BİR ANNENİN TESLİMİYETİ


2006-06-13 22:41:52

İlk eşi Hz. Sare’den çocuğu olmayan Hz. İbrahim, daha sonra Hz. Hacer’le evlenir. Hz. Hacer validemizden Hz. İsmail dünyaya gelir. Hz. Sare validemiz bu doğuma çok sevinir, ancak zamanla kadınlık hislerine hâkim olamaz ve kıskançlık göstermeye başlar. Aklı bu yersiz kıskançlığa hayır diyorsa da hisleri buna isyan ediyordu. Bu sebeple Hz. İbrahim’in evinde her geçen gün huzursuzluk daha da artmaya başlamıştı.

Hz. İbrahim (aleyhisselam) ilahi emir üzerine Hacer validemizi ve henüz emzikten kesilmemiş olan oğlu Hz. İsmail’i yanına alarak yola çıkar. Bu göçün zâhirî sebebi Hz. İbrahim iki eşi arsındaki kıskançlık olsa da, aslında, o mahzun anne ve masum bebek kaderin hükmüne boyun eğmeli; asırlar sonra gelecek “insanlık ağacının en kıymetli meyvesi”ne zemin hazırlamak için hicret etmeliydi. Uzun bir yolculuktan sonra nihâyet Mekke'ye varırlar. O günün Mekke’si, etrafı yanık dağlar ve kara çehreli kayalıklarla çevrili, kalblere ürperti veren, ekin bitmez, kervan geçmez bir vadiydi. Orada ne içecek bir su, ne de kendisinden su istenecek bir canlı vardı.

Hakk’ın Halîl’i, sadece bir kırba ve birkaç hurma vererek, bu iki muhaciri bomboş vadinin ortasına bırakmış, gönlünü kavuran bir hicran ve yanaklarından süzülen gözyaşlarıyla Şam'a gitmek üzere oradan ayrılmıştı. Geri dönüp ardına bakmaktan bile kaçınıyor, hızlı adımlarla bir an önce gözden kaybolmak istiyordu. Hazreti Hacer, birkaç defa “İbrahim!..” diye seslense de, o cevap verememiş; merhamet ve şefkatinden dolayı emre muhalif davranmaktan, hayatının neşesi bu iki insanı böyle bırakıp gidememekten korkmuştu. Ciğeri yanan mahzun kadın, iç çekişlerine mani olabildiği bir an, son bir kez daha,

- Ey İbrahim, bizi kime bırakıyorsun!.. Yoksa bu, Allah’ın emri mi deyince, o Yüce Nebî yine arkasına dönmeden,

- Evet, bu Rabbimizin emri, diyebilmişti. Ve o andan sonra artık Hacer gözyaşlarına “dur” emrini vermiş,

- Git ey İbrahim! Bu madem Allah’ın emri, O bizi zayi etmeyecek, yalnız bırakmayacaktır, diye seslenmişti.

Bu kavruk, kupkuru, haşin dağların, katılaşmış lavların ortasında, uzak vadinin derinliklerinde yalnız bir çocuk ve çaresiz bir kadın. Susuz, kimsesiz, barınaksız nasıl olacak?!. Yaşamak için su gerekir; bebek süt, insan yârân, kadın kollayıcı, anne hâmî, yalnız dost, güçsüz yardımcı ister!.. Fakat emir, O’nun emri değil mi? O istemedi mi hicreti; O’nun muradı değil mi ayrılıklar, geçici yalnızlıklar? Öyleyse, tevekkül, mutlak tevekkül gerekirdi.

Cenab-ı Hakk’ın çağrısına cevâben göçe katlanan Hz. Hacer, kendini O’na teslim eder. Şehirden, hayatın içinden ayrılarak bu susuz, ıssız, çorak vadiye yerleşmeye de O’nun emri olduğu için katlanacaktır. O katıksız bir tevekkül ve iman gücüyle bütün ince hesapları, kuru mantığı bir tarafa bırakmış ve yalnızca Yaratan’ına sarılmıştır. O’nu sevmiş, gönlünü bütünüyle O’na vermiş ve sadece O’na dayanmıştır.

Fakat Hz. Hacer, açlıktan ağlayan bebeğinin yanında mucize bekleye bekleye oturup durmaz. Görünmez yerlerden bir elin uzanıp bir şeyler yapmasını, gökten bir zenbil inmesini, Cennet’ten bir ırmağın akmasını ummaz. Tevekkülü, boş ve gayretsiz bekleme olarak anlamaz. Yavrusunu Allah’a emanet eder; kendisi de Allah’a derin itimad duygusuyla doğrulur; Safâ-Merve arasında koşmaya, çırpınmaya durur; kendi iradesini temsil eden ayaklarıyla ve kendi gücünü gösteren elleriyle arayışa koyulur.. Ve Hz. Hacer’in hiç ummadığı bir anda, hiç beklemediği bir yerden niyazın gücü ve Allah’ın rahmetiyle ilâhî lütuf gelir. Cebrâil aleyhisselam, asırlar sonraki bir kutlu doğumun şerbetini, o vilâdetin beşiği Mekke’nin ilk sakinlerine takdim eder. İsmail’in ayaklarının önünde melek kanadıyla açılan öteler kaynaklı arktan su fışkırmaktadır. Taştan doğan hayat kaynağı tatlı pınar öyle gür akmaktadır ki; sevinç ve şükür çığlığı koparan bahtiyar anne “zem zem!” diye bağırmak zorunda kalır. Rivayetlere göre, “zem zem” o günkü dilde “dur dur” demektir.

Hz. Hacer validemiz, zemzem sayesinde hem susuzluğunu hem de açlığını gidermiş; bebeğine de süt emzirip onu büyütmeye başlamıştır. Çok geçmeden, Allah Teâlâ, Yemenli Cürhüm kabilesinden bir yolcu kafilesini Kâbe’nin bulunduğu yöne sevk etmiştir. Zemzem'i gören yolcular, burayı yurt edinmeye karar vermiş; böylece Hacer validemizin ve Hazreti İsmail’in yalnızlıkları da sona ermiştir.

(Buhari, 3184; Beyhaki, 9153)

Hikâyeden çıkarılacak bazı dersler

1. İnsan, Allah’ın emirlerini her şeye rağmen O’nun emri olduğu için katlanmalı ve teslim olmalıdır. O’nu sevmeli, gönlünü bütünüyle O’na vermeli ve sadece O’na dayanmalıdır.

2-Tevekkül boş ve gayretsiz bir bekleme demek değildir. Bir insan hangi şartlarda olursa olsun sebepler planında gereken ne ise onu yaptıktan sonra tevekküle sığınmalıdır. Bu, Allah’ın bir kanunudur

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

ece, 2013-01-09 02:02:44

çok kısa ve öz olmuş bravooooooooooooo.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

melis, 2011-06-01 18:48:59

Allah razi olsun cok guzel anlatilmis.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

Âl-i imran:190

Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için gerçekten açık, ibretli deliller vardır.

GÜNÜN HADİSİ

İşçi işverenin malından mesuldür.

Buhari

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI