M.SAİD ÖZDEMİR

Üstad’ımız tarafından “Risale-i Nur Naşiri” olarak vazifelendirilen “M.Said Özdemir” ağabey; Risalelerde geçen adıyla “Tillo’lu Said” 1930 Tillo doğumludur. 1938’den itibaren Ankara’da


Ömer Özcan

ozcannurs@hotmail.com

2007-12-13 22:10:54

Üstad'ımız tarafından "Risale-i Nur Naşiri" olarak vazifelendirilen "M.Said Özdemir" ağabey; Risalelerde geçen adıyla "Tillo'lu Said" 1930 Tillo doğumludur. 1938'den itibaren Ankara'da yaşayan Said ağabey, Diyanet İşleri Başkanlığı'nda "Ankara gezici vâiz"liği ve muhtelif vazifeler yapmış ve emekli olmuştur. Üstad Hazretlerini İlk def'a 1950 de Isparta'da şimdi müze olan evde ziyaret ediyor. 1952 de Atıf Ural, Mustafa Türkmenoğlu, Mehmet Birinci gibi ağabeyler ile beraber, Üstad'ın emriyle Sözler'in yeni harflerle tab'ını yapıyor. Daha sonra da Üstad'ımızın verdiği selâhiyetle tab' işine devam ediyor.

Üstad ile defalarca görüşen Said ağabeye Üstadımız hemen her seferinde neşriyatın ehemmiyetini telkin ediyor. Said Özdemir ağabey birçok defa da "Medrese-i Yûsufiyede" yatıyor. Bu mübarek ağabeyimiz "Risale-i Nur Nâşiri" olarak "İhlâs Nur Neşriyat"ı ve aynı adlı "İnternet Sitesi" vasıtasıyla bütün dünyaya hitap eden neşriyatına devam etmektedir. Şimdi Ankara Demetevler'de ikâmet ediyor. 1969 senesinden itibaren Ankara'da birçok defalar dersini ve sohbetini dinlediğimiz Said ağabeyi 30.08.2000 tarihinde ve daha sonraları birçok def'alar evinde ziyaret ettik. Bizi bir baba şefkatiyle kucaklayarak karşılıyor ve sabırla suallerimize cevap veriyor.

ANKARA 30 AĞUSTOS 2000

1970 lerden itibaren aradan 30 senelik bir zaman geçmişti, bizleri unutmuştu Said ağabey. Kendisine 1973 senesinde kendisinin de alakalı olduğu başımızdan geçen bir hâdiseyi hatırlattım: O zamanlar 1 Mayıs "Bahar Bayramı" diye tatildi. Biz de Ankara'da talebeyiz, 1 Mayıs hafta sonuna denk gelince tatil süresi üç güne çıktı. Said ağabeyimizin de Chevrolet marka bir pikap'ı vardı. Kendisinden İzmir'deki kardeşleri ziyaret etmek istediğimizi söyleyerek pikap'ı istedik. Arabayı Ulustaki "İhlâs Kitabevi" nin önünde şoförlüğümüzü yapacak "Malazgirit'li Burhan" kardeşle beraber Said ağabeyden teslim aldık. Arabada tam 11 kişiyiz, çoğu da 3 ay sonra öğretmen olacak. İzmir yolundayız, gece Uşak Dersanesindeki derse iştirak ettik ve orada sabahladık.

Derste Mesnevî-i Nûriye'den okunan mevzu sanki başımıza gelecek bir hâdiseye, husûsan bir kardeşimize işaret ediyordu. Sabah namazından sonra hemen yola çıktık, sesli olarak tesbihat yapılırken birden arabamız defalarca takla atmaya başladı. "Uşak-İzmir" arasındaki o meşhur keskin virajlardan birinin altındaki uçuruma düşmüştük. Çoğumuzda ciddi bir yaralanma yoktu, fakat "Emek İslâmevleri Dersanesi"nde beraber kaldığımız, çok ihlaslı bir kardeşimiz Antepli "Mustafa Doğan" ın omirilik soğanı kesilmişti, hareket edemiyordu. Hemen yola çıkıp bir otobüsü durdurarak bindik. Herkes bağıra bağıra "kelime-i Şehâdet" getiriyordu. Kaza'nın dehşeti bir anda üzerimize çökmüştü. Bizleri çeşitli hastanelere dağıttılar. Mustafa'yı ise ağır olduğundan "Ege Üniversitesi Hastanesi"ne yatırmışlar. Yüzümde, kemik görünecek kadar derin bir kesik vardı. Salihli Devlet Hastanesinde doktor canlı canlı dikti. Ertesi gün taburcu olup İzmir'e vardığımızda vâ esefa az evvel Mustafa'nın şehid olduğunu söylediler. Kendisini gözyaşlarıyla ancak morgda görebildik. Mustafa üç ay sonra öğretmen olarak mezun olacaktı. Allah Rahmet etsin ve şefaatine nâil eylesin…

Uşak Dersanesinde bir gün sonra vefat edecek olan Rahmetli Mustafa'nın ve hepimizin dinlediği en son ders : "İ'lem Eyyühel-Aziz! Kabir, âlem-i âhirete açılmış bir kapıdır. Arka ciheti rahmettir, ön ciheti ise azabdır. Bütün dost ve sevgililer o kapının arka cihetinde duruyorlar. Senin de onlara iltihak zamanın gelmedi mi? Ve onlara gidip onları ziyaret etmeğe iştiyakın yok mudur? Evet, vakit yaklaştı. Dünya kazuratından temizlenmek üzere bir gusül lâzımdır. Yoksa onlar istikzar ile ikrah edeceklerdir. Eğer İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî bugün Hindistan'da hayattadır diye ziyaretine bir davet vuku' bulsa, bütün zahmetlere ve tehlikelere katlanarak ziyaretine gideceğim. Binaenaleyh İncil'de "Ahmed", Tevrat'ta "Ahyed" Kur'anda "Muhammed" ismiyle müsemma, iki cihanın güneşi, kabrin arka tarafında milyonlarca Farukî Ahmedler ile muhat olarak sâkindir. Onların ziyaretlerine gitmek için niye acele etmiyoruz? Geri kalmak hatadır." (Mesnevî-i Nûriye 129)

Bir yere giderken hizmet'i niyet edin

İzmir Cemaatı ayağa kalkmıştı. Herkes koşuşturdu. İşte o sırada Ankara'dan "Said Özdemir" ağabey geldi. Arabası çok hasarlanmış olduğu halde, sormadı bile. Bizleri teselli etti ve hiçbir zaman unutmadığım şu târihi tavsiyesini yaptı: "Herhangi bir yere giderken, dünya işi için bile olsa muhakkat hizmete niyet ediniz, hizmetle alâkalı bir iş yapınız. Tâ ki başınıza gelen her hâdise hizmet hesabına geçsin." Bir de bir vesile ile Üstad'dan naklettiği şu hâtırayı unutamadım. Üstad Said ağabey'e diyor ki: "Kardeşim artık siz hizmet'i düşünmeyin, Risale-i Nur kendisi tevessü eder. Siz aranızdaki uhuvvet'i, tesânüd'ü, muhabbet'i muhafaza edin, Cenab-ı Hak en muhalife bile bu hizmeti yaptırabilir."  

Mustafa'nın cenazesi bir taksi tutularak memleketi Antep'e götürüldü. Yaralıyız diye bizi bırakmadılar. Bu hâdiseyi 27 sene sonra 2000 de kendi evinde Said ağabeye hülâseten hatırlattım. Yüzümdeki yara izini inceledi, "o zaman çok üzülmüştük Mustafa'ya, Allah rahmet etsin" diyerek duygulandı. Arabayı sonradan tâmir ettirip sattığını söyledi.

Üstadımızın sesi

Said Ağabeyimizde Üstadımızın kayıtlı sesi olduğunu biliyorduk. Sağ olsun bizlere dinletti. Önce Hüsnü Bayram ağabeyin 22. Sözün 1. Bürhanını okuyan kısa kısmı, sonra da 7 dakika süren Azîz Mübarek Üstad'ımızın talebeleri ile olan konuşmalarını dinletti. Üstadımızın bu sesi 1957 veya 1958 de Sungur ağabey tarafından gizlice alınmış. Etrafında "Bayram, Zübeyr, Tâhiri, Hüsnü, Sungur" Ağabeyler olduğu anlaşılıyor Üstadımızın. Şefkat kanatları altına aldığı mübarek talebelerinin hepsiyle kelâmda bulunuyor. Üstadımızın sesi çok şefkatli. Hepsiyle alâkalanıyor, herşeyi tâkip ediyor Üstadımız. Hatırladığım sesler: Zübeyr Ağabey Ramazan dolayısı ile A.Nazif Çelebi ve diğer talebelerinden gelen tebrikleri okudu Üstad'a. Üstad: "Gazetelerde bizimle alâkalı haber var mı?" diyor. Zübeyr Abi: "Yok Üstadım" diyor. "Bayram niye geç kaldın?" diye soruyor Üstadımız. Tâhîri ağabey: "Bizim damat gelmiş Üstadım." Üstad da: "Git git görüş" diyor. "Görüştün mü?" Tâhîri ağabey: "Yok Üstadım gitmiş" diyor. Bayram ağabey bir kaç kere: "Benim hakkım bir tane Üstadım", "Benim hakkım bir tane Üstadım" diyor.

Bu ses kutusundan her dersaneye birer tane alınsın

Bir gün Grundığ marka makaralı bir teyp alarak Üstad'a götürdüm. Daha evvel ağabeylerden ders kaydetmiştim. Üstadımızın önüne koydum, teybi açtım. Üstad ilk defa teyp görüyordu, baktı ki teyp Risale okuyor. Üstad yarım saat elini yanağına koyarak dinledi. Sonra: "Maşallah kardeşim bu ses kutusundan birer tane her dersaneye alınsın" dedi.

Benim niyetim, Üstad'ın sesini almaktı. Üstad'dan izin istedim, Üstadım sizin sesinizi alalım, sohbet edelim, bir hâtıra olur dedim. "Yook, câiz değil" dedi. Bir kaç kere ısrar ettim izin vermedi. Sonra Ceylan Ağabey, "ben alırım" dedi, teybi bir uzatma kablosu ile cereyan alarak Üstad'ın arkasına gizlice koydu. Üstad bizlere doğru dönük, teybi görmesi mümkün değil. Ceylan ağabey fişi taktı, fakat Üstad da birden susmaya başladı, hiç konuşmuyor. Bekledik bekledik konuşmadı, sanki arkasını görüyordu, evet kerametle fark ettiğinden hiç konuşmuyordu. Ne zaman Ceylan ağabey fişi çekti, Üstad da hemen konuşmaya başladı.

Bazı hikmetlere binaen Üstadımızın sesi çok az olarak alınabilmiş. Sonradan Sungur ağabey yorganın altına küçük bir teyp koyuyor, 7 dakikalık bir şey var ama bazı yerleri az anlaşılmıyor. İşte bir tek o hatıra kaldı.

Üstad 4 şeyi sakladı: "Elini, yüzünü, sesini, kabrini"

Said ağabey anlatmaya devam ediyor: "Ben burada şu dersi çıkardım. Üstadımız dört şeyi saklamış: "Elini, yüzünü, sesini, kabrini." Tâki insanlar şahsına değil, Risale-i Nur'a teveccüh etsinler.

*Elini öptürmezdi. Ben bazen zorla öperdim, "kardeşim bu et ve kemik, şimdi bana tokat atmış gibi oldun" derdi, elime vururdu.

*Yüzüne baktırmazdı. Yüzüne muhabbetle baktığımızda "kardeşim gözünü indir yüzüme bakma, bana nazar değiyor, isabet-i ayn oluyor" derdi.

*Sesi son zamanlarında kısıldı. Öyle ki Zübeyr ağabey onun dudak kıpırdatmasından onun meramını anlıyor ve bize o anlatıyordu. Eğer şimdi sesleri olsaydı, Risale okumaz sesini dinleyelim diye toplanırdık. Üstadımızın dinlediğiniz sesini "İhlâs Nur Neşriyat"ın hazırladığı "Bediüzzaman" cd.sine koysam Üstad müsaade eder mi acaba diye düşündüm. İstihareye yatıldı, fakat Üstad yine izin vermedi. Onun için bu sesi yayılmasın diye hiç kimseye vermiyorum. Birisi, dinletirken benden habersiz gizlice teyble kayıt yapmış, sonradan duyunca canım sıkıldı, sonra duydum ki tokadını yemiş, elleri tutmaz olmuş. Cd. de sadece Üstadımızın -Maşaallah- sesi var."

Said ağabey'e Üstadımızın günlük konuşmaları ile Risale-i Nurlardaki ifade farkını sordum, bize "Risale-i Nurlardaki belâğat'ın çok başka olduğunu, çünkü Risalelerin İlhâm-ı İlâhî olduğunu" söyledi.

*Kabrini de sakladı. Mektup geldi bize "Cenab-ı Hak benim kabrimi bir kaç talebemden başkasına bildirmesin." Kabri Urfa da iken her gelen bir avuç toprak alıp gidiyordu. Hâlbuki Üstad "Risaleleri okumak 10 kere benimle görüşmekten daha istifadelidir" diyordu. Üstad Hazretleri ile son görüşmem 20 mart 1960 da oldu, sonra biz hapse girdik, 23 martta Üstad Urfa'da vefat etti, biz hapiste gazetelerden öğrendik. Cenazesinde bulunamadık.

Basılmayan Risaleler var mı?

Bu sorumuza "fazla yok" diye cevap verdi ağabeyimiz. "Rumuzat-ı Semâniye"yi niye tab etmediklerini sordum. "Bu Risalede çok rakam ve sayılar var, onlara baktığımızda bizim sayılar farklı çıkıyor. Meselâ Üstad bir esmayı 69 tane diyor, biz sayıyoruz 70 çıkıyor, bilemiyoruz hangi hikmete binaen sayılmadı. Belki bazı hocalar hikmetini anlayamaz."

"Şimdi; el yazısı, tevafuklu, Üstad'dan tashihli Risaleleri tab' hazırlığındayız. İnşallah sırayla onları tab' edeceğiz." Said ağabey Üstad'dan tashihli Elifler kerametine mazhar "29.Söz" ile Milaslı Halil İbrahim ağabeyin yazdığı tashihli ve tevafuklu "Büyük Sözler" in orijinalini gösterdi, bunları yakında basacağız dedi.

Tarihçe-i Hayatta'ki fotoğraflar

"Tarihçe-i Hayat'taki resimleri kitaba koymak için Üstad mı emir verdi?" Said ağabey: "Hayır biz koyduk, Üstad ses çıkarmadı. Bazı itirazlar

oldu, bilhassa Kayalar ağabey "niye koydunuz" diye bize mektup yazdı. Üstadımız bir kalemle resimlerin boyunlarını çizdi. Kayalar'a resimsiz gönderin" diye de bize tembih etti.

Üstad israfı sevmezdi, fakat...

Bir gün Üstada vardığımda "kardeşim bugün bin lira tayınat dağıttım, hiç gözümde yok. Fakat bir gün Zübeyr'i fırına ekmek almağa gönderdim, iki buçuk kuruş (2,5) üstünü almadan gelmiş, bunu hiç unutamıyorum." Üstad Hazretleri Risale-i Nurların onda bir hakkını vakıflara tayınat olarak dağıtırdı.

Kendi eserimi kendi paramla almam lâzım

Risaleler altı yüz bin nüsha el yazısı ve teksir ile çoğaltılmıştı. Biz 1953'de Üstad Hazretlerine mülâki olduğumuzda; "Kardeşim artık biz

yetiştiremiyoruz, bundan sonra artık bu risaleler matbaa lisanıyla basılacak ve bütün Türkiye'ye, bütün dünyaya yayılacak" dedi. Kendisi biriktirmiş 1200 lira –kim bilir bu zamanın parasıyla kaç para eder- belki parasının yüzde doksan beşini, yüzde doksan sekizini verdi ve "bunu götürün matbaalarda kâğıt alıp bastırın" dedi. Büyük Sözleri daktilo yapmışlar. Bunu Ankara'ya götürdüm, diğer kardeşlerle birlikte birkaç yerden

de biraz borç aldık ve bastırdık. Büyük Sözleri bastırıp Üstada götürdüğüm zaman, o kadar sevindi ki sanki dünyayı bağışlamışız gibi bize kalktı, sarıldı, kitabı bağrına bastı, odada böyle dönüyor. "Kardeşim ben şimdi âhirete gitsem gözüm arkada gitmez; çünkü şimdiki neslin okuyacağı, anlayacağı bir lisanla ellerine bu Kur'an hakikatları geçti, elhamdülillah ben vazifemi yaptım" dedi.

Üstad hemen keseyi çıkarttı "sadaka almak istemiyorum" dedi. "Parasız almak istemiyorum" "Üstadım bu kendi eseriniz aynı zamanda da bu işin içinde paranız var, para mı vereceksiniz?" deyince "evet kardeşim bu işin ihlâsla olması için ben kendi eserimi kendi paramla almam lâzım. " O zaman Sözlerin fiatı yirmibeş liraydı, yirmibeş lira verdi ve bir Sözler aldı. Düşünün bir müellif eseri kendi yazar, parasıyla bastırır sonra, sonra parasını vererek o eseri satın alır, ihlâsın derecesi. Tabi bu bir örnek oldu, o gün bu gün biz bu eserleri matbaalarda basarız, çeşitli yerlere memleketlere göndeririz; biz de diğer kardeşlerimiz de maaş almayız. Bize dedi ki : "bunları herkese vermeyin, her yirmi beş lira verene vermeyin, yirmi beş kişiye okutturacağım diyenlere verin, çünkü bunun esas fiatı okutturmaktır" dedi.

Ve sonradan Mektubat, Lem'alar, İşârat-ül İ'caz, Târihçe-i Hayatı.. Bu şekilde neşriyatı bizzat tâkip ediyordu, bir forma çıktığı zaman kendisine bir kurye ile ya Emirdağ'ına ya Isparta'ya gönderiyorduk. Meselâ Zübeyr ağabeye veriyor kendisi de eski yazılı nüshayı alyor "oku bakalım" diyor. Bu şekilde tedkik ve tashih ediliyor, eğer bir yanlışlık varsa gönderiliyor biz de baskıyı düzeltiyorduk. Bütün eserler bizzat kendi tashihatından geçtikten sonra basılmıştır. O zamandan beri hiçbir kelimesi değişmemiştir. Yanındaki ağabeyler anlatırdı "Yâ Rabbi bana bir ömür daha ver Mektûbatı da göreyim.." Mektûbat basılınca, Lem'alar için… dua edermiş.. İşte bu şekilde Üstad bütün eserlerin baskısı ikmâl edilince mâlûm Urfa'da 23 Mart 1960 da dar-ı bekaya gittiler.

Afyon Savcısının küçük kızını pencereden gören Üstad bedduadan vazgeçiyor.

Afyon Hapsine Üstadla beraber giren Sabri Halıcı ağabeyimiz vardı. Şimdi Konya'da Mevlâna ile ilgili faaliyetlerde bulunan Feyzi Halıcını babası. İşte şimdi anlatacağım hâtırayı O Sabri ağabey bana anlatmıştı: "Bir gün Üstadın koğuşuna girdim, bu şekilde büyük bir koğuş. Çok şiddetli bir soğuk var, her tarafta fırtına ve buz. Camlar da kırık. Üstad abdest almış, baktım abdest suyu yerde donmuş. Yer ıslak beton. Yanına bir sandalye, bir battaniye.. Hiçbir şey vermemişler. Üstad gezinmiş gezinmiş.. Yere de oturamıyor, baktım ayakları üzerine yere çömelmiş duruyor. Orada soğuktan donsun ölsün diye işkence yapıyorlar. Bana dedi "kardeşim savcı beni buraya koydu, burada donayım öleyim diye; artık benim canıma tak etti, ona beddua edeceğim." Üstad elini kaldırdı, bizzat ben yanındaydım. Tam beddua edecek birden bir pencerenin önünden 7-8 yaşında küçük bir kız çocuğu geçiyordu. Savcı o zaman lojmanda oturuyordu. Üstad: "Bu çocuk kim' dedi?" "Efendim bu çocuk savcının kızıdır" dedim. "Tamam.. O zaman ben de bedduadan vazgeçtim, o kız 'babama bir şey oldu' diye ağlar o sebebten ben bedduadan vazgeçtim" dedi. Bakın kendisine o kadar ölüme sevk eden bir kimsenin küçük çocuğu ağlamasın diye o bedduadan vazgeçiyor."

Ankara'da yapılan zulüm

Üstad Hazretleri emniyet ve asayişi bozucu hiçbir hâdisede bulunmamıştır. Kendisi çok vakarlı olduğundan en ufak söze tahammül etmezdi. Ama bir bekçinin, bir mübaşirin hareketlerine tahammül edip sabrediyordu. Etrafına "bizim vesilemizle bu memlekette bir hâdise olamaz. Çünkü emniyet ve asayiş bozulursa masum ve mazlumlar da zarar görür, Kur'an tutan bir el hiçbir masumun zararına sebep olamaz" diye bize dâima söylerdi.

Hatta Ankara'ya iki defa geldi. Birincide Beyrut Palasta misafir ettik, üç gün kaldı. Dışarıda jandarmalar, polisler emniyet koridorunun içine aldılar. Üstad Hazretleri "Kardeşim ne sebeble bu tertibi alıyorlar? Sanki biz bir hâdise mi yapacağız? Benim size vasiyetim 'beni burada parça parça etseler yine emniyet ve asayişe dokunamazsınız. Çünkü umum zarar görür mâsum ve mazlumlar da zarar görür. Biz hiçbir masumun zarar görmesini hayatta sebeb olamayız" demişti.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

zahit solar, 2015-02-12 12:59:11

Cenabi ALLAH risalei nurlarda emegi gecen herkesten razi olsun

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

muhammedfethi, 2013-07-25 06:53:24

“Şimdi; el yazısı, tevafuklu, Üstad’dan tashihli Risaleleri tab’ hazırlığındayız. İnşallah sırayla onları tab’ edeceğiz.” cümlesinin zuhurunu heyecanla bekliyoruz. Üstadın bizzat övgü ve beğenisini kazanmış el yazısı risalelerin (tüm külliyat -öyleki alan Üstadın eski, yeni tüm eserlerini almış ola- tab edilmesi bizi şevke sevk eder. Röportaj yapılalı çok olmuş. Bu çalışmanın akıbetini merak ediyoruz.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

NURETTİN SAN, 2011-06-10 08:11:08

Selakünaleyküm; Ben milli eğitimde görevli bir öğretmenim , bir arkadaşla konuşurken mehmet said özdemir abi "bir parti zinayı serbest bıraktı "diye bana görüşmemizde söyledi dedi.Bende boşta bulunarak o zaman o abi kimse siyaseti hiç takip etmiyor olmalı diyedrek SONRADAN ÜSTADIN EN ÖNDE GELEN BİR TALEBESİ OLDUĞUNU ÖĞRENDİĞİM MEHMET SAİD ÖZDEMİR ABİYİ GIYBET ETTİM.SONRADAN PİŞMAN OLDUM HAKKINI HELAL ATMESİNİ İSTİYORUM.BU SİTEDEKİLER EĞER ONA ULAŞABİLİRLER İSE ALLAH RIZASI İÇİN BANA HAKKINI HELAL ETMESİNİ SÖYLESİNLER BENİ DE BU SORUMMLULUKTAN KURTARSINLAR.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

fuat, 2010-08-18 02:07:08

sait özdemir abinin adresini veya kaldığı teri yazarsanız ziyaretine gideceğim. allah razi olsun

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

YUSUF ÜNLÜ(1936 -)

YUSUF ÜNLÜ(1936 -)

Cübbeli Ahmed Ünlü hocaefendinin babası Yusuf Ünlü 1936’da Giresun’un Göreli İlçesinde

YILMAZ DUMAN(1938 -)

YILMAZ DUMAN(1938 -)

Denizlili Emekli Lise Öğretmeni Yılmaz Duman, 1951’de Türkiye’de ilk açılan yedi İmam Hat

ÜMMÜHAN ERGÜN(1913 – 1976)

ÜMMÜHAN ERGÜN(1913 – 1976)

Nur Fabrikası sahibi, Denizli şehidi, İslamköylü Hafız Ali Ergün’ün akıl sınırlarını

ÛLVİYE SÜMER (1895 – 1974)

ÛLVİYE SÜMER (1895 – 1974)

Ûlviye Sümer, Risale-i Nur’un Kastamonulu hanım kahramanlardandır… “Âsiye, Ulviye, Lütfi

TACEDDİN TOPAL(1927-2020)

TACEDDİN TOPAL(1927-2020)

Taceddin Topal ağabeyimiz Isparta/Yalvaçlıdır. Yalvaçlılar O’na Taci Dede diye biliyor ve ö

ŞÜKRÜ ALTUĞ(1914 – 1984)

ŞÜKRÜ ALTUĞ(1914 – 1984)

Isparta’nın Sav köyü bin kalemle Risale-i Nur eserlerini yazarak çoğaltan, Hz. Üstadın ifad

ŞEVKET AKIN(1923 -2021)

ŞEVKET AKIN(1923 -2021)

Batmanlı Şevket Akın, Bediüzzaman hazretlerini 1952 yılında Isparta’da ziyaret ediyor. Aynı

ŞAHABEDDİN ÜNLÜ (1945 -2021)

ŞAHABEDDİN ÜNLÜ (1945 -2021)

Bolvadinli Emekli Edebiyat öğretmeni Şahabeddin Ünlü ile Ankara’da halef selef oluyoruz. Biz

ŞAHABEDDİN GARGILI(1924 – 2017)

ŞAHABEDDİN GARGILI(1924 – 2017)

Molla Şahabeddin Gargılı, 1924 yılında Bingöl’ün Kığı ilçesinde doğmuştur. Erzurumlu

SÜLEYMAN ÇAĞAN(1930 - )

SÜLEYMAN ÇAĞAN(1930 - )

Malatya/Doğanşehirli Süleyman Çağan ağabeyimiz üç arkadaşıyla beraber Hz. Üstad’ı Ispa

SAİD NUR ÇELEBİ (1948 -)

SAİD NUR ÇELEBİ (1948 -)

Risale-i Nur hizmetkârlarından iki bahtiyar hanedanın silsilesi Said Nur Çelebi’de buluşuyor.

Gökleri ve yeri yerli yerince yarattı. Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı. Dönüş ancak O'nadır.

et-Teğabün: 3

GÜNÜN HADİSİ

Îmân altmış kadar şu'bedir. Hayâ da îmânın bir şu'besidir.

BUHARİ,KİTÂBÜ'L-ÎMÂN, EBU HUREYRE(r.a.)'dan

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI