RAMAZAN İLE ALAKALI EN ÇOK SORULAN 11 SORU
Mübarek Ramazan Ayı'na tekrar kavuşmanın sevinci içindeyiz. Muhterem Ali İhsan Er bey Ramazanla alaklı en çok sorulan sorularıbizler için derledi.. Kendilerine çok teşekkür ederiz.
1. Kur’ân ve sünnet’ten orucun farz olduğuna delil var mıdır?
“Ey iman edenler, sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç tutmak size de farz kılındı. Böylece umulur ki korunursunuz.” ayeti ile “O sayılı günler, Ramazan ayıdır. O Ramazan ayı ki insanlığa bir Rehber olan, onları doğru yola götüren ve hakkı batıldan ayıran en açık ve parlak delilleri ihtiva eden Kur’ân o ayda indirildi. Artık sizden kim Ramazan ayının hilâlini görürse, o gün oruç tutsun. Hasta veya yolcu olan, tutamadığı günler sayısınca, başka günlerde oruç tutar. Allah sizin hakkınızda kolaylık ister, zorluk istemez. Oruç günlerini tamamlamanızı, size doğru yolu gösterdiğinden ötürü Allah’ı tazim etmenizi ister. Şükredesiniz diye bu kolaylığı gösterir.” ayeti orucun dinimizde farz olduğunu anlatmaktadır.
Hadis-i şeriflere gelince;
“İslâm beş esas üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ilah bulunmadığına ve Peygamber Efendimiz’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna şahitlik etmek, namazı kılmak, zekât vermek, Ramazan orucu tutmak, gücü yetenler için Beytullah’ı ziyaret etmek.”
Orucun farz olduğunu bildiren diğer bir rivayet de şudur:
“Saçı başı dağınık bir adam Peygamber Efendimiz’e gelerek: “Ya Resûlallah! Bana Allah’ın üzerime oruç olarak neyi farz kıldığını haber verir misin?” dedi. Peygamber Efendimiz bunun üzerine şöyle buyurdu: “Ramazan ayını (orucunu) farz kıldı.” Adam: “Benim üzerimde bundan başka bir borç var mıdır?” diye sorunca, Peygamber Efendimiz: “Hayır, ancak kendiliğinden nafile olarak yaparsan bu müstesnâ” buyurdu. Adam, bundan sonra sorularına devam ederek: “Allah’ın bana farz kıldığı zekâttan haber ver” dedi. Peygamber Efendimiz ona İslâm’ın gösterdiği yolları ve esasları anlattı. Bundan sonra adam şöyle dedi: “Sana ikramda bulunan Allah’a yemin olsun ki, bu söylenenlerden ne fazla ne de eksik yaparım.” Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: “Eğer doğru söylüyorsa, bu adam kurtulmuştur, (yahut başka bir rivayette de) cennete gidecektir.” buyurdu.
2. Yasak edilen oruçlar nelerdir?
Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) bazı günlerde oruç tutmayı yasaklamıştır. Bu günler şunlardır:
a. Peşi peşine tutulan oruç
Diğer bir adı da “Visal” olan bu oruç şekli iki veya daha fazla gün hiç iftar etmeden tutulan oruçtur. Şefkat ve merhamet timsali Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselâm) bu şekilde oruç tutanları uyarmış, onlara visal yapmamalarını (iftar etmeksizin devamlı oruç tutmayı) tavsiye buyurmuştur. Hz. Aişe validemiz, bu durumu ifade eden bir beyanlarında: “Peygamber (aleyhissalatu vesselâm) Müslümanlara acıdığı için, visal orucunu yasaklamıştır.” demiştir.
b. Her gün tutulan oruç
İslâm, herkesin yaşayabileceği kadar kolay bir dindir. O’nda hiçbir zaman insanların üstesinden gelemeyecekleri bir hüküm yoktur. İslam’da her şey itidalli bir şekilde olup, ifrat ve tefrit bulunmamaktadır. Bir insanın her gün oruç tutması bir kısım menfi neticeler verebilir. Vücudunu zayıflata¬bileceğinden diğer bedeni vazifelerini aksatabilir, cemiyetle tam olarak kenetlenemez, belki tek başına yaşama mecburiyetinde kalabilir. Veyahut da her gün oruç tuta tuta açlık onda alışkanlık haline gelir, dolayısıyla oruçtan elde edilecek pek çok fayda kaybedilmiş olur. İşte bunlardan dolayıdır ki Allah Resûlü (aleyhissalatu vesselâm) insanların devamlı oruç tutmalarını istememiştir.
c. Şek günü tutulan oruç
Şek günü Şaban ayının otuzuna denk gelen gündür. Bugünün oruçlu olarak geçirilmesini Resûlullah (aleyhissalatu vesselâm) yasaklamıştır. Bunda şu hikmetler gözetilmiş olabilir: Müslümanların Ramazan ayına zinde bir şekilde girmeleri, ibadetlerin başlangıç ve bitiş zamanlarını iyice araştırma ve buna göre hareket etmeleri, bunun bir âdet haline gelerek, Ramazanın başlangıcının değişmesi ihtimali vb. Bu mevzuda şu rivayetleri görmekteyiz:
“Kim şek gününde oruç tutarsa Ebu’l-Kâsım’a (Peygamber Efendimiz’e) karşı gelmiş olur.” Diğer bir rivayette de Efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Sizden herhangi biriniz Ramazan’dan bir veya iki gün önce oruç tutmasın. Ancak eskiden beri tutageldiği bir oruç varsa tutsun.” İkinci hadisten, eğer bir kişinin eskiden beri tuttuğu bir oruç varsa ve bu şek gününe denk gelmişse bunda herhangi bir mahzurun olmadığı anlaşılmaktadır.
d. Bayram ve Teşrik günlerinde tutulan oruç
Tutulması yasaklanan oruçlardan biri de, Ramazan-Kurban bayramlarının birinci günleri ile, Kurban bayramının birinci gününden sonraki üç gündür. Bayram günleri, yeme-içme, Müslümanlarla bayram sevincini yaşama, onlarla beraber sofraya oturma günleridir. Bu zamanlarda Müslüman oruç tutmayacak, diğer Müslümanlarla beraber aynı şeyleri paylaşmaya çalışacaktır. Bunun için Allah Resûlü (aleyhissalatu vesselâm) bu günlerde oruç tutmayı yasaklamış, bu günlerin âdeta Allah’ın insanlara açtığı birer ziyafet sofrası olduğunu bildirmiştir. Ukbe b. Amir’n rivayet ettiği bir hadiste Efendimiz (aleyhissalatu vesselâm):
“Arefe günü, Kurban bayramı günü ve teşrik günleri biz Müslümanların bayramıdır. Bu günler yeme-içme ve Allah’ı anma günleridir.” buyurmuştur. Yine bu mevzuda Ebû Saîd el- Hudri’den de şu rivayet vardır: “Allah Resûlü (aleyhissalatu vesselâm) şu iki günde oruç tutmayı yasak etti. Bunlar Ramazan ve Kurban bayramı günleridir.”
e. Sadece cuma günü tutulan oruç
Cuma günü Müslümanların bayram günüdür. Orucu bugüne tahsis edip tutmak Efendimiz (aleyhissalatu vesselâm) tarafından yasaklanmıştır. Bir hadislerinde Peygamber Efendimiz: “Geceler arasında sadece cuma gecesini ibadete tahsis etmeyin, yine günler arasında oruç tutmak için sadece cuma gününü tahsis etmeyin. Ancak sizden biri âdeti olan bir oruç tutuyorsa bu müstesnadır.” buyurmuşlardır.
f. Hayız ve nifaslıların oruç tutması
Kadınlardan hayız ve nifaslı olanlar bu dönemlerinde bazı ibadetlerden muaf tutulmuşlardır. Böyle bir durumda kadın oruç tutmayacak, namaz kılmayacaktır. Ancak bu devre Ramazan’a denk gelirse, tutamadığı gün sayısınca başka zaman tutacaktır. Bir rivayette Muaz (radıyallâhu anh) şöyle demektedir: “Ben Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ)’ye hayızlı bir kadının sadece orucu kaza edip, namazı etmediğinin sebebini sordum. O şöyle cevap verdi: “Biz Resûlullah ile beraber bulunduğumuzda, hayızlı iken sadece orucu kaza etmemizi söyler, namaz hakkında herhangi bir emirde bulunmazdı.”
3. Sahura kalkmadan oruç tutulabilir mi?
Sahur, gece yarısı ile tanyerinin ağarışı arasında yenen yemeğin adıdır. Allah Resûlü (aleyhissalatu vesselâm), bir lokma dahi olsa sahura kalkıp yemek yemeyi tavsiye etmiş, sahurda bereketin olduğunu ve sahura kalkanlara meleklerin duada bulunacağını bildirmiştir. Ebu Said el-Hudri’nin (radıyallâhu anh) rivayet ettiğine göre Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselâm) şöyle buyurmuştur: “Sahurda bereket vardır. Bir yudum su içmek dahi olsa sakın onu terk etmeyin. Zira Allah (c.c) ve melekler, sahura kalkanlar için dua ederler.” Ayrıca başka bir hadiste de “Sahurda yemek yeyiniz, çünkü sahur da bereket vardır.” buyurmuştur. Sahura kalmaktan elbette oruç tutulabilir. Ancak böyle bir insan, sahurun bereketinden mahrum kalmış olur.
Sahura kalkmak, inanan insanların tan yeri ağarmadan uyanık olmaları demektir. Bu vakitler, en bereketli ve en verimli zamanlardır. Bu bereket değişik cihetlerden olabilir; bunları Efendimiz’in sünnetine uyma, sahurla oruç ve diğer ibadetler için güç ve kuvvet kazanma, dinç olma, şiddetli açlığın meydana getirebileceği kaba davranışlara engel olma, dua ve Allah’ı anmaya vesile olma şeklinde sayabiliriz. Yine sahur, yapılan duaların, kılınan namazların, okunan Kur’ân’ların Cenab-ı Hakk’a ulaşacağı anlardır.
Oruçlunun dikkat etmesi istenen davranışlardan birisi de, sahuru son vaktine kadar geciktirmesidir. Bu geciktirmede, Peygamber Efendimiz’in ümmetine karşı gösterdiği şefkat ve merhamet vardır. Zira bazı bünyeler uzun süre açlıktan fazlaca muzdarip olabilirler. Dolayısıyla sahurun son vaktine kadar geciktirilmesi, oruç süresinin az da olsa kısalmasını sağlar. Ayrıca sahura gecenin başlangıcında veya biraz daha sonraki vakitlerde kalkılması sabah namazının kaçırılmasına sebep olabilir. Son vaktine bırakılmasında ise, sabah namazının vakti yakın olduğundan kaçırılmaması ihtimali daha büyüktür. Bu mevzuyla alâkalı olarak Efendimiz (aleyhissalatu vesselâm): “İftarı acele yapıp, sahuru te’hir ettikleri müddetçe ümmetim hayır üzerindedir.” buyurmuşlardır.
4. Oruç tutulan akşamlarda öncelikle iftar yemeğini mi yemeli, yoksa akşam namazını mı kılmalı?
Akşam vaktinin girdiği kesin olarak biliniyorsa, önce hurma, su gibi bir şey ile oruç açılır, sonra namaz kılınır.
Yemeği acele olarak yiyip, sonra namaz kılmak da uygundur. Ancak iftar sofrasında çeşitli yemekler olduğu için, akşam namazı gecikebilir. Namazı ilk vaktinde kılmak en güzelidir. Bu bakımdan orucu açtıktan sonra namazı kılmak iyi olur. Bununla beraber yemek hazırken namaz kılmanın mekruh olduğu şeklinde bir görüş de vardır. Bundan maksat namaz kılarken aklın yemekte olması dolayısıyla namazı hakkıyla eda edememek neticesini vereceğidir. Yemek yemek namazın vaktini fazlasıyla ertelemeyecekse bu yolu izlemek mümkündür. Ancak yukarıda belirttiğimiz gibi orucu Efendimiz’in tavsiyeleri doğrultusunda ezanla birlikte açtıktan sonra da namazı çok geciktirmemek için onu edâ etmek, daha sonra da iftarımızı yapmak en uygun görüş olmaktadır. Böylece oruç Efendimiz’in tavsiyesi doğrultusunda erken açılmış, namaz da erken kılınmış olur.
5. Teravih ne demektir? Teravih namazının önemi nedir? Kaç rekattir?
Teravih, Arapça “tervîha” kelimesinin çoğulu olup “rahatlatmak, dinlendirmek” gibi anlamlara gelir. Ramazan ayına mahsus olmak üzere yatsı namazından sonra kılınan sünnet namazın her dört rekatının sonundaki oturuş, tervîha olarak adlandırılmış, sonradan bu kelimenin çoğulu olan teravih kelimesi ramazan gecelerinde kılınan nafile namazın adı olmuştur.
Teravih, sünnet-i müekkededir. Kadın ve erkek için, orucun değil ramazan ayının sünnetidir. Teheccüt namazı 12 rekatı geçmediği halde, teravih namazı yirmi rekattir. Yatsı namazı kılındıktan sonra ve vitirden önce kılınır. Teravihin cemaatle kılınması kifaî sünnettir. Teravih on selâm ile kılınır ve beş tervîha (dinlenme) yapılır. Yani her iki rekatta bir selâm verip her dört rekatta bir istirahat edilir. Beşinci tervîhadan sonra yine cemaatle vitir namazı kılınır.
Peygamber, teravih namazını birkaç gece dışında sürekli olarak tek başına kılmış ve arkadaşlarını “Kim ramazan namazını (teravih) inanarak ve sevabını Allah’tan umarak kılarsa onun geçmiş günahları bağışlanır.” diyerek bu namaza teşvik etmiştir.
Peygamber Efendimiz’in teravih namazı ile ilgili tatbikatının gösteren rivayet şöyledir: Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) ramazanda Mescid-i Nebevi’de itikaf için hasırdan bir hücre edinmişti. Ramazanın son on gününde birkaç gece (Hz. Aişe’nin rivayetine göre iki veya üç gece) buradan çıkıp cemaatle hem yatsı namazını hem de teravih namazını kılmıştı. İnsanların yoğun ilgisini görünce bir gece yatsı namazını kıldırıp hücresine çekilmiş ve teravihi kıldırmak için çıkmamıştı. İnsanlar Peygamber’in çıkacağını umdukları için beklemişler, hatta uyuduysa uyansın diye öksürmeye başlamışlardı. Peygamber (sabah namazı vaktinde) dışarı çıkıp, orada bekleyenlere şöyle demiştir: “Sizin teravih kılmak hususundaki arzunuzun farkındayım. Bu namazı size kıldırmam için bir engel de yoktur. Fakat teravihin size farz kılınmasından endişe ettiğim için çıkıp kıldırmadım. Şayet farz kılınacak olsa bunu hakkıyla yerine getiremezsiniz. Haydi evlerinize gidiniz. Farz namazlar dışında, kişinin kıldığı en faziletli namaz evinde kıldığı namazdır.”
Ayrıca Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselâm) teravih namazı kılmanın önemini ve sünnet olduğunu bizzat kendileri şu şekilde ifade buyurmuşlardır; “Allah Ramazan ayında oruç tutmanızı farz kıldı. Ben de ramazan gecelerinde kıyam etmenizi (teravih namazı) kılmanızı sünnetim olarak teşvik ettim. Kim inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek ihlas ile oruç tutar ve kıyam ederse (teravih namazı kılarsa) annesinden doğduğu günkü gibi günahlarından temizlenir”
Teravih namazı Hanefi , Şafii , Hanbeli mezheplerine göre yirmi rekattır. Maliki mezhebinde ise yirmi ve otuz altı rekat olduğu şeklinde iki görüş vardır. Fakat bu mezhebin bazı kitaplarında teamülün seleften halefe yirmi rekat olduğu da ifade edilmiştir. Şafii mezhebinin en önemli imamlarından olan İman Nevevi, teravih namazının âlimlerin icması ile sünnet olduğunu vurguladıktan sonra mezheblerine göre yirmi rekat olduğunu da açık bir şekilde ifade etmiştir.
Daha önce geçtiği üzere Hz. Aişe’den gelen rivayette Peygamber Efendimiz Ramazan’da birkaç gece teravih namazı kıldırmış sonrada farz kılınır endişesi ile bırakmış fakat ashabının kılmasını teşvik etmiştir. Bu rivayette Hz. Peygamber’in kaç rekat kıldırdığı belli değildir.
Hz. Ömer, sahabeyi Ubey b. Ka’b’ın imamlığında bir araya toplaya¬rak yirmi rekat olmak üzere teravih namazını kıldırtmış ve sahabeden hiç kimse de buna itiraz etmemiştir. Bu durum onların bu konuda bir bilgilerinin olduğunu gösterir. Nitekim İmam A’zam bu duruma dikkat çekerek Hz. Ömer’in bu uygulamayı kendiliğinden ortaya atmadığını, bu hususta bir bidat işlemediğini Allah Resülü’nden öğrendiği bir bilgiye dayanarak böyle yaptığını söylemiştir.
Sahabenin bu şekilde Hz. Ömer’in yaptığını güzel görerek muvafakat etmeleri onların bu konuda icma ettiğini göstermektedir. Bu icmanın dayanağı da Hz. Peygamberin fiilidir. Onların bir meselede icma etmesi ise nass/dini delil gibidir. Sahabenin icma ve tatbikatı ile bu şekilde mescidde yirmi rekat olarak kılınan teravih namazı daha sonra Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerinde de yirmi rekat olarak kılınmış ve o günden bugüne kadar yine yirmi rekat olarak kılınarak gelmiştir. Nitekim İbn Abidin teravihin doğuda ve batıda yirmi rekat kılındığını ifade ederek bu teamülün ne kadar güçlü olduğunu ifade etmiştir.
Hz. Ömer’in teravihin yirmi rekat olarak cemaatle kılınmasını emret¬mesi dağınıklığı önlemek içindir. Çünkü önceden mescidde ferd ve grub olarak dağınık bir şekilde kılınıyordu.
Sahabenin fiili olarak teravih namazını yirmi rekat kılmalarını destekleyen rivayetler de vardır. Bunlar şunlardır:
1. İbn Abbas’dan (radıyallâhu anh) “Peygamber Efendimiz’in Ramazan’da yirmi rekat ve vitir kıldırdığı” rivayet edilmiştir. Bu rivayet sahabenin fiili icması ile de kuvvetlenmektedir. Çünkü Hz. Aişe’den Hz. Peygamber’in ramazan gecelerinde çok namaz kıldığını bildiren rivayetler, sahabenin yirmi rekatta icma etmesi, cumhur ulemanın teravihin yirmi rekat olduğunda ittifak etmesi gibi hususlar İbn Abbas’tan gelen bu rivayeti güçlendirmektedir. Zikredilenler hadisin sıhhatine çok kuvvetli karinedir.
2. Saib b. Yezid’den “Biz Hz. Ömer zamanında yirmi rekat ve vitiri kılardık” dediği rivayet edilmiştir.
Netice itibariyle teravih namazı sünnettir, şeâir-i İslamiyedendir. Yirmi rekattır.
6. Aşı ve iğneler orucu bozar mı?
İnsan vücudunda gıdalanmaya esas olan kanal ve yollar iki kısımdır:
a. Burun, kulak, ön ve arka yollar gibi tabiî ve aslî kanallar. Bunların herhangi bir yerinden vücudun iç kısmına geçecek olan maddeler ittifakla orucu bozarlar. İç kısma ulaşmayanlar ise, orucu bozmazlar.
b. İkinci kısım yollar ise, sonradan meydana gelen ârızî kanal ve yollardır. Vücuddaki bir kesik, yara, v.s. gibi. Bu yollardan içeri geçiş kesinlik kazandığı takdirde orucun bozulacağında yine ittifak vardır. Ancak iç kısma geçiş şüpheli durumlarda ise İmam Ebu Yusuf ve Muhammed’e (İmameyn) göre oruç bozulmaz, İmam-ı A’zam Hazretlerine göre ise oruç bozulur.
Görüldüğü gibi İmam-ı A’zam ile iki talebesi arasındaki ihtilâf esasta değil, keyfiyet üzerindedir. Yani içe nüfuz katiyet kazandığı zaman, onlara göre de oruç bozulmuş olmaktadır.
Bu genel kaideler ışığında iğne ve aşıları incelediğimizde şu durum ortaya çıkmaktadır: Çiçek aşısı gibi deri üzerinden yapılan aşı ve ilâçlamalar orucu bozmaz. Çünkü deri vücudun dış kısmını teşkil eder. Bunun dışında kalan iğne ve aşılar, genel olarak damardan, kaba etten ve deri altından yapılmaktadır. Her üç halde de ilâç verilmeksizin vücudun derinliğine batırılan iğnenin bir tarafı dışta kaldığı için, yalnız batırmakla oruç bozulmaz. Ancak içeri ilâç, su gibi maddeler enjekte edilirse oruç bozulur. Çünkü bu maddeler vücud içinde kararlaşıp yerleşir. Damardan verilen ilâçlar ise, doğrudan doğruya kana intikal eder. Oradan organlara dağılır. Kaba et ve deri altındaki ilâçlar da yine içeriye nüfuz etmiş sayılır. Bu itibarla vücuda ilâç zerketmek için yapılan aşı ve iğneler, orucu bozarlar. Ancak kefaret icap etmez. Yalnızca kaza kâfi gelir.
Önemli hastalığı olanlar, zaten oruçlarını bozabilirler. Bunlara oruçlu halde yapılan iğne ile oruçları bozulur. Sağlık durumları düzeldiğinde oruçlarını kazâ ederler. Bu gibi kimselerin mümkünse iğneyi geciktirerek iftardan sonra yaptırmaları daha iyidir.
*Vücuda dışardan kan almak, ilâç almak gibidir. Orucu bozar. Fakat kan vermek orucu bozmaz.
*Abdestte ağza su verip geri boşalttıktan sonra, arta kalan yaşlığın tükürük ile beraber yutulması orucu bozmaz.
*Dişlerin arasından çıkan kan, az olup tükürük içinde kaybolmakta ise bu kanın yutulması oruca zarar vermez. Ancak kan tükürüğe galebe çalacak çoğunlukta ise bunu yutmakla oruç bozulur.
7. Şeker hastaları oruç tutabilirler mi?
Birçok şeker hastaları hiç tereddüt etmeden ve hastalıklarını dahi düşünmeden Ramazan ayında oruç tutarlar. Oruç tutmama¬nın manevi mesuliyetini bilen mütehassıs hekimler, diabetik hastaların oruç tutmaları veya tutmamaları ile alakalı kendileri¬ne sual sorulsa, cevap vermekte zorlanabilirler. Oruç tutmak ağır şeker hastalarını riske sokabilir, hipoglisemi denilen kanda şe¬kerin tehlikeli şekilde düşmesi söz konusu olabilir. Hipoglisemi¬nin menfi neticeleri ortaya çıkabilir.
Diğer taraftan, Ramazan ayında oruç tutmanın, Allah’ın em¬rine uymaktan dolayı orucun şahısta manevî bir hazza yol açtığı, bununda sakinleştirici bir te’siri olduğu da inkar edilemez.
Şeker hastaları, stres halinin böbrek üstü bezlerinden salgılanan katekolamin adlı maddelerin salgılanmasını arttırarak kan şekerinin yükselmesine yol açtığını bilmelidirler. Stres, sıkıntı halini azaltan herhangi bir şey, meselâ oruçlunun içinde bulun¬duğu ruhî huzur, şekerin kontrolüne imkân verir. Böylece, Ra¬mazan ayında tutulan orucun şekerin kontrolünde faideli ciheti de olabilir.
Oruç tutabilecek şeker hastaları kimlerdir?
Oruç tutabilecek şeker hastaları için bazı prensip ve ölçüler vardır. Bunları şöylece sıralamak mümkündür:
1.Erkek olan şeker hastalarının 20 yaşın üzerinde olmaları is¬tenir. Yani yetişkinlerde, yaşlılarda ortaya çıkan diabet çeşidi ol¬malıdır.
2.Yirmi yaşından daha yaşlı olan bayan şeker hastalan hamile olmamalıdırlar ve bebeğini emziriyor olmamalıdırlar.
3.Şahsın kilosu normal veya biraz şişman olmalıdır.
4.Kan şekerinde büyük iniş çıkışlar, hipoglisemi (kan şekeri düşüklüğü) ve ketoz (keton cisimleri olan, aseton, asetoasetik asit ve beta hidroksi bütirik asidin kandaki miktarlarının artışı) ve enfeksiyonun olmaması lazımdır.
5.Bu hastalarda ağır hipertansiyon yani yüksek tansiyon (200/120 mm Hg), koroner arter hastalığı, böbrek taşlan, kronik obstrüktif pulmoner hastalık (müzmin tıkayıcı akciğer hastalığı)
veya amfizem gibi ikinci bir ağır hastalığın olmaması lazımdır.
6.Bu hastalarn şeker hastalarına tavsiye edilen perhize vücutları hassas olmalıdır. Yani vücutları perhize cevap veriyor olmalıdır.
Biguanid veya sülfonilüre adlı ilaçlarla veyahut ta ikisini birden kullanarak tedavi olmalıdırlar. Yani vücutları ilaç tedavisine cevap vermelidir.
8. Orucun vücuda zarar verdiği söyleniyor. Ne dersiniz?
Allahü Teâlâ, insanlara zararlı olan bir şeyi emretmez. Tıp uzmanları diyor ki:
Oruçlu kimselerde adrenalin ve kortizon hormonları kana daha kolaylıkla karışmaktadır. Bu hormonlar, tesirlerini kanserli hücreler üzerinde de göstermektedir. Böylece bu hormonlar, kansere karşı bir çeşit kalkan rolünü oynamakta, yani kanser hücrelerinin çoğalmasını önlemektedir.
Oruç tutan bünye, adeta bakıma girer, iç organları saran yağlar erir, vücudun zindeliği artar, direnme gücü kazanır, mide, böbrek, şeker, kalb ve karaciğer hastalıklarına karşı mukavemet kazanır.
Çeşitli vazifeleri bulunan karaciğer, sindirimle de vazifelidir. Oruç müddetince, 3-5 saat istirahat eder, gıda depolama işine bir müddet ara vermiş olur. Bu arada, korunma sistemini güçlendirici globülinleri hazırlar. Midedeki kaslar ve salgı ifraz eden hücreler, oruç müddetince birkaç saat dinlenir. Kan hacmi de azaldığı için tansiyon düşerek kalb rahatlar. Bilhassa yüksek tansiyonlular için oruç, bir ilaç gibi faydalıdır.
Gıda artıkları iyi yakılmayınca, damarları yıpratır. Yakılmayan yağlar, damarları daraltır, damar sertliği denilen rahatsızlığa sebep olur. Akşama doğru vücutta gıda hemen hiç kalmaz. Yani bütün gıdalar yakılmış olur. Bu bakımdan bilhassa “damar sertliği” olanların başka aylarda da oruç tutmaları tavsiye edilir. Oruç müddetince vücudun diğer organlarında da dinlenme olur. Az yemek ve oruç tutmak, vücudun sıhhati için çok önemlidir. Zekât, malın kiridir. Zekât veren, malını kirden koruduğu gibi, oruç tutan da vücudun zekâtını ödemiş, hastalıklardan onu korumuş olur. Peygamber efendimiz, “Her şeyin bir zekâtı vardır. Vücudun zekâtı ise oruçtur” buyurmuştur.
Hastalıkların ekserisi çok yemekten ileri gelir. Çok yiyip içmek hastalıkların başıdır.
Çok yiyende acıma hissi azalır. Arzuları artar, harama dalması kolaylaşır. Gayrı meşrû arzuları harekete geçiren yolları tıkamak gerekir. Açlık şeytanın yolunu tıkar. Şeytan, damardaki kan gibi, vücutta dolaşır, açlık ile onun yolunu daraltmak gerekir.
Bekâr için de oruç faydalıdır. Oruç şehveti kırar. Oruçlunun yanında oruçsuzlar yiyip içerse, melekler, oruçluya duâ ederler.
9. “Allah’ın bildiği kuldan saklanmaz” diyerek açıktan oruç yiyenler oluyor. Bu, doğru bir hareket midir?
Günahı, açık da, gizli de işlemek caiz olmaz. Fakat nefsine, şeytana uyarak günah işleyen, günahını gizlemelidir! Günahı gizlemek birkaç yönden faydalıdır:
1. Eğer günâhlarımız açığa çıkmamışsa sevinmek gerekir. Cenâb-ı Hak, kulun özellikle açıktan günah işlemesini sevmez. Peygamber Efendimiz de (sallallahü aleyhi ve sellem): “İnsan günâhını dünyada gizlerse, Allahü Teâlâ da, Kıyâmette, bu günâhı kullarından saklar.” buyurmuştur.
2. Allahü Teâlâ açıktan, çekinmeden günâh işleyenlere daha çok buğzeder. Fakat üzülerek günâhını gizleyenleri, gizlediği için affedebilir. Nitekim Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm), “Bir günâha düşen, günâhını gizlesin! Allahü Teâlânın örtüsünü onun üzerinde bulundursun!” buyurmuştur.
3. Günâh işlerken Allah’tan utanılmıyorsa insanlardan olsun utanmak gerekir! En azından başkasını kendi hakkında konuşturmamak, gıybetini ettirmemek için günâhı gizlemelidir! Unutmamak gerekir ki hayâ tamamıyla hayırdır. Hayâ, îmândandır. Hayâsızın dîni olmaz.
4. Kötü örnek olmamak, başkalarının da günâh işlemesine cesâret vermemek için de günâhı gizlemek gerekir! Böyle sebeplerden dolayı günâhı gizlemeli, gizli de olsa günâh işlemekten sakınmalıdır! Çünkü günâhlar öldürücü zehirdir. Îmânı olan günâh işlemekten çok korkar. Efendimiz: “Mü’min, günâhını dağ gibi görür, üzerine düşeceğinden korkar. Münâfık ise, günâhını, burnuna konmuş, hemen uçacak bir sinek gibi görür.” buyurmuştur.
Ayrıca böyle bir hareket oruç tutana karşı yapılmış bir saygısızlıktır. Başkalarından saygı görmek isteyen kişi, ötekinin kutsalına saygılı olmak durumundadır.
10. Bazıları, “Namaz kılmayan veya açık gezen veya başka günah işleyen bir kimse, boşuna oruç tutmamalıdır” diyor. Ne dersiniz?
Bazı kimseler, “Ya, dinimizin bütün emirlerini yapıp, bütün yasaklarından kaçınmak veya hiçbirini yapmamak lazım olduğunu” söyleyerek, “Ya hep, ya hiç” diyorlar. Bu, çok yanlıştır. Çünkü “Hepsi yapılamayan ibadetin yapılabilen az miktarı da terk edilmemelidir” kaidesi İslam’ın genel prensiplerinden çıkan bir disiplindir. İnsanın, birkaç günah işliyorum diye, diğer günahları da yapması gerekmez. Hem oruç tutup, hem de günah işleyen kimse, oruç tutmakla hâsıl olan büyük sevaba kavuşamaz. Fakat ahirette niçin oruç tutmadın diye hesaba da çekilmez. Oruç borcunu ödemiş olur. Hatta orucun bereketiyle diğer günahlardan da kaçma imkânı bulabilir.
İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki: “Bütün günahlara tevbe edip, hepsinden kaçmak büyük nimettir. Bu yapılamazsa, bazı günahlara tevbe etmek de nimettir. Bunların bereketiyle, belki bütün günahlara tevbe etmek nasip olur. “Bir şeyin bütünü ele geçmezse, hepsini de kaçırmamalı”
Namazın dînimizdeki yeri, oruca göre daha mühim ise de, bir kimseye namaz kılmadığı için, “oruç da tutma” denmez. Aksine, “Namaz kılamıyorsan, orucu bâri terketme” denir. Namaz kılmamakla büyük bir günâha giren kimse, oruç tutmazsa günâh miktarı daha da çok artar.
Günâh miktarı ne kadar azaltılırsa o kadar iyi olur. Allahtan korkup bir günâhtan vazgeçmek îmân alâmetidir.
Günâh işleyen, oruç tutuyor veya zekât veriyorsa, ona, “Aman bunları bâri bırakma” demek gerekir. Bu ibâdetleri de yapmazsa, dinden tamamen uzaklaşabilir. Korkutmaktan çok, müjdeleyici olmak lâzımdır. Hadiste Allah’ın sonsuz rahmetinden ümit kestirip dinden nefret ettirenlere la’net edilmiştir. Kolaylaştırmak gerekir, güçleştirmek değil.
Rivayet edilir ki bir genç, Peygamber Efendimiz’e, “Şu üç günâhı bırakamıyorum” dedi. O üç günâh, yalan, zinâ ve içki idi. Resûlullah efendimiz, “Bu üç günâhtan yalanı benim için bırak” buyurdu. O genç, kabûl edip gitti. Daha sonra, bu iki günâhları işleyip Resûlullahın karşısına çıkınca, “Ben işlemedim” desem yalan söylemiş olurum. Eğer işlediğimi söylersem, beni cezâlandırır” diye düşünerek diğer iki günâhtan da vazgeçti.
Kelime-i şehâdeti dil ile söyleyip kalb ile de tasdik eden müslümandır. Günâh işleyen, müslümanlıktan çıkmaz. Biliyoruz ki şirk üzere ölmeyen Cennete girecektir.
Tabii ki bu müjdeler, insanı günâh işlemeye sevk etmemelidir! Her günâh, kalbi karartır. Her günahtan küfre giden bir yol vardır ve ebedî Cehennemde kalmaya sebep olabilir. Allahın gazâbı günâhlar içinde saklıdır. Onun için her günâhtan kaçınmalıdır.
11. Ramazan’ı nasıl değerlendirmeliyiz?
Bir hadiste Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuşlardır: “Ümmetim Ramazan ayını ibadetle ihya ettikçe asla rezil rüsvay olmayacaktır.” Hadiste geçen “ihya” kelimesi hayatlandırma, yaşanılır kılma, hakiki mânâda değerlendirme mânâsında kullanılmıştır. Haddi zatında akıp geçmekte olan belli bir zaman dilimi ölü müdür ki onu yeniden hayatlandırmak söz konusu olsun denebilir? Hem bu iş nasıl olmalı? Yani “ölü bir zamanı” yeniden nasıl hayatdar bir hale sokabiliriz?
Cenab-ı Hak rahmetinin tecellisi olarak zamanın belli dönemlerini kulları değerlendirsin diye özel ve muazzam rahmet istasyonlarıyla donatmıştır. İşte bu özel istasyonlara uğrayıp da o günleri oruçla, namazla, sadakayla, Kur’ân’la dolu dolu yaşayarak “ihya” etmek gerekir ki hadisin sonunda ifade edilen olumsuz duruma düşülmesin.
Evet, verilen bu imkân ve fırsatı değerlendirmenin yolu, o mübarek zaman dilimini gecesi, gündüzüyle, sahuru, iftarıyla, orucu, sadakasıyla, teravihi, Kur’ân’ıyla alabildiğine bir bütünlük içersinde yaşamakta geçer, zira hadisin ifadesinde “ibadetle ihya ettikçe” şartı var ki o şart da ancak yukarıda zikredilen hususların icrasıyla gerçekleşmiş oluyor.
Ramazan’ı ve onun mübarek gecelerini ihya etmek için şu hususlara riayet edebiliriz:
1-Şartlar ve imkanlar elveriyorsa, sağlığımız yerinde ise Ramazan boyunca namazları camiye giderek cemaatla kılmaya gayret etmek uygun olur. Böylece, hem daha çok sevap elde ederiz, hem de işyeri muhiti ve mahallemizdeki insanlarla bu feyizli atmosferde bir araya gelme, onlarla selamlaşma imkânı elde etmiş oluruz.
2-Ramazan gibi gün ve gecelerde camiye yetişkin ve büyüme çağındaki evlatlarımızla birlikte gitmek, onların dinî dünyaları açısından önem taşır. Onlar, cemaat olmanın, dayanışmanın, birlik ve beraber olmanın önemini böylesine coşkulu günlerde daha kolay kavrayabilirler.
3- Ramazan ayında ve mübarek gün ve gecelerde akraba, komşu ve dostlarımızla tebrikleşme imkanı aramak; karşılıklı olarak hal-¬hatır sormak birbirimizin sevinç ve üzüntülerine, başarı ve problemlerine müspet doğrultuda katılma imkânı verir.
4-Böyle gün ve gecelerde mümkün olduğu kadar Kur’ân okumak, Kur’ân dinlemek, Kur’ân ve hadis sohbetlerine katılmak, va’z u nasihat dinlemek, insanlarla bu mânevî atmosferi paylaşmak kişiye huzur verir. Özellikle Kur’ân ve hadislerin anlamları üzerinde düşünmek, din alanındaki bilgi eksikliklerimizi giderir, bu alanda derinleşmeyi sağlar.
5-Ramazan günlerinde ve gecelerinde Yüce Allah’ı zikretmek, tövbe ve istiğfar etmek, O’na dua etmek kişinin kulluk şuurunu kuvvetlendirir.
6- Mübarek gün ve gecelerde namazla Yüce Allah’ın rızasına daha kolay erişme imkanı doğar. Çünkü, kulun Allah’a en yakın olduğu an namaz anıdır. Namaz en büyük zikirdir. Bu gün ve gecelerde bu kapsamlı ibadet için ayrı bir özen göstermekte yarar vardır.
7-Böyle gün ve gecelerde millî birlik ve beraberliğimiz, millet olarak güven ve huzurumuz gerek ülkemizin, gerek İslâm dünyasının, gerekse insanlığın her çeşit felaketten korunması için Allah’a samimiyetle yalvarmak gerekir. Böyle bir anlayış kişiye, insanlık camiasının yararlı bir ferdi olma şuurunu kazandırır.
8-Her zaman yapmamız gereken fakat özellikle de Ramazan gün ve gecelerinde ayrı bir özenle yerine getirmemiz gereken “kulluğumuzu” gözden geçirmeliyiz. Baba -anne olarak, evlat olarak, iş adamı olarak, hoca olarak, talebe olarak, yönetici olarak, yurttaş olarak, görevlerimizi tam yapabiliyor muyuz? Böyle gün ve gecelerde bir otokritik (nefs muhasebesi) yaparak eksikliklerimizi, hatalarımızı tespit etmeli, daha yararlı, daha başarılı, daha üretken olma azim ve ümidini taşımalıyız.
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
Dursun Sevim, 2010-08-10 19:47:37
Ramazan bütün halkımıza mübarek olsun. Çok hoş bilgiler. Allah yazandan razı olsun. Hacı Dursun- Ulaşlı
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
Mustafa BOZKURT, 2009-08-20 04:12:55
Oruç ile ilgili bilgiler gayet açıklayıcı ve okufrken insanı cezbedi.Ancak Şeker hatstaları ile ilgili açıklama yine yetersiz ve muallakta kalmış.Biz Şeker hastaları yada moderncesi diyabet hastaları oruç tutmalımı , tutmamalımı ? yani şöyle olursa olur böyle olursa olmaz gibi açıklamalar yetersiz .Şeker hastalığı şeker hastalığıdır.günde altı öğün yemeli bol su tüketmelidir.bu hastalık tektir farkı bir kısım hastalarda kanşekeri düşer bir kısım hastalardada yükselir.bu perhizi bir ay yapmazsa ne olur? açık ve net bir cevap lütfen...
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
M.ŞAHİN, 2007-09-25 02:54:36
güzel
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
Seyfullah Serkı, 2007-09-07 00:14:46
Ramazan ayı öncesi bu bilgileri herkes bir gözden geçirmeli. Emeğiniz için teşekkürler Ali bey.
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
DİĞER YAZILAR
KUR’AN O DÖNEMİN KOŞULLARINA GÖRE Mİ İNMİŞTİR?
Kur'an o dönemin koşullarına göre mi inmiştir? Kimi arkadaşlarım Kur'an şu an inse idi daha
BEYİNDE TANRI NOKTASI VAR MI?
Beyinde tanrı noktası var mı? Bilim adamları beyinde "tanrı noktası" olarak adlandırdıkları
EZELİ İLİM
Soru: Muhammed Suresi 31. Ayetinde geçen "hatta na’lem" ifadesini Allah’ın sonsuz ve ezeli ilm
SURİYELİ MÜLTECİLERE KARŞI TAVRIMIZ NASIL OLMALIDIR?
Bilindiği gibi toplumumuzda Araplara karşı nefret vardır. Nitekim bu nefretten ülkemize sığı
YAHUDİLİK
Yahudiliğin kötü inançlarından bahseder misiniz? Bildiğim kadarıyla onlar da tek bir Tanrı'y
MUHTELİF SORULAR
Günümüz alimlerinden Ebu Muhammed el Makdisi’nin yazarı olduğu bir kitap var bu kişi ehli s
ALLAH NASIL GÖRÜP İŞİTİYOR?
Allah’ın görme ve işitmesi bizimkine küçük miktarda benziyor mu? Allah’ın görmesi ve duy
HÜKÜM AYETLERİNİ BU ZAMANDA NASIL ANLAYABİLİRİZ?
Bu zamanda ehl-i sünnet ve’l-cemaat'ın gittiği yolu değil de, ehl-i sünnet ve’l-cemaatın d
TEVRAT DEĞİŞTİ Mİ DEĞİŞMEDİ Mİ?
“Muhakkak ki Tevrat'ı Biz indirdik, onda hidayet ve nur vardır. (Maide, 44) Bir Hristiyan “Mu
HZ.ADEM(A.S)’IN UNUTMASI NE DEMEKTİR?
Soru: Ta Ha Suresinde; “Doğ¬ru¬su Biz da¬ha ön¬ce Âdem’e de va¬hiy ve emir ver¬miş-tik
ARAPLARLA ALAKALI RİVAYETLER
Soru: İnsanların iyisi Arap, Arabın iyisi Kureyş, Kureyş’in iyisi beni Haşim’dir(Deylemi).
- İKİ DENİZ VE EVRENİN GENİŞLEMESİ
- KİŞİNİN EVLENECEĞİ KİŞİ
- FIKIH BİLMEDEN İBADET ETMEKLE İLGİLİ RİVAYETLER
- ALLAH’IN ZATINI DÜŞÜNMEYİN DİYE BİR HADİS VAR MI?
- EZAN OKUNURKEN MÜZİK ÇALMASI GÜNAH MI?
- MERCİMEK YEMEK SÜNNET MİDİR?
- ŞEYTANA DÜŞMAN OLMAK
- BAZI HADİSLER HAKKINDA
- OL DEYİNCE OLUR NE DEMEK
- MEZHEPLER DİNİ PARÇALAMIŞ MIDIR?
- İ-DOSER" BİLİNÇALTI MÜZİK
- BİR HADİS VE ÜSTÜNLÜK
- KIYAMET ÖNCESİNDE OLACAK OLAĞANÜSTÜ ŞEYLERİN HİKMETİ
- KUR’ANIN DÖRT ANA KONUSUNUN BİRBİRİYLE İLİŞKİSİ
- İMAM EŞARİ VE İBNİ ARABİ CEBRİ MİDİR?
- KALBİM MUTMAİN OLSUN DİYE
- İBLİSİN İMTİHANI
- ÖVGÜ YALNIZ ALLAH’ADIR
- ENERJİ
- ARŞ VE KÜRSİ
- İKİ RİVAYET HAKKINDA
- KÜFRÜN NEVİLERİ
- İSLAM DİNİ NEDEN YERYÜZÜNE HAKİM DEĞİL
- BUZAĞIYA TAPANLARIN AKIBETİ
- KALP HASTALIKLARI NASIL GEÇER?
- DÜNYA HAYATININ YARATILIŞ SEBEBİ
- ALLAH’IN SIFATLARI
- ŞEHİTLERİN ÖLDÜĞÜNÜ BİLMEMESİ
- ŞEYTANDAN ÖNCE İNKARCILAR VAR MIYDI?
Gökleri ve yeri yaratan, bunları yaratmakla yorulmayan Allah'ın ölüleri diriltmeye de gücünün yeteceğini düşünmezler mi? Evet O, herşeye kadirdir.
Ahkaf, 33
GÜNÜN HADİSİ
İnsanların en fenası, birine ayrı, diğerine de ayrı görünen iki yüzlü insanlardır.
Seçme Hadisler, syf. 101
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...