EMİN SARAÇ HOCAEFENDİ İLE SON DEVİR ALİMLERİMİZ ÜZERİNE..(1)
Salihlerin anıldığı yere rahmet-i İlahi nazil olur.” Fatih Camiinin imam odalarının birinde, 02. 02. 2007 tarihinde, Osmanlı ulemasının bakâyâsı mübarek bir insanla karşı karşıyayız. Hiç randevu almadan gittiğim ilk mülakat oluyor bu.
“Salihlerin anıldığı yere rahmet-i İlahi nazil olur.”
Fatih Camiinin imam odalarının birinde, 02. 02. 2007 tarihinde, Osmanlı ulemasının bakâyâsı mübarek bir insanla karşı karşıyayız. Hiç randevu almadan gittiğim ilk mülakat oluyor bu. Emin Saraç Hocaefendi şefkati ile içimi öyle ısıtıyor ki, iki saat boyunca, baş başa, unutamayacağım bir sohbet gerçekleşiyor. İkimizin de, ulemamıza duyduğumuz derin sevgi ve hayranlığın sonucu bu röportaj meydana çıkıyor. Bir çınarın gümbür gümbür devrilirken bile arkasında bıraktığı ilim, irfan, edep hazinesi karşısında hayranlıkla dinliyorum kendisini..
Hocamızın yetişebildiği herkesi sormaya çalıştım kendilerine.. İlk defa duyduğum birçok şey oldu. Hâlbuki kendisi ile yapılan mülakatların çoğunu okumuştum. Ama bu gibi zatlar her defasında değişik koku veren bir çiçek gibi adeta..
Hocaefendi 1943 yılında başladığı ilim serüvenine hâlâ aynı aşk ve şevkle devam ediyorlar. Fatih Camiinde sabah saat 10’da başlayan dersleri, özellikle Pazar günü Şifa-yı Şerif takrirleri kaçırılmayacak fırsatlar aslında..
Kendisini görünce, dinleyince şu sözü hatırladım; “İrfan sahibi, gün geçirmiş insanlarla bir saatlik sohbet birkaç cilt kitaba bedeldir.”
Kendilerine her şey için çok teşekkür ediyorum. Allah(cc) onu hayırlı ömürlerle muammer eylesin de, emsalini yetiştirmekle bizi serfiraz buyursun.
Hocamıza ilk sorumuz İskilipli Atıf Efendi hakkında oluyor..
-Ali Haydar Efendi, İskilipli Atıf Efendi için “O azimetle amel etti, biz ruhsatla amel ettik” der, ellerini dizlerine vurur “Atıf Efendi kardeşimiz kazandı, biz kaybettik” derdi.
Onlar ders şerikidir, beraber Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi’den okumuşlar. O zat burada yatıyor, seni kabrine götürebilirim.
O dönem öyle bir devir ki, zor şeyler geçirmişler. İnsan da zayıf.. Bazıları ruhsatla bazıları azimetle amel etmişler. Atıf Efendi hakkında bir şey daha diyeyim.
-Buyurun hocam..
Ali Haydar Efendi demişti ki: “Bir gece rüyamda görmüştüm ki, bir çocuk annesi tarafından nasıl okşanırsa Resulullah da(SAV) Atıf Efendi’yi(Emin hocaefendinin sesi titremeye başlıyor ve gözyaşlarına boğuluyor) kucağına almış, öyle okşuyor…
Yine bir şey daha söyleyeyim;
Atıf Efendi müdaafatını hazırlıyor.. Sonra sabaha kalkınca o müdafaayı yırtıyor. Sarığını düzeltmeye başlıyor. Ali Haydar Efendi; “Atıf Efendi kardeşim! Sarık düzeltme zamanı mı? Yarın akıbetimiz belli olacak” diyor.
Atıf Efendi; “Yok yok” diyor “Ben Resulullahı rüyamda gördüm. “Atıf yanımıza gelmek istemiyorsun?” buyurdular. Ben yarın gidiyorum."
Şunu da, Ali Haydar Efendinin kerimeleri Saide abla'dan duymuştum. “Bir akşam” demiş “kapıyı açtılar. Gardiyan; “Ali Haydar Gürbüzler çabuk çabuk” diye bağırıyor. Kalktım, gittim. “Ne olacak acaba? Yoksa son nefeslerimizi mi alıyoruz?” derken, bir koğuşun kapısını açtılar. Orada sarhoşlar, ayyaşlar, derbeder, çapulcu insanlar toplanmışlar.” Oraya atıyorlar. Ne yapsın istiğfar, salâvat ile o anki ahvale göre meşgul oluyor. Aradan bir iki saat geçtikten sonra kapı açılıyor, çağırıyorlar. Bu sefer Atıf Efendi’yi getiriyorlar. Orada tenekeler var, insanlar onlara abdest bozuyorlar. Odanın içindeki kokuyu düşünün. Orada saatlerce mahsus tutuyorlar, öyle muamele ediyorlar.
-Ali Haydar Efendi nasıl bir insandı?
-O da son devrin fakihlerindendi. Ömer Nasuhi Bilmen kendisine çok saygı gösterir. O da ona devamlı “Ömer Efendi evladım, Ömer Efendi evladım” diye yüksek sesle hitap ettiğini iyi hatırlarım.
Çok zeki bir kimseydi. Yüz yaşını aştığı halde, gözlük takmadan gitti. Devamlı okurdu. Ali Haydar Efendi’nin aslında doğum tarihi belli değildir. “Yüz ona geliyorum” demişti. Namaz zevki müthişti, Allah için..Evvabin namazını 20 rekat kılardı..Allah şefaatlerine nail eylesin. Garık-ı rahmet eylesin.
Bir gün şöyle demişti: “Ben altı yaşından itibaren okumaya başlamıştım ve elimden en az altı saat kitap düşmez. O zamandan beri ibadet ü taatımı yaparım. Ama şu Menderes’in yaptığı iş var ya, (Ezan’ı aslına irca) onun bir günlük sevabına –o da kabul olursa- bu yaşıma kadar yaptığım ibadet sevabını vermeye hazırım.” Öyle hayranlığını izhar etmişti.
Mustafa Sıbai de Menderes için “o İslam’ın şehididir, zamanımızda İslam namına şehid olanlardan birisidir” demişti. Bir sed yıktı o, bir sed yıktı, tasavvur edemezsiniz, tasavvur edemezsiniz..
-Ömer Nasuhi Efendi'den de bir nebze bahsedebilir miyiz?
-Ömer Nasuhi Efendi çok mütevazı idi. Bir mecliste oturduğu zaman zaruri olarak konuşturulmazsa, o saatlerce oturur, kelime ağzından çıkmaz, öyle bir kimse..
Hatta bir gün bir mecliste birisi dedi ki; “Efendi hazretleri, âsârınız
(eserleriniz) bizi ihya etti. Siz olmasaydınız halimiz ne olacaktı?” Ömer Nasuhi Efendi; “Estağfurullah! Eslafın asarından müktebesattır.(Selef âlimlerinin eserlerinden alıntıdır) dedi.
Onunla alakalı bir şey daha aklıma geldi. Ben bunu kayınpederimden(Ali Yekta Efendi) işittiğim için, kayınpederim de onun çok yakını bir insan olduğu için onu anlatayım. Istılahat-ı Fıkhiyye Kâmusu çıktığı zaman Amerika’da bir üniversite karar alıyor. “Bu zata bizim üniversitenin doktora payesini verelim”
Sonra sefarete bir yazı gönderiyorlar. Sefaretten bir zat geliyor, durumu Ömer Nasuhi Efendiye haber veriyor. Hocaefendi red ediyor ve diyor ki: “Ben onlardan şeref alacak değilim. Onların şerefi bana lazım değil.” Kayınpederime de “bunu kimse duymasın” diyor.
Şimdi bizim bu profesörlere öyle bir teklif gelse, sevinçten uça uça ayaklarına giderler.
-Sizin İstanbul’a geldiğiniz sıralar Fatih’in en maruf hocalarından birisi de merhum Hüsrev Aydınlar Hocaefendi idi. Onunla alakalı da bir şeyler lütfeder misiniz?
-Hüsrev Efendi biz İstanbul’a ilk geldiğimizde burada, minberin sağ tarafında her gün ders okuturdu. Öğlen ve ikindiden sonra en yüksek dersler okunurdu. Hidaye’yi(Fıkıh) okutuyordu, Kadı Tefsirini, Buhari-i Şerifi, İhya u Ulûm’u, Şifa-yı Şerif’i, Risale-yi Kudsiye’yi okuturdu. Bu gibi kitaplar burada devamlı surette okunurdu. Hüsrev Efendi o sıralar en çok ders okutan kimseydi.
Tabii o sıralar İstanbul’da çok hocalar vardı. Mesela Hazim Efendi, Mesnevi okuturdu. Mekki Efendi, Kadı Tefsiri okuturdu. Şurada Kulalı Emin Efendi ders okuturdu. Ama Hüsrev Efendi en çok ders okutanlardandı.
Bir gün camiden çıkıyoruz. Kahvehaneleri göstererek; “Evladım, buraya oturmaya alışan şu ilimden zevk alamaz” dedi. Güzel bir tembihti. Bir gün de Şehzedebaşında “Direkler arası” denen bir yer vardı, iki tarafında sinema vardı. Oradan geçerken “Şu sinemada resimlere bakan kimse bu ilimden zevk alamaz, nasip olmaz. Sakın oralara gitme” demişti.
Bu tembihler vesilesi ile dokuz sene Kahire’de kaldığım sürede bir defa bile sinemaya gitmedim. Yalnız bir defa İstanbul’un fethini anlatan bir film gelmişti. Ezherli talebe arkadaşların ısrarıyla, vatan hasreti ile onu görmek için gittik. Hüsrev Efendi bize böyle güzel tembihler yapmıştı. Allah rahmet eylesin.
Bir de düşün, öyle fedakâr ki, kızı uzun zaman verem hastalığına müptela idi, vefat etti. Ama Hocaefendi dersi bırakmadı. Derse geldi. Ondan sonra kızını defnetmeye gitti. Ve onun o devirde yaptığı o işler büyük bir şeye vesile oldu. Eslafın tedris vazifesinin devamını sağlamış oldu.
-Peki o devirlerde tedrisat yasak değil mi?
-Onlara dersiam olmaları hasebiyle “vaaz edebilirsiniz” izni vardı. O dersleri vaaz adı altında veriyorlardı. O dersler halkın anlayacağı kitaplardan okunurdu. Ama mesela Kavaid( Sarf, nahiv gibi alet ilimleri) okutmak için Gümülcineli Mustafa Efendi hocamız ta hünkâr mahfilinin arka tarafına gider, orada üç kişiye teker teker çıkarır, orada okur, dersi verirdik. O kitap da orada bırakılırdı.
Bir defasında Hüsrev Efendi’yi buradan emniyete götürmüşler. Koltuğunda Buhari-yi Şerif var. Demişler ki; “Hoca ders vermenin yasak olduğunu bilmiyor musun?”
Hüsrev Efendi demiş ki: “Ben ne yapıyorum biliyor musun?” İşte okuttuğum kitap.. Komiser “Ben ne anlarım “deyince Hocaefendi; “Anlamazsan beni neye çağırdın?” cevabını vermiş.
-Ömer Nasuhi Efendi de kendisine çok saygı gösterirmiş..
-Onlar birbirinin kıymetini bilir, gereken saygıyı gösterirlerdi.
-O devirde bir de ünlü muhaddis Bekir Hâki Efendi var. Onunla alakalı bir şeyler anlatır mısınız?
-Bekir Hâki Efendi’de çok büyük bir hafıza vardı. Farsça şiir mahfuzatı kadar, Arapça ve Türkçe şiir mahfuzatı çok fazlaydı. Arap edebiyatına çok âşina..Devamlı kitap okuyan bir kimse ve zeki bir kimse..
Fakat şunu söyleyeyim mi, Bir gün Bekir Hâki Efendi ve Ömer Nasuhi Efendi ile Erenköy’de bir mecliste bulunuyoruz. Ömer Nasuhi Efendi varken, Bekir Hâki Efendi hiç konuşmazdı. Ömer Nasuhi Efendi gittikten sonra, Bekir Hâki Efendi dedi ki; “Ben sizi sabaha kadar dinletirim, konuşurum. Ağlatırım da, güldürürüm de. Ama bizim ilmimiz ilim değil, onun(Ömer Nasuhi Efendinin) ilmi ilimdir. Fakahat (fakihlik) makamı ondadır.”
Bekir Hâki Efendi, kendisinden dua isteyenlere; “Güzel kardeşim! Siz, köy amcaları var ya, o işçiler, ırgatlar var ya, onlardan dua isteyin. Onların kazançları helaldir. Biz şehirde münafık olduk. Bizim lokmamız da helal değildir, duamız da müstecap değildir” der, gülümserdi.
Onun bir tavrı vardır ki, takdire şayandır. Refik Tulga, 1960 ihtilali zamanında İstanbul valisi ve belediye reisidir. O zaman Ömer Nasuhi Efendi İstanbul müftülüğünden alınıp, Diyanet İşleri Reisi yapılınca, Bekir Hâki Efendi de İstanbul müftüsü oldu. İstanbul müftüsü iken bir gün Refik Tulga, hocayı İstanbul valiliğine çağırıyor. Orada beyzi bir masanın etrafında İstanbul’un idareci sınıfı var. Onların yanında Refik Tulga, Bekir Hâki Efendiye diyor ki; “Burası eski bir payitahttır. Siz de buranın en büyük hocasısınız. Biliyorsunuz, düşen hükümetin yaptığı büyük kötülüklerden birisi de ezanın değiştirilmesidir. Sizin emrinizle ezan Atatürk’ümüzün istediği şekilde Türkçe okunacak. Biz de onu tasvip edeceğiz, elbette memnuniyetimizi ifade edeceğiz. Sizden bunu bekliyoruz.”
Hoca biraz düşünüyor ve diyor ki; “Hımm..Benim dinim muztar kalan bir insanın cife(leş) yemesini mubah kılar. Ama bu iş gâvurluktur. Ben bu gâvurluğu kabul edemem. Olamaz..olamaz…” diye bağırıyor..(Bekir’in deliliği tuttu” derdi, tabir de bu)..İki gün sonra Hocaefendi vazifeden azledildi. Ama İbrahim Elmalı 1965’ten sonra Diyanet Reisi olduğu zaman, hocası olması hasebiyle, iade-i itibar ile tekrar İstanbul müftülüğüne Bekir Hâki Efendi’yi getirtti, oturttu.”
Bekir Hâki Efendi
Ömer Nasuhi Efendi
Kayınpederim Ali Yekta Efendi, İstanbul müftülüğünde üçü sacayağı gibiydi. Onlar evliya insanlardı. Onların misalini bulamazsın şimdi.
-Hocam, bulunduğunuz ulema meclislerinde Bediüzzaman’dan bahsedilir miydi?
-Efendim, Bediüzzaman’ın Mustafa Sabri Efendiye mektup yazdığını hatırlıyorum. Mustafa Sabri Efendi’ye “benim kitabımı Arapçaya tercüme et” diye teklifte bulunmuştu. Mustafa Sabri Efendi tebessümle karşıladı “Onu biz Dar-ül Hikmet’e almıştık, çok iyi olmuştu” dedi. Sonro o kitabı Ali Yakup Efendi aldı okuyordu, bayağı devam etti. Mustafa Sabri Efendi böyle dinledi. Sonra "Herhalde Ali Yakup Efendi bu gece sabaha kadar bu kitabı dinletecek bize" diye latife etmişti.
Gördüğüm âlimler hiç onun aleyhinde konuşmadılar. Aleyhinde değil, takdir ifade eden sözler söylemişlerdi.
Bediüzzaman’ın çeşitli tavırları vardır. Mesela Meşrutiyeti savunmuştur. Hatta burada, Fatih mahfelinde, Sultan Abdülhamid’in aleyhinde, ittihatçıların lehinde hitabede bulunduğunu ben Ömer Nasuhi Bilmen’in ağzından işittim.
Sonra nedamet etmiştir. Ama “innemel itibari bil havatim” var ya, “bir insanın sonunadır itibar." Bediüzzaman hapishaneye girince başka bir Bediüzzaman oldu. O geçmiş olan Bediüzzaman’dan nedamet etti. “Euzubillahi mineşşeytani vessiyaseti” dedi ve Sultan Abdülhamid Han’ın torunu Rukiye Sultan ki, Sultan Abdülhamid’in büyük oğlu Selim Efendi’nin kerimesi, Osman Turan’ın kayınvalidesidir.
Bediüzzaman son İstanbul ziyaretinde bu hanımın kapısına gidip, Osman Turan’a diyor ki; “Ne olur kayınvalidenize söyleyin. Ben onunla konuşmak istiyorum.” Osman Turan diyor ki; “ Kendileri erkeklerle görüşmek istemez.” Onun üzerine kapı aralanıyor. Bediüzzaman diyor ki; “Biz gençliğimizde o günkü havaya kapılarak cedd-i âlâ hakkında hürmetsizlik yaptık. Şimdi ben de onun yanına gidiyorum. Nolur, o mübarek dedeniz namına beni affedin ki ben ona kavuştuğumda utanmayayım. Ne olur, rica ediyorum diyor ve gidiyor. Böylece helalleşiyorlar. Bunu Kadir Mısıroğlu’ndan dinlemiştim.
Bediüzzaman’la alakalı bir şey daha aklıma geldi. Onu da anlatayım. Ali Haydar Efendi demişti ki; “Bediüzzaman İstanbul’a ilk geldiğinde(1907) birçok ulema gibi ben de gittim. Kapısında “Burada her soruya cevap verilir, kimseye soru sorulmaz” yazılıydı. Mutavvel’den(Dersiamlık imtihanı bu kitaptan yapılırdı) çok zor bir sual hazırladım. Tereddütsüz ve çok isabetli, en doğru cevabı verdi. Gördüğüm en zeki insanlardandır.”
-Bediüzzaman’ı görmek size nasip oldu mu hocam?
-Uzaktan gördüm. Beyazıt Camii şerifinde Cuma namazını kılmış, çıkıyordu. Fakat bir de bir kere, vefat ettikten sonra rüyada gördüm. Bir mecliste uzaktan onu seyrediyordum. “Gel, gel.. Sen ders okutan kimsesin, seni seviyorum” dedi. Allah rahmet eylesin.
O hapishanedeki hayatında hiçbir zaman yes’e, ümitsizliğe kapılmadı. O günün zor şartları içerisinde imani esasları ihya ve beyan eden güzel eserler meydana getirmiştir. Bu herkesin yapabileceği iş değildir. Fevkalade bir hadisedir, o zor şartlar altında..O günkü o zor şartlar içerisinde , o eserleri yazmak büyük bir iman eseridir.
—Süleyman Efendi ile görüştünüz mü?
-Süleyman Efendinin dersine bir hafta kadar devam etmiştim, Şehzadebaşındaki evinde bir hafta kadar ondan ders okuduk. Bir hafta sonra takibat başlayınca- o zaman takibat çoktu- o, dersi kesti. Ben de burada Gümülcineli Mustafa Lütfü Efendinin dersine katıldım. Fakat ben onu da daima hayırla anarım. Fatih’in son mücaz(icazet verilmiş hoca) dersiamlarındandı. İbadet ü taatına daim, İslami ilimlerin okutulmasının zaruri olduğuna itikad eden çok gayretli bir kimsedir. “İslami ilimleri ihya etmezse bu memleket tehlikededir” diye bu tehlikeyi hisseden bir kimseydi.
Devrin ehl-i küfrüne karşı nefreti vardı. Hangi hoca ki, küfrün ele başlarına nefreti vardır, ben o zatın sâlih ve kâmil olduğuna itikad ederim. Onun da zamanın ehl-i küfrüne nefreti çok şiddetliydi. Hele o azimet, o hapse girip de yine devam etmek ne demektir biliyor musun? O, polat gibi iman ve azimet sahibi olmaktır..
-Devam edecek-
Fotoğraflar -Sırasıyla-
1-Emin Saraç Hocaefendi
2-İskilip'li Atıf Efendi
3-Ali Haydar Efendi
4-Ömer Nasuhi Efendi
5-Hüsrev Aydınlar Efendi
6-Bekir Hâki Efendi
7-Bediüzzaman Hazretleri
8-Mustafa Sabri Efendi
9-Süleyman Hilmi Efendi
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
Abdullah, 2012-05-30 04:55:06
Çok faydalı bir yazıydı.Allah razı olsun. sevenleri olarak biz kabul ettik. ALLAH TA kabul buyursun inşaallah...bu dünyayı ve bizi ALLAH azze ve celle sahipsiz salihsiz ve velisiz bırakmasın inşaallah..(zaten eksik olmaz)
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
Recep, 2012-02-24 14:43:09
SELAMUN ALEYKÜM Emin saraç hocamız halen fatih caminde derslere devam ediyormu sabah namazından sonramı yoksa kaçta acaba
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
tarık, 2010-07-08 14:55:11
Hocaefendi her pazar sabahı Fatih camiinde şifa-ı şerif dersi okutmaktadır. Ama yaz tatilinde. Ramazandan sonra ulaşabilirsiniz.
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
Kerem Gürleyen, 2009-12-17 03:27:19
SELAMUN ALEYKÜM, ABİ SİZDEN İSTEĞİM ''EMİN SARAÇ HOCAEFENDİ'' YE NASIL ULAŞABİLİRİM SİZDE ADRESİ VAR MI? ABİ GERÇEKTEN ÇOK ÖNEMLİ BENDE EFENDİNİN ELLERİNDEN ÖPMEK İSTİYORUM HAYATİ MESELE HZ.MUHHAMMED(S.A.V.) SİZE NASIL DUA EDERDİ İSE Bİ İYİLİĞİNİZE KARŞILIK BENDE ÖYLE DUA EDİYORUM SİZE ÇOK SAOLLUN ALLAH A EMANET ABİ
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
seydi, 2009-11-21 00:46:17
allah razı olsun okumak tan keyf aldım dua ile.
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
gülten koç, 2009-10-03 20:30:51
Allah razı olsun cok guzeldi Rabbim hepsinin sefaatine nail etsin cok duygulandım
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
Meriç Özer, 2007-12-27 09:22:03
Saraç hocaefendi ile kitaplık bir röportaj yapılsa ve Ali Ulvi beyin hatıratı gibi yayınlansa diye düşünüyoruz. kendisine iletemez misiniz acaba
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
Cevaplar.org, 2007-12-12 00:21:01
Yeni Dünya Dergisi Aralık 2007 sayısında bu röportajımızıizin alarak, kısaltarak yayınlamıştır. Yalnız, hatalı kesim sonucu, Elmalılı Hamdi Efendinin Abdülhamid han hakkındaki hal fetvası sehven Bediüzzaman'a mal edilmiştir. Tabii bu durum Emin Hocamızı ve bizi üzmüştür. Saygıyla arz ederiz.
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
halil ibrahim, 2008-02-01 11:29:40
son osmanlı devri alimlerinden bizlere kadar uzanan bir köprü vazifesi yapan emin hocamız zamanımızın bu yönü ile ender şahsiyetlerinden. mülakatınız için teşekkürler. inşallah daha uzun ve tafsilatlı mülakatlarla birlikte o devirden kalma inciler dizisinden ziyadesi ile istifade ederiz.
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
Abdülkadir Bad, 2007-03-04 08:54:52
Kardeşim Salih bey, bu defa yazıyı tamamen okudum okudum.Emin Saraç hocanın Ömer Nasuhi hocadan naklen aktardığı rivayette eksiklikler ve yanlışlıklar var. Şöyle ki; Bediüzzaman hz.lerinin 1907'de herhangi bir nutku ve bir makalesi varid değildir.Fakat 1908'in temmuzundan sonra meşrutiyeti;meşruta-i şeriyyeye tatbik ederek;tek reyli saltanattan -alem-İslam için-daha faydalı olacağını savunan bir çok nutuk ve makaleleri ortada.. ve perde altında kalan bir tarafı ve rivayetten rivayete bir ihtiyacı yoktur.Asar-ı Bediiye eseri bu mesele için yayınlandı. Demek ki:-sonra peşiman oldu, eski fikirlerinden vazgeçti -gibi indi yorumların hiçbir değeri yoktur. Kadir Mısıroğlu'ndan yapılan rivayette de fihi nazar vardır. Hz üstad 1952 ve 1953'te geldiği İstanbul'da daima ve her zaman talebeleriyle birlikte gezerlerdi. Mısıroğlu'nun rivayetinde olan hadisenin bir ikinci şahidi yoktur. Görüşmek üzere, selamlar...A.kadir Badıllı
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
DİĞER YAZILAR
Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır.
Bakara, 185
GÜNÜN HADİSİ
Alî b. Ebî Tâlib (r.a.)'dan :
"Benim ağzımdan yalan uydurmayınız. Her kim benim ağzımdan yalan söylerse Cehennem'deki yerine hazırlansın."
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...