YUSUF KARACA BEY İLE HİND MÜSLÜMAN DÜNYASI ÜZERİNE..
19. ve 20. yüzyıl İslam Âleminin hicran seneleridir denebilir. Mehmed Akif ne güzel anlatır bunu:
“Ne gördün, Şark'ı çok gezdin?" diyorlar: Gördüğüm; Yer yer,
Harâb iller; serilmiş hânümanlar; başsız ümmetler
Yıkılmış köprüler; çökmüş kanallar; yolcusuz yollar;
Buruşmuş çehreler; tersiz alınlar; işlemez kollar;
Bükülmüş beller; incelmiş boyunlar; kaynamaz kanlar;
Düşünmez başlar; aldırmaz yürekler; paslı vicdanlar;
Tegallübler, esâretler; tehakkümler, mezelletler;
Riyâlar; türlü iğrenç ibtilâlar, türlü illetler;
Örümcek bağlamış, tütmez ocaklar; yanmış ormanlar;
Ekinsiz tarlalar; ot basmış evler; küflü harmanlar;
Cemâ'atsiz imamlar; kirli yüzler; secdesiz baçlar;
"Gazâ" nâmıyle dindaş öldüren bîçâre dindaşlar;
Ipıssız âşiyanlar; kimsesiz köyler; çökük damlar;
Emek mahrûmu günler; fikr-i ferdâ bilmez akşamlar!..
Geçerken, ağladım geçtim; dururken, ağladım durdum;
Duyan yok, ses veren yok, bin perişan yurda başvurdum”
Bu coğrafyanın mühim bir mevkii olan, İslam’ın zeki evladı Hind Müslümanları hakkında ise, Süleymaniye Kürsüsünde merhum Abdürreşid İbrahim’i şöyle konuşturur:
“Hind'i baştan başa gezmekti murâdım, lâkin,
Nerde olsam, beni ta'kîbi yüzünden polisin,
Tâkatim bitti de vazgeçmede muztar kaldım;
Kaldım amma yine her mahfile az çok daldım!
Besliyormuş, bereket versin, o iklîm-i kadîm,
"Rahmetullâh”a muâdil daha yüzlerce hakîm.
Rûh-i edyânı görür, hikmet-i Kur'an'ı bilir
Ulemâ var ki: Huzûrunda bugün Garp eğilir.
Hele hayran kalır insan yetişen gençlere de:
Bunların birçoğu tahsil eder İngiltere'de;
Sonra dindaşlarının rûhu olur, kalbi olur,
Çünkü azminden, ölüm çıksa, o dönmez, sokulur.
Öyle maymun gibi taklîde özenmek bilmez;
Hiss-i milliyyeti sağlamdır onun, eksilmez.
Garb'ın almışsa herif, ilmini almış yalnız,
Bakıyorsun: Eli san'atlı, fakat, tırnaksız!
Fuhşu yok içkisi yok himmeti yüksek gözü tok;
Şer'-i ma'sûma olan hürmeti bizlerden çok.
Böyle evlâd okutan milletin istikbâli,
Haklıdır almaya âgûşuna istikbali.
Yarın olmazsa, öbür gün olacaktır mutlak...
Uzak olmuş ne çıkar? Var ya bir âtî ona bak!”(*)
Urduca’dan yapmış olduğu değerli tercümelerle, bu diyarın kıymetli kalemlerini bizlere tanıtmış olan Muhterem Yusuf Karaca hocamızla, oraları konuştuk. Kalp ülkemizin sınırları Misak-ı Miliyle muhat olmadığı ve nabudu sırrını bilen insanlar olarak bir Lahor’u, Delhi’yi, bir Sehrenpur’u kendi illerimizden ayrı düşünmediğimizden, biz çok istifade ettik. İnşallah sizin için de böyle olur. Bize bu imkanı veren ve evinde kabul buyuran hocamıza bir defa daha teşekkürü bir borç biliriz..Saygılarımızla..
-Hind yarımadasında, 19. ve 20. yüzyılda, Müslümanlar arasından çok velud ilmi dimağların çıkmasının sebepleri sizce nelerdir? Ve bunlar arasında Mevlana Şibli’nin yerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Bilindiği gibi Hindistan 19. yüzyılda İngiliz sömürgesi haline gelmiş, üç yüz küsur senelik Babür devleti sona ermişti. İngilizler, sömürgelerinin uzun süre ellerinde kalması için, askeri tedbirlerinin yanı başında bir kültür istilası da başlattılar. En evvel, İslam’ın temel esaslarına hücum ettiler. Bir şok dalgası meydana getirdiler. Getirdikleri misyonerler her tarafta İslam ulemasına meydan okudular. Avam halkın dini inanışlarını sorguladılar. Büyük meydanlarda, on binlerce insanın içinde Müslüman âlimlerle Hıristiyan Papazları, kıyasıya fikir mücadelesine girdiler.
-Rahmetullah-ı Hindi gibi…
—Evet, o meşhurlarındandır. Abdülaziz rahmetullahı aleyhin ilk zamanlarında, Hindistan’da yaptığı mücadelelerle büyük ün salmış, papazları perişan etmiş, onun meşhur eseri İzhar-ul Hakk bu mücadeleleri anlatır. Abdülhamid Rahmetullahi aleyh tarafından İngilizceye, Fransızcaya tercüme ettirilerek Avrupa’ya gönderilmiş…
Daha böyle çok büyük insanlar var. İşte bu hareket, Hind Müslümanlarında dinlerini çok yönlü inceleme ihtiyacı doğurmuş. Batıyla temasa geçiş, Müslümanların bu dünya ile ilgili bilgilerinin eksikliğini de hissettirmiş, eski medrese sistemiyle yeni okullar arasında akademiler açmışlar.
Adı akademi ama, o zamanın üniversitesi durumunda. Mesela Deobend İslami İlimler Akademisi var. Bir süre sonra Nedvetül Ulema açılmış, Deobend’den biraz daha farklı, Arapça yazma ve konuşma yeteneğine sahip, bu arada İngilizce de iyice öğrenen, zamanın şartlarına ve sorunlarına cevap verebilecek, İslam milletlerinin dillerini, bölge dillerini inceleyip ortaya çok önemli eserler ortaya koyan âlimler yetiştirilmiştir.
İşte bu âlimler zinciri içinde önemli bir halkayı Şibli Numani teşkil eder.
Şibli’nin tam olarak davasının, düşüncesinin, idealinin, duygularının, şahsiyetinin bütün derinliklerini Türk milletine anlatmak için en azından 300 senelik Hind tarihinin bütün olaylarını anlatmak lazım ki, bütün bu olayların etkilediği, ümitlendirdiği, dinamizm verdiği bir insandır.
Onun dâhi bir talebesi var; Seyyid Süleyman Nedvi.. Şibli Numani’nin Seyyid Süleyman Nedvi’yi ilim dünyasına kazandırması bile tek başına onun büyüklüğünün bir ispatıdır.
Kaldı ki, eserlerinin her biri değişik konulardadır ve hepsi birer kaynak eser durumundadır. Mesela bir Şi'rü'l Acem(Fars dili ve edebiyatı) konusunda emsalsiz bir eserdir. Hatta “İran’da bu mevzuda, bu derinlikte bir eser yazılmamıştır” diyenler var.. O kadar harika, beş ciltlik bir eserdir.
Urduca yazdığı bütün eserleri de bu dilde birer harikadır. Döneminde Şibli Urdu dilinin eşsiz bir kalemiydi. Ayrıca Arapça, Farsça, Urduca şiirler yazmıştır ki, bir dilde şiir yazmak için o dilin inceliklerine ne kadar derinliğine vâkıf olmak gerektiğini her dil ustası takdir eder.
Hatta Ezher Üniversitesini ziyaretinde –seyahatnamesinde anlatıyor-Arap dil ve edebiyatı bölümünü ziyaretinde orada talebelere hemen kendisiyle ilgili bir şiir yazdırılmış, onu incelerken; “şu kelime şurada yanlış olmuş” deyince, talebeler onun dil üzerindeki derin bilgisine hayret etmişler.
Aynı zamanda Şibli büyük bir tarihçidir..Yazdığı kitaplar ülkesinde o sahada bir benzeri olmayan kitaplar.
Mesela bir kelamcıdır, İlm-ül Kelam isminde bir kitabı var, kelam üzerine müthiş bir kitaptır o. Yine “el Gazali” adlı eseri var; Gazali ve akıl ilimleri konusunda.. Hâlâ bu konuları inceleyenler için bir el kitabı değerindedir.
Tefsir üzerinde öyle..Hadis üzerinde öyle…Hele hele Siret konusunda, İslam’ın doğduğu andan bugüne kadar o ilk kaynak eserleri önem itibarıyla bir tarafa bırakacak olursak, yazdığı Asr-ı Saadet Serisinin bir benzeri yok, hâla yok bir benzeri, böyle bir eser…
Bütün bunları gördükten sonra ancak, Şibli nasıl bir insanmış, nasıl bir âlimmiş, nasıl çok cepheli imiş ve o her cephede de herkese önderlik yapan, en başta gelen ilim adamıymış, o zaman anlar insan. Şu anda onun hakkında anlattıklarımız bir masal gibi gelir insanlara. Niye? Çünkü normal insanlar bu çapta bir insanı kafasına sığdıramaz da ondan.
-Şibli Numani’nin Aligarh hareketinin bânisi Sir Ahmed Hanla ilişkisi, bundan dolayı kendisinin de modernist eğilimleri olabileceği düşüncesine ne dersiniz?
—Gelelim Aligarh Müslim Üniversitesine… Bu ismi bu müessese sonradan almış, ilk kurulduğunda bir akademi niteliğinde… Adı da Dâr-ul Ulum(İlimler yuvası)..Arapçada dâr-ul ulum, akademi manasına geliyor. Burasını Seyyid Ahmed Han kurmuştur. Bu zat, çok enteresan bir adamdır. Müslümanların bilgi bakımından çok geri planda kaldıklarını, bu yüzden hezimete uğradıklarını derinden hissetmiştir. Bunu telafi etmek için tamamen İngilizlerin sisteminde bir üniversite kurup, teknik bilgiler verdirip, Müslümanların dünya ile ilgili bilgi eksikliklerini tamamlamaya çalışmış…
Bu büyük bir gayret..Hâlâ bugün bir çok İslam alimi de bu yönden onun bu gayretlerini takdir ederler. Ve bu camiadan bugün Pakistan’ın ilk idarecileri ve daha sonraki 30- 40 sene içerisinde Pakistan’ın yönetimini elinde bulunduran insanların hemen hemen yüzde ellisi bu üniversiteden mezun olmuşlardır.
Şibli Numani eski medrese sistemini modernleştirmek gerektiğine inanan, bugünün mecburi ilimlerinin bilgilerinin okutulması gerektiğine inanan bir insan… Bu yüzdendir ki, Seyyid Ahmed Hanla bir faaliyet birliğine girmiş. İlk zamanlarda ona derin saygısı var. Çünkü Müslümanların eksikliklerini bilen bir kişi olarak ve Seyyid Ahmed Han’ın ilk hamlede yaptığı işlerin Müslümanlara en büyük iyilik olacağını kavramış bir insan olarak büyük bir hayranlık ve bağlılıkla onunla bir faaliyet birliğine girmişler.
Zamanla, Seyyid Ahmed Han İngilizlerin uşağı denebilecek derecede onlara bağlanıp, hatta Osmanlıya cephe alıp, makaleler yazmasından sonra, Şibli onunla yollarını ayırmış, Aligarh Müslim Üniversitesini terk etmiştir. Oradan Nedve’ye gelmiş, daha sonra Haydarabad Osmaniye Üniversitesine geçerek orada eğitim vermiştir.
—Bildiğimiz kadarıyla Müslümanların açtığı Deobend akademisinin de Hind kıtasında büyük tesiri var değil mi?
- Deobend, batı kültürü ile temasa geçmemiş, İslam kültürü almış, onu yaşayan ve yaşatmayan çalışan bir zümre..
- Hocam, bu ekolden en çok dikkat çeken isim Mevlana Eşref Ali Tahanevi(1863-1943) gibi. İzninizle, bir alıntı yapmak istiyorum. Hindistan ve Pakistan’da Modernizm ve İslam adlı kitabında Aziz Ahmed, onun için şunları yazıyor; “Çok önemli akidevi eserlerin yazarı olmasından ayrı olarak, az eğitimliler arasında geleneksel İslam’ı popularize eden Eşref Ali Tahanevi.” Onun hakkında görüşlerinizi alabilir miyiz?
-Deobend ekolü içerisinde bir dâhi insan. Çok büyük bir ilim adamı, aklı müthiş çalışan bir insan. Mesela onun Kur’an-ı Kerim Tefsiri(**) var, Suudi Arabistan Krallığı Kur’an-ı Kerim’i Yayma Hizmetleri bölümünde Urduca bilenlere hitap eden bu eseri bastırarak bu dili konuşanların hizmetine sunuyor. O kadar önemli..Hindistan alimleri içerisinde bir çoğunun yazılarında rastladım, kendi fikirlerinin doğruluğunu ispat için hep onu referans veriyorlar. Bu kadar önemli bir kişilik., Talebeleri de çok ünlü ilim adamları olarak kendilerini göstermişler ki bunların başında Muhammed Miyan gelir.
-Hindistan’da başka grup ve ekollerin de olduğunu biliyoruz, bunlar hakkında neler diyeceksiniz, Berelvi grubu, Cemaat-i Tebliğ ve Cemaat-i İslami..
-Berelvi grubu buradaki Hüseyin Hilmi Işık grubunun daha yaygın, tipik şekli..Onlara göre kendilerinden başka kâmil manada Müslüman yoktur. Müslümanlar onlardır, onların zihniyetidir. Sadece şunu söyleyeyim, bu zihniyeti anlamak için; onlara göre Hz. Hüseyin ölmemiştir, yedi kat semadadır, Müslümanlara önderlik yapmaktadır. Bunların her şeyi böyle efsane..Falan yerde bir yatır vardır, filan yerde bir yatır vardır, ne olduğu belli değil, ama yatır. Hemen onu süslerler, püslerler, başına otururlar, gelen geçene; “bunun kerameti şöyleydi, buna dua edenin, bunun mezarını öpenin muradı yerine gelir” der, dururlar. Böyle avami insanları etrafına toplayan, muhtemelen İngilizlerin geliştirdiği bir oyundur bu..
Kendilerinden olmayan her Müslüman’a taktıkları yafta tek kelimedir; “Vehhabi” Hindularla uğraşmazlar, İslam’ı yaymak için, Müslümanlığı anlatmak için bir düşünceleri, gayretleri yok, ilimle de alakalı olmayan bir sapık zümre..
-Hocam, Mevdudi hakkında kanaatlerinizi de alsak?
-Bir kere, Mevdudi dâhi bir insan. Ben, onun Meseleler Ve Çözümleri adıyla yayınlanan Resail ve Mesail adlı eserini tercüme ettiğimde onun beyin kapasitesini kavrayabildim. Müthiş bir zeka, harika bir mantık..Onun aleyhinde söylenenlerin %80’i uydurma, hiç alakası yok. % 20’si ise, onun düşüncelerini kavrayamamaktan doğan bir karşı çıkış var.
- Kimler karşı çıkıyor mesela?
-Deobend grubu Mevdudi’ye karşıdır.
-Tebliğ cemaati de karşı herhalde?
-Maalesef en büyük düşmanı onlar Mevdudi’nin.
-Merhum Yusuf Kandehlevi bunu körükledi mi?
-O, kişi olarak körüklemiş olmayabilir, ancak cemaatin genel yapısı ve onları aktivite eden insanlar çok şiddetli karşılar ve “Amerikan ajanı” olduğuna inanırlar. Bizzat bir kısmıyla görüştüğümde bunu bana söylemişlerdir.
Çok güzel, çok temiz insanlar, samimi duyguları olan insanlar ama maalesef itiraf edeyim ki, Cemaat-i Tebliğ mensupları içinde ilim sahibi insanlar çok azdır. Genel olarak düz okuma yazma bilen, bazıları onu da bilmeyen insanlardır. Ama, takdir edilecek bir yanları var; Köy köy dolaşıp, Müslümanların İslam üzerinde yaşamalarına çalışırlar, namaz kılmalarını, dinlerini yaşamalarını öğütlerler ve büyük hizmetleri olmuştur, Pakistan-Hindistan sınırı içerisindeki Müslümanlara..
Aralarında modern çağın bilgilerine sahip insanlara pek rastlanılmaz, genel itibarıyla İslami bilgi açısından bir derinlikleri yok, modern çağa ait bilgiler de % 50 sinde hiç yok..
Mevdudi’nin kurduğu Cemaat-i İslami’de ise %90’ı bilgi sahibidirler, üniversite mezunlarıdır. Genellikle doktorlar, mühendisler, hâkimler ve toplumda kafa, beyin, bilgi, kültür yeteneği, üstünlüğü olan insanlar, %90’ı öyledir.
Mevdudi’nin çalışma alanı örnek insanlar yetiştirmek. Nerde? Tıp’ta. Nerde? Eğitimde. Nerde? Hukukta. Nerde? İdare’de.. Toplumun bütün ünitelerinde baş adamları yetiştirmek..
Onun için de zaten, keyfi idareyi ele geçirmişlerin, o inek memesini bırakmamak, durmadan onu kendileri emip, başkalarını ezip yok etmek düşüncesinde olan o zümre ki, -en çok İslam dünyasında vardır bunlar-bu adamlar bu tip hareketleri en büyük düşman hedef kabul etmişlerdir.
Çünkü yetişip, gelip onların elinden rahat yaşayışı, saltanatı alır düşüncesiyle..
Mevdudi hapishanelerde ömür tüketmiş, yaşadığı hayat alabildiğine sade, ama hedefinden asla sapmamış, büyük bir hizmet görmüştür. Onun vefatıyla da bayağı tavsamıştır bu hareket. Onun yerine geçenler, onun boşluğunu dolduramamış, ne bilgi, ne zekâ, ne gayret, ne de hamiyet seviyesini gösterememişlerdir.
Mevdudi ile ilgili şu hatırayı da anlatayım izin verirseniz; Mevdudi karşısında aciz kalmış Pakistan idaresi, Mili Eğitim Bakanlığı teklif etmişler kendisine. Amaç, devlet bünyesine alıp susturma.. Demişler ki; “Gel, madem böyle gayretli, hamiyetli bir insansın ve eğitimle, insan yetiştirme meselesi ile uğraşıyorsun, Milli Eğitim Bakanlığını sana verelim.” O da, “şartlarımı kabul ederseniz” demiş. “Nedir şartların?” demişler. Yazmış; “Eğitim düzenini kendisi kuracak, kimse karışmayacak. O eğitim düzeninin uygulanışında kimse ona engel olmayacak”
Yetkililer şaşırmış; “Yok olmaz, bizim dediklerimizi tatbik edersen, veririz” demişler. Mevdudi şu cevabı vermiş; “ O zaman bu benim sizin emrinize girip kölelik yapmam demektir. Bana bu şekliyle Reis-i Cumhurluğu da verseniz kabul etmem.”
…Yusuf Karaca Hocamızla sohbetimiz, çaylarımızı yudumlarken de sürdü..İşte ondan bazı kısımlar:
Hind Müslümanların İstiklal Savaşımızdaki gayret ve hamiyetleri
Hind Müslümanları, İstiklal savaşında “halifemizin ordusuna yardım olsun” diye birkaç milyar dolar tutarında yardım toplamışlar. Fakir bir millet, buna rağmen, yardım toplanmış. Taze gelinler küpelerini vermiş, kolunda bir tane bileziği olan onu vermiş, bazıları bütün sermayesini vermiş. Bu bir destandır yani. Bugün Bombay’da Hilafet merkezi vardır, o günlerde açılmış, bir kısım Hinduların da desteğini alarak Türklere para toplanmış ve büyük miktarda para verenlerin de listesi tutulmuş, bugün hâlâ bu dokümanlar var, ben gördüm. Meğer nasıl para toplanmış, köylerden kentlerden..Guruplar nasıl tertip edilmiş, kimler idare etmiş, sorumlular kimler hayret edersiniz? “Şu köye kim gidecek, o yörenin en yetkili Müslüman’ı kim?, ne kadar para toplandı” böyle kademe kademe tek merkeze ulaşan imzalarla toplanmış ve bazen Bombay’daki Osmanlı başkonsolosluğu ile, bazen bir heyet veya kişi ile göndererek Anadolu’ya ulaştırılmış. Maalesef o paralarla bugünkü İş bankası kurulmuş..
Muhammed Hamidullah
Bir Muhammed Hamidullah, ona hoca demiyoruz da, ama eğer diyeceksek gerçek hoca odur, ideal hoca odur. Niye? Çünkü İngilizcede, Fransızcada, Arapçada, Urducada en güzel eserler vermiş bir adam. On küsur dil bilen bir insan..Türkçe konuşamazdı ama, ben bizzat gördüm, konferans verirken, Türkçe tercüme eden kişinin yanlışını “orası öyle değil, böyle” diye uyaran bir insan. Ben kendisiyle de yakinen tanışırdım, Allah garık-ı rahmet eylesin. Size gösterdiğim gibi, ben de özel mektupları da var M. Hamidullah beyin..
Abdürreşid İbrahim Ve Seyahat Hatıratı
Abdürreşid İbrahim’in bin küsur sayfalık hatıratı var, adı Âlem-i İslam. Ben onu 1956 yılında okumuştum, altı günde bitirebildim sabahtan akşama okumak sureti ile. Ara sıra yine bakarım bazı yerlerine, bazı bilgilerimi tazelemek için. O çok önemli bir duygu destanıdır, İslam duygusunun, İslam imanının destanıdır o..
Sadreddin Yüksel Hoca..
Merhum Sadreddin Yüksel hocamızla tanıştık. Biz onu, o bizi çok sevdik. Garık-i Rahmet olsun. Gerçekten büyük İslam adamıydı. Çok büyük, dahi bir alim değil ama yabana atılmayacak bir alim ve çok zeki bir insandı. İslam davasından başka derdi yoktu. İslam yoluna bir oğlunu şehid verdi,diğerini de defterinden sildi, yolunu sapıttığı için..
Necip Fazıl..
Necip Fazıl bambaşka kişiliğe sahip bir insan. Hem derin bir mütefekkir, hem büyük bir şair, asırlar içerisinde ortaya çıkmış örnek bir edebiyatçı idi. O, Türk dili ve edebiyatında benzeri bulunmayan ifade derinliğine sahip bir insan. Biz içimizde ışık ışık doldurduğumuz duygular hazinesini bir kitapta ifade ederken, o bunu bir sayfada veya bir satırda ifade edebilecek kadar büyük bir insan..
Bir gün Erenköy Tren istasyonunda karşılaştık yanında sevdikleri de var, Muhammed Hamidullah’a veryansın ediyor. Hamidullah’ın İslam Peygamberi kitabını tenkit ediyor, hâlbuki okumamış. Aşağıda Bağdat caddesinde bir cami var: Oranın bir imamı var, Hilmi Işık grubundan..O güya, tenkidini yapmış, bir liste halinde üstada vermiş, o da öyle tenkit yapıyor ve şöyle diyordu;
“Peygamberimiz demiyor adam, İslam Peygamberi diyor. Kendisine Peygamber olarak kabul etmiyor, en büyük ihaneti budur” diyor ve devam ediyor; “Peygamber gençliğinde ticaretle uğraşan bir insandı. Habeşistan’a ve İran sınırlarına kadar seyahat etmiş olabilir “ demiş, hâlbuki böyle bir şey İslam kaynaklarında yok. Bu adam mahsus böyle yapıyor, ihanet ediyor.” Ve bu şekilde başka bazı maddeler de sıralıyordu.
Ben dedim ki; “Efendim, müsaadenizle bir şey söyleyeyim, ben bu eseri iki defa okudum. Evet, kitabını adına İslam Peygamberi diyor. Niye? Çünkü bu kitabı Müslümanlar için yazmamış, Avrupalılar için yazmış,
Peygamberimiz diye yazsaydı, üslup açısından doğru olmazdı. Yoksa hâşâ bizim Peygamberimiz değil, İslam Peygamberi demiyor.
Seyahat meselesine gelince, orada muhtemelen diyor. Bir görüş, bir tahmin sunuyor” dedim. Buna benzer beş altı şey vardı, onların da cevabını verdim. Bana “sen nerelisin” dedi? “Kayseriliyim” dedim. Kayserilileri de pek severdi. “Anlaşıldı” dedi, “Sen çok zeki bir adamsın, ama mesele senin bildiğin gibi değil” dedi, kabul etmedi..Allah rahmet eylesin..
Not: (*) Akif merhum, bahsettiği alimlerden biri olan Mevlana Şibli'nin Corci Zeydan'a bir reddiyesini Mısır'da çıkan El Menar adlı dergiden terceme ederek Sebilür Reşad dergisinde neşretmiştir. Bu çeviri için İ. Hakkı Şengüler'in hazırladığı M.Akif Külliyatının, Tercümeler kısmına bakılabilir.
(**) Eşref Ali Tahanevi hazretlerinin bu tefsirinin ismi Beyan ül Kurân'dır.
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
Seyfeddin Akova, 2006-09-25 15:55:17
Yusuf Karaca Hocamıza çok teşekkürler. Keşke biraz daha konuşturabilseydiniz.
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
DİĞER YAZILAR
Allah'a güven. Vekîl olarak Allah yeter.
Ahzab, 33
GÜNÜN HADİSİ
Zalim sultanın yanında gerçeği söylemek en büyük cihaddandır.
Tirmizi 13, (2175)
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...