HÜSEYİN BAYRAKTAR HOCAEFENDİ İLE HATIRALAR RESMİ GEÇİDİ

Hüseyin Bayraktar Hocaefendinin ismini yeni başladığımız Fıkıh Işığında bölümünden tanıyorsunuz. Bize gelen ve teraküm eden soruları bir dosya halinde getirip kendisinden sorduk. Süre olarak sıkışık bir zaman diliminde kısaca cevap vermesini ar


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2007-01-13 19:21:22

Hüseyin Bayraktar Hocaefendinin ismini yeni başladığımız Fıkıh Işığında bölümünden tanıyorsunuz. Bize gelen ve teraküm eden soruları bir dosya halinde getirip kendisinden sorduk. Süre olarak sıkışık bir zaman diliminde kısaca cevap vermesini arzu ettik. Allah razı olsun, kabul buyurdular. Ve böylece bu bölümüz vücuda gelmiş oldu. Hocaefendi emekli müftülerimizden. Şarkın medreselerinde okumuş. Tetebbuatı çok fazla bir zat. Ama aynı zamanda fevkalade mülayim, mütevazı, kendini gösterme halinden şiddetle kaçan bir âlim.  Hocaefendi'den bizzat tanıdığı zatlarla alakalı hatıraları anlatmasını rica ettik. Kendilerine bir kere daha teşekkürü bir borç biliriz. Salih Okur/cevaplar.org

-Hocam, kısaca sizi tanıyabilir miyiz?

-Şimdi Ağrı Patnos'a bağlı, doğduğum tarihte Malazgirt'e bağlı bir köyde 1931'de doğdum. Bilahare başka bir köye taşındık. 1938'de babam beni Muş'un Bulanık ilçesine bağlı bir köye okumak üzere gönderdi. Aşağı yukarı 6–7 ay orada kaldım. Daha sonra değişik yerlerde medrese tahsilimi yaptım.

-Babanız dindar bir insandı demek ki…

-Fazla okumuş değildi, namaz kılardı. Fakat müttaki denilecek derecede dinine diyanetine bağlıydı. Rahmetlik 1311'iydi. Rus harbine yirmili yaşlarda katılmış ve uzun süre cephede kalmıştı.

Öyle mütedeyyin bir insandı ki rahmetlik. Çok yaşlı olmasına rağmen, bir âlim misafir geldiği zaman nasıl hizmet edeceğini, ikram edeceğini bilemezdi, o kadar sevinirdi.

Bir ara demişti; "Eğer Rabbim kabul etmişse, üzerimde bir farz namazın kaldığını hatırlamıyorum."

-MaÅŸallah..

-Ulemaya saygısı çok büyüktü. Hatta ben oğlu olduğum halde, sigara içmeyi sevmediğim için ben evdeyken sigara içmezdi. Çıkar gider başka yerde sigara içer; "oğlum ilim ehlidir, hoşlanmıyor" diye düşünürdü. O kadar ilim ehline hürmeti ve ikramı vardı. Salih bir insandı diyebilirim.

Rahmetlik valide de saliha bir kadındı. İstisnai günler hariç teheccüd namazını geçirdiğini hatırlamıyorum. Çok da cömert ve sâhi idi. Evimiz çok kalabalık olur, misafirsiz gün olmazdı. O kadar misafirperver bir hanımdı.

-Hangi medreselerde okudunuz?

-Değişik medreselerde okudum. Ohin medresesinde kaldım. Şeyh Mazhar Efendi benim hocamdı. Sonra, Şeyh Alâeddin Efendi'nin kardeşi Şeyh Maruf Efendi'den okudum.

Sonra, Bulanık'ın Molla Mustafa köyü vardı. Orada Molla Nimetullah isminde çok salih bir hocaefendi vardı, onun yanında okudum. Yine Şark'ın meşhur ulemasından Molla Zahir Efendi'nin yanında Bulanık'ın bir köyünde okudum. Bir müddet de Molla Cemil Efendi'den ders gördüm.

En sonunda 1950-51'de Şeyh Nesim Efendi'nin yanında bulundum. Daha sonra 1955 senesinde Diyanet İleri Müşavere heyeti huzurunda üç gün süren bir imtihandan sonra 30 Nisan 1955'de Kars'ın Tuzluca ilçesine müftü olarak tayinim çıktı ve göreve başladım.

Not: Hocaefendinin mesleki hayatı için bak:

http://www.cevaplar.org/index.php?khide=visible&sec=71&sec1=89&yazi_id=5274

-Risaleleri de medrese sıralarında mı tanıdınız?

-Bu fakir ta 1942'lerde medrese okurken merhum Hüsrev ağabeyin altın yazı gibi kalemiyle vecizeler geliyordu, ben risalelerden olan bu vecizeleri ezberliyordum. Hem çoğaltır, hem ezberlerim. Onların bana çok faydası oldu. Osmanlıcayı da öğrenmiş oluyordum. O zaman üstad'dan doğu medreselerinde "Molla Said-i Meşhur" diye bahsedilirdi.

Rahmetli peder de bana defaatle: "Oğlum! Molla Said-i Meşhur diyorlar. Çok acayip bir âlimmiş" diye söylemişti. Hocalarımız da "Molla Said-i Meşhur" olarak ilmindeki yükseklikten bahsederlerdi.

-Hocam, Alvar'lı Efe hazretleri ile görüştüğünüzü biliyoruz. Bu hatıralarınızı alabilir miyiz?

-Bitlis'te Şeyh Nesim Küfrevi vardı. Şeyh Abdülbaki Küfrevi'nin oğlu, meşhur Şeyh Muhammed Küfrevi hazretlerinin torunu idi. Zahiri ilimlerde fazla değilse de, maneviyatı çok kuvvetliydi. Ben maneviyatından çok istifade ettim. Yani diyebilirim ki, bu fakir-o sırada Cem-ül Cevami okuyordum-zahiri ilimlerde dolaylı olarak ona yardımcı oluyordum, ama manevi ilimlerde de o bana çok faydalı oldu. Salih bir insan, mübarek bir insandı.

Efe hazretleri, onun dedesi olan Pir Muhammed Küfrevi hazretlerinin halifesi idi. 1950 senesinin son günlerinde Nesim Efendi ile beraber Efe hazretlerini ziyarete gittik. Onun evinde 3–4 gün kadar misafir olarak kaldık. Efe hazretleri, şeyhimin torunu gelmiş diye, kendi postunun yerini ona bıraktı, kendisi gitti, orada aşağıda boynunu büktü, oturdu, böyle edepli bir insandı. Gözleri artık görmüyordu mübareğin. O sene(1950) hacdan gelmişti.

Orada Konya'lı Abdurrahman isminde bir zat, askerliğini Erzurum'da yapmış, terhisten sonra da oraya yerleşerek ilim tahsiline başlamış, Arapça okuyordu.

Benim hocam Şeyh Nesim Efendi dedi ki; "Efem, benim talebemle sizin talebinizi münazara ettirelim. Sizin talebeniz galip gelirse ben sizin talebenize 5 lira harçlık vereceğim. Benim talebem galip gelirse siz beş lira verin. Efe hazretleri "Peki kurban" dedi. Efe hazretlerinin oğlu vardı; Hâce Seyfeddin Efendi, ilim ehli birisi idi. O soru soruyor, Abdurrahman Efendi ile cevap veriyoruz. Uzun uzadıya gitti ve nihayet bu fakiri nedense galip ilan ettiler.

Efe hazretleri deri kesesinden para çıkaracaktı ki, benim hocam müdahale etti; "Efem! Müsaade buyurursanız, hem sizin hem benim talebeme ben harçlık vereceğim dedi. Efe hazretleri; "Peki, emredersiniz" cevabını verdi. Nesim Efendi yanılmıyorsam ikimize de 2.5 lira veya 5 lira çıkarıp verdi.

Aralığın son günleriydi. Kaldığımızın üçüncü günü Cuma gününe denk geldi. Efe hazretleri yaşlı, gözleri görmüyor. Nesim Efendinin de gayet zayıf, nahif, nazik bir vücudu vardı. Dışarısı çok soğuktu. İkisinin de Cumaya gidecek durumları yoktu. Zaten Şeyh Nesim Efendi seferiydi de..

Ben de hem seferiyim, hem de "sen de bize hizmet et" dediklerinden üçümüz yanılmıyorsam bir milletvekilinin evinde kaldık. Diğerleri cumaya gittiler. Ben hizmet ediyorum.

Bir ara Şeyh Nesim Efendi(Rahmetullahi aleyh) Efe hazretlerine dedi ki: "Efem! Ben bu talebemi çok seviyorum. Mümkünse ona inâbe(tevbe) verin." Efe hazretleri de "peki efendim, emredersiniz" dedi. Sonra mübarek çok etkileyici bir şekilde elimden tuttu, Muhammed Küfrevi hazretlerinin vekili, halifesi olduğunu beyan ederek benden beyat aldı.

-Åžeyh Seyda Cezeri hazretlerini ziyaretiniz de olmuÅŸ..

-1963'de Tutak'daydım. Mardin-Salur'lu, Nuri Fidan isminde bir başkâtip vardı, salih bir insan. Bu fakiri çok severdi. Kasım ayındaydı. Bana dedi ki, "Hocam ben işten izin aldım, sen de al. Beraber Cizre'ye gidelim, Şeyh Seyda'yı ziyaret edelim" Beraber gittik, Orda Vanlı Ağır ceza reisi Cemil Saatçigil'de bir gün misafir kaldık. Sonra Şeyh Seydayı ziyaret ettik. Üç gün misafiri olduk. Sohbette biri Şeyh Seyda'ya dedi ki; "Kurban, Bediüzzaman hakkında ne diyorsunuz?" Şöyle başını kaldırdı, kendi tabiriyle aynen şunları söyledi; "Canım ona feda olsun. Onlar cephede çarpışıyorlar. Biz de sütre gerisinde, arkada rahat rahat bu hizmeti devam ettiriyoruz."

-Bildiğimiz kadarıyla üstadın kardeşi Abdülmecid Nursi Efendi ile de görüşmüşsünüz? 

-Evet, iki üç gün beraber olduk Konya'da. 55'de müftülük imtihanından sonra, seferberlikte Konya'ya gelmiş, yerleşmiş olan dayımı ziyaret için Konya'ya geldim, dayımda misafir oldum. Bir gün Mevlana'yı ziyarete gittim. Orada bir kütüphane vardı. Merhum da oraya sık sık gelirmiş. Orada tanıştık onunla. İki üç gün boyunca gider, o mübarek zatla sohbet ederdim. Beraber şehitliğe giderdik. Doğulu olduğum için de adeta hasret giderirdi. Fakiri çok sevdi. İmtihanı kazandığımı öğrenince de mübarek, durup durup gözlerimden öpüyordu. Nur içinde yatsın.

-Konya'da Hacı Veyiszade'yi de ziyaret imkânı oldu mu?

-Tabii..Ziyaret ettim. Camisinde ziyaret ettim. Dua etti. Elini de öptüm o zaman "Allahümme mağfirli veli ehi haza(Allahım! Beni ve bu kardeşimi affeyle) diye ettiği Arapça duası hâlâ kulağımdadır. Çok ehl-i kemal, ehl-i kerametti.

-Şarkın büyük âlimlerinden merhum Molla Nadir Efendi ile yakınlığınız var. Ondan da bazı hatıralar alabilir miyiz?

Sene 1961 veya 62 idi. Molla Nadir Efendi-nur içinde yatsın-Ağrı'nın ilçesi Tutak'a bağlı Milan köyünde-şimdiki adı Oğlak suyu-müderristi. İcazet almaya yakın birçok talebeleri vardı. Aynı zamanda Alvar imamının halifelerinden idi. Büyük bir âlim, büyük bir müderris, edep timsali bir zattı.

Ben Tutak müftüsü idim. Aramızda adeta bir sözleşme vardı. Haftada bir defa, ya o beni ziyaret gelir veya ben giderdim. Bir gün yine Tutağ'a gelmişti. Sohbet ederken bir ara, "Hocam" dedi "izninizle amiyane(yani avamın kullandığı bir tabirle- bir söz söyleyeceğim. Hani diyorlar ya; "Yemin etsem başım ağrımaz" Ben de yemin etsem başım ağrımaz. Bu asırda insan allame-i cihan olsa, mesela Pakistan'daki Ebul ala el Mevdudi olsa-hayatta idi o zaman-eğer Risale-i Nur'dan ihlâs dersi almamışsa imanını kurtarmak çok zordur. Çünkü insan bu asırda kendini şehvetten, şöhretten, menfaattan kurtaramaz. Risale-i Nur'dan ihlas dersini almak gerekir" dedi.

Merhum Molla Nadir Efendi(1986 Ramazanında vefat etmişti) bir gün Tutak'ta Müftülükte otururken, "Hocam" dedi "izninizle size bir sual soracağım?"

"EstaÄŸfurullah, buyurun" dedim.

Dedi ki: "Türkiye'deki ilim ehli, Cennetmekân Sultan Abdülhamid'in hal'inden(tahtan indirilmesinden) bugüne kadar ne hikmettir "gerici, yobaz, mürteci" denilerek, adeta ikinci sınıf vatandaş gibi horlanıp, bu şekilde istiskal edilmesinin hikmeti acaba nedir?"

"Bilmiyorum hocam" dedim.

Dedi ki; "Allahu âlem, cennetmekân Abdülhamid gibi bir insan Yahudilerin oyunlarıyla hal edilip görevden alındığı zaman, bu zata hakaretvari sözler söyleyen, hatta hatta –hâşâ- yüzüne karşı tükürürcesine tahkir edenler arasında ulema-i sû(kötü âlimler) diyebileceğimiz bazı kimseler de bulundu. Onlar da, mevcut idareye, İttihad Terakkicilere hoş görünmek için bu hakaretleri yaptılar. Cenab-ı Hak o gün bugündür o mübarek zatın intikamını alıyor, daha sona ermedi, O intikamdır ki alınıyor."

 

-Merhum Esad Coşan Hocaefendi ile de tanışıklığınızı biliyoruz. Onu da anlatır mısınız?

Esad Coşan Bey, ben Patnos'ta müftü iken askerlik görevi için oraya gelmişti. Sonradan bana şöyle anlatmıştı: "Kuralar çekilirken ben Ağrı Patnos'u çekince bazı ehl-i dünya; "Esad Bey, biz senden keramet bekliyorduk. Ama çeke çeke anarşistlerin bol bulunduğu böyle bir yeri çektin" diye adeta alaylı bir şekilde konuşuyorlardı. Bayağı moralim bozulmuştu.

Akşam kayınpederin(Mehmed Zahid Kotku) evinde Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Lütfü Doğan Bey ziyarete gelmişti. Böyle ben çok üzgün, mahzun bir şekilde oturunca kayınpeder sordu: "Esad niye böyle mahzunsun?" Durumu söyledim. O zaman Lütfü Doğan Bey; "Hiç üzülme orada çok sevdiğim müftü bir arkadaşım var. Ona telgraf çekersin. O size sahip çıkar" dedi."

Esad Bey gerçekten hemen telgraf çekmiş. Baktım, telgraf geldi; "Reis Lütfü Doğan sizi tavsiye etti. Ben evliyim, çocuklarım vardır. Orada bana bir lojman temin ederseniz çok memnun olurum. Selamlar. Esad Coşan"

Sonra Mustafa Yılmaz Bey vardı O da; "Ben Diyanet görevlisiyim. Patnos'u çektim. Sizi tavsiye ettiler" diye telgraf çekti. O da lojman teminini rica etti.

Hasan Basman Bey vardı. O da bir İmam Hatip Lisesinde öğretmen. Ondan da aynı şekilde bir telgraf geldi. Bir de Mustafa Öztürk Bey vardı, Şimdi Uludağ İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesidir. Çok şahane Kur'an okur, o da bir telgraf çekmiş..

Bu dört telgrafı birleştirdim. Tugay komutanı vardı; Kaya Yazgan Bey. Çok değerli bir insandı, bu fakiri de çok severdi. Ona telefon ettim; "Paşam müsaitseniz bir kahvenizi içmek istiyorum" dedim. "Buyurun" dedi. Gittim. Emir vermiş, nöbetçiler beni karşıladılar. Arabayla aldılar. Kapısını çaldım. "Buyursunlar" dedi ayakta karşıladı, kahve ikram etti.

"Paşam böyle böyle " dedim, durumu anlattım. Emir verdi; "Albay falanı çağırın." Albay geldi, selam çaktı. Albaya dedi ki; "Hocamın

meslektaşlarından dört tane arkadaş gelecek. Onlara lojman ayarla. Komşu olsunlar yan yana, üst üste. Ayarla, getir numaraları bana ver."

Albay gitti, on dakika sonra selam çaktı, numaraları verdi. Sonra arkadaşlar geldiler, ailece bizde misafir oldular. Akabinde lojmanlarına yerleştiler. Cuma-Cumartesi geceleri Esad Bey, Mustafa Bey, Hasan Bey ailece gelirler-saat önemli değil-zile basarlar. "Hocam! Alarm var, kalkın" diye.

Biz tabii alışmışız, hemen kalkarız. Hanımlar bir yere, beyler bir yere geçer. İkram ederiz, sohbetlerde bulunuruz. Böylece bir senemiz çok güzel geçti. Hatta Esad Bey merhum-makamı cennet olsun-ayrılırken; "Hocam, ben maddi bakımdan karşılık veremiyorum. Cenab-ı Hak sizi inşallah şad ve mesut eylesin, mükâfatlandırsın" diye dua etti, nur içinde yatsın. (Not: Öğrendiğimize göre Esad Efendi'nin terhis tarihi: 31 Aralık 1972'dir.)

-Esad Hocayı hiç Risale derslerine götürdünüz mü?

-Evet, Esad Efendi bir sene boyunca çok risale derslerine geldi. Terhis olurken Patnos cemaati bütün risale külliyatını kendisine hediye ettiler. Çok derslerimize, sohbetlerimize gelmiştir.

-Daha sonra görüşme imkanı oldu mu hocam?

-Evet, bir gece Ankara'da misafiri oldum. 1974'de bir arkadaşla İstanbul'a gitmiştik. Öğle namazını İskenderpaşa Camiinde kılmaya niyetlendik. Müezzine dedim; "Hocaefendi(Mehmed Zahid ef.) ile nasıl görüşeyim?"

Dedi ki, "Tesbihattan sonra bir müddet durur, cemaate teveccüh eder. O zaman söylerim, gider bir selam verirsiniz."

Artık nasıl oldu unuttum; müezzin mi haber verdi, gelsin mi dedi? Gittim selam verdim. "Patnos müftüsü Hüseyin Bayraktar" dedim. Elini öpmek üzere eğildim, bırakmadı, sarıldı boynuma; "Esad "Patnos müftüsü" diye sizden çok bahsetti. Ben de böyle sakallı, kerli ferli birisi zannetmiştim." dedi.

"Maalesef efendim" dedim, "fakir-i müznip işte böyle"

"Estağfurullah" dedi "Esad sizden çok razıdır" deyip boynuma sarıldı. "Eve gidelim" dedi. Ayağa kalktık. Aldı yanına, evine götürdü. Yemek yedirdi, çok ikram etti. Ehl-i kemal bir zattı. Allah rahmet eylesin.

-Efendim, Merhum Muhammed Raşid Efendi ile ilgili anılarınızı da dinlesek…

-Kırkağaç'ta 83'de Umre'ye gitmeye karar vermiştik. Beraber umre yapacağımız cemaatin çoğu da Menzil'e bağlı kimselerdi. Onlar benden söz aldılar; "Önce Menzil'e uğrayalım, sonra gidelim" diye. "Peki, çok memnun olurum" dedim. Oraya vardık. Öğle namazından sonra arkadaşlar bu fakiri takdim ettiler. Dedi; "Siz nerelerde okudunuz?" Söyleyince "Maşallah" dedi. "Niye batıya gittiniz?" deyince "bazı ailevi şartlar öyle icab ettirdi" dedim. Mübarek zat çok ilgi gösterdi. Elimden tuttu. Hilaf olmasın, ziyarete gelenler 1500 kişi kadar vardı.

Bahçe var, orada havuz yapılıyordu. Oraya elimden tutarak götürdü. Onun oğlu Şeyh efendiye bir sandalye bana da alçak oturaklardan birini getirince, "Yok" dedi "bunu götür, bana da ufak bir sandalye getir." O kadar mütevazı, mübarek bir zattı. Hilaf olmasın, bir saat baş başa sohbet ettik.

İşte o gece, şeyh Raşid Efendi beni özel odada yatırdı. Özel kahvaltı çıkardı, yemek çıkardı. Okuduğum hocaları, medreseleri söyleyince çok sevinmişti. Biz aşağıdayken Kahta hâkimi, savcısı, baş komiseri ziyaret gelmişlerdi. Elini öptüler. Onlara beni takdim etti. Sonra, onlarla ilgilenmek üzere oğluna vazife verip, benimle sohbete devam etti. Onlara "siz oturun, ben müftü efendi ile beraber yukarı çıkacağım" deyip tekrar elimden tuttu. Yukarı çıktık. Herkes de hayret etti. Hâlbuki bu o zatın kemalidir. Yirmi dört saat kaldık. O mübarek zat hiç bu fakiri ihmal etmedi, özel muamele etti. Nur içinde yatsın..

Şeyh Muhammed Raşid Efendi hazretleri ile görüştüğümüz gün, ikindi namazını kılıyoruz. Ben o mübareğin sol tarafındayım. Namaz kıldıktan sonra şeyh efendi cemaate döndü. Ben de döndüm. Biraz sonra yetkili olan müezzin dedi ki; "Şimdi Hatm-i Hacegan'a başlayacağız. İnabeli olmayanlar(yani bu tarikata beyat etmemiş olanlar) lütfen çıksınlar." Ben de tabii değilim. Kalkmak istedim. Mübarek, sağ eliyle benim sol dizime bastı. "müftü efendi, sen müstesnasın" dedi. O zaman ben de oturdum. Hatm-i Hacegan başladı. Şeyh efendi, o sülale-yi tahireyi ta Resulullah'a kadar okuyunca gerçekten çok etkilenmiştim. Mübareğin, çok hazin bir ses tonajıyla o isimleri söylemesiyle hakikaten çok dalmıştım. Adeta vücudum diken diken oldu. Gözyaşlarıma da o esnada hâkim olamadım.

Ta sona doğru gelince, oradan bir sofi var kuvvetiyle; "Ya hazret-i sultan Gavs" mı ne dedi? Biraz sonra diğer yandan, derken bir üçüncüsü falan, böyle bağırmalar başladı. O zaman ben buz gibi oldum. Çünkü bir büyük zat öyle diyor; "Bazı cahil sofiler Hz. Allah'ın ism-i şerifi geçiyor, titremiyor. Şeyhinin ismi geçince tir tir titriyor, başlıyor hoplamaya. Peki, esas ayet-i kerimede "Kâmil müminler onlardır ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer, korkar ve vücutları diken diken olur"(Enfal:2) buyuruyor. Peki, Cenab-ı Hakkın ismi geçti, mübarek peygamberin ismi geçti Bu feryat hiç olmadı. Şeyhinin ismi geçince neden bu feryat olsun, nerede var bu?"

Yoktur İslamiyet'te bu. Efendimiz(SAV) yüksek sesle tekbir getirenlere; "Siz ne sağırı ne dilsizi çağırıyorsunuz. Çağırdığınız Allah size sizden daha yakındır." (Buhari, Tevhid,9; Müslim, Zikir, 44) buyurmuştur. Ayet-i Kerimede de şöyle buyuruyor;"Rabbinize gizlice ve tazarru halinde yalvarın."(Araf:55)

Ben soğudum..Buz kesildim. Fakat demek ki bu durumum o mübarek zata da keşifte ayan olmuş olacak ki, hatme bittikten sonra Kürtçe, kendi tabirleriyle "Çok bağırıyorsunuz. Çok gürültü yapıyorsunuz. Lüzumsuz hareketlerde bulunuyorsunuz. Ne gereği var?" diye büyük bir fırça attı onlara. O çok hoşuma gitti. Kalbim eski samimiyetine dönü. Yoksa çok soğumuştum. Nur içinde yatsın..

-Hocam son olarak, Akhisar'a geliÅŸinizi dinleyebilir miyiz?

-Şahin Hocaefendi ile sık sık görüşmemiz oluyordu. O gelir ben giderim. Hiç irtibatımız kesilmedi. Şahin Hocaefendi birkaç defa; "Hocam ne olur, emekli olduğunuz zaman Akhisar'a gelin de beraber hizmet edelim" demişti, ben de söz verdim.

96'da emekli olunca tekrar umre'ye gitmek nasip oldu. Ondan sonra 1 Nisan 97'de evimi Akhisar'a getirdim. Böylece Hocaefendiye vermiş olduğum sözü yerine getirmiş oldum.

 O günden beri Hilaliye Kursu ile Atabolu dershanesi arasında mekik dokuduk. Şahin Hocaefendi-Allah selamet versin- fakire fazla bir yük yükledi, şöyle: Bir süre sonra vaazlarında defaatle bağıra bağıra-tevazuyla tabii- "Ben celebim; yani kurbanlık hayvanları alıyorum, uğraşıyorum. İnşaatçıyım, hizmet için geziyorum. Fıkıh kitaplarını araştırma imkânım olmuyor. Hüseyin hocam da kendisini bu ilimlere vakfetmiştir. Onun için bundan sonra Hilaliye'nin fetva emini odur" diye cemaate ilan etti. Hatta öyle ki, Türkiye'nin herhangi bir yerine gittiğinde, kendisine bir fıkıh sorusu sorulduğunda ya bizzat fakire telefon açıp soruyor veya numarayı veriyor.

Tabii bu ağır görev beni fıkhi meseleleri araştırmaya, bol bol okumaya, devamlı incelemeye, tetebbu etmeye zorladı. Bunda Şahin Hocaefendinin büyük bir hissesi vardır, Allah ebediyen razı olsun.

-Hocam, sizi yorduk, çok teşekkür ederiz.

-Estağfurullah, ben teşekkür ederim.

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

vedat bayraktar, 2011-02-22 16:44:46

allah hepinizden razı olsun amcam dün vefat etti inş.dua edin. allaha emanet olun

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

ali said, 2011-02-21 14:33:19

sa. Yazıyı okudum. Bendeniz Ağrı-Tutakta müftülük yaptığım sırada bu zattan sitayişle bahsettiklerini işitiyordum. Ancak kendisiyle mülaki olamadım. Söyleşinin Esad Efendi bölümü çok dikkatimi çekti. Allah mekanını cennet eylesin.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Salih Okur, 2011-02-21 10:37:45

Hocamızın vefat ettiğini teeesürle öğrenmiş bulunmaktayım. Merhuma Cenab-ı Hak'tan rahmet, kederli ailesi ve sevenlerine sabr-ı cemil niyaz ederim.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Fuat GÃœNAY, 2007-02-19 05:31:37

Esselamun Aleyküm Kardeşlerim, Ben Bitlis ili Adilcevaz ilçesinden sürekli sitenizden bilgi inerek haberlerinizi takip ediyorum.Yalnız bugün sitede verilen cevapların Hüseyin BAYRAKTAR Hoca tarafından verildiği dikkatimi çekti.Acaba bu bizim eski Müftümüz mü yoksa isim benzerliği mi diye taaccüb ettim.Sonra kısa biyografisini okuyunca bu zatın eski müftümüz olduğundan emin oldum.Evet yanlış duymadınız ESKİ MÜFTÜ.Bu tabiri ona bizim babalarımız vermiş. Allah Teala ondan ve tüm islam hadimlerinden razı olsun.Bizim burada 1929-1959 yılları arasında yaşayan, camiden cemaatten haberi olan herhes diyebilirim ki gerçek manada imanın şuuruna,ibadetlerin şuuruna hocamızın vesilesiyle kavuşmuştur.Özellikle bu dönemde yaşayan ümmilerin imanının inkişafına vesile olmuştur.Ben otuzbeş yaşındayım,az çok okuyup araştırarak doğru islamiyyeti öğrenerek doğru yaşamaya gayret gösteriyorum.Babamın bize biz küçükken -eski Müftüden anlattıkları hakikatlerin-benim Risale-i Nurla tanışmamdan sonra anladım ki Hocamız da Nurlardan haberdardır.Böylece Hocamı gıyaben tanımış oldum.Dini ve fıkhi meselelerde babamla yaptığımız münazaralar olur.Babam 1932 doğumlu.Hocamızıın emsali. Ancak bir meseleyi kitaptan kaynağını göstererek ispat etmeye çalışsam dahi her zaman babamın değişmeyen tavrı"oğlum bu meseleleri Allah rahmet etsin ölmüşlerine eski müftü şöyle şöyle yorumlamıştı.Siz bilmezsiniz "der.Böylece hala eski müftümüzden öğrendiklerinden ödün vermez.Ben de hep merak etmişimdir Hocamızı.Adilcevaza ne zaman gelir diye fırsat kolluyorum.Çünkü babamın eski dostu.Hep elini öpesim gelmiştir.Ve bu yazıyı lütfen Hocamız okusun.Adilcevazlı hemşehrilerim her zaman ona duacıdır.Buralardan gideli ben bilmiyorum her halde hiç gelmedi.Adilcevaz'a gelsin bir dostluk özlemimizi giderelim.Zaten oğlu Yusuf Hocamız da Adilcevazda bir okulda görev yapıyor.Allah ebeden razı olsun.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

Kur'an okuyacağınız zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığının.

Nahl,98

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Yâ Resûlâ'llâh, müslümanların hangisi efdaldir?" diye suâl ettiler. "Müslümanlar; dilinden elinden selâmette kalandır." cevâbını verdiler.

BUHARİ, KİTÂBÜ'L-ÎMÂN, Ebû Mûsâ el-Eş'arî (r.a.)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI