MEHMED AKİF ERSOY-3. Bölüm


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2005-12-15 21:16:30

AYRIÅžMA

Evet, artık zafer kazanılmıştı. Fakat maddi alanda kazanılan zaferler ruh planında da desteklenmez ve metafizik gerilimde gevşemeler oluşursa, zirvelerde erozyonlar baş gösterir. Ankara'da zafer sarhoşluğuyla şimdi rüzgârlar farklı yönlerden esmeye başlamıştı."İslam ordularının Yunan'a galebesinden neşe alan ehl-i iman" içinde artık yürekler bir atmaz olmuştu. 

Ankara'da meydana gelen hava değişimi Mehmed Akif'i bu şehirden iyice soğutmuştu. Nihayet, Trabzon milletvekili Ali Şükrü beyin menfur bir cinayete kurban gitmesi, bardağı taşıran son damla oldu. Bu hadise ile birlikte Akif'in de bütün hayalleri sukuta uğradı ve meclisin de yeniden seçim kararı almasından sonra, 1923 Mayıs ayında İstanbul'a döndü.

1923 ve 1924 yıllarının kış aylarını, yakın dostu, Mısır Hidivi Abbas Halim paşanın davetlisi olarak Mısır'da geçiren Akif, 1925 yılı sonlarında temelli yerleşme üzere gittiği Mısır'dan ancak on buçuk yıl sonra, hastalığından dolayı, hava değişimi vesilesi ile gelebildi.

KUR'AN MEALİ MESELESİ 
1925'li yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığı bir tefsir ve meal yazdırmak, aynı zamanda Tecrid-i Sarih adlı hadis kitabını tercüme ve şerh ettirmek istiyordu. Hadis tercemesi, Akif'in dostu kıymetli âlim Babanzade Ahmed Naim beye, Tefsir vazifesi ise âllame Elmalılı Hamdi Yazır'a verilmişti. Meal için düşünülen tek zat ise M. Akif'ti. Merhum edip Süleyman Nazif bey bu umumi kanaate şöyle tercüman olmaktaydı: "Yeryüzünde Akif'ten başka o selaset ve kuvvette Kur'an'ı Türkçe'ye tercüme edebilecek hiç kimse yoktur." 

Akif bu vazifeyi önceleri reddettiyse de, Ahmed Hamdi Akseki ve diğer dostlarının, en nihayet hiç kıramayacağı biricik arkadaşı Ahmed Naim beyin ısrarları üzerine "adına meal denmesi ve Elmalılı tefsirinin içinde bastırılması" şartıyla, zoraki kabul etti. 

Akif'in bu şartı aslında çok önemlidir. Zira meal hiçbir zaman Kur'an'ın derin manalarını kavrayamaz. Ve tefsire behemehâl ihtiyaç zaruridir. Elmalılı Hamdi Efendi ise Akif'in en güvendiği âlimlerdendi. Mahir İz Bey hatıralarında M. Akif'in Elmalılı ve Babanzade için "sika" tabirini kullandığını ve "ne derlerse doğrudur" dediğini nakletmektedir.

1926 yılı başlarından itibaren Mısır'da başladığı mealin müsveddesini 1929'da bitirmişti. 1932'de kendisini Mısır'da ziyaret eden merhum Eşref Edip bey tercemenin temize geçmiş halini okumuş, hayranlığını dile getirmiş ve bastırmak için Türkiye'ye getirmek istemişse de, Akif'ten şu muazzam cevabı almıştır: "Şu tashihleri görüyorsun ya. Onlar hep tebyizden sonra olmuştur. Bir kelimenin en güzel zannettiğim karşılığını bir zaman sonra beğenmem. Daha güzel bir tercüme aklıma gelir. O kelimenin bütün tercümelerini değiştirmek icap eder." 

Devamla Akif, bazı ayetlere müfessirlerin verdikleri farklı manaları da not alarak koymak istediğini, sonra mealin bir ilmi heyet tarafından gözden geçirilmesi gerektiğini, ancak ondan sonra basılabileceğini dile getirmiştir.

AKÄ°F'Ä°N GURBET SEBEBÄ°
Akif'in 1925 sonlarında Mısır'a hicreti o zamandan bu yana dedikodu malzemesi yapılmak istenmiş ve bundan sonra da bazı cahillerce serrişte edilecektir. Şunu bilelim ki, Akif'in gurbetine sebep ne şapka giyme mecburiyeti ne de inkılâpları hazmedememek değildi. "Kör olsun ağlamayan ey vatan felaketine" diyen hatta İstiklal marşında "Canı cananı, bütün varımı alsın da Huda, Etmesin tek, vatanımdan beni dünyada cüda" diyen bir kâmet için bunları ileri sürmek kişinin cehaletini ifşa etmesi demek olur.

Balıkesirli Ruhi Naci Sağdıç beyin şu hatırası bu gidişin arkasında kılık kıyafet olmadığını açıkça göstermektedir: "O zaman (1925)şapka yalnız memurlar için resmi serpuş ittihaz edilmiş, halka henüz teşmil edilmemişti. Akif, dedikodu sermayesi olmayı, nifaka yol açmayı istemiyordu. Şu latifeyi ekledi: "Umumu beklemeye hacet yok. Şapka için artık icma-yı ümmet var. Tabii hep giyeceğiz." Hakikaten ertesi gün Akif'i bir kasket almış gördük."

Peki, onu yaralayan ve çok sevdiği vatanından ayıran asıl şey neydi? Bunu arkadaşlarından Şefik Kolaylı beyin bir hatırasından öğrenelim. "Pendik Bakteriyoloji hanesi müdürü idim. Akif bana geldi. Yanında Prof. Fazlı Yegül de vardı. Yarın Mısır'a gideceğini ve arz-ı vedaya geldiğini söyledi. Çocuklarının tahsil ve terbiye çağı olduğunu şimdi Mısır'a gitmekle çocuklarının tahsillerinin sekteye uğramasının muhtemel bulunduğunu ileri sürerek, kararından vazgeçmesinde ısrar ettik. Akif büyük bir hüzün ve teessür içinde dedi ki: "Arkamda polis hafiyesi gezdiriyorlar. Ben vatanını satmış ve memlekete ihanet etmiş adamlar gibi muamele görmeye tahammül edemiyorum ve işte bundan dolayı gidiyorum." 

İSLAM'IN GURBET SENELERİ 

Aslında bu seneler Müslüman coğrafyasının her köşesinde hüzün, ızdırap ve gurbet yıllarıydı. Bir yerde dev şair şöyle seslendirir o günleri:

"Helaki boyladı atiye attığım her adım,
Değilse, hangi hezimet çıkar ki, uğramadığım?
Yığınla kül kesilen yurdumun hayaleti mi?
Vatansız ümmetimin derbeder sefaleti mi?
Hazan yeliyle harab, öksüz aşiyanım mı?
Fezaya savrulan avare hanümanım mı?
Yerinde yeller esen mabedim mi, türbem mi?
Civarı çöl kadar ıssız harim-i Kâbem mi?
İçin için kanayan dinimin serilmesi mi?
Bu his harabesinin üstünde baykuşun sesi mi?" 


Evet her tarafın düşman çizmesi altında inim inim inlediği o günler vicdanı olana şunları söyletecektir:
"Görünmez aşina bir çehre olsun rehgüzarında 
Ne gurbettir çöken İslam'a İslamın diyarında"

"Bileydim ey koca Şark, ey cihan-ı dûradûr,
Senin nerendeki evladının nasibi huzur." 


Ve fakat karşıdan gelen ses yine kendi feryadının aks-i sedasıdır:

"Kendi feryadımdır ancak ses veren feryadıma...
Kimseler yok aşinadan büsbütün hali diyar.
"Nerde yaranım?" diyorken ben bülend âvâz ile,
"Nerde yaranım" diyor vadi, beyâbân kuhsar." 


Çaresizlik içinde şöyle söylenecektir:

"Ben böyle bakıp durmayacaktım dili bağlı
İslamı anlatmak için haykıracaktım.
Gür hisli, gür imanlı beyinler coşar ancak.
Ben zaten uzun boylu düşünmekten uzaktım.
Haykır kime lakin, hani sahipleri yurdun.
Ellerdi bakanlar; sağa baktım, sola baktım." 


