MÜHTEDİ AYDINLARA BAKIŞ AÇIMIZDAKİ BİR İFRAT ÜZERİNE
Seneler önce, muhterem Rasim Özdenören beyin bir eserini okumuştum; Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler.. Kavramlara, bize dayatılan şablonlara göre değil, vahy ışığı altında bakabilme üzerine yazılardan
Seneler önce, muhterem Rasim Özdenören beyin bir eserini okumuştum; Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler.. Kavramlara, bize dayatılan şablonlara göre değil, vahy ışığı altında bakabilme üzerine yazılardan oluşuyordu kitap. Müslümanın yalnız kalbinin değil, beyninin de sâlim olması gerekliliği üzerinde duruyordu yazar. Birilerinden ariyeten alınmış şablonlarla düşünenlerin zamanla kendilerini kaybedeceğine ve hayata vahyin dur dediği yerden değil de, şeytanın gör dediği yerden bakabileceğine vurgu yapıyordu..
Nitekim, son yüzyıllarda gerek bizde, gerek batı hegemonyası altındaki diğer İslam coğrafyalarında bu türden öyle aydın tipleri yetişmişti ki, “duyguda, düşüncede, inançta, felsefede, tabiat bilimlerinde hep materyalistçe davranıp, anlayış ve inançlarımızı yıkarak, bizi gönül dünyamızda ilhada, fikir hayatımızda teşettüte, örf, âdet ve geleneklerimizde tahribe iten, hatta kısmen muvaffak da olan bu insanlara dense dense anarşist denir; ama katiyen aydın ve entelektüel denemez; zira bunlarda anarşist ruhların bütün hususiyetlerinin var olduğu söylenebilir.”
“Evet, varlık ve hadiseleri bir bütün halinde görememe zaafı, terkip ve tahlil zaafı, şablonculuk ve taklid zaafı ve kendi kendini inkâr zaafı içinde her yanıyla hiçliğe emanet bu dönemin aydınları, yol alıyorum vehmiyle hemen her zaman gidip mesafelere takılmış ve birer yol garibi gibi, bir oraya bir buraya toslamış durmuşlardır.”
Bizim üzerinde durmak istediğimiz konu, bizden olup da bizden uzak olan bu insanlar değil, batı kültüründe yetişip de, ihtida eden aydınlar ve onlara karşı tavrımız üzerine olacak..
İslam dünyasının Batı medeniyeti karşısında üç asırdır yediği şok başta olmak üzere, çeşitli sebeblerden dolayı Müslümanlar arasında bir eziklik söz konusu.. Bundan dolayı, batıdan birinin dinimiz hakkında verdiği bir beyan(özellikle de müspet ise) söylenme sebepleri hiç düşünülmeden hüsnü kabulle karşılanıyor.
Mesela Napolyon’un Mısır seferinde orada sıkışıp kalması sonucu, yerli halkın desteğini almak için, İslam’ı öven sözler sarf etmesini, bir zaman -ismini vermeyeceğimiz- bir dergimizin “Napolyon da Müslüman mıydı?” gibi iddialarla neşretmesi gibi..Mezkur mevkutemiz, 80’li yıllarda Amstrong’un Ayda ezan sesi duyması, Kaptan Cousteau’nun ihtidası gibi bir çok hidayet hikayesini piyasaya sürmüştü “hizmet” mantığı ile.. Bir ehl-i dil de bu derginin bu tür zorlama yorumları karşısında şöyle deme zaruretini hissetmişti; “ Şunu kemal-i samimiyetle ifade edeyim ki, yukarda bahsedilen yorumcu arkadaşların saffet ve samimiyetleri yanında, kendime bir dirhemlik beyan hakkını dahi lâyık görmediğim o muhlis kardeşlerim, çok ihlâslı olmalarına rağmen, ihlâsın sadece bir rükün teşkil ettiği çok yönlü bir mesele de yanlış iş yapıyorlar. İhlâs ayrı mesele; Sünnete, Kitaba saygılı olma ve onların ruhuna sadakat içinde bulunma ayrı bir meseledir.”
Aynı zat, seneler sonra şunları demekten kendini alamamıştı; “Kaptan Cousteau da herkes aldandı öyle yani, Türkiye’de onlar için yazılanlar bir kitap olurdu. Hatta ….gazetesi ona tam Müslüman diyordu.”
“Maurıce Bucaılle dedik aldandık. Adamın ne olduğu belli değil. Garaudy dedik aldandık. Ne olduğu belli değil. Hepsi ayrı bir sevda peşinde. Birileri Kaptan Cousteau’yu Müslüman yaptılar. Bizim o türlü beklentilerimiz var, hülyalarımızda onlar. Ara sıra hülyalarımızı dışa taşırıyoruz. Şuur altlarını yaşıyoruz. Hiç öyle bir şey yok.“
Kendisi de aslen İngiliz olan mühtedi Hamid Algar’ın tespiti ne kadar yerinde; “ Yalnız Türkiye’de değil, bütün İslam ülkelerinde batıda ihtida edenlere, özellikle aydınlara büyük ilgi gösteriliyor. Hâlbuki bence önemli bir olay değil bu. Bu aşırı ilgi neden doğuyor? Çünkü bütün Müslümanlarda batıya karşı bir aşağılık duygusu var. Bu duyguyu gidermek için batıda Müslüman olan aydınları, bilim adamlarını arıyoruz, seviyoruz. Sanki zımnen demek istiyoruz ki, eğer onlar, o batılılar, o ilerici aydın insanlar da bizim dinimizi kabul ettiyse, bizim dinimiz büyük bir dinmiş. Böyle oluyor.
Müslümanlar sanki tatmin oluyorlar bununla. Garaudy Türkiye’ye geldi, büyük bir ilgi gördü. İşte efendim Garaudy bile Müslüman oldu, Cat Stevens bile Müslüman oldu derken, sanki onların Müslümanlığı bizim Müslümanlığımıza suni bir güç katıyormuş gibi düşünülüyor.”
Bizim bu zaafımızı istismar eden Bülent Ayberk adlı açıkgöz bir vatandaşımız senelerce mühtedi bir prof. olarak milletin sırtında geçinmedi mi? Arz’dan Arş’a Sonsuzluk Kulesi adlarıyla yayınladığı kitaplarında Hans Won Ayberg olan bu kişi, güya milletimize olan düşkünlüğünden dolayı, lütfetmiş, eserlerini hep Türkçe olarak yazmamış mıydı(?!)Şimdi cezaevinde olan bu şarlatan’ın kitaplarının hâlâ basılıyor olması bile bir garip…
Ama benim asıl üzerinde durmak istediğim husus, İslam’ı seçen batılılara karşı da hüsnü zannımızın bizi bazı hatalara sevk etmesi.. Bu konuda İslam Dergisi’nde Ekim-1984’de Prof. Hamid Algar ile yapılan bir mülakat çıkış noktamız oldu.. Kamuoyumuzun tanıdığı ve bazı eserleri hâlâ basılan bazı zevat hakkında Algar’ın değerlendirmelerini de naklederek bir dikkat çekeceğiz. Bu tabii ki toptan bir red değil.. sadece dikkati çekme işlevi görecek bir yazı..
Burada iki husus önem arz ediyor:
a-Bu insanların İslam’ı seçmesi tabii sevindirici bir husus. Ama biz onlara öyle aşırı teveccüh gösteriyoruz, öyle enteresan fonksiyonlar yüklüyoruz ki, sanki karşımızda bir müctehid, bir hoca-yı dânâ varmış gibi davranıyoruz..
b- Hucurat Suresi 14. ayette bahsedilen imanın tam olarak sineye yerleşmesi hususu, zamana ve amele vabeste bir mesele..Uzun bir zaman dilimini batının materyalist çarklarında geçirmiş, zihin taşları ona göre örgülenmiş bir insanın, özellikle de teslimi kırılmış, maneviyata yabancılaşmış ve hak dine karşı lakaytlık perdesi altında bir nevi fetret çekilmiş bu asırda, birden dört dörtlük salim yorumlara kavuşmasını beklemek de yanlış olur gibime geliyor…
Evet, artık misal olarak vereceğimiz beş aydına geçebiliriz.
1- Abdülkadir Es Sufi el Murabıt: Fikir, amel bakımından oldukça istikrarsız biri. Önce tarikat şeyhi olarak ortaya çıktı. Fakat sonraları kendisinin icazetli olmadığını öğrendik. Fas’ta Şeyh Muhammed el Habib’in müridi olduğunu duyduk. Ama sadece binlerce mürid arasında bir mürid, o kadar. İcazetname, hilafetname almamış hiçbir zaman. Dolayısıyla ortaya bir şeyh olarak çıkması herhalde güven verici olmuyor. Ondan sonra sufilikten de vazgeçmiş. Herkese, sımsıkı bir şekilde Maliki mezhebine sarılmak için tesviye bulunuyormuş. Kendisine göre, mezheplerden ancak ve ancak Maliki mezhebi doğru, öbürleri batılmış.-hâşâ- En son aldığımız habere göre bundan da, yani aşırı Malikicilikte de vazgeçmiş ve bildiğiniz gibi cemaati de dağılmış…
2-Martin Lings–1909–2005 (Ebubekir Siracuddin): “Martin Lings bir kütüphaneci. İngiliz Milli Kütüphanesinin Arapça bölümünün müdürüydü. Bilhassa tasavvuf konusuyla ilgileniyordu. Cezayir’de Şeyh Ahmed el Alevi’nin müritlerindendir. Bir bütün olarak eserlerini müspet olarak görebiliriz. Ancak şunu vurgulamak lazımdır ki, İslami görüşleri tamamen tasavvufi bir yöne kayıyor. Gayet tabii ki, bu İslamiyet’in bir parçası. Hatta özü de denebilir. Ama bir de ahkâm var, siyasi yönü var. Martin Lings bunların hiçbirine önem vermiyor. Durgun bir insan, sanki Müslümanların günlük meseleleriyle hiç ilgilenmiyor. İngiltere’de oturan Müslümanlarca da bilinen biri değil. Kendi zümresiyle, kendi gibi düşünenlerle görüşüyor ama normal Müslümanlara yönelik diyelim, belirli bir faaliyeti yok. Peygamberimizin siretini yazdı İngilizce olarak. Çok takdire şayan bir kitap. Peygamber Efendimizin(sallallahu aleyhi ve sellem) hayatını çok güzel, akıcı bir üslupla yazmış, değerli bir kitap.(Hamid Algar)
(İnsan Yayınlarınca Türkçe tercümesi basılmış olan bu eser hakkında Sayın Metin Karabaşoğlu ruhuna en uygun gelen siyer olduğunu ifade ediyor. Biz eseri beğenmekle beraber, bazı yerlerde, özellikle Nebiyy-i Ekmel’in(sallallahu aleyhi ve sellem) aile hayatı kısmında özellikle rahatsız olduğumuzu belirtmek isteriz.)
3-Rene Guneon:( Şeyh Abdülvahit Yahya–1886–1951) Hamid Algar diyor ki; “Guenon’un takip ettiği yol biraz acayip bir yol. Ona göre, gelenek diye bir unsur var. Gelenek(tradition) ona göre bütün dinlerde var. Bütün dinlerde müşterek bir gelenek var. Yalnız, bu gelenek değişik şekillerde tecelli ediyor. Demek bütün dünya dinleri aynı hakikate dayanıyor. Aynı hakikatin bir cilvesidir. Dolayısıyla, onun görüşüne göre bütün dinler eşit diyebiliriz. Bu tabii, Müslümanların tasvip edebileceği bir inanç değil. Kendi şahsına göre İslamiyet’i seçmiş. Evet, kendisine en uygun din buymuş ama diğer dinleri red etmiş, ya da batıl bulmuş da değil.”
Vikipedi ansiklopedisinde eserlerinin ana teması hakkında şunlar yazmakta: “Eserlerinin ana temasını dünyanın çeşitli gelenekleriyle modern dünya arasındaki tezatlık oluşturmaktadır. Modern Batı'yı geleneksel medeniyetlerden sapma, bir "anomali" olarak nitelendiren Guenon, iyileşmenin tek yolunun Doğu'daki geleneksel öğretilerin temelinde yer alan hakikatlerin yeniden keşfi olduğunu ileri sürer. Bütün hakiki dinlerin aynı ilahi kaynaktan gelip kuralları itibariyle değişkenlikler arz eden uyarlamalar olduğunu öne süren Guenon, Hinduizmin doğuştan hindu olanlara açık, Hristiyanlığın ise inisiyatik niteliğini yitirmiş, Yahudiliğin de ırki bir nitelik sergilediğini ifade etmiş ve kendisine inisiyatik bir yol olarak modern dünyada inisiyatik niteliğini koruduğunu düşündüğü Tasavvufu seçmiştir. Bununla birlikte eserlerinde ırki ve zihni yakınlıkları sebebiyle batılı zihniyetine daha uygun geleceğini düşündüğü bir dil olan Hinduizmin dilini kullanmayı tercih etmiştir. Kendisi de Tradisyonalist ekole mensup olmakla birlikte Frithjof Schuon gibi yazarlar Guenon'un Hristiyanlık konusundaki görüşlerine katılmamışlardır. Yazarlar arasındaki böylesi farklılıklardan ötürü batıda Guenon takipçileriyle Schuon takipçileri arasında belirli bir ayrıma giden kimseler de bulunmaktadır.
Guenon eserlerindeki ifadelerin dinlerin birleştirilmesi, sentezi vs. şeklinde anlaşılmaması gerektiğini özellikle vurgulamıştır; "Gariptir ki tüm tradisyonel doktrinlerin temeldeki birliğini doğruladığımızda bazıları bizim farklı tradisyonların birbirleri içinde eritilmesinden (fusion)dan söz ettiğimizi sanabilmektedirler." (Rene Guenon, Orient et Occident, Guy Trédaniel, 1987, s.192) demektedir.
4-Roger Garaudy: Fransız eski komünist partisi genel sekreteri Roger Garaudy de yol kazasına uğrayanlardan. Bunun bazı sebeplerini şöyle sıralayabiliriz;
a- Birden bire böyle zuhur edince çok önem atfedildi, değer verildi, hazmedemedi yani. Gerçekten çok abarttılar onu, eski damarı da vardı… İslam içine oturmadan, yüzmesini öğrenmeden büyük deryalarda yüzmeye dalma gibi bir şey yapınca boğuldu. Genel kriterlere karşı saygısız hale geldi. Oysaki İslam'ın işlene işlene tabiat haline gelmesi önemliydi..
b- Zannediyorum Kur’an’ı şerhleriyle, tefsirleriyle değil de, Kur’an’ı yine kendinden okuyor. Mealin maktülü herhalde, bir de o yönü var. Arapça bilmiyor bu insan. İngilizceye, Fransızcaya çevrilen kitapları okuyor. Bir dönemde komünist olarak yaşamış. O düşüncenin onun zihninde izleri var. Bazı şeyler o kalıplara göre değerlendiriliyor. Çağın bir kısım yorumları var; içtimai meselelerde, ekonomik meselelerde, hukuk mevzuunda bir kısım yorumları var. Bunlara çok inanmış. Türkiye’de de böyle demokratlar var…
c-Bir üçüncüsü, çokları bunun ayağına gidip kendi hesaplarına kullanmak istediler… Bugün Endülüs’te Sanskritçe gibi bir din teklif ediyor. Biraz Yahudilik, biraz Hıristiyanlık. Oysaki modası geçmiş bir şey. 4 asır evvel Ali Ekber şah teklif ediyordu…
5- Muhammed Esed(1900-1992) Aslında bu sıraladıklarımızın kategorisine girmeyen samimi bir mümin o.. Ama bazı görüşlerinde batı tabanından gelmesinin dezavantajları olduğu da kesin. Özelikle dilimize çevrilen Kur’an Meali’nde rasyonalizmin tesirleri kendisini iyice hissettirmekte. O, daha çok Abduh ekolunun etkisi altındadır ve bu ekolle ilgili Seyyid Kutup merhumun şu yorumuna ister istemez dâhil olmaktadır; “Abduh’un medresesi, İslam’a tam yabancı bir felsefenin-Dekart felsefesinin tesiri altındadır. Var gücü ile akla sarılıyor. İnanç meselelerinde bile akla hakkından fazla yer veriyor.”
Suat Yıldırım hocamız, eserin çizgisi hakkında şu değerlendirmede bulunur: “Gerçekten, tefsiri okuyan herkes, müfessirimizin; İbn Hazm, İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye, Şevkani, M. Abduh, M. Reşid Rıza gibi zahiri ön plana alan ve bir mezhep sistemi içine girmeyen bir çizgi izlediğini gözlemler.”
Merhum Esed’in zühulleri hakkında Prof. Dr Suat Yıldırım Beyin Yeni Ümit Dergisinde yayınlanan itidalli ve insaflı değerlendirmesi, yine Ebubekir Sifil Beyin 14–23 Ocak 2003 tarihleri arasında Milli Gazete’de yazdığı yazılar incelenebilir. Ancak biz, Altınoluk Dergisi’nin 129. sayısında Erdoğan Baş beyin (Meal-Tefsir) Kur'an Mesajı adlı değerlendirmesini kısaltarak verip, konuyu noktalamak istiyoruz: “M. Esed, genel olarak, eski tefsirleri de gözden geçirerek, bu çalışmayı yapmıştır. Zaman zaman eski müfessirlere katılmış ve bazen de katılmadığını açıkça belirtmiştir. Daha çok Muhammed Abduh'tan istifade ettiğini söylemektedir. Akla ve muhakemeye daha fazla yer vermiştir. Ancak Esed'in bu meal ve tefsiri bize göre bazı noktalardan eksiktir ve ikna edici değildir. Bu noktaları tespit edebildiğimiz kadarıyla şöyle sıralayabiliriz.
1-M. Esed bu çalışmasında Kur'an'da zikredilen maddi mucizeleri mecazî olarak yorumlamaktadır. Mesela o İsra ve mi'rac hadiselerinin tamamen ruhî (bedenî değil) olduğunu iddia eder. Hâlbuki İslam âlimlerinin büyük çoğunluğu, O'nun da ifade ettiği gibi, İsra ve mi'rac olayının ruh maalcesed (cesetle birlikte ruh) olduğunu kabul etmiştir. O'nun bu konu ile ilgili geniş açıklamaları için İsra sûresi 1 ayetin yorumuna ve 3 cildin sonundaki ek IV'e bakılabilir.
Yine Esed, Hz. İbrahim'in hiçbir şekilde maddî varlığı ile ateşe atılmadığını ve bununla ilgili rivayetlerin Talmut'tan alınmış olabileceğini iddia etmektedir. Buna mukabil o "söz konusu ayetlerde (Enbiya, 69; Ankebut, 24 vb.) Hz. İbrahim'in zulüm ateşine maruz kaldığı ama buna karşı gösterdiği direnç sayesinde sonraki hayatında üstün bir manevî güce, ruhsal kararlılığa ve iç huzura (selam) eriştiği temsîlî bir üslup içinde anlatılmaktadır" der.
Aynı şekilde M. Esed, Fil suresindeki "tayran ebabil" ifadesini farklı bir şekilde yorumlamaktadır. Bu yorumunda bazı âlimlerden de destek alan Esed, bu ifadenin anlamı "Allah'ın onların üzerine salgın bir hastalık (mesela lekeli humma, çiçek veya tifüs) gönderdiğine bir işaret olabilir." demektedir. Buna göre "tayr"ın manası o hastalığı taşıyan uçan bir varlıktır. (Bu varlık kuş veya böcek olabilir.)
M. Esed'in maddî mucizeleri manevî olarak yorumlamasına daha başka örnekler de vardır. Mesela Hz. İsa'nın beşikte iken konuşması (Meryem, 30), Kıyamet alameti olarak yerden bir dabbenin (canlı) çıkacağı (Nemi, 82), Karun'un ve hazinelerinin yere batırılması (Kasas, 81) vb. O'na göre bütün bunlar hakikaten olmuş veya olacak şeyler değildir, mecazî veya sembolik ifadelerdir. Buna ilave olarak şunu da belirtmek gerekir ki, Esed, Hz. İbrahim'in oğlu, İsmail'i kurban etme teşebbüsünün Allah'ın bir emri olmadığını söylemektedir. O'nun bu konu ile ilgili ilginç yorumlarına bakılabilir. (Saffat sûresi 103–107 ayetler)
2- Hacc sûresi 39 ayetin yorumunda İslam'da savaşın yalnız ve yalnız savunma amacıyla yapılabileceğini iddia eder.
3- Esed, ulemanın (bir-iki istisna dışında) ittifakla kabul ettiği nesh (önceki bir hükmün sonra gelen bir hükümle ortadan kaldırılması) olayını kabul etmemektedir. O'na göre nesh, Kitab-ı mukaddes öğretisinin yerini Kur'an'ın getirdiği öğretiye bırakmasıdır. M. Esed bu konuda biraz daha iddialarını ileri götürerek neshi kabul etmenin bir saçmalık, kabul edenin de bir şaşkın olduğunu ileri sürmektedir. Bu ifadeleri Bakara sûresi 106 ve A'la sûresi 7 ayetlerin tefsirinde görmek mümkündür. Nesh olayını kabul etmediğinden olsa gerektir ki, Nur sûresi ikinci ayeti yorumlarken İslam'da recmin olup olmadığını net olarak açıklamamıştır.
4- M. Esed'in, anlayabildiğimiz kadarıyla, örtünme emri konusunda esnek olduğunu görüyoruz. O'nun bu konudaki görüşlerini Nur sûresi 31 ayetin tefsirinden tam olarak anlamak zor. Ancak Ahzab sûresi 59 ayetin yorumunda şöyle demektedir. "Yukarıdaki ayetin (yani Ahzab, 59) özellikle ve zamanla kayıtlı ifade tarzı (ki Hz Peygamber'in eşlerine ve kızlarına atıfta bulunmasından açıkça bellidir.) ve kadınların toplum içine çıktıklarında dış kıyafetlerini üzerlerine almaları tavsiyesindeki bilinçli mübhemlik, bu ayetin, terimin genel, zaman ve mekân üstü anlamıyla, bir hüküm ifade etmekten çok, zamanın ve sosyal çevrenin sürekli değişmesi karşısında uyulması gerekli ahlakî bir rehber anlamı taşıdığını gösterir. Ayetin sonunda Allah'ın affediciliğine ve rahmetine yapılan atıf da, bu görüşü desteklemektedir." Esed'in buna benzer ifadelerini Nur sûresi 31 ayetin yorumunda görmek mümkündür.”
Hitam-ı misk olsun diye Suat hocamızın sözlerine yer verlim;
“Sonuç olarak, merhum M. Esed, bu eserini islami tefsir kaynaklarına başvurarak dikkatli ve uzun bir çalışma neticesinde hazırlamıştır. Arapçaya ve İslami literatüre vukufu oldukça iyidir. Kur’anın anlaşılması konusunda tutarlı görüşleri vardır. Genel olarak klasik tefsir kaynaklarını göz önünde bulundurmak, onlara saygı göstermekle beraber, kendisine mahsus bir üslubu, belirli bir metodu ve prensipleri de vardır. Açıklamalarını yaparken herhangi bir mezhep sistemine dâhil olmaksızın müstakil olarak tefsir etmiştir. Üslubu, okuyucunun zihnini biraz yorsa da, muhtevası dolgun olduğundan, kültürlü kesimin çoğuna cazip gelmektedir. Fakat birçok mucizeyi ve bazı hükümleri rasyonalist bir tutumla tevil etmesini kabul etmek mümkün değildir. Bilakis ciddi bir hata teşkil eden ve bütün Sünni tefsirlere aykırı olan bu tevillerini açıkça reddetmek gerekir. Cenab-ı Allah’tan, Kur’an’ın anlaşılması hususundaki sa’yini meşkûr kılıp hatalarından dolayı taksiratını affetmesini ve bizleri her türlü yanlıştan, özellikle Kitabını hatalı yorumlamaktan korumasını niyaz ederiz.”
Not: Resimleri olan zatlar- Sırası ile-
1-Abdülkadir es Sufi
2-Martin Lings
3-Martin Lings
4-Rene Guneon
5-Rene Guneon
6-Roger Garaudy
7-Roger Garaudy
8-Muhammed Esed
9-Muhammed Esed
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
HZ. AİŞE’NİN (radiyallahu anhâ) EVLİLİK YAŞINA DAİR
Batılı inkarcılar ve onların fonladığı çevreler yaman bir çelişki içerisindedirler. Buda,
ÜRETİLEN ALGILARLA FİKİR SAHİBİ OLMAYA ÇALIŞMAK
Vehhabilik meselesi zamanla dallanıp budaklanmıştır. Vehhabilik şemsiyesi altında birçok fikr
YEREL ORYANTALİSTLER
Din mücedditliği için yola çıkanlardan bir kısmı süreçte din münekkidi haline geldi. Zira
İTTİHAD-I İSLAM’IN ÖN ADIMLARI
İttihad-ı İslam, bize balon gibi uçarak gelmez. Belki, bizim ona gitmemiz lazım. Yollar dağda
İMANIN ŞEHAMET-İ MANEVİYESİ
İslam ahlakının dinamik gücü, imandır. Çünkü, “İman hem nurdur hem kuvvettir. Evet, haki
MUHALEFET KULVARLARI
Hak namına ve hakikat hesabına sırf gerçeği görmek ve göstermek, meseleleri tahlil etmek, sı
UYUYAN DEV UYANMIŞTIR
Evet, millet uyandı. İçerdeki hainler, dışardaki alçaklar ne yaparlarsa yapsınlar, artık Ana
YANLIŞ VE HAKSIZ İNTERNET PAYLAŞIMLARI
dir. İnternet paylaşımlarındaki kaynak vermemek, metnin yazarını yazmamak, doğruluk olmadığ
MASONLAR VE ESAD AİLESİ
Masonluk meselesi dallı budaklı bir mesele olduğundan ve yüksek dozda manipülasyon içerdiğind
OSMANLI DÜŞMANI BİR BARELVİ’NİN HEZEYANLARI
Belki biraz garip gelecek ama peşinen söyleyelim ki anlatılan husus doğrudur. Stalin’in hocala
KADİROV: KADİRİ-VEHHABİ KIRMASI
Ramzan Kadirov başkanlığındaki Çeçenlerin Suriye’den sonra Ukrayna’da da arz-ı endam etme
- İSLAM’IN DAHİLİ DÜŞMANLARI YA DA GÜNÜMÜZÜN YIKICI AKIMLARI
- YİNE GÖÇ VAR
- BABAMI GÖTÜRMEYİN
- "İSLÂM DİNİ SAVAŞ VE TERÖR DİNİ MİDİR? YA DA KILIÇ ZORUYLA MI YAYILMIŞTIR?"
- LATİN HARFLERİNİN KABULÜ VE HALK ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
- PERSPEKTİFE GİREN ŞAHISLAR-51
- PERSPEKTİFE GİREN ŞAHISLAR-50
- PERSPEKTİFE GİREN ŞAHISLAR-49
- TALİBAN ÜZERİNDEN ZIT ETKİYİ DALGALANDIRMAK
- PERSPEKTİFE GİREN ŞAHISLAR-48
- BUTİ NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ?
- PERSPEKTİFE GİREN ŞAHISLAR-47
- BU VATAN BİZİM
- MÜJDELER OLSUN SANA EY KAHRAMAN TÜRK HALKI
- KURBAN BAYRAMI’NDA HAYATI ANLAMAK
- PERSPEKTİFE GİREN ŞAHISLAR-46
- PERSPEKTİFE GİREN ŞAHISLAR-45
- BATININ İŞGAL PLANLARI VE İÇERİDEKİ İŞBİRLİKÇİLERİ
- PERSPEKTİFE GİREN ŞAHISLAR-44
- KALP FİKİR VE KALP DİNDARLIK
- GAZZE
- PERSPEKTİFE GİREN ŞAHISLAR-43
- İSLAM’DA MEŞRU SEÇME YÖNTEMLERİ VE YÜKLEDİĞİ SORUMLULUKLAR
- PERSPEKTİFE GİREN ŞAHISLAR-42
- İSLAM’DA TATİL ANLAYIŞI
- PERSPEKTİFE GİREN ŞAHISLAR-41
- EMNİYET TEŞKİLATI VE EMNİYET NİMETİ
- PERSPEKTİFE GİREN ŞAHISLAR-40
- ÇANAKKALEDEKİ MANEVİ GÜÇ
Kim Allah'a ve Rasûlü'ne îman etmezse, (bilsin ki) biz inkâr edenlere alevi çılgın bir ateş hazırladık.
(Fetih, 13)
GÜNÜN HADİSİ
"Kişi, dostunun dini üzeredir. Bu nedenle, kiminle dost olacağına dikkat etsin!"
Ebû Dâvud
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...