, altında senin nurlu çehreni, şehadetin verdiği manevi güzelliği tatlı tatlı seyre dalıyorum. Göz yaşarır, gönül üzülür. Biz ise ancak Rabbimizin razı olacağını deriz. "Biz Allah'ın kuluyuz ve öldükten sonra da yine O'na döneceğiz."

Oğlum, yaşlı gözlerle seni yıkıyor, kefenliyorum. Sonra cenazenin peşinde ölgün adımlarla, yarı canımı ben, yarı canım beni taşıyor. Bütün halimi Allah'a bırakıyorum. Muhakkak ki Allah, kullarını sever. Sen ise her secden de arzu ettiğin şehitlik mertebesine ulaştın; yavrucuğum ne mutlu sana."

Büyük şehidin temiz cesedi toprağa verilmeden önce ailesinden kendisine yakınlığı bulunan bütün erkekler tutuklandı. Evinin etrafı polis ve askerlerle doldu. Mübarek naşı sadece kadınların omuzlarında taşınarak evden çıkarıldı. Onun tabutunun altında yüreği yaralı babasından başka hiçbir erkek yoktu. Böylece çıkarıldıktan sonra tabutu almak isteyen polis ve askere babası şöyle haykırmıştı: "Oğlumu öldüren sizlersiniz. Şimdi de bütün insanların gözleri önünde onun cesedini alıp götürünüz ey zalimler!"

Ne gariptir ki, bu kadar sevilen insanın cenazesine hiç kimsenin katılmasına müsaade edilmemiş, sadece ailesinden bazı hanım akrabaları, ihtiyar babası ve o zamanın maliye bakanı olan Makram Ubeyd katılmıştı. Benna'nın cenaze namazını babası kıldırmıştı. Defin esnasında orada bulunan hanımlardan birisi şöyle anlatıyor: Makram Ubeyd, Hıristiyan olduğu için, bizimle namaz kılmadı ama kabrine kadar başından ayrılmadı ve sonunda şunları söyledi: "İman, sabır, ihlâs ve mertliğine hayran olduğum Benna'nın cenazesini yalnız bırakmak bana göre cinayet ve ihanettir."

1952 senesinde suikastta tetikçi olarak görev yapan üç gizli polis teşkilatı memuru ömür boyu hapse mahkûm oldu. Asıl "sayyad-ı bi insaflar" ise büyük mahkeme gününü beklemektedir.

Onun şehadetinin kendi üzerinde yaptığı etkiyi merhum Ali Ulvi Kurucu şöyle anlatıyor: "1946'da Mısır'dan ayrıldığımdan, orada olup bitenleri Medine'ye gelenlerden, radyo ve gazetelerden takip edebiliyordum. Üstadın zor durumda olduğunun farkında idim. Acı haber çabuk duyulur derler; Benna'nın vefat haberini radyodan işitince şok oldum. Çok üzüldüm, adeta yıkılmıştım, bir an için hiçbir şey düşünemez hale geldim. Babamın vefat haberi geldiğinde de çok üzülmüş idim. O zamanlar ben Mısır'da idim. O sadece benim babam olduğu için son derece üzülmüştüm. Benna ise, binlerce gencin manevi babasıydı ve hepimizin mürşidi ve muallimi idi.

Doğru Ravza-i Mutahhara'ya gidip kendisi için dua ederek bir hatime başladım. İki gün sonra bitirip Ravza'da ruhuna bağışladım, mahzun ve mükedder olarak evime döndüm. O gece rüyamda kendimi Mahşer meydanında gördüm. Tarife sığmayan bir kalabalık vardı, telaş ve sıkıntının tasviri mümkün değildi. Bir tren beklenmekteydi, izdihamın arasında kargaşa sesleri yükseliyordu. Trenin sesi duyulmaya başlayınca telaş ve çırpınma arttı. Tren geldi ama nasıl imkân bulup da kalabalığı geçip binebilecektim? Derken, kendimi kaldırımın üzerinde buldum ve trenle aramda bir adım kalmıştı. Üstad siyah sakalı ve aynı nurlu yüzüyle trenden elini uzatıp beni çekti ve abasının altına sardı. Böylece uyandım, rüyanın tesiriyle bir müddet kendime gelemedim."

Ve bir de Asrın bedi'sinin ta Türkiye'den bu elemi hissetmesi var ki, insanın kanını donduruyor. Talebesi Zübeyir Gündüzalp anlatıyor: "Hasan el Benna şehid edileceği akşam Üstad çok hasta durumda... Galiba ben öleceğim diyor. Sabahleyin radyo haberlerinde söylenince mesele anlaşılıyor."

ÅžAHSÄ°YETÄ°

Hasan el Benna gibi bütün cemiyeti serin bir gölge gibi kuşatan dava adamlarını anlatmak çok zordur. Onlar seçme insanlardır, hususi vasıflarla yaratılmışlardır.

Ebul Hasen En Nedvi, Benna'nın mümeyyiz vasıflarını şöyle özetliyordu:

"Onda; *İleriyi gören parlak bir akıl ve düşünce,

*Geniş ve aydınlatıcı bir anlayış,

*Coşturan güçlü bir duygu,

*Bereket kaynayan bir gönül,

*Pırıl pırıl gülümseyen bir ruh.

*Kılıç gibi keskin ve fasih bir dil vardı. Onun ferdi hayatında cimrilikten uzak bir zühd ve kanaat hâkimdi."

Kısaca bazı vasıflarını şu şekilde sıralayabiliriz:

1-Kur'ani derinliği: Hasan el Benna Kur'an aşığı bir insan olduğu gibi Kur'an'a vukufiyeti ile de asrının seçkinleri arasında yer alıyordu. Hatta Mustafa İslamoğlu'na göre Benna'dan sonra ihvan liderleri arasından onun kadar Kuran'ın ruhuna vakıf başka biri çıkmamıştır.

2-Adanmışlığı: Merhum şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi şöyle der; "Bugün İslam öyle fedailer ister ki, değil dünyasını, gerekirse ahiretini dahi feda etsin." Evet, İmam Benna böyle bir mücahitti. Nedvi; "O bütünüyle kendisini Allah'a adamıştı" der.

Öyle de olmalıydı, zira yerlerde emekleyen dava ancak böyle doğrulabilirdi. Ucundan tutmakla ve ucundan tutanlarla bir yere varılamazdı. O, bunu şöyle ifade ediyor: "Müslüman'ı bekleyen görevler imkânlarından, müsait zamanlarından çok daha fazladır."

3-Tevazusu: Alçakgönüllülük onun en başta gelen vasfıydı. O sözlerinde, işlerinde ve bütün davranışlarında son derece alçakgönüllü idi. Onu tanıyanların hepsi bu hususta şehadet etmekte ve onun alçakgönüllülüğünden şöylece söz etmektedirler; "O havada uçan bir kuş kanadı gibiydi. İnsan üzerinde ağırlık, baskı ve sıkıntı verecek hiçbir yönü yoktu."

4-Teşkilatçılığı: Hasan el Benna teori ile pratiği birleştirmesi ile de farklı bir şahsiyetti. Ömer Tilmisani bunu izah sadedinde "İslami daveti ilk olarak sistemleştiren oydu" demektedir. Ezher ulemasından merhum Muhammed el Hamid ise onun bu yönünü şöyle anlatmaktadır: "Müslümanlar Üstad Hasan el Benna'nın başında taşıdığı yüce davadan ve kendi şahsında bulundurduğu üstün vasıflardan dolayı onun kadar büyük bir lidere yüzyıllardan beri rastlamış değillerdir."

ESERLERÄ°

1-Müzekkiratü'd-Dâve ve'd-Daiye: Hasan el Benna'nanın kendi kaleminden 1942 yılına kadar olan hatıraları ve çeşitli konulardaki görüşlerini muhtevi bir eserdir.

2-Mecmuatü Resâil: Çeşitli dönemlerde kaleme aldığı sekiz risalenin bir araya gelmesinden oluşan bir eserdir.

YAKINLARIN DÄ°LÄ°NDEN

Bir de bu konuda onu yakından tanıyanları dinleyelim. Damadı Said Ramazan onu şöyle anlatıyor: "Üstad el Benna zikir ve dualarla meşgul olan, kalbini ve ruhunu sadece Allah'a veren, damarlarında akan kandan ilahi nuru duyan ve yüce Allah'ın ihsanı ile en üstün manevi makamlara ulaşan bir kimse idi. Onun üstün şahsiyetinde görülen en önemli özellik; olgunluk, yücelik, vakar ve sebattı.

Bu eşsiz kişi İslam ümmetinin kuruyan ağacının dallarına yapıştı, kökündeki mikropları öldürdü. Güçlü sallanışlarıyla yeniden yeşermesine sebep oldu. Ölü sanılan gövdelerde canlılık belirtileri görülmeye başladı. Şehid olup giderken, İslam adına diri bir kuşak ve uyanık bir vicdan bıraktı. "

Yakın dava arkadaşlarından Ömer Tilmisani ise onunla ilk tanıştığında üzerinde bıraktığı etkiyi şöyle anlatıyor: "Seste erkekliğin vakarı olduğu gibi, liderlik, önderlik kokusu ve davetçinin tatlılığıyla karışık bir hal seziliyordu. Seste Müslüman şefkati, merhameti vardı. Kişiyi sırat-ı müstakime ileten davetçinin mesajı vardı. Ses tonunda o kadar bir tatlılık vardı ki, cevap verenin uzun zamandan beri beni tanıyan birisi olduğunu tahmin ettim.

Söz ve davranışlarıyla güven telkin ediyor ve kişiye doğru bir şahsiyetin karşısında olduğunu hissettiriyordu. Her hareketi açıktı. Her sözünde canlılık, samimiyet ve doğruluk okunuyordu. İfade ettiği her düşünceyi temellendiriyor ve anlaşılır bir hale getiriyordu. Getirdiği delillerin tamamı ikna ediciydi. İleri sürdüğü delillerin tamamen Kur'an-ı Kerim'den ve sünnet-i mutahharadan seçilmiş olması dikkatimi celp etti. Düşünceleri ya ayetlerden bir nur ya da hadislerden çıkarılan bir ışıktı."

Tilmisani, onun insanlar üzerindeki müessiriyetini de şöyle açıklamakta: "Allah, Hasan el Benna'ya öyle çekici bir şahsiyet vermişti ki sevenler de, sevmeyenlerde ona hürmet etmek zorunda kalıyordu."

Bir yabancı gözlemci, Robert Jackson onun vasıflarını ne güzel anlatıyor "Her şeyi söylerdi, ama cerh mi etti, kötüledi mi anlayamazdınız. Eleştirilerini bir sanat ve vecize üslubu içinde yöneltirdi. Bir konunun sadece ana hatlarını ortaya koyar, ayrıntılarının ise çevresindekilere bırakırdı.

Muhatabının daima rahatlatan bir sadeliğe sahipti. Ama aynı zamanda son derece derindi de. Öyle ki, kendisi ile görüşen, konuşan biri mutlaka onun yanında yer alırdı. Savunduğu, sözcülüğünü ettiği düşünceye kesin kesin inanırdı."

"Hele hele değişik isimleri, durumları hafızasında tutma kudreti herkese örnek teşkil edecek çapta ve konumdaydı. Sözgelimi bir kere karşılaşmışsanız, yıllar sonra tekrar karşılaştığınızda size adınızla hitap eder, memleketinizden, ilk karşılaşma sırasında yanınızda bulunan arkadaşlarınızdan sorar, çoğu zaman da bir kardeşe çocuklarının isimlerini ayrı ayrı söyleyerek, ne olduklarını sorar, isterse onları bir kere görmüş olsun."

"Doğuda, batıda eski ve yeni dönemlere ait dünyanın tanıdığı kaç akım, çağrı ve mesaj varsa Hasan el Benna hepsini de okumuş ve araştırmıştır. Bunların kahramanları kimlerdir, başarıları, başarısızlıkları nelerdir, hepsini bir bir incelemiştir. Bunlardan çalışmalarına ışık tutacak olanları, tecrübe olarak kullanabileceklerini almayı bilmiştir.

Bütün her şeyi adeta yutmuştu. Kanun, toplum, politika ve edebiyat konularında okuyup öğrenmediği ilim, fikir ve yeni gelişmelere dair bir teori yoktu."

 "Liderlik yeteneklerinden biri de sesiydi. Güçlü ve sevgi dolu sesi vardı. Bir de beyan dirayeti, anlatım gücü, yığınların ruhuna kolayca nüfuz edebiliyordu. Kültürlü kesimin idrak zevkine uygun bir anlatım gücü vardı. Söz ustalığı ve ikna yeteneği konusundaki üstünlüğü, tecrübe ve mahareti sayesinde herkes tarafından kabul görürdü.

Onda siyasetçilerin dehası, liderlerin gücü, âlimlerin delil dirayeti, sofilerin imanı, sporcuların atılganlığı, felsefecilerin ölçüleri, hatiplerin hitabet gücü ve yazarların kelam keskinliği vardı."

ÜÇ MÜHİM HUSUS:

Konuyu bitirirken bizce önemli üç hususu kısaca açıklamak istiyoruz. Bu hususlar yeterince bilinmediğinden tahrif edilmiş bir Benna portresini seyrediyoruz senelerdir...

1-Hasan el Benna bir Ehl-i Sünnet âlimidir: Allame merhum Said Havva bu konuda şunları yazmakta: "Müslüman Kardeşlerin kurdukları cemiyetin temel esasları Ehl-i Sünnet vel Cemaat mezhebine dayalıdır. Bu sebepten dolayı Üstad el Benna, İhvan-ı Müslimin cemiyetinin her üyesine Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebinin itikadi görüşünü yansıtan bir eserini okumasını emir buyurmuştur. Hak mezheplerden birini seçip ona göre amel edilmesini tavsiye etmiştir. Yazdığı ve söylediği her sözde daima Ehl-i Sünnet vel cemaat mezhebi üzerine hareket edilmesini söylemiş; söz, iş, davranış, ahlak, inanç ve fıkıh olarak ona aykırı davranmaktan sakındırmıştır."

Burada yine bizim bazı tuzu kuru kardeşlerimizin ona ve de Seyyid Kutup'a attıkları "Abduhçu" iftirasına kısa ama net bir cevap yazalım. Bakın ki, Türkiye'de sapla saman nasıl karıştırılıyor. Bu zatların çok güvendiği, ülkemizin önde gelen âlimlerinden merhum Sadreddin Yüksel Hoca Makaleler(Cilt–1-s: 49) adlı eserinde Fizilal'den naklen Seyyid Kutub'un, Abduh ekolüne yönelik şu eleştirisine yer veriyor: " Söylemek lazım ki, Abduh'un medresesi, İslam'a tam yabancı bir felsefenin-Dekart felsefesinin tesiri altındadır. Var gücü ile akla sarılıyor. İnanç meselelerinde bile akla hakkından fazla yer veriyor."

Mezhepler konusunda İmamın görüşleri özetle şöyledir;

"Teferruatla ilgili fıkhi konulardaki ihtilaflar dinde ayrılığa, düşmanlığa ve kine sebep olmamalıdır. Her müçtehidin bir mükafatı vardır."

2-Mutasavvıftır: Tasavvufu İslam'ın ruhi hayatı olarak kabul edersek Hasan el Benna asrımızın en büyük mutasavvıflarından biri olarak karşımıza çıkar. Onun Hasafiyye tarikatına intisabı olduğunu da söylemiştik. Her ne kadar İhvan bir tarikat değilse de, tasavvuftan çok etkilenmiş bir Sünni harekettir. Tunuslu ideolog Reşid El Gannuşi bu hususta şunları demekte; "İhvan-ı Müsliminin yapısını inceleyen bir araştırmacının ilk tanık olacağı şey; ruhi derinlik ve disiplindir. Çünkü İmam Benna eşsiz bir teşkilatçı olduğu kadar her şeyden önce bir İslam davetçisi ve mürşididir."

Said Havva "Ruh Terbiyemiz" adlı dev eserinde ; "Benna, davetin tasavvufi bir hakikat olmasını istedi" derken, onun tasavvuf yolunda bazı kısımlarını eleştirmekle beraber Ataullah İskenderani'nin Hikem'i ile El Mebahis-ül Asliyye adlı eserlerini temel aldığını zikreder.

Said Havva bir diğer eserinde ise şöyle diyor: "Müslüman kardeşlerin ilk lideri ve ilk önderi Üstad el Benna gerek kurduğu cemiyeti bütün vasıflarıyla tanıtırken gerekse cemiyete üye olanlara vazife verirken bir tasavvuf lideri gibi davranmıştır."

5. Kongre Risalesinde bizzat Benna bu durumu şöyle açıklıyor; "İhvan hareketi Allah'ın kitabı ve Resulün sünnetinde yer alan saf haldeki İslam'a dönüşe çağırdığından selefi bir harekettir. Her konuda sünnet-i seniyyeye uygun hareket etmeyi zorunlu kabul ettiğinden dolayı Sünni bir harekettir. Hayırlar üzerinde birleşme bağlılığı içinde Allah için sevmeyi ve gerektiğinde Allah için insanlardan yüz çevirmeyi esas kabul ettiği ve amel, kalp ve kişi arınmasını önemli gördüğünden sufi bir harekettir."

3-İhtilalci ve Devrimci değildir: Hasan el Benna yıllar yılı bu ülke insanlarına yanlış tanıtılmıştır. Bunda Batı haber ağlarının payı olduğu kadar, İhvanın ondan sonra sivri bir çizgiye çekilmesinin de rolü vardır. Bu yanlış fikirlerden birisi de; onun tepeden inme bir devrim modeline yeşil ışık yaktığıdır.

Hâlbuki Benna 5. Kongre Risalesinde açıkça şöyle demekte; "İhvan teşkilatı herhangi bir devrime kalkışmayı düşünmediği gibi böyle bir hareketin olumlu sonuçlar vereceğine inanmamaktadır."

İhvan'ın ilk kuşak öncülerinden Ömer Tilmisani de bir yazısında şunları ifade etmekte; "İhvan cemaati şiddetten en uzak bir cemaattir. Selef-i Salihin fasık ve zalim de olsa ülkeyi yönetenlere karşı silahlı mücadele etmeyi uygun görmemektedir. İhvan'ın hiçbir saldırganlığına, rastlanmamıştır. Ve biz hiç kimseyle kavga halinde değiliz. Teşkilatın kurucusu Hasan el Benna ve halefi el Hudeybi de şiddet olaylarını tasvip etmemekteydiler." (El Mecelletüs Sudediyye-29-12.1984-Sayı:225)

Hatta Benna bu tutumundan dolayı Salih el Verdani, Reşid el Gannuşi vs. sivri yazarlardan tepki de almıştır. İşte Gannuşi'nin kanaati: "Mısır'daki atmosfer devrim için oldukça elverişliydi. Fakat Benna, kitlelerin devrimci arzularını kırmıştır."

Burada şunu da belirtmek yararlı olur; bizler Ortadoğu ve Hind Müslüman aydınlarının siyasi içerikli eserlerinin (çoğu berbat bir tercümeyle) Türkçe'ye çevrilmesinin handikapları konusunda İsmail Kara, Mustafa Armağan gibi aydınlarımızın düşüncelerine aynen iştirak ediyoruz. Zira o ülkelerin geçirdiği tarihsel ve zihinsel evrimler ve düşünsel arka plan ile Anadolu'nun geçirdiği evreler çok farklı. Sorunlar ve çözüm yolları da farklı olabiliyor.

Bu konuda Mustafa Armağan beyin "İslamcılık Uçurumu" adlı yazısı çok şayan-ı dikkat olduğundan ilgili yerini aynen nakletmek isterim; "1924'te hilafetin ilgası, İslam âleminde, özellikle de Hind ve Mısırlı aydınlar nezdinde bir başka tartışmayı başlattı. İslam âlemi, başsız olamayacağına göre hilafetin ilgasından sonra Müslümanlar siyasî alanda varlıklarını nasıl koruyacaklardı? İşte Mısır'da Ali Abdurrazık ve Hasan el Benna'nın başlattıkları, Seyyid Kutub'ların izlediği çizgi, tam da Osmanlı'nın arkasında bıraktığı "devletsiz Müslümanlar"a İslamî bir devlet projesi geliştiriyordu.

Bunu yüzyılımızın ortalarında Pakistan tecrübesi izledi. M. İkbal ile başlayan çizgi, siyasal alanda Mevdudi ve Cemaat–i İslamî çizgisi karşısında geriledi; sonuçta Pakistan, bir "İslam devleti" olarak kuruldu.

İslam devleti kavramı, Seyyid Kutub–Mevdudi çizgisinde en parlak ve keskin ifadelerini yakalarken, bu defa İran'da 1979'da "İslam devrimi" patlak verdi ve Türkiye'de radikal İslam söylemi, bu üçüncü momenti de bünyesine katmakta sakınca görmedi.

Haddizatında gerek Mısır, gerek Pakistan, gerekse İran, birbirinden çok farklı sosyolojik temellerden hareket eden İslamcılıklar geliştirmişlerdi. Bir İbn Teymiyyeci söylemin İran gibi irfanî (tasavvufî) boyutu her zaman gururla boynunda taşımış bir siyasî söylemle örtüşmesi mümkün değildi. Mevlâna etkisi altında şekillenen Pakistan ve İran tecrübelerinin Mısır'ın daha 'zahirî' söylemiyle sorunsuzca buluşması ihtimali pek zayıftı. Sonuçta bunlar farklı 'İslamlar'ı temsil eden İslamcılıklardı. Zaten kendi aralarında da tartışma ve polemikler hiç eksik olmamıştı.

Gelin görün ki bu üçlünün Türkiye'de zihinleri uzun zaman dinî bir kültürden yoksun bırakılmış gençlik üzerindeki etkileri muazzam oldu. Onlar "kendi" siyasî tecrübelerini bir çırpıda reddettiler ve Asr–ı Saadet'e kadarki geçmiş bütün İslam tarihini silip attılar.

Oysa şu nokta unutuluyordu: Bu topraklar İslam'ın son büyük kalesiydi ve o beğenmedikleri Osmanlı Devleti, Batı emperyalizmine karşı direnen son cepheydi; sadece savaş meydanlarında değil, siyasî ve kültürel alanda da.

Kendi kültür ve bilgi kökleri yolunmuş, zihinleri tıraş edilmiş nesiller, bağlamlarına oturtmayı bilmeden, yukarıda adları geçen üç ülkeden yapılan tercümeleri zihinlerine tuğla yığar gibi üst üste koydular ve buradan bir siyasî proje çıkacağını zannettiler. Oysa eğer bir proje "siyasî" olacaksa, o toprakların "siyasî kültürü"ne ve birikimine, geleneğine dayanması gerekirdi.

Babanzade Ahmed Naim yerine Mevdudi'yi, Said Halim Paşa yerine Seyyid Kutub'u, Tunuslu Hayreddin Paşa yerine Mutahhari'yi okuyanların ayakları yere ne kadar sağlam ve sağlıklı basabilirdi? İşte gerek Risale–i Nur cemaatinin, gerekse Büyük Doğu hareketinin "dışarıdan gelen" İslamcı dalgayı bir türlü itimada layık bulmayışı ve sık sık eleştirmesinin temelinde bu "yerlilik" kaygısı yatmaktaydı."

 

KAYNAKLAR 

1-İslam Ansiklopedisi–16. Cilt- İFAV Yayınları- İst–1997

2-Allah Dostları–10. cilt- Heyet- Şule Yayınları-İst–1994

3-Risaleler -7- Hasan El Benna terc: Hasan Karakaya- M. Nazım Nizamoğlu- Hikmet Yayınları- İst:1981

4-Risaleler–10- Hasan El Benna terc: Hasan Karakaya- M. Nazım Nizamoğlu- Hikmet Yayınları- İst:1981

5-Risaleler–11. cilt- Hasan El Benna terc: Hasan Karakaya- M. Nazım Nizamoğlu- Hikmet Yayınları- İst:1981

6-İslam'da Cihad- Özgü Yayınları-İst-ts.

7-Dava ve Davetçinin Hatıraları- Hasan el Benna- terc: Beşir Eryaysoy- İşaret Yayınları- İst:1987

8-Mısır'da İslami Akımlar-Salih el Verdani- Fecr Yayınları- Ankara–1988

9-Altınoluk Dergisi-Nisan 1987- Sayı:14

10-Ruh Terbiyemiz- Said Havva- terc: İbrahim Sarmış, M. Said Şimşek-Kayıhan Yayınları- İst:1986

11-Ellinci yılında Müslüman Kardeşler Hareketi- Said Havva-terc: Ramazan Nazlı-Hilal Yayınları- İst–1980

12-Allah Erinin Ahlak Ve Kültürü- Said Havva- terc: Harun Ünal- Petek Yayınları-ts.

13-İslami Diriliş Hareketleri- Mustafa İslamoğlu-Denge Yayınları-İst–1998

14-Çağdaş Davet Öncüleri- Fethi Yeken- Ravza Yayınları-İst

15-İslam'a Yöneliş- Raşid El Gannuşi- terc: Abdullah Baykal- Bir Yayıncılık- İst–1987

16-Altınoluk Dergisi- Kasım–1989- sayı:45

17-Hasan El Benna Ve Daveti-Ömer Tilmisani- terc: Mehmet Yolcu- Madve Yayınları-ts.

18-Bir Ömürden Sayfalar-Sare Kurucu- Marifet Yayınları-İst–2002

19-Son Şahitler- Necmeddin Şahiner- Nesil Basım Yayın-İst-1994

20-Davanın Esasları- Hasan El Benna-terc: Abdürrahim Mert- İslamoğlu Yayıncılık- İst-1991

21-Asrımızda İslam Tetkikleri- Ebul Hasen Ali en Nedvi- terc: Abdülaziz Hatip- Işık Yayınları-İzmir-1993

22-Yeni Asya Gazetesi-24.07.2003 tarihli nüsha

23-Din İle Modernleşme Arasında-İsmail Kara- Dergah Yayınları- İst-2003

24-Makaleler-1-Sadreddin Yüksel- Madve Yayınları-İst-ts

25-Mehmed Akif'in Mısır Hayatı- M. Ertuğrul Düzdağ-Şule Yayınları- İst-2005

26- Bir Dava Adamının Notları- 2- Zübeyir Gündüzalp- Mega Basım Yayın-İst-2004

27-Seyyid Kutup- Derleyen: H. Kâmil Yılmaz-Hikmet Yayınları-İst-1980

28-Cihad Dersleri-Cilt–2-Abdullah Azam- Buruc Yayınları-İst

29-İslam Ansiklopedisi-Cilt:16- Diyanet Vakfı Yayınları-İst-1997

30-İslam Ansiklopedisi-Cilt:21- Diyanet Vakfı Yayınları-İst-2000

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Adımca, 2007-12-17 01:39:48

Hasan el-Bennâ'nın hayat hikayesini lise yıllarında merak edip okumuştum. Mücadeleci bir alim-hatip diye tanıyorum. Arkadaşımızın çalışması, gerçekten kaynak özelliği taşıyor.Allah razı olsun

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

fikret, 2007-11-09 07:04:18

öncelikle tebrik ederim ve devamını dilerim rabbimizden.bu değerli şahşiyeti tanıtma gayretti gösterdiğiniz için kutlarım.onun kutlu yolunu anlayana ve yürüyünlere ne mutlu.üstad el bennanın ülkemizde böyle az tanınması ne büyük talihsizlik.fikirleri ile bize ışık saçan üstadı rabbim daha tanıttırsın inşallah.allaha emanet olun.başarılar.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Ä°hsan, 2007-03-13 03:17:43

Hasan el Benna'yı bu kadar güzel anlatan bir yazıya şimdiye kadar rastlamamıştım.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

İnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilmî delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı satın alır. İşte onlara rüsvay edici bir azap vardır.

Lokman,6

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Emin ve doğruluktan ayrılmayan ticaret ehli (ayette sırat-ı müstakim ashabı olarak zikredilen) peygamberler, sıddikler, şehidler ve salihlerle beraberdir.

Tirmizi, Büyu 4, (1209); İbnu Mace, Ticarat 1, (2139)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI