TÂHİRÎ MUTLU
20. asrın tam başında, 1900 senesinde dünyaya teşrif eden Tâhîrî ağabeyimiz Isparta “Atabey”lidir. Üstad’ımızın ifâdesiyle “Kahraman Tâhirî” îman kurtarma dâvasının sarsılmaz ve yanılmaz bahadırlarındandır.
20. asrın tam başında, 1900 senesinde dünyaya teşrif eden Tâhîrî ağabeyimiz Isparta “Atabey”lidir. Üstad’ımızın ifâdesiyle “Kahraman Tâhirî” îman kurtarma dâvasının sarsılmaz ve yanılmaz bahadırlarındandır. Üstadımızın bütün vasiyetlerinde vâris olarak adı geçen Tâhirî Mutlu ağabey çoluk çocuğu ile beraber; bağını, bahçesini her şeyini Nur hizmetine feda etmiştir. Üstadla beraber Denizli ve Afyon hapishanelerinde yatmıştır. Vefâtlarına kadar hayatı ya “Medrese-i Nûriye” lerde veya “Medrese-i Yûsufiye” lerde geçmiştir. 3 Nisan 1977 de İstanbul’da vefat etmiştir. Mezarları Eyüpsultan kabristanındadır.
***
Çoluk çocuğu ile hizmetteydi
Bayram ağabey bize anlatırdı: Tâhirî ağabey çoluk çocuğu ile beraber; bütün dünyevî varlığını bağını, bahçesini satıp hizmet yolunda sarf etmiştir. Risale-i Nur’da muhtelif vesilelerle bu te’yid edilmektedir. “Bizi ve Kastamonu şakirdlerini kıyamete kadar minnetdar eden ve müstesna kalemiyle Risale-i Nur'un hemen umumunu bu havaliye yetiştiren ve evlâd ve peder ve vâlideleri ve refikasıyla Risale-i Nur'a hizmet eden kahraman Tahirî kardeşim!..” (Kas. L. 258)
“Tahirî'nin Denizli hapsinde unutulmaz hâlisane hizmeti ile ve Nurlara sarsılmaz sadakatıyla ve yanılmaz zekâvetiyle ve çekilmez bahadırlığıyla, daire-i Nur'da ehemmiyetli makamı için; bütün bu defaki mektubunu Lâhika'ya geçirdik. Başta Nur'un şakirdlerinden vâlidesi Zübeyde olarak, akrabasına ve rüfekasına selâm ederim. Cenab-ı Hak onlardan ebeden razı olsun, âmîn!” (Emirdağ L.161)
Yine Bayram ağabey anlatırdı: “Bir kabahatımızdan dolayı Üstad hiddetlendiği zaman biz önce Tâhirî ağabeyi gönderirdik. Üstad da: ‘Tâhirî’nin hatırı için sizi affettim” derdi.
Tâhiri ağabey dâima Kur’an hurufu ile yazılan risalelerden okurdu. Bir gün bize “Üstad bana ve Hüsrev’e yeni harfi yasakladı” demişti. İşin sırrını Üstadımızın Şualardaki bir mektubunu okuyunca anladık.
“Kardeşlerim! Yeni hurufla yazdığınız iki mesele, cidden tesirini gösterdi. Birinci, İkinci, Üçüncü Mes'eleleri de yazılsa çok iyi olur. Fakat Hüsrev ve Tahirî gibi kalemleri Kur'ana ve Kur'an hattına mahsus ve memur olmalarından bana endişe verir. Başkalar yazsalar daha münasibdir.” (Şualar 304)
Bir gün de “Tevruz”da arkasında ikindi namazı kıldık. Sonra ben imamlık yaptığı seccadeyi katlayıp bir köşeye atıverdim. O gülerek gür sesiyle: “Keçeli! O Üstad’ın seccadesidir niye atıyorsun!” diye ikazda bulundu. Her hareketi, her tavrı Üstad’a sadakat ölçüsünün işâretlerini taşıyordu.
Tâhirî ağabey pek hâtıra anlatmaz, biz de fazla soramazdık. Fakat diğer ağabeyler ve yakınında bulunanlar o dillere destan hizmetlerini hep anlatırlar. Tâhirî ağabey Üstad’ımızın duasıyla kendi makamını bilmeyen velilerdendi.
BAYRAM AĞABEY TÂHİRÎ AĞABEYİ ANLATIYOR
Ben Üstadın Tâhirî ağabey gibi hiçbir ağabey hakkında bahsettiğini hiç kimseden duymadım. Üstad “Tâhirî dünyada kendisini bilmesin” diyordu devamlı. Üstad bir gün “Tâhirî!” dedi. “Buyur efendim!” “Azıcık kendini bilmek istermisin, bu hizmette istihdam olunmanı mı istersin?” “Aman efendim! Aman efendim! Ben kendimi bilmek istemiyorum, istihdam olunma mı istiyorum” demişti. Allah razı olsun. Yâni Tâhirî ağabey gibi Nur Talebeleri dua musluğu idi. Böyle bilhassa fedakâr ağabey ve kardeşlerimize yâni nur talebelerine öyle dua ederdi ki, Peygamber (a.s.v.) dan sonra bütün nur talebelerine teker teker dua ediyordu. Ve ondaki fedakârlık hiçbir adamda yoktu.
Tâhirî ağabey her şeyini sağlığında satıp hizmet yolunda kullandı
Üstad umumiyetle her gün hava almak için gezerdi. “Ben havasız yaşayamam, gıdasız yaşayabilirim, yemek yemeden yaşarım.” Her gün söylerdi. Hatta soba yaktık mı hemen böyle geldiği zaman pencereleri açar, havalandırırdı. Üstadın dizleri ağrıyordu, Üstadımız çok rahatsız oluyordu, dizlerini böyle… ovalardık.. işte o zaman bakardık Tâhirî ağabey bir jip almış gelmiş, bir fayton almış gelmiştir. Üstad “evladlarım şuraya da gidelim” derdi, “ama Üstadım benzinimiz yok” derdik; “şu tepeye de gidelim evladlarım” derdi Üstadımız. Bizi hiç sıkmadı Tâhirî ağabey. O anda Tâhirî ağabey ne kadar tarlası varmışsa satmış. Tarlasını satıp satıp hizmete vermişti.
Biz Isparta’ya vardık, başka kimsemiz de yoktu. Sonra bana bir gün: “Ahi! Ahi! Damatlara mı kalacak, Allah onların rızkını verir” dedi. Hakikaten bir evi kalmıştı, onu da sağlığında Kur’ana verdi. En bahtiyar O, hepsini verdi hizmete. Bizi çok sıkmadı. Allah razı olsun. Hiçbir günden bir güne Üstad’a “olmaz efendim” yoktu. Hiç kat’iyyen demedi. “Tâhirî!” dendi mi “tamam efendim!” derdi. Onun için Üstad “Yâ Rabbi! Tâhirî kendini bilmesin” diyordu, mükerrer defa, belki en aşağı 20 sefer duymuşumdur. Hiçbir ağabey hakkında duymadım böyle.
VAHŞÎ ŞÂBAN AĞABEY TÂHİRÎ AĞABEYİ ANLATIYOR
Tâhirî ağabey namaz kılıyor, son rekat’e gelmiş. Ben geldim birinci rekat’e yeni durdum, yâni o son rekatte iken ben birinci rekattayım. Ben namazı bitirdim selâm verdim Tâhiri ağabey benden sonra selam verdi, bana: “Keçeli! Sen nasıl namaz kılıyorsun öyle? Ben son rekatte iken durdun benden evvel selâm verdin!” Ben dedim: “ağabey biliyorsun ufak çarklar çabuk döner.” “Cevabı da hazırlamışsın keçeli!” dedi. Tâhirî ağabey işte böyle kendini bilmeyen bir evliya idi.
***
1970 İSTANBUL.
TÂHİRÎ MUTLU AĞABEYİN SES KAYDINDAN:
Tâhiri Ağabey Denizli hâdisesini anlatıyor
Denizli mahkemesini başlatan Vâlinin babası Hâfız ve Kurân Hocası, Savcı ise vaktiyle medrese hocası. Denizli hâdisesi mâlûm biliyorsunuz ki 5.Şua’nın sebebiyle meydana geldi. 5.Şua Denizlinin Homa Nahiyesinde ele geçiyor. Sonra baş Müdde-i umûminin ve Vâlinin haberi oluyor, Homa’ya gidiyorlar. Denizli baş müdde-i umûmisi vaktiyle medrese hocası imiş. Vali de Ispartalı, babası Fâik Hoca derler onun oğlu ve hâfızdır da. Mütemâdiyen Kur’an yazar, onunla meşgûl olurdu. Öyle mübarek bir zattı babası.
Müdde-i umûmî vâliye “efendim bunda bir şey yok, ehemmiyeti yok bunun. Bu ufak bir sivilcedir, biz bunun başını kopartırsak bu büyür” diyor. Vâli “Yook! Bak Süfyan demiş, deccal demiş” diyor. Neyse 9 Ramazan günü 5 kardeşimize tevkif kesiyorlar. Başta Üstad Hazretleri, Hüsrev, Rüştü, Nûri Benli.. ondan sonra peyderpey bizleri de topluyorlar. Biz hep Isparta’da birikiyoruz. Vakta ki Üstad geldi Kastamonu’dan evraklar tekemmül etti; bir gün sabah “sizi Denizliye sevk ediyoruz” dediler. Herkes yükünü sırtına aldı, hapishaneden istasyona gidiyoruz, neyse istasyona vardık. Bir gün evvelden içinde saman gelen bir vagona doldurdular bizi, 65 kişi hepimizi birden, bütün eşyalarımız da içeride. Kapattılar demirini. tavanda küçük pencere var tâ yukarıda, oradan rüzgarın tesiriyle saman geliyor üzerimize. Bu bir şey değil de insan büyük hâcetini tutabilir bir dereceye kadar; fakat ufak zarureti imkânı yok tutamaz. Bereket versin ki bir kardeşimiz Allah’tan bir testi almış. Biz onu bir yere koyduk zarurî olanlar orada def ettiler.
Akşama yakın Denizliye vardık. Bizi hapishaneye götürüyorlar, atın üstünde böyle gidip-gelen kumandandı herhalde. Denizli hapishanesi şehrin içindeymiş, yeni bir tane yapılmış, şehrin çok dışına çıkarmışlar. Hazret-i Üstad, 75-80 yaşlarında ihtiyar Hasan bey var onunla kelepçelendi. Hazret-i Üstadın sırtında gibi gidiyordu, yürümeye vakti yoktu Hasan Bey’in, o kadar ihtiyar. Neyse vardık hapishanenin önüne oturduk, eşyaları taharrî ediyorlar, ekmek filan götürmüştü bazı kardeşler. Bunların hepsini bir torbaya kovuverecek hale getirdiler.
Denizli Hapishânesindeki hizmet
Hapse girdik ilk işimiz akşam namazını kılmak oldu orada. Bazı kardeşler sabahtan akşama kadar abdestini tutabilenler kılmışlardı. Olmayanlar zarûrî bekledik. 32 kişi bizi bir koğuşa verdiler, bir yer bölünmüş orada. hapishane aynı tayyare biçiminde; iki tarafı mevkuf, hafif ceza; arkası kuyruğu ağır ceza; önü gardiyan, müdür vs.. Biz orada üst üste yattık. Sabahleyin ezan, namaz, ezkâr olarak: Salat-ı Nârîye hatim, 4444 kere, 32 kişiyiz, herkes okuyabildiği kadar okurdu. Santral Sabri Hoca âlimdi o duasını yapardı.
Bunlar bizim için demişler: “bunlar toplu isyan edecekler.. şöyle adamlar..
böyle adamlar..” diye bizim aleyhimizde mahpuslara propaganda yapmışlar. Mahpuslar bakıyorlar; bunlar ezan okuyorlar, namaz kılıyorlar yiyorlar yatıyorlar. “Bunlardan ne zarar gelecek” diyorlar. Bunlar “biz de Müslümanız, biz de namaz kılalım” demeye başladılar. Biz koğuşumuzda diz dize duruyorduk. “Sizin odanız var mı?” “Var” dediler. “Bizde imam çok, siz hazırlanın size beş vakit kıldırsınlar” dedik. Onlar da başladılar elhamdülillah namaz kılmaya. “Efendim biz Kur’an okuyacağız” “buyrun hemen” dedik. O idamlıklar falan çoğu beraat etti çıktı, bu halde elhamdülillah günden güne ilerliyordu.
Bizi oraya o zamanın Reis-i Cumhûru 1944 de onun planı varmış hakikaten. Fakat Cenab-ı Hakkın inayeti ile biz girdikten 5-10 gün sonra “Turancılar” diye bir şey çıktı, onlar girdi, bizi unuttular. Kendi kendilerine uğraşmaya başladılar.
Nihayet mahkeme başladı. Bizi bahçelerden götürüyorlardı. Hemen adliyenin önüne çıkıyoruz, hemen bizi içeri sokuyorlardı, bizi halka göstermiyorlardı, korkuyorlardı. 65 kişiyi böyle ikişer ikişer..
Mahkemede akşam namazı gireli hayli müddet oldu. Hazret-i Üstad yerinden kalktı dedi: “Ben namaz kılacağım.” “Efendim kaza…” “Olmaz!” dedi, doğruldu ve gitti. Hâkim mübâşire dedi: “Git namaz kıldır getir.”
En çok hoşuma giden Hazret- i Üstad gece kalkar ezkârını okurdu. Hapishanede çatı bir olduğundan ses.. Üstad biraz sesli okurdu. Ben de giderdim kapının önüne, demir kapının önüne, orada yanında gibiymişim gibi.. yânî ben dinlerdim çok muhrîk bir sesi vardı, çok fevkalade idi. Bundan 26 sene evvel. Vefatından 13 sene daha evvel. Ondan çok istifade ederdim elhamdülillah.
Tâhirî ağabey Urfa yolculuk hazırlığını anlatıyor
1960 Isparta’da Üstadın evinde: Hazreti Üstadla beraber Ramazan’ı şerifin birinci günü Bayram filan câmiye gittiler, ben evde kaldım. Üstad dedi: “Namaz kılacağız beraber.” Biz çok sevindik elhamdülillah.. “Üstadla beraber teravih kılacağız” diye. Üstadla beraber namaz kılmak ne demek yani.. öyle seviniyoruz ki. Ev; bir odada Üstad kalıyor, birinde biz kalıyoruz, biri câmi olarak.. Neyse Üstadla namaza durduk, Üstad farzda imam oldu, sünneti kıldık; Üstad “geç bakalım” dedi bana, biz imam olacağız Üstad’a teravihte. Üstad Hazretlerine karşı içtihad olur mu hiç “peki” dedik ve geçtik biz imamlığa. Böyle on bir gün namaz kıldık beraber. Ondan sonra Üstad rahatsızlandı, beraber kılamadık cemaatle, yalnız kılardı o zaman. Arkasında hiç teravih kılmadım. Ben Elemtere’den itibaren 10 sûreyi ağır ağır ki; rükû’da sücud’da da ağır ağır okudum. Taa Üstad’da yetişsin, malum ya Üstad Fatihayı okuyacak. İmamın arkasında Şafiye göre Fâtiha okunması farz. Onun için Hazret-i Üstad’ın Fâtihayı ikmal edebilmesi için ben ağır ağır okudum. Allah kabul etsin inşaallah..
Üstad hastalandı sonra Emirdağ’ına gitti. Tekrar Isparta’ya gelmek istiyor. Bize “Hazret-i Üstad hareket etti, hasta, çok hasta” diye telefonla haber verdiler. Üstad akşama yakın Isparta’ya geldi. Çok hasta ama, Zübeyrle beraber ikimiz koltuklarına girdik, yavaş yavaş; yavaş yavaş çıkardık yatağına yatırdık. Yorganı örtüyoruz hemen açıyor Üstad, biz örtüyoruz açıyor.. kardeşler gece nöbet beklediler. Zübeyr, Hüsnü, Bayram, Sungur.. sabah oldu, namaz kıldık, nöbet sırası bize geldi.
Üstad Hazretleri çok hasta.. uyur vaziyette yatıyor. Bir ara gözünü açtı “Hüsnü’ye söyle Urfa’ya ziyarete gideceğiz” dedi, tekrar gözünü yumdu…Biz duruyoruz başında Üstad Hazretleri uyur vaziyette yatıyor. Bir ara gözünü açtı “Hüsnü’ye söyle Urfa’ya ziyarete gideceğiz” dedi, tekrar gözünü yumdu. Ben hemen kalktım baktım kardeşler yatıyor, dedim “Kardeşler Üstad Hazretleri Urfaya ziyarete gideceğiz diyor” dedim. Emirdağ’ından gelirken arabanın lâstiği patlamış, yedeği takmışlar. Hüsnü “otomobilin biraz tâmire ihtiyacı var” dedi. Ben gittim söyledim Üstad’a. “Başka otomobile bakılsın” dedi. Vakit yok durmuyor, tâmirine müsaade yok.. vakit yok yani. Tekrar geldim, ben yine “kardeşler Üstadımız başka otomobile bakılsın diyor” dedim. Öyle deyince hepsi birden hooop seferber vaziyeti aldılar, hemen patlak tekeri düzelttiler. Biz de bir yandan Üstadın eşyalarını taşıyoruz. Otomobile binince o ayaklarını salladığı boşluk var ya, orayı doldurduk ki Hazret-i Üstad yatak olarak buraya yatsın diye. Kardeşler hazırlandılar otomobil hazır. Üstad Hazretlerini kaldırdık giydirdik, yine koltuklarından tutuyoruz. Zübeyr dedi ki: -Allah rahmet etsin- “Ağabey Üstad’a bir daha tekrar edelim, Üstad’ın ateşi var..” “çok iyi olur” dedim. “Üstadım Urfa’ya ziyarete gidiyoruz” dedi Zübeyr. “Evet” demeye vakti yok Üstadın, bu derece hasta, kafasını salladı “evet” demek istediğini anladık. Yavaş yavaş indirdik. Otomobilin kapısına oturttuk. İki koltuklarından tuttum, kardeşler ayaklarından tuttular hazırladığımız yere çektik, yatırdık elhamdülillah onu. Kardeşler de bindiler.
Urfa’ya Üstadla beraber Bayram da gitmek istiyordu
Bayram da gitmek istiyor. Fakat Üstad Hazretleri evde bir kişi bırakmaz, dâima iki kişi bırakır, yine Bayramla ikimiz kalacaktık. Fakat Bayram da Üstadla gitmek istiyor, O da şoför, ehliyeti var. Üstad ben …… (anlaşılamadı) olduğumdan Üstad Allah razı olsun ne söylesem kabul ederdi. Dedim “Üstadım çok uzun mesafeye hareket edeceksiniz, Bayram da Hüsnü Kardeşimize yardım etse, müsaade etseniz” “peki” dedi. “Bayram hazırlan bakalım haydi!” dedik, bindiler, garaj kapısını açtım. Garaj kapısı kapalı iken hazırlandılar, kapıyı açtım ondan sonra uğurladım.
Sahaflarda İşârat-ül İ’caz” ve matbu “Lemaat”
Üstad Hazretleri Risale-i Nur’da olan âyetleri 155 sayfaya yakın olarak yazdırmış, gönderdi Ispartaya. Ispartada Hâfız efendi yazdı evvelâ sonra biz yazdık ikinci olarak. Başta Fâtiha, Sûre-i Bakara.. Elif Lâm.. mim. Ondan sonra Kur’an-ı Azimüşânın 25. sahifenin son satırından başlar ki bunu yazmış göndermiş.
1942 senesinde İstanbula geldik, biz bunu burada tab’ ettirdik elhamdülillah. O sene ben burada 45 gün kaldım İstanbulda. Ekmeğin de kıt senesi, yok ekmek. Kaç para verirsen ver ekmek yok. Belediyeden karnen varsa ekmek var. Ben de sabahleyin kalktım mı ilk Belediyeye gidiyorum karnemi imzalattırıyorum, ondan sonra vazifem neyse onunla meşgul oluyordum.
Bu arada sahaflara gidip ben kitap soruyorum “Bediüzzamanın eserlerinden var mı?” diye. Derken bir tane “İşârat-ül İ’caz” bir tane matbu “Lemaat” buldum. Sözlerde Lemaat var ama hepsi değil, Lemaat aslında daha büyüktür. Sonra vapurla Önce Zonguldak, ertesi gün İnebolu, ertesi gün Kastamonu’ya vardık elhamdülillah. Üstad bizi kabul etti, yanına girdim, ben kitapları gösterdim. Lemaat’ı görünce çok sevindi. İşârat-ül İ’caz varmış yanında, hatta kendisininkini bize verdi, bizimkini kendine alakoydu. Lemaat’a çok sevindi, o zaman Mevlâna Hazretlerinin cübbesini giydirdi bize.
Bir pusula için Üstad 4 saat yayan yürümüş
Üstad Barla’da iken bir pusula yazmış Santral Sabri’ye gönderilecek. Çıkmış birisine rast gelip göndermek için, kimseye rast gelmemiş. Yayan taa bir buçuk saattan fazla devam eden Hacı Sabrinin köyüne kadar varmış, kapıyı çalmış; “efendim çıktı ova’da kendisi” demişler. Ova’ya gitmiş bulmuş yazdığı pusulayı teslim etmiş, Barla’ya dönmüş Üstad Hazretleri. O gün Üstad üç dört saat yayan yürümüş, pusulanın vaktinde yerine gidebilmesi için.
İSTANBUL 3 NİSAN 1977 CENAZESİ
Sadakat, hilim ve fedâkarlıkta mümtaz bir insan olan “Tâhirî Mutlu” ağabey İstanbul “Kocamustafapaşa Tevruz Apartmanı”ndaki Dersâne-i Nûriye’de mukîm iken, 03 nisan 1977 Pazar günü saat 03 de hizmet ve meşakkat kapısını kapattı, ücret ve saadet âleminin kapısını çaldı.
Biz, Zonguldak’tan Ereğli’ye, Ereğliden bir minibüsle Düzce’ye, oradan da Ankara’dan İstanbul’a gitmekte olan bir otobüsle aynı günün gecesi 23:30 da İstanbul’a vâsıl olduk.
Tahminimizin aksine henüz pek kimse gelememişti Tevruz’a. “Said Özdemir” ağabey, İzmirden “Mustafa Birlik” ağabey ile çok az sayıda cemaat vardı. Gece yarısı terasta beyaz kefenlere sarılı “Tâhirî” ağabey’i görünce acz ve ürperti içinde titredik. Senelerce “ölümün sırrını ve mâhiyetini” açıklayan Risaleleri yazıp neşreden bu büyük ağabeyimiz, şimdi aynı hakîkatı hakkalyakîn olarak yazıyordu, ders veriyordu. Mübarek ağabeyimizin kıbleye göre cesedi ters konmuştu. Said Özdemir ağabey’e hatırlatarak kıbleye doğru çevirdik. O gece Tevruz çok tenha idi, sabaha kadar cüz dağıtılıp okundu.
Sabahleyin; “Bayram Yüksel, Hüsnü Bayram, Abdullah Yeğin” ağabeyler ve Anadolu’dan bir miktar daha cemaat geldi. Hatîm indirilmeye devam edildi. Saat 11:00 e doğru da Isparta Sav Kahramanlarından “Mustafa Gül” ağabey geldi. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, Tahirî ağabeyin yüzünü görmek istedi. Said Özdemir ağabey: “cemaatin önünü alamayız ağabey” dediyse de beraberce açtık. Gül ağabey Tâhirî ağabey’in yüzünü görünce “vay mübarek! vay mübarek!” diye ağlamaya devam etti. Ben de Allah’a şükrettim, O mübarek mütebbessim yüzü son defa çok yakından görebilmiştim. Said Ağabey sesli olarak bir dua okudu, herkes ağlıyarak Âmin!.. Âmin!.. Âmin!.. Diye duaya iştirak etti.
Öğle namazına bir buçuk saat kadar kala mübarek cesed’i tabuta koyup, üzerine bir bayrak sererek, Tevruz apartmanının 7. katından aşağıya indirdik. Aşağıda tabutun üzerine yeşil yazılı bir bez iğneledik. Sonra tabutu Bayram ağabeyin hizmette kullandığı “Steyşin Ford” arabasının arkasına koyduk. Önde şoförün yanında Bayram ağabey ile Tâhirî ağabey’in torunu vardı. Arkada tabutun iki yanında ise, sonradan Bayram ağabeyin bacanağı olacak “Ömer Rıza Akgün” ile beraber bulundum elhamdülillah, nasip olmuştu.. “Fatih Camîi”ne vardığımızda gözlerime inanamadım. Muazzam bir kalabalık vardı. Anadolu’dan akın akın “Nurcu” gelmişti, hâlâ da geliyordu. Koca Câmi ağzına kadar dolmuş, cemaat dışarı taşmıştı. Yıllarca birbirini göremeyenler bu vesile ile sarmaş dolaş oluyorlardı.
Cenaze namazını “Osman Demirci” Hoca kıldırdı. Kısa bir konuşmadan sonra, binlerce parmağın uçları üstünde “Eyüp Sultan” a doğru hareket edildi. Tabut bir ara arabaya kondu. Çok izdiham vardı, namazdan evvelki hele Tevruz’daki sukûnet, rahatlık kaybolmuştu, tabuta yanaşamadım bile. Biz de hızla gidip, Eyüp Kabristanına önceden vardık. Kabir yeri Zübeyr ağabey’e çok yakın. Defin sırasında hâfızlar Kur’an okudular, Osman Demirci Hoca konuştu. Defin işi bittikten sonra, herkes yere çömeldi, “Mustafa Sungur” ağabey megafonu alarak Tâhirî ağabey ile alâkalı iki hâtıra anlattı:
*Bir gün Üstad’ımızın yanında, “Benim Hâlıkım bu dünyayı bana hane yapmış, güneş benim bir lâmbamdır, yıldızlar benim elektriklerimdir, yeryüzü çiçekli-miçekli halılarla serilmiş benim bir beşiğimdir... ilh.” okunurken Üstad Tâhirî ağabeye dönerek: “Tâhirî! Sen böyleyim diyebilirsin” dedi. (Sözler 502)
*Afyon Hapsinin verdiği sıkıntılardan dolayı bazı kırgınlıklar, ihtilâflar belirmişti. Çok müteessir olan Üstad’ımız Allah’a müteveccihen: “Yâ Rab! Yok mu benim hiç ihtilâflara girmeyen talebem?..” diye yalvarmış. Üstad bize “İşte o zaman bana Tâhirî gösterildi” demişti.
TÂHİRÎ AĞABEYDEN ANKARAYA
1970 li senelerin ilk başlarında Ankara’da talebe iken İstanbul’dan bize bir mektup geldi. Üstadımızın o zaman henüz yayınlanmamış olan bir lâhikası ve Tâhirî ağabeyin hâşiyesi vardı içinde. Eyüp Ekmekçi ağabey tarafından gönderilen bu mektup bize çok şevk ve moral vermişti. Çünkü o zaman ki hâle tam mutabıktı.Ö.Özcan
Tâhirî Ağabeyden Ankaraya:
“Mübarek Eyüp kardeşimizin sûretini gönderdiği muazzez Üstadımızın mektubunu şimdi Ankara’da hâlisâne hizmet eden çok hâlis kardeşlerimize hitaben yazılmış gibi telâkki edin. Ben Eyüp’ün sûretini yazdığı Üstadımızın bu mektubunu onbeş dakika evvel lâhikaları tashih niyetiyle okurken altına yazdım ki: “Bu mektubun sûreti Ankara’ya gönderilsin. Zira;
Üstadımız şimdi ONLARA HİTAP EDİYOR.” Bunu yazdım ve hepsini sarıp yerine kaldırdım. On dakika sonra bu mektubu gördüm. Güzel tevafuk olduğu için bu hususları yazdım, kusura bakmayınız. Birer birer bu Üstadımızın mektubunu kardeşlerimin okumalarını ve Ankara Nur’un ve İslâm’ın en güzel en ihlâslı hizmet tarzıyle bu millet ve memlekete fâideli olduklarını anlayıp şevk ile ve birbirlerine yardım ve “fenafilihvan” ve “fenafinnur” manasında çalışsınlar.”
***
Aziz, sıddık kardeşlerim ve Nur'un genç kahramanları!
Evvelâ: Ruh u canımızla sizin Ankara gibi yerde hârika bir tarzda hizmet-i Nuriyenizi tebrik ediyoruz. Hakikaten ümidimizin fevkinde ehl-i maarif ve mektebliler kısmında çok ehemmiyetli bir intibaha vesile oldunuz. Bir senede Ankara gibi bir yerde bu hizmetiniz, on senede ancak yapılacak. Az bir zamanda bu vazife-i imaniyeyi yaptığınıza kanaat edip kuvve-i maneviyeniz ehemmiyetsiz hâdiselerle kırılmasın. Belki daha şiddetli çalışmanıza vesile olsun. O gibi yerlerde dâhilden ve hariçten gelen yirmi kadar siyasî ve içtimaî cereyanların hodfüruşane ve garazkârane çarpıştıkları bir zamanda Kur'an ve imana hizmetiniz ve Üniversitelilerin Nurlara takdirkârane sahib çıkmaları; bütün Nurcuları sevindirdiği gibi, ileride inşâallah âlem-i İslâm'ı da sevindirecek. Sizlerin az hizmetinizde mükâfat çoktur. Bazan askerlikte ağır şerait altında bir saat nöbet, bir sene ibadet hükmünde olduğu gibi; sizler ve İstanbul Üniversiteli Nurcuları dahi, az zamanda çok vazife gördünüz. Mesaînizin semeresi az da olsa kanaat ediniz. Mücahede cephesinde bazı zaîflerin geri çekilmesi, cesurlarda daha ziyade kahramanlık damarını tahrik ettiği gibi; Nur fedakârları, vehhamların çekilmesiyle daha ziyade gayret ve sebata belki şevk ile daha ziyade çalışmağa sebeb olmak gerektir. Evet Risale-i Nur'un mühim bir hakikatından siz fıtraten bir ders aldınız. Yine o hakikatı nazar-ı dikkate alınız; o da şudur: Vazifemiz ihlas ile iman ve Kur'ana hizmet etmektir. Amma bizi muvaffak etmek ve halka kabul ettirmek ve muarızları kaçırmak ise, o vazife-i İlahiyedir. Biz buna karışmayacağız. Mağlub da olsak, kuvve-i maneviyeye ve hizmetimize noksanlık vermeyecek. O noktada kanaat etmek lâzımdır. Meselâ: Bir zaman İslâm'ın büyük bir kahramanı Celaleddin-i Harzemşah'a demişler: "Cengiz'e karşı muzaffer olacaksın." O demiş: "Vazifemiz cihad etmektir. Bizi galib etmek vazife-i İlahiyedir. Ona karışmam." Sizin şimdiye kadar sarsılmadan hâlis hizmetinizin delaletiyle, siz de bu kahramana iktida etmişsiniz. Binden bir-iki adam sizden kabul etse, yine sarsılmamak gerektir. Bazan bir-iki adam, bine mukabil geliyor.
Sâniyen: Ankara'da bu sırada nazarlar dünyaya ziyade çevrilmiş. Ve iktidar kısmı daha tam prensibini kabul etmeğe vakit bulamamış. Müteaddid partiler kendine tarafdar bulmak için veya kabahatlerini seddetmek için elbette çok çalışıyorlar. Ve İslâmiyet ve Kur'an aleyhindeki hariçteki cereyanlar elbette dâhilde bazılarını bulmuşlar ki; Kur'an lehinde cidden çalışanları uçurmak, kaçırmak, evham vermek gibi propagandalarla hakikî fedakâr olmayan veya dünya ile ve fazla dostlar ile alâkadar olanları evhamlandırıyorlar ve Nurcuların da kuvve-i maneviyelerini kırmağa çalışıyorlar. Said Nursî (Em.L.56)
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
babo, 2007-10-20 05:38:45
Kelimelerin tukendigi söylesi.Muazzam bir anlatim ve yasam. Allah site ekibine hayirli ömurler versin. sagolasiniz.....
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
DİĞER YAZILAR
YUSUF ÜNLÜ(1936 -)
Cübbeli Ahmed Ünlü hocaefendinin babası Yusuf Ünlü 1936’da Giresun’un Göreli İlçesinde
YILMAZ DUMAN(1938 -)
Denizlili Emekli Lise Öğretmeni Yılmaz Duman, 1951’de Türkiye’de ilk açılan yedi İmam Hat
ÜMMÜHAN ERGÜN(1913 – 1976)
Nur Fabrikası sahibi, Denizli şehidi, İslamköylü Hafız Ali Ergün’ün akıl sınırlarını
ÛLVİYE SÜMER (1895 – 1974)
Ûlviye Sümer, Risale-i Nur’un Kastamonulu hanım kahramanlardandır… “Âsiye, Ulviye, Lütfi
TACEDDİN TOPAL(1927-2020)
Taceddin Topal ağabeyimiz Isparta/Yalvaçlıdır. Yalvaçlılar O’na Taci Dede diye biliyor ve ö
ŞÜKRÜ ALTUĞ(1914 – 1984)
Isparta’nın Sav köyü bin kalemle Risale-i Nur eserlerini yazarak çoğaltan, Hz. Üstadın ifad
ŞEVKET AKIN(1923 -2021)
Batmanlı Şevket Akın, Bediüzzaman hazretlerini 1952 yılında Isparta’da ziyaret ediyor. Aynı
ŞAHABEDDİN ÜNLÜ (1945 -2021)
Bolvadinli Emekli Edebiyat öğretmeni Şahabeddin Ünlü ile Ankara’da halef selef oluyoruz. Biz
ŞAHABEDDİN GARGILI(1924 – 2017)
Molla Şahabeddin Gargılı, 1924 yılında Bingöl’ün Kığı ilçesinde doğmuştur. Erzurumlu
SÜLEYMAN ÇAĞAN(1930 - )
Malatya/Doğanşehirli Süleyman Çağan ağabeyimiz üç arkadaşıyla beraber Hz. Üstad’ı Ispa
SAİD NUR ÇELEBİ (1948 -)
Risale-i Nur hizmetkârlarından iki bahtiyar hanedanın silsilesi Said Nur Çelebi’de buluşuyor.
- ÖMER HALICI(1919 – 1954)
- OSMAN NURİ TOL(1885 – 1955)
- OSMAN AKSOY(1940 - )
- NEVİN HALICI(1939 -)
- NECATİ AKKOYUN(1934 -)
- MÜBAREK SÜLEYMAN (KÖSE)(1898 - 1963)
- MUSTAFA CENGİZ (1929 -2021)
- MUHAMMED ALİ ÖZTÜRK (1930 -)
- MUAMMER ŞENEL (1909 – 2000)
- MEVLÜD GÖNEN (1934 -)
- MEHMED KÜÇÜKAĞA (1924 – 1976)
- MEHMED KERVANCI(1940 - )
- MEHMET GÜLEŞÇİ
- MEHMED FIRINCI (GÜLEÇ) (1928 - 2020 )
- İBRAHİM GÜL (1892 – 1956)
- HÜSEYİN BİÇER (1923 -2018)
- HÜSEYİN AKÇAY
- HATİCE SOYLU (ALTUĞ)(1930 - 2013)
- HASAN HALICI(1940 -)
- HASAN BASRİ SARIÇAM
- HAMDİ SAĞLAMER
- HAFIZ MUSTAFA ERTÜRK (1906 – 1950)
- FİKRİ MERİÇ(1935 -2021)
- EŞREF EDİP FERGAN(1882-1971)
- AV. İBRAHİM ÜNLÜ(1942 - )
- ÂSİYE MÜLÂZIMOĞLU(1881-1981)
- ALİ YILMAZ(1936 - )
- ALİ SERT(1929 – 2017)
- ALİ RIZA MUHLİS(1927 - 2016)
Allah'ın ayetlerine küfredenler, peygamberleri haksız yere öldürenler ve insanlardan adaleti emredenleri öldürenler; işte onlara acıklı bir azabı müjdele.
AL-İ İMRAN, 21.AYET
GÜNÜN HADİSİ
"iman bakımından müminlerin en mükemmeli, ahlâkça en güzel olanlar ve ailesine en güzel davrananlardır."
Tirmizi
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...