MISIR SENELERÄ°
1929 Aralık ayından başlayarak Camiü'l-Mısriyye'de Türk Dili Ve Edebiyatı müderrisliği yaptı. Diğer mesaisini Kur'an mealine harcadı. Fakat 1930 yıllarda Türkiye'de ibadetin Türkçeleştirilmesi cereyanı baş göstermişti. Bunun üzerine Mehmed Akif anlaşmayı iptal ederek meali göndermekten vazgeçti. Böylece irfan hayatımız bu değerli eserden maalesef mahrum kaldı. Onu okuyan birkaç şanslı kişiden biri olan Eşref Edip Bey şu değerlendirmeleri yapmakta:

"O ne sadelik, o ne ahenk. Ayetler arasındaki irtibatı muhafaza hususunda öyle büyük bir kudret göstermiş ki, bütün bir sureyi okursunuz da, hiçbir ayetin başında veya sonunda ufak bir irtibatsızlık göremezsiniz. Müfessirler ayetler arasındaki irtibat ve münasebetleri anlatmak için sahifeler dolusu izahatta bulunurlar. Üstad ise bu irtibatı fiilen o surette yapmış ki, bir ayetin bitip diğer ayetin başladığının farkında bile olmazsınız. Bir şiir gibi senelerce üzerinde işlenmiş, hiçbir tarafında, hiçbir noktasında hiçbir pürüz kalmamış... Su gibi akıyor. Bir çağlayan gibi gönülleri heyecana veriyor." 

1936'da hastalanarak yurda dönerken bu değerli meali dostlarından, müderris Yozgatlı İhsan Efendi'ye emanet etmiş ve: "Dönersem alırım, dönemezsem yakarsın" diye vasiyet etmiştir.

İstanbul'a geldiğinde bu meseleyi soran dostlarına : "Tercüme güzel oldu, hatta umduğumdan daha iyi. Lakin onu verirsem, namazda okutmaya kalkacaklar. Ben o vakit Allahımın huzuruna çıkamam ve Peygamberimin yüzüne bakamam" cevabını vermiştir.

Meali emanet ettiği İhsan Efendi bu güzide emaneti yakmaya kıyamamış bir kopyasını yazarak her ikisini de ciltlettirmiş ve iki nüshayı da saklamıştı. İhsan Efendi 15 Temmuz 1961'de Kahire'de vefat etti. Vefat etmesine yakın oğluna sadece Akif'in nüshasını yakmasını tembihlemişse de, 60 ihtilalinden sonra tekrar Türkçe ibadet tartışmaları alevlendiğinden, merhum Mustafa Sabri Efendi'nin oğlu İbrahim Sabri beyin ısrarı sonucu her iki nüsha da yakılmıştır. 

1934 senesinde Mehmed Akif'in ruhunda büyük darbeler aldığı iki elim hadise cereyan etti; Biri kendisine her konuda kol kanat geren Abbas Halim paşanın vefatı, diğeri enis-i ruhu Babanzade Ahmed Naim beyin ufûlü idi. Özellikle bu sonuncusu yani en çok sevdiği dostunun vefatını öğrenmesi onu yıkmış ve bu acıklı haberden hüngür hüngür ağlayacak derecede müteessir olmuştu. "Naim'in vefatı üzerime dağ gibi yıkıldı" ifadesi duyduğu acıyı ifadeye yeter.

Şerif Muhyiddin'e yazdığı bir mektubunda bu elemine şöyle değinmişti: "Bizim biçare Naim'in nâ be hengâm(vakitsiz) vefatı beni çok sarstı. Hânümanım(evim-barkım) yıkılmış da ben altım da kalmışım sandım. Bu zavallı Şark öyle kıymetli vücutları bundan sonra zor yetiştirir." 

İstanbul'a döndüğünde bir gün hasta yatağında derinden bir "ahh" çekerek Eşref Edip beye şöyle demişti: "Zavallı Naim! O ne büyük bir insandı. O ne faziletli adamdı. Ben ki, ölümü çok tabii bulurdum. Bazen çok sevdiğim birisinin ölümünü benden saklarlardı. Yahut yavaş yavaş söylerlerdi. Ben de için için gülerdim. "Bundan daha tabii bir şey olur mu? Beni hiç anlamıyorlar, böyle bir haber karşısında bayılacağımı sanıyorlar" derdim. Fakat vakta ki, Naim'in ölümünü haber aldım. Nasıl diyeyim? Cihan yıkılmış da ben altında kalmışım zannettim. Bana öyle geldi. Meğer ben Naim'i ne kadar severmişim." Üstad çok müteessir olmuştu. Bir an gözleri daldı. Sonra "haydi bir Fatiha okuyalım" dedi. Gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı."

HASTALANMASI VE VEFATI
Bu gönüllü sürgün hayatı sırasında siroz hastalığına yakalandı ve hava değişimi için 1935 yılının Temmuzunda Lübnan'a, Ağustos başında ise Antakya'ya birer gezi yaptı.

Antakya o sırada Fransız idaresinde idi. Asi Nehri kıyısında gençlerle dolaşırken şu meşhur kıtasını söylemişti:
"Viranelerin yasçısı baykuşlara döndüm.
Gördüm de hazanında bu cennet gibi yurdu.
Gül devrini görseydim onun, bülbül olurdum.
Ya Rab, beni evvel getireydin ne olurdu?" 


Yurdunda ölmek isteği ile 1936 yılının Haziran ayında Türkiye'ye döndü Vapur Çanakkale'den geçerken ve İstanbul camileri görüldüğünde gözyaşlarını tutamayan Akif'in yanında eşi İsmet hanım vardı..

17 Haziran'da İstanbul'a varan Akif'i yakın dostları karşıladı. Bir süre Abbas Halim paşanın kerimesi Emine Hanımın ısrarı ile onun Maçka'daki evinde misafir oldu. Birkaç gün sonra müşahede için "Şişli Sıhhat Yurdu"na, burada yirmi gün kaldıktan sonra Beyoğlu'nda Said Halim Paşa ailesine ait olan Mısır Apartmanında kendisi için hazırlanan daireye yerleştirildi. Emrine bir hastabakıcı verildi.

Birkaç hafta sonra Said Halim Paşanın oğlu Halim beyin daveti üzerine Alemdağı'nda Baltacı Çiftliğine davet edildi. Burada üç ay kalan Akif'in bir yandan da tedavisine devam edildi. 

İstanbul'daki bu son günleri sevenlerinin yoğun ilgisine sebep oldu. Bu yoğun alaka o mütevazı insanı şaşırtmış ve "Meğer seviyorlarmış beni" demişti.

Nihayet 27 Aralık 1936 Pazar günü akşamı 19.45'te bir milleti yasa boğarak, ebedi aleme tayeran eyledi. Allah Rahmet eylesin. Cenazesi ertesi gün Beyazıt camiinde kılınan Öğle namazı sonrası Edirnekapı Kabristanında toprağa verildi; Dünyada iken en sevdiği arkadaşının yanına gömüldü; Yani Ahmed Naim beyin... 

ÅžAHSÄ°YETÄ° VE AHLAKI
Mehmed Akif bir şahsiyet abidesi ve büyük bir ahlak kahramanıdır. Onu değişik yönleri ile anlatmak bir okyanusu tarif etmek gibi zor geliyor. Sadece "denizden damla" şeklinde, onu yakından tanıyanların intibalarından bir derleme takdim edebileceğiz.

*Gelişigüzel hadiselerin arkasından sürüklenmezdi. Muayyen ve başlı başına kanaatleri ölçüleri vardı.

*Çok azim sahibi idi.

*Vefasızlık nazarında en büyük namertlik idi.

*Gösterişi hiç sevmezdi, çok mütevazı idi.

*Şeref ve haysiyetine bütün ömründe toz kondurmamıştı.

*Çok soğukkanlı idi.

*Çocukluğundan beri mertliğe meftun idi.

*Söz tutmaya büyük önem verir, sözünü tutmayanlara insan nazarıyla bakmazdı.

*Yalan nedir bilmezdi. Hiç kimse müddet-i ömründe bir yalan söylediğine şahit olmamıştır.

*Utangaçtı, kendisinden bahsedilmesinden çok sıkılırdı.

*Çetin huylu idi. Onunla dost olmak kolay değildi. Onu anlayabilirseniz, canını da sizin için verirdi.

*Dostluğu, çok pahalı bir mal gibi mahrumiyetlere katlanılarak elde edilirdi. Sonra da kaybetmemek için üzerine titreyecektiniz.

*Sevdiğini tam severdi. Ruhunun ısınmadığı adamlara da hiç alaka göstermezdi.

*Sohbetine doyum olmazdı.

*Sevdikleriyle çok latife ederdi.

*En sevdiği şey yalnız kalıp düşünmekti.

*Çok hazır cevaptı.

*Hafızası çok kuvvetliydi. Ezberlediği şeyler on bin beyitten fazla idi.

*Çok hür fikirli ve müsamahakar idi. Geniş düşünürdü.

*Musikiyi çok sever, ney üflerdi. Süleyman Çelebinin yazdığı Mevlid'i çok severdi.

*Kur'an tilavetini dinlemekten mest olurdu. Kendisi de güzel okurdu. Kur'an onun her şeyiydi. Sadece Celaleyn tefsirini 20 defadan fazla hatmetmişti.

*Erken kalkardı.

*İki yüzlülerden ve yapmacık hareketlerden hiç hoşlanmazdı. Cimrilere çok kızardı. 

* Siyaset(politika) Allah'a sığındığı bir şeydi.

MEHMED AKİF'TEN SEÇMELER

*İki kişi oturmuş, konuşuyorduk. Bahis Mesnevi'ye intikal etti. Ben Hz. Mevlana'nın en gamız, en mücerred mesaili mahsusat dairesine indirmekteki kudretine hayran olduğumu, o kitab-ı muallânın baştanbaşa okunması lazım geleceğini ileri sürünce, arkadaşım dedi ki:
-Hz. Mevlana Hind felsefesinin nâkilidir.
- Mesnevi'yi okudunuz mu?
- Hayır.
- Hind felsefesi nedir onu biliyor musunuz?
- Hayır.
- O halde böyle bir iddiaya ne cüretle kıyam ediyorsunuz?
- Öyle işittim.
M. Akif devamla şöyle diyor: "Görüyorsunuz bizdeki hali ya! Koca bir felsefe, koca bir kitap, koca bir kâinat iki sözde dürülüveriyor. (Sırat-ı Müstakim:16 Haziran 1327)

* "Lüzum-u küfür başka, iltizam-ı küfür başka iken, yüzde doksan dokuz doğrudan doğruya tekfirini icap ettiren bir adamı yüzde bir ihtimal ile kurtarmak üzerimize farz iken, bilakis, biz binde bir ihtimal-ı zaif ile yakaladığımızı dinsiz yapıp, gerideki dokuz yüz doksan dokuz ihtimali iman-ı nazara bile almıyoruz. Arabistan'a gidin; en büyük adamlar(bizim nazarımızda) Vehhabi, Türkistan'a gelin; Farmason, Acemistan'a uğrayın; dinsiz yahut Babi" 

*"Nedir o Matbuatın(Basın) hali!(1930'lu yıllar) Öyle Resimler basılıyor, öyle hikâyeler yazılıyor ki, bunları seyredebilmek, okuyabilmek için insan edep denilen, hayâ denilen devletliden zerre kadar nasibi olmamak icap eder."

* "Ah biz Şarklılara vazife hissini ihsas edecek bir aşı keşif olunsa! Nereye gittimse, insanlarında vazife duygusunu göremedim. Bu şuurun uyandığı gün, Şark yakasını kurtarmış demektir." 

*"Biz ne hamiyetsiz adamlar, ne vazifesiz babalarız ki, mevcut mekteplerimizi işe yarar bir hale getirmek yahut yeniden adam akıllı müesseseler yapmak tarafına hiç yanaşmıyoruz da istikbalimizi teşkil edecek ciğerparelerimizin terbiyesini o istikbalin hayalinden bile ürken bir takım yabancılara(onların açtığı kolejlere) bırakıyoruz. 

Zengin, orta halli, züğürt elhasıl hepimiz mektepsizlikten, hepimiz maarifsizlikten şikayet ediyoruz. Fakat hiçbirimiz bu derdin çaresini bulmak istemiyoruz. Yedi bacanak gidiyorlarmış. Saatlerce süren sükût canlarını sıkmış. "Bir adam olsa da laf etsek" demişler. Biz de tıpkı böyleyiz. Milyonlarca herif bir yere toplanmışız; "Ah bir sahib-i hayır çıksa da, çocuklarımız için mektep açsa" diyoruz."

* "Bakıyorum, ayrı ayrı pek iyi adamlarız. Bizi medeniyette dünyalar kadar geride bırakan milletlerin fertlerinde bizdeki büyüklükler yok. Sonra bakıyorum, bir yere gelince bir sosyal heyet teşkil edemiyoruz; çünkü o terbiyeden mahrumuz. İşte bizim muhtaç olduğumuz terbiye asıl bu ikinci terbiye olacak."

EZBERLENECEK BEYÄ°T ve KITALAR
*"İmandır o cevher ki İlahi ne büyüktür...
İmansız olan paslı yürek sinede yüktür."

*Girmeden tefrika bir millete düşman giremez.
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez."

*Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak...
Alçak bir ölüm varsa, eminim budur ancak."

*Ye's öyle bir bataklıktır ki, düşersen boğulursun.
Ümide sımsıkı sarıl, gör ne olursun.!"

*Şarka bakmaz, Garbı bilmez, görgüden yok vâyesi,
Bir kızarmaz yüz yaşarmaz göz bütün sermayesi."

*Muallimim diyen olmak gerektir imanlı,
Edepli, liyakatlı, sonra vicdanlı."

*Neden uhuvvetiniz böyle münhasır namaza?
Çıkınca avluya, herkes niçin boğaz boğaza?"

*Ne irfandır veren ahlaka yükseklik ne vicdandır.
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.

*Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile...
Alem aldatmaksa maksat aldanan yok, nafile!

*Irzımızdır çiğnenen, namusumuzdur doğranan...
Hey sıkılmaz! Ağlamazsan, bari gülmekten utan."

*Şehamet dini, gayret dini ancak Müslümanlıktır.
Hakiki Müslümanlık en büyük kahramanlıktır."

*Gamsız insanlara eğlence gelirmiş yaşamak;
Yüreğin hisli mi, işkencedesin talihe bak."

*Ye'si tekfir eden imanıma olsun ki yemin,
Bize telkin-i ümid etmediler, yoksa bu din,
Yine dünyalara yaymıştı yeşil gölgesini
Yine hakkın sesi boğmuştu dalalin sesini"

*Allah'a dayan, sa'ye sarıl, hikmete râm ol...
Yol varsa, budur bilmiyorum başka çıkar yol."

*Tek hakikat var, evet, bellediğim dünyadan
Elli, altmış sene gezdimse de şaşkın şaşkın.
Hepimiz kendimizin bağrı yanık âşıklarıyız.
Sade, ilanı çekilmez bu acayip aşkın"

HAKKINDA DENÄ°LENLERDEN

*Şiirin bizi yazmıştı hayatında senin
Millet, baba kaybetti vefatında senin.
Hala okuruz aÄŸlayarak kendimizi,
Ey ölmemiş Akif, Safahat'ında senin."
Arif Nihat Asya

• *"Acaba hangi kelime, hatta isim, anam babam da dâhil, bana Akif'in ismi kadar dokunuyor. Hiçbiri... Hiçbir kimse bu vefalı memleket evladı kadar bende sevgi ve saygı uyandırmamıştır. O gönüllerimizin rakipsiz sultanıdır. Ona "bizim Akifimiz" diyoruz. Tıpkı "Bizim vatanımız" der gibi" Osman Yüksel Serdengeçti. 

* "Çocukluğumuzda bize Peygamberlerin mucizeleri anlatılırken, "Hz. Davud'un elinde demir balmumu gibi yumuşar ve yüce Peygamber demire istediği şekli verirmiş" derlerdi. M. Akif'in şiirlerini gördükten sonra Davud peygamberin mucize olarak ortaya koyduğu çok daha iyi anladım." Süleyman Nazif

*Sohbetlerinden ilmen ve edeben pek çok feyz aldığımı minnet ve şükranla yâd ederim." Tahir ül Mevlevi

*Safahat'ta umman gibi bazen dalgalanan, bazen sakin fakat son derece muhteşem duran bir ruhun akislerini görürüz. Süleymaniye Kürsüsünde, itiraz kabul etmez bir şaheserdir. Ben, ittifak-ı İslam taraftarı bir milliyetperver olmadığım halde ne vakit bu şaheseri okusam heyecanım değişir; İttihad-ı İslam taraftarı bir ütopist(hayalci) oluveririm. Bu şair, ilahi ihtirasında son derece samimidir. Hiç yapmacığı yoktur." Ömer Seyfeddin

* "Tarih-i edebiyat şimdilik büyük Akif'ten daha büyük bir İslam ve Türk şairi tanımaz." Cenap Şahabeddin

* "Türk halk dilini onun kadar munis ve tabii kullanan olmadığı gibi, Türk halkının gönlünü onun derecesinde doğrulukla ve samimiyetle konuşturan bir şairimiz yetişmemiştir. Öyle sanıyorum ki, Safahat, Şark ufuklarında akisleri asırlarca dalgalanmaya namzet bir şaheser olarak kalacaktır." İbrahim Alaaddin Gövsa

* "Mehmed Akif kuyruklu yıldızlar gibi asırda bir doğan fakat tek başına bütün bir ufku doldura bir bahtiyardı." Hakkı Süha Gezgin

*"O bir menşur"(Işık Prizması) idi. Mahir İz

* "İlm ü ihatası Şark u Garba kol atmış olan Mehmed Akif merhum, cami-i kemalat-ı cihan bir dahi-i edeb ü fazilet idi. Eslaf ve muasırından hiç kimseye nasip olmamış olan maddi, manevi kemalatı nefsinde toplamış, bütün ömrünü nezahet ve insaniyet âleminde geçirmiş, yerine konmaz ve eşi doğmaz bir büyük âlim idi. Kur'an'ın ruhuna nüfuz etmiş bir hafızdı. Arap, Acem ve Fransız dillerini bütün edebiyatıyla, fünunuyla bilir, mütalaâtı geniş bir şair-i fâzıl, aynı zaman da mütefennin bir baytar idi." Suud Yavsi bey

*"Evet, ona tam bir "İslam Şairi" diyebiliriz. Kuvvetli, imanlı, ateşli bir İslam Şairi.." Hasan Basri Çantay

* Üstad Mehmed Akif fıtraten pek vakur idi. Tab'an büyük bir istiğnaya malik idi. Hele, izzet-i nefsini rencide edecek şeylere asla tahammül edemezdi." Ömer Nasuhi Bilmen

*"Edebiyatımızdaki yeri, şiirinin özellikleri göz önünde tutulursa hemen hemen tektir." Sezai Karakoç

*Akif, Aruz'un Mimar Sinanıdır." Eşref Edip

*"Mehmed Akif aruz vezninin kıyas kabul etmez bir üstadıdır. Halk hayatını sade bir lisanla en realist bir şekilde tasvir eder." Fuat Köprülü

*" İttihad-ı İslam davasını İslamlık kadrosu içinde şiirle neşir ve telkin eden en samimi ve heyecanlı şairimiz Mehmed Akif'tir." Kazım Karabekir

*Vatanın dünden bugüne kalan en yüksek sesi Namık Kemal ise, onunla beraber bugünden yarına kalacak ses de Mehmed Akif'tir." Peyami Safa

*Şiirinin güzelliği, güneşin güzelliği kadar zahirdir." Ömer Ferid Kam
KAYNAKLAR
1- Safahat-M. Akif Ersoy-Feza Yayıncılık-İst.
2- Mehmed Akif Hakkında Araştırmalar-1- M. Ertuğrul Düzdağ-İfav Yayınları-İst-1987
3- Mehmed Akif Hakkında Araştırmalar-2- M. Ertuğrul Düzdağ-İfav Yayınları-İst-1989
4- Mehmed Akif Külliyatı- Haz. İsmail Hakkı Şengüler-(7.ve 10. ciltler) Hikmet Yayınları-İst-1992
5- İstiklal Şairi- M. Ertuğrul Düzdağ-İSKİ Yayınları- İst-2002
6- Yılların İzi- Mahir İz- Kitabevi Yayınları-İst.
7- Mahir İz Hoca-Mustafa Özdamar – Marifet Yayınları-İst.
8- Matbuat Âlemindeki Hayatım Ve İstiklal Mahkemeleri-Tahir'ul Mevlevi- Nehir Yayınları-1991

9-Mehmed Akif- Vehbi Vakksoğlu- Nesil Yayınları- İst.-2003

10- Mehmed Akif- M. Ertuğrul Düzdağ-Kaynak Yayınları-İst.-2004

11-Tecrid-i Sarih Tercüme ve Şerhi-Cilt:12-Kamil Miras-DİB Yayınevi-Ankara-1981

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

beytike, 2010-07-08 07:00:52

Ellerinize sağlık, çok güzel bir yazı olmuş. yazılarınız bizi yakın tarihimiz konusunda bayağı aydınlatıyor. Site yönetimi ve yazarlarına teşekkürler.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Emre, 2007-09-18 20:05:05

bu nasil bir ahlak, nasil bir cetin mizac, nasil bir ufuktur! Allah gani gani rahmet eylesin. sizin de bu zirveyi bizlere tasiyan ellerinize saglik.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Münip AksakallÄ, 2006-05-25 18:39:54

Dünyada eli öpülecek birinin hayatını okumak, onun güzelliklerini bilmek bizlere nasip olduysa. Buna sebep olanlardan da Allah razı olsun....

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

kevser kaya, 2006-03-18 15:22:12

gercekten harika.allah nur içinde yatırsın.hepinizden razı olsun.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

levent kıyak, 2006-12-26 02:39:43

Tek hakikat var, evet, bellediğim dünyadan Elli, altmış sene gezdimse de şaşkın şaşkın. Hepimiz kendimizin bağrı yanık aşıklarıyız. Sade, ilanı çekilmez bu acayip aşkın

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

ŞEYH ALÂUDDÎN EL-OHİNÎ, HAYATI VE ESERLERİ-3

ŞEYH ALÂUDDÎN EL-OHİNÎ, HAYATI VE ESERLERİ-3

Yaşadığı Ortam Şeyh Alâuddîn, Osmanlı İmparatorluğunun son zamanları, Birinci Dünya Sa

ŞEYH ALÂUDDÎN EL-OHİNÎ, HAYATI VE ESERLERİ-2

ŞEYH ALÂUDDÎN EL-OHİNÎ, HAYATI VE ESERLERİ-2

Tasavvufi Yönü Şeyh Alâuddîn, evvela pederinin yanında Nakşibendî Tarikatına girmiştir. F

ŞEYH ALÂUDDÎN EL-OHİNÎ, HAYATI VE ESERLERİ-1

ŞEYH ALÂUDDÎN EL-OHİNÎ, HAYATI VE ESERLERİ-1

Nesebi Şeyh Alâuddîn el-Ohinî hicri 1299 (M.1881) yılında Bitlis’e bağlı Norşin (Güro

HASAN BASRİ ÇANTAY (1887-1964) -5. BÖLÜM-

HASAN BASRİ ÇANTAY (1887-1964) -5. BÖLÜM-

“Hasan Basri Çantay, tasavvufun ruhu ve ahlâkı üzerindeki etkilerinin görüntüsü olarak sâ

HASAN BASRİ ÇANTAY (1887-1964) -4. BÖLÜM-

HASAN BASRİ ÇANTAY (1887-1964) -4. BÖLÜM-

Türk Edebiyatının önemli şâirlerinden olan Hasan Basri Çantay, klasik formlarda yazılmış Å

HASAN BASRİ ÇANTAY (1887-1964) -3. BÖLÜM-

HASAN BASRİ ÇANTAY (1887-1964) -3. BÖLÜM-

TASAVVUFA OLAN İLGİSİ Hasan Basri Çantay çocukluğundan itibaren tasavvufa merak salmıştı

HASAN BASRİ ÇANTAY (1887-1964) -2. BÖLÜM-

HASAN BASRİ ÇANTAY (1887-1964) -2. BÖLÜM-

ÜSTAD MEHMED ÂKİF’LE DOSTLUĞU VE MİLLETVEKİLLİĞİ Büyük şâirimiz Mehmed Âkif’le ol

HASAN BASRİ ÇANTAY (1887-1964) -1. BÖLÜM-

HASAN BASRİ ÇANTAY (1887-1964) -1. BÖLÜM-

Son devrin önemli âlim ve entelektüellerinden olan Hasan Basri Çantay, çok yönlü kültüre sa

KONYALI MEHMED VEHBİ EFENDİ (1861-1949) -2. BÖLÜM-

KONYALI MEHMED VEHBİ EFENDİ (1861-1949) -2. BÖLÜM-

Şer’iyye ve Evkaf Vekilliğinden çekilen Mehmed Vehbi Efendi, hiçbir partiye girmeme konusunda

KONYALI MEHMED VEHBİ EFENDİ (1861-1949) -1. BÖLÜM-

KONYALI MEHMED VEHBİ EFENDİ (1861-1949) -1. BÖLÜM-

Şer'iye ve Evkaf Vekili bulunduğu sırada Vekâletin resmî atlı arabasına bir gün bile binmem

SOLAKZÂDE SÂDIK EFENDİ (1884-1960) -2. BÖLÜM-

SOLAKZÂDE SÂDIK EFENDİ (1884-1960) -2. BÖLÜM-

Eser yazmaktan daha çok talebe yetiştirmeye önem veren Sadık Efendi'nin ferâiz konusunda basıl

Ä°nfitar Suresi/6-8

Ey insanoğlu! Seni yaratıp sonra şekil veren, düzenleyen, mütenasip kılan, istediği şekilde seni terkip eden, çok cömert olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Hiç bir vâli yoktur ki, o, müslüman ahâli üzerinde icrâ-yı velâyet ederken zulüm ederek ölür, muhakkak Allah Cennet kokusunu ona haram kılacaktır.

Ma'kıl İbn-i Yesâr (r.a)'dan rivayet olunur.

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Cumhuriyet'in ilanı(29 Ekim 1923) *Sütçü İmam Maraş'ta direnişi başlattı(31 Ekim 1919) *I.Dünya Harbine girdik(1 Kasım 1914) *İmam-ı Rabbani Hz.lerinin İrtihali(2 Kasım 1624) *Hz.Ömer(r.a.)'in Şehadeti(3 Kasım 644)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI