ABDÜRREŞİD İBRAHİM-3.Bölüm


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2005-12-17 11:42:53

İSTANBUL'A DÖNÜŞ

1910 yılında Haccını ifa eden Abdürreşid Efendi Hicaz demiryolu ile Beyrut'a oradan da gemi ile İstanbul'a geldi. Hariciye nezaretine Osmanlı vatandaşlığına geçmek için bir dilekçe verdi. 1912'de Osmanlı vatandaşlığına kabul edildi.
İstanbul'a geldikten sonra Sırat-ı Müstakim dergisi idarehanesinin düzenlediği konferanslara katıldı. Bursa ve İstanbul'da tertip edilen samimi konferansların konusu Âlem-i İslam'ın durumu idi. Çok yoğun bir ilgiye mazhar olan bu dertleşmelerle ilgili İslam Şairi Mehmed Akif bey şunları yazıyor: "Zaten hazretin meclisi de öyle değil mi? Binlerce huzzara karşı îrad ettiği hutbelerde memleketine mahsûs şive ile İstanbul şivesini mecz eyleyerek, hiç bir parlak cümleden, mutantan bir terkîbden imdat istemeyerek gayet açık bir lisan ile yürüttüğü mülâhazat cemaati meshur ediyor; namütenahi söylese insanın namütenahi dinleyeceği geliyor."
İstanbul'da Sultanahmet, Ayasofya, Şehzadebaşı camilerinde vaaz tarzında yapılan bu konferanslara en az beş bin kişi iştirak etmiş, cemaat dışarılara taşmıştır. Bu konferanslarda Abdürreşid Bey halka "Sibiryalı Meşhur Seyyah-ı Şehir" veya "Hatib-i Şehir" diye takdim ediliyordu. Akif Bey bu konferanslardan birini şiirleştirmiş ve "Süleymaniye Kürsüsünde" adıyla neşretmiştir. Bu şiirinde Abdürreşid İbrahim'i şöyle tavsif eder:
"Kimdi kürsüdeki bir bilmediğim pir amma
Hiç de bigane değil kalbe o cazip sima.
Bembeyaz lihye-i pakiyle beyaz destarı
O mehib alnı, o pek munis olan didarı,
Her taraftan kuşatıp bedri saran hale gibi,
Ne ÅŸehamet, ne melahat veriyor ya Rabbi.
Hele gözler iki mihrak-ı semavidir.
Bir şuaıyla alevlendiriyor idraki.
Ah o gözlerden inen huzme-i nurânurun,
Bağlı her târ-ı füsunkarına bin ruh-i zebun
"

İstanbul'da Sultanahmet civarında bir eve yerleşen bu büyük dava adamı yine boş durmadı. Tearüf-i Müslimin adıyla bir dergi çıkardı. Adından da anlaşılacağı gibi bu dergide Müslümanların birbirini tanımasını, dertlerini öğrenmesini ve bir uhuvvetin teessüsünü hedef alıyordu. Diğer yandan merhum Eşref Edip beyin gayretleri ile "Alem-i İslam" adlı hatıratı İstanbul'da basıldı ve adeta kapışıldı. Bunun bir sebebi de Mehmed Akif'in şu ifadelerinde gizliydi; "Vakıa Abdürreşid'in bu seyahatnamesi insana o kadar keyif vermiyor. Çünkü bir çok acı hakikatleri olanca acılığıyla, olanca üryanlığıyla gösteriyor, şarkın emrâz-ı içtimaîsini ortaya döküyor. Lâkin hastalık bütün a'râzıyle, edvârıyle meydana çıkmalıdır ki müdâvatı kabil olsun, esbabı bertaraf edilebilsin."
Yeri gelmişken, Akif'le aralarında derin bir dostluk kurulduğunu da söyleyebiliriz. Bir gün dev şaire şöyle demiştir: "Ah Akif! Ne yapayım ki senin kalpleri tutuşturan şiirlerine can verecek yaşta değilim. Yirmi sene evvel bunları yazmış olsaydın kim bilir bunlar bana daha ne kadar kuvvet verecekti. Bütün Asya'yı, Afrika'yı gezdim, senin gibi bir şair görmedim. Sen bütün Asya'yı, Afrika'yı dolaşmalısın. Buzlu steplerde, kızgın çöllerde yaşayan Müslüman akvamın ahvalini yakından görmelisin. Senin şiirlerin ilkbaharın feyzi gibi donmuş ruhlara yeniden hayat verir. Sen onları görmelisin, onlar seni görmeli dinlemeliler."
Akif'in yakın dostu merhum Eşref Edip Fergan Bey bu dostluk ve etkileşime şöyle parmak basıyor: "Üstadın Süleymaniye Kürsüsünde söylettiği zat. Onun Müslümanları irşad hususundaki himmet ve gayretlerine meftun..Üstad bu çok ateşli hatibi Süleymaniye kürsüsünden söyletti. Müslüman milletlerin musab oldukları hastalıkları onun lisanıyla teşrih etti. Üstadın bazı şiirleri üzerinde Abdürreşid'in çok tesiri olduğunda şüphe yoktur. Bilhassa Safahat'ın ikinci kitabı(Süleymaniye Kürsüsünde) tahlil edilirken bu noktayı nazar-ı dikkate almak lazımdır."
Abdürreşid İbrahim herhalde bu sıralar Bediüzzaman hazretleri ile de tanışır ve dost olur. Muhterem Mehmed Kırkıncı Hocaefendi hatıratında merhum tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı'nın şu hatırasını naklediyor: "Türkistanlı meşhur seyyah, büyük bir İslam alimi ve mücahidi olan Abdürreşid İbrahim Dar-ul hilafet olan İstanbul'a geldiğinde Bediüzzaman hazretlerine misafir olmuştur. Abdürreşid bey çok iri, babayiğit biri idi, yemesi, içmesi fevkalade idi. Üstad ise az yer, üç bardaktan fazla çay içmezdi. Abdürreşid İbrahim bey tahminime göre yirmi bardaktan fazla çay içti. Üstad da onu yalnız bırakmadı. O çay içmeyi bitirinceye kadar Üstad da onunla beraber çay içti."
Bediüzzaman hazretleri Abdürreşid İbrahim'den aldığı bilgileri zaman zaman eserlerinde nakletmiştir. Mesela 1910'da Şam'da verdiği meşhur hutbede naklettiği şu malumat gibi; "Hattâ, Rus'u mağlûp eden Japon Başkumandanının İslâmiyet'in hakkaniyetine şehadeti de şudur ki: "Hakikat-i İslâmiyet'in kuvveti nispetinde, Müslümanlar o kuvvete göre hareket etmeleri derecesinde ehl-i İslâm temeddün edip terakki ettiğini tarih gösteriyor. Ve ehl-i İslâm'ın hakikat-i İslâmiyede zaafiyeti derecesinde tevahhuş ettiklerini, vahşete ve tedennîye düştüklerini ve hercümerç içinde belâlara, mağlûbiyetlere düştüklerini tarih gösteriyor. Sair dinler ise bilâkistir. Yani, salâbet ve taassuplarının zaafiyeti nispetinde temeddün ve terakki ettikleri gibi, dinlerine salâbet ve taassuplarının kuvveti derecesinde de tedennî ve ihtilâllere maruz kaldıklarını tarih gösteriyor. Şimdiye kadar zaman böyle geçmiş. "

TRABLUSGARB'DA

1911 senesinde İtalyan'ların Libya'ya ansızın saldırması üzerine Abdürreşid İbrahim hemen Trablusgarb'a, cepheye gitmeye karar verdi. O sırada 54 yaşındaydı. Yerinde duramıyordu; "Şaşkınlıklar zail olur olmaz herkes dar-ül harbe gitmeye başladı. Ben de duramadım, bir ateştir kalbimi kapladı. Gitmeden rahat olmazdım. Vakıa ben yaşlıyım, benim elimden bir şey gelmez. Fakat hiç olmazsa cihad edenlere su vermeye yararım."
Evvela gemi vasıtasıyla Mısır'a gittiler. İngiliz işgali altındaki bu ülkeden bedevi kıyafetleri içinde deve kiralayarak hayati tehlikelerle dolu bir yolculuğun ardından Libya'nın Sollum şehrine ulaştılar. Buradan da şiddetli çatışmaların sürdüğü Derne'ye vardılar.

Seyyahımız çeşitli cephelerde bulundu. Bir avuç Osmanlı subayının ve Libyalı kardeşlerimizin tek vücut halinde dasitani direnişi onu çok sevindirdi. Özellikle de Enver Paşa'nın çalışmaları; "Enver Paşa Hızır gibi herkesten önce yetişti, en büyük vazifeyi o gördü. Yoktan bir ordu teşkil ederek büyük ve şanlı milletimizin namus ve şerefini bütün cihana tanıttı. Milyonlarca Arabın kalbinde Paşalık unvanını aldı."
Trablusgarb'ta beş ay kaldıktan sonra İstanbul'a döndü. Burada Trablus savaşı ile alakalı verdiği konferanslar büyük ilgi gördü.

BALKAN HARBÄ°

1912 yılında başlayan Balkan savaşı ve akabinde serhat şehri Edirne'nin düşman çizmesi altına girmesi üzerine Abdürreşid İbrahim o sıralar çıkardığı ve Alem-i İslam'a gönderdiği "İslam Dünyası" adlı dergide bu toprakların kaybedilmemesi için bütün dünya Müslümanlarını cihada çağırdı. Her tarafta maddi yardım ve gönüllü toplanmaya başladığı haberleri geliyordu. Japonya'da Edirne'nin düşüş haberini bazı gazeteler siyah çerçeveler halinde halka duyurmuşlardı. Bu hadise de bu büyük zatın Japonya'da ülkemiz adına oluşturduğu kamuoyunun büyüklüğü hakkında bir fikir vermektedir.
CÄ°HAN HARBÄ°

Birinci Dünya Savaşında da yine onu hep değişik yerlerde görüyoruz. Mesela bir defa Enver Paşa ile birlikte Doğu'da askerlere moral veriyor, diğer yanda Rus saflarındaki Müslüman askerlere propaganda yapıyordu.

Bir ara Almanya'ya giderek Müslüman esirler arasında dolaştı. Esir kamplarında verdiği vaazlarla onları halifenin safında çarpışmaya ikna etti. Bu esirlerden "Asya Taburu" adı verilen bir tabur oluşturularak Irak cephesinde İngilizlerle savaşmaya gönderildi.
1912 yılında Osmanlı vatandaşlığına giren Abdürreşid İbrahim savaş sırasında ve sonrasında Teşkilat-ı Mahsusa adına bazı vazifeleri de yerine getirdi. Bunlar genelde Rusya Türkleri ile ilgili görevlerdi. Bu arada Avrupa'da katıldığı konferans ve toplantılarda her fırsatta mazlum Rusya Müslümanlarının sesi soluğu oldu. Bu sıralar Stockholm'de kurulmuş olan Rusya'daki Yabancı Milletler cemiyetinde Rusya'daki Müslümanların temsilciliğini yaptı.

RUSYA'YA DÖNÜŞ

Savaşın bitiminden sonra 1918 yılında memleketini ziyaret niyetiyle İstanbul'dan ayrıldı. Bu seyahatinde de Rusya'daki Bolşevik devriminin oturma sancılarını ve devletsizliğin ve anarşiliğin ürperticiliğini bütün çıplaklığıyla gördü.

Bu hatıralardan bir kısmını da kısaca nakletmek istiyorum. Maalesef bizim gibi dolduruşa getirilen ülkelerde nice genç nesiller o Ekim devrimi hülyaları ve masallarıyla yıllarca kandırıldılar. Onu bir de bizzat yaşayanlardan dinlemek lazım ki ne ürperticidir. Bu konuda "Komünizmin Kara Kitabı" adlı eseri ve merhum Şevki Bektöre'nin "Volga Kızıl Akarken" adlı hatıratını bilhassa tavsiye ederim. Evet Hasan Cemal'in dediği gibi; "Yalnız Mina Urgan, Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali gibi Türk aydınları değil, pek çok Batılı aydın da bir düşün peşinden yuvarlandı gitti."
İşte Abdürreşid İbrahim beyin bazı tespitleri: "Trenler görülecek bir şeydi. Ne saat hareketleri malum nede ayakta duracak bir mahal mevcuttu. İki gün iki gece İstasyon taşları üzerinde fırsat bekledim. Ve nihayet semt-i hareketi malum olmayan bir trene iltica ettim. Trene girdikten sonra anladım ki benden başka bileti hamil kimse yoktu. Meğer buna hiç lüzum yokmuş. Rusya inhilal etmiş.(dağılmış)
On saat kadar iğne atsan yere düşmez bir trende işkenceli bir yolculuktan sonra Baltof şehrine gelen merhum, daha sonra Ukrayna'nın merkezi Kiev'e vasıl olur. Burada şehre giren Bolşevik güçlerinin müthiş bir katliamına tanık olur; " İki gün sonra da bir katliam başladı. Dört-beş bin kişi itlaf edildi. Hiç unutmam bir gece Ferid beyin evinde toplanmıştık. Gece yarısı ben camiye avdet ediyordum. Gayet şiddetli bir infilak meydana geldi. Ertesi sabah da gördük ve öğrendik ki Çarlık taraftarlarından tevkif edilen üç yüzü mütecaviz şahsın şahsın hapsedildiği müze daire mevkuflarla beraber berhava edilmiş."
Bir ay Kiev'de kalan Reşid Kadı, daha sonra ailesini almak üzere Almanya'ya gider. Almanya'da devletsizlikten tam bir terör esmektedir; "Nisanın yedinci günü Berlin'in kuzey kısmındaki Aleksandr meydanında Spartaküslerin kanlı bir mücadelesine gözlerimle şahit oldum. Bunlar mevki polis merkezini basarak 63 polisi, kulak ve burunlarını kesmek ve gözlerini oymak suretiyle katlettiler."
Anarşinin hüküm ferma olduğu bu yerlerden bin bir müşkülatla ailesi ile birlikte Rus topraklarına girebildi. Rusya'nın durumu içler acısıydı. Her türlü vahşet ve devlet terörü ortalıkta cirit atıyordu; "Bolşevikler ağlayanlara karşı bir Rus darb-ı meselini(atasözünü) der hatır ettiriyorlardı; "Moskova, gözyaşlarına itimat etmez." Ve bu sözü müteakip kuvvetli bir kahkaha ile bedbaht muhataplarına ikinci bir yara açıyorlardı.
…Moskova'dan Petersburg'a gittim. Eskiden tanıdığım bu şehri bu defa tanıyamadım. O tertemiz şehir sanki bir yangın yeri veya muharebe meydanı olmuştu. Tek bir çöp bulunmayan sokakları hayvan leşleri ve insan enkazı ile dolu idi."
Bir müddet sonra memleketi Tara'ya döndü; "Hemen biri erkek diğeri kızlara olmak üzere iki mektep açtık. Halktaki bilim arzusu hadd-ül gayede idi. Yaş mevzu-i bahis olmaksızın bütün şehrin Müslüman erkek ve kadınını ailemle birlikte tedris ve talime başladık. Bolşevikler bizim medreselerimizi kaldırıyorlar, kapatıyorlardı. Biz sükunetle mücadele ettik. Bolşevikler bir aralık dini ve fenni münazaralar yaptılar. Leh ül hamd muvaffak olduk. İki sene Tara'da kaldım."
ÇİN TÜRKİSTAN'INA SEYAHAT

Abdürreşid İbrahim yine yerinde duramadı ve yanında oğlu olduğu Uygur diyarına doğru yola çıktı. Burada da büyük iltifat ve ikramlarla karşılaştı; "Azami derecede yaptıkları ikramın başlıcası Türkiye'den gelmekliğimizden neşet ediyordu. Mevizeler irad ederek memleketi dolaşmaya başladık. Ahali-i İslamiye yalnız bir şeyden son derece muzdarip bulunuyordu. O da Sakarya'ya ve Ankara yakınlarına Yunanlıların gelmesi idi."
Kurtuluş savaşının kazanılması her yerde olduğu gibi Türkistan'da da çok büyük bir sevinçle karşılanmıştı; "Hemen camiye koştum. Yüzlerce muvahhidin sevinç gözyaşı dökerek Rabbülalemine münacatta bulunuyor, secde-i şükrana kapılıyorlardı." "Herkesin ağzında; "Halife ordusunun ve onun vekili Gazi Mustafa Kemal'in ismi dolaşıyordu."
RUSYA'DAN TEKRAR AYRILIÅžI

"Türkistan-ı Çini'ye" yaptığı seyahatten dönen Abdürreşid Efendi, Kremlin'deki idarecilerle(Lenin, Stalin vs) yakın ilişkiye girerek onların şerrinden Türk halkının zarar görmemesine çalıştı. Ama Bolşevik idarenin gittikçe Rus şovenizmine dönüşmesi ve iyice kanlanması üzerine Rusya'dan ayrılmak zorunda kaldı. Türkiye'ye iltica edip Konya'nın Cihanbeyli ilçesinin Böğrüdelik köyüne yerleşti.
Ama dediğimiz gibi onun gibi bir entelektüelin bir köy hayatına sıkışıp kalması mümkün değildi. Onu yine bu gönüllü sürgün döneminde(1925-1933) İslam dünyasının problemlerini dile getiren eserler kaleme alırken, Türkiye'nin değişik illerine ve Mısır, Hicaz gibi yerlere seyahat ederken görürüz.

Mesela 1925'in son günlerinde onu Anadolu'da görüyoruz. Merhum Tahir-ül Mevlevi, hatıratında Ankara İstiklal mahkemesinde yargılanmak üzere trenle İstanbul'dan giderken bir durakta onunla karşılaştıklarından bahsetmekte; "Tren İzmit'e bir müddet durdu. Yolculardan bazıları vagonlardan inip lokantaya gittiler. Bizim için imkân olmamakla beraber hacet de yoktu. Akşam üstüne doğru duraklardan birinde Tatar seyyahı, meşhur Abdürreşit efendi bizim vagonun önüne doğru gelmişti. Nazarlarımız karşılaştı. Göz ile aşinalık, elleri ile dua işaretinde bulundu. Adamcağızın halimizden müteessir olduğu belli idi Allah razı olsun. "
JAPONYA HÄ°CRETÄ°

Türkiye'de ailesi ve dostları arasında güzel günler geçirmesine rağmen onun aklı fikri İslami hizmetlerinin ilk tohumlarını attığı Japonya'daydı. Ona göre eğer Japonlar İslamı kabul ederlerse dünya Müslümanları Japon imparatoruna biat eder ve yeni hilafet merkezi Japonya olabilirdi.

1933 senesinin Ağustos ayında İstanbul'dan yola çıkan bu yaşlı arslan 12 Ekim'de Tokyo'ya vardı. Japonya halkı onu büyük coşku ile karşıladı. Japon basını da büyük ilgi göstererek, kendisi ile Müslüman dünyasını durumu ile ilgili çok sayıda röportaj yaptılar.

Japonya'da hızla İslami hizmetin başına geçen Abdürreşid Efendi Tokyo'da bir büyük camii açılmasına vesile oldu ve buranın fahri imamlığını yaptı.(1937) İslam dininin Japon idaresi tarafından resmen tanınmasını sağladı. Bu ülkede yaşayan Tatar halkının sorunlarını çözmekle uğraştı. Sesi kesilinceye, elinden kalem düşünceye kadar İlâyı kelimetullah için çaba gösterdi ve arkadan gelen bizlere bir Müslüman'ın azminin neler yapabileceğine şanlı bir örnek oldu.

VEFATI

Ve nihayet 17 Ağustos 1944'de arkasında büyük bir iz bırakarak, güzel bir insan olarak beka diyarına göç etti. Bu onun son seyahatiydi..Vefatı gerek İslam dünyasında, gerekse ikinci vatanı bu şirin ülkede büyük üzüntü ile karşılandı. Japon devlet radyosu ve diğer basın organları tarafından bu elim haber her yere duyuruldu. Cenazesine iştirak etmek isteyenlerin çokluğu üzerine üç gün bekletildikten sonra büyük bir törenle toprağa verildi.

Cenab-ı Hakk onun azminden, gayretinden, hamiyetinden bir nebze olsun bize de lütfetmesi dua ve recalarımızla kendilerine Mevla'dan sonsuz rahmetler dileriz. Bu gün o Tokyo'da "bir tapu senedi" mesabesindeki mezarında bizden gayret, fedakarlık, feragat, beklemektedir. Tıpkı emsali büyüklerimiz gibi…

FÄ°KÄ°RLERÄ°NDEN BÄ°R DEMET

***Kendisi gibi bir seyyah olan İbn-i Batuta için şunu diyor; "Rahmetli çok büyük hizmet etmiş. O zamanda bu kadar hizmet harikalardan sayılsa değeri vardır."
*** "Bir adam hep hayır sahibi olamaz. Ve bir adam hep fena da olamaz."

***Zamanının modernistleri hakkında şunları yazmakta; "Zamanımızın alimleri, bilmem dünyanın nesi zannolunan Cemaleddinler, Abduhlar, Nedimler hiç şüphesiz o esaretin kurbanı olarak inhirafa mecbur olmuşlardır. Daha biraz açık söylemek icap ederse , bugün mevcut olan sarıklılardan çoğunun batı felsefesi karşısında mağlup olarak , geri dönüşe mecbur olmaları yine o fikir esaretinin kötü neticesi olarak, İslam felsefesinden mahrum olmalarındandır." (Türkiye'deki bazı kimselere bir ufak hatırlatma; Gerek Akif, gerek Said Nursi, gerek Hasan el Benna ve gerekse Abdürreşid İbrahim, adı geçen zevattan yukarda yazdığımız sözdeki gibi istifade etmişlerdir. Yani faydalı taraflarını alarak. Gerçi cahiller serrişteye devam edeceklerse de, durum böyledir. Normalde bu görüştekilere göre Abdürreşid'in mezhepsizlikle suçlanması gerekir. Ama Google'de yaptığım bir araştırma onu "büyük bir İslam alimi" olarak gördüklerini gösteriyor. Halbuki o aynı zamanda Kazanlı modernist Musa Carullah'ın da dostudur… İşte bizim garib hallerimiz…)
***"İslam garip olarak dönecek" hadis-i şerifini tekrar eder de, hadis-i şerifin son cümlesini hatırlamayız. Halbuki sonu "O gariblere ne mutlu! Onlar insanların bozduklarını ıslah ederler, düzeltirler" Her ne sebeptense, biz hep ümitsiz tarafını hatırlamakla müptela oluyoruz. Hadisin sonunu söyleyen bir Müslüman bulunamıyor. "

Mehmed Akif merhum da bazı tembel hocaların bu hadisi delil göstermelerini şöyle tenkit ederek , onları şöyle konuşturur;

"Memleket mahvolacak, mahvolmayacak..BaÅŸtakiler
Düşünürler onu, mevcut ise bir çare eğer.
Gelelim dine, ne mümkün çalışıp kurtarmak?
Bede- ed- dinü gariben*… sözü elbet doğru çıkacak. "

*** "Cehaletin neticesi hacalettir." (utanma)

*** "Fikir ihtilafı her zaman olmuş, olacak ve olmalıdır."

*** "Yabancı memleketlerde gezen seyyahların bilgileri hiçbir vakit tam olmaz."

*** "Japonlarda ve Çinlilerde otuz altı bin hiyeroglif şeklini muhafaza için cemiyetler kurarlar. Japonya'da Hiyeroglif Muhafazası Cemiyetinin bir buçuk milyon üyesi vardır. İşte milletler birbirinden bu şekilde ayrılırlar. Milli hamiyet nedir? O da bu bizim ufak sandığımız şeylerde ihtimam göstererek ortaya çıkar, şarlatanlıklarla değil."

***Bizde nedendir, din ve şeriat hainleri her zaman din perdesi altına girmeyi daha uygun bulurlar.

*** Yazıklar olsun ne hale geldik. Değil yabancıları davet etmek, aksine gençlerimizi Müslümanlıktan nefret ettirmek ufacık bir bahane ile ceddinden Müslüman olan kardeşlerimizi kafir ilan etmek adeta ulemamızda sanat oldu."

***Batılıların İslam dünyasında açtıkları kolejler hakkında görüşü; " Bunlar ve benzerleri Osmanlı ülkesinden yabancılar tarafından açılmış mekteplerin hiçbirisi bizim hayrımıza açılmadığını anlamayan bir tek müslümanın bulunacağını zannetmem."

"Er yiğit sözünün sahibi olur. Sözüne sahip olmayanlar isteklerinden devamlı mahrum olurlar."

Not:* "Din garip başladı ve garip olarak bitecek" mealindeki hadis.

KAYNAKLAR
1-Abdürreşid İbrahim- İsmail Türkoğlu-Diyanet Vakfı Yayınları-Ankara-1997

2-İslam Ansiklopedisi- Cilt-1-İFAV Yayınları-İst-1988

3-İslam Dergisi- Sayı: 10-11(Hızaloğlu Mustafa Zihni)-1958

4- Mehmed Akif Külliyatı-İ. Hakkı Şengüler-Hikmet Neşriyat

5- Safahat-M. Akif Ersoy-Tertip: Ömer Rıza Doğrul-İnkılap ve Aka Kitapevleri-İst- 1966

6-Safahat-Neşre Hazırlayan: M. Ertuğrul Düzdağ- Çağrı Yayınları-İst-1999

7-Alem-i İslam(2 cilt)-Abdürreşid İbrahim-(Hazırlayan: Mehmed Paksu)-Yeni Asya Yayınları- İst: 1987

8-Matbuat Alemindeki Hayatım Ve İstiklal Mahkemeleri- Tahir-ül Mevlevi- Nehir Yayınları- İst: 1991

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

kazım, 2012-01-05 08:41:37

çok güzel

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

ömer isker, 2006-12-15 20:11:56

allah sizden razı olsun.böyle mübareklerin hayatını incelediğiniz için.mübarek benim babamın dedesi olur.öğrenmek istediğim şey bir cemeate mensup muydu?

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

Elbette onların etleri ve kanları Allah'a ulaşmayacaktır. Ancak O'na sizin takvanız erecektir. Onları bu şekilde sizin buyruğunuza verdi ki, size yolunu gösterdiğinden dolayı, Allah'ı tekbir ile yüceltesiniz.

Hac:37

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Her kim, inanarak ve karşılığını yalnız Allahtan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır."

Buhârî

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI