ELMALILI HAMDİ YAZIR (1878–1942)

Bizim bin senelik tefsir tarihimizde Arab âlemi dâhil, eşi menendi az yetişmiş bir zat.. Belki tefsir tarihinde onun gibi


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2008-01-13 01:13:23

1. BÖLÜM

TAKDÄ°M

Osmanlı ilim çınarı, gümbür gümbür yıkılırken bile, kendinden sonraki fetret dönemi için ne bereketli tohumlar vermiştir; Bediüzzaman, Zahid Kevseri, Babanzade Ahmed Naim, Elmalılı Hamdi Efendi, İskilipli Atıf Efendi, Mustafa Sabri Efendi, vs gibi..

Biz bu çalışmamızda, âlim kelimesinin kendisi hakkında yetersiz kaldığı için "allame" dediğimiz Elmalılı Hamdi Efendi'yi anlatmaya çalıştık. Gerçekten, son devir Osmanlı uleması arasında onun ayrı bir yeri vardır. Yazdığı tefsir-i şerifin tefsirler arasında mümtaz bir yeri olduğu gibi..

İlimle hilmi cem eden bu muhterem zatı çok sevdiğimden, çalışma kemalini bulsun diye masamda bir sene beklettim. Ama daha da fazla bekletmeye gönlüm razı olmadı. Eksiklikleri ileride tamamlarım ümidiyle bu haliyle de olsa sizlerle paylaşmak istedim. Hocamızın ruhuna bir fatiha okumanıza rica ederken, istifadeye medar olmasını Mevla'dan niyaz ederim. Saygılarımla.

Not: Elmalılı Hamdi Efendi hakkında benim en hoşuma giden malumat, yeğeni Fatma Paksüt hanımefendinin "Dayım Hamdi Yazır" adıyla kaleme aldığı ve Altınoluk Mecmuamızın 1992 sayılarında 3 sayı yayınlanan yazılar ile Ömer Nasuhi Efendi'nin Tefsir Tarihi'nin ikinci cildinde serapa samimiyet, kadirşinaslık ve ihlâs kokan ifadeleridir. Bu çalışmada en çok onlardan istifade ettiğimi de belirtmek isterim. Salih Okur

Nesebi

Ecdadı, Burdur'un Gölhisar Nahiyesine bağlı Yazır köyüne yerleşmiş bir Oğuz kabilesine mensuptur. Ondan dolayı, soyadı kanunu çıkınca Yazır soyadını almıştır.

DoÄŸum Tarihi ve Yeri

Elmalılı Muhammed(Mehmed) Hamdi Efendi, 1295(1878, bazı kaynaklarda 1877) tarihinin Cemaziyülâhır ayında Antalya'nın Elmalılı kazasında dünyaya geldi.

İlim ehli bir sülale

Kendileri hem anne hem de baba tarafından ilim ehli sülalelerden geliyordu. Hal tercümesini bizzat kendisinden tespit eden merhum İbnü'l Emin Mahmud Kemal İnal "Son Hattatlar" adlı eserinde şu bilgiyi vermektedir: "Hafız Mehmed Hamdi Efendi, erbab-ı ilimden Numan Efendi'nin oğludur. Büyükbabaları sırasıyla şunlardır: Mehmed Efendi, el-Hâc Bekir Efendi, Hasan Efendi, Bedrüddin Efendi. Hepsi ilmiyedendir."

Anne ve Babası

Babası Numan Efendi, küçük yaşta Yazır köyünden çıkıp, Aydın medreselerinde tahsilini tamamlamış bir hocaefendi idi. Numan Efendi, tahsil sonrası Elmalı'ya gelmiş, orada evlenmiş ve Şer'iye Mahkemesi başkâtibi olmuştur.

Annesi, Elmalı hocalarından Sarılarlı Mehmet Efendi'nin kızı Fatma hanımdır.

Hamdi Efendinin yeğeni Dr. Fatma Paksüt, annesinin küçük Mehmed Hamdi üzerindeki tesiri hakkında: " Yetişmesinde annesinin, âlim babası kadar, belki daha da etkili olduğunu söylemek, yanlış olmasa gerektir." demektedir.

Çocukluğu

Hamdi Efendi de yaradılışının gereği, çevresindeki eşya ve hadiseye karşı büyük bir tecessüs ve merak duygusu küçüklüğünden beri vardı:" Hamdi Yazır, çok üstün yeteneklerle yaratılmış bir insandır; kıvrak zekâsı, işlek muhakemesi daha çocukken belli olur; her alanda arkadaşlarını aştığı görülür; çok okuması, çabuk öğrenmesi ile olduğu kadar, öğrenme arzusunun sınırsız oluşu ile de herkesi hayrete düşürür; ilgilenmediği konu, ilgisini çekmeyen şey yok gibidir; her şeyin aslını aramak, her şeyin daha iyisinin nasıl olacağını düşünmek, daha iyisini yapmağa çalışmak büyük zevkidir.

Bir düğünde, cihaz odasındaki işlemeli çevreleri, eyfalı yemenileri, güzel dantelleri görmek, onda yeni çevre modelleri çizmek, yeni oya ve dantel örnekleri çıkarmak hevesi uyandırır. Çizdiği modelleri komşu ablalar kapışır; çıkardığı örnekler elden ele dolaşır; bir başka sefer, harçlıkları ile kumaş alıp kız kardeşine elbise dikmesi, sonra onun elinden tutup bayram ziyaretine gitmesi ile şaşkınlığa yol açar."

İlim tahsiline başlaması

Medrese usulü ilk Arapça derslerini babasından alan Küçük Hamdi, öte yandan ilk mektebe başlamıştır. Bir yandan Sofu İbrahim ve diğer bazı zatlardan nahv, feraiz, mukaddemat-ı fıkıh okudu, diğer yandan kısa zamanda hafız oldu. Yeğeni Fatma Hanım, hocamızın hafızlığı konusunda bize şu ilginç bilgiyi veriyor: "Nitekim bir gece oğlunu yatağında göremeyen annesi, onu alt kattaki odada, bir mumun ışığında hafızlığa çalışırken bulur. Herkesten habersiz başladığı bu işi hemen hemen yarılamış durumdadır. Büyük bir gayretle çalışarak, sanıldığından kısa bir sürede sonuca ulaşır."

Ömer Nasuhi Bilmen merhum da, onun hafızlığının güzelliğini şöyle anlatıyor: "Hilkaten pek sabih(şirin) olan bu yüksek sima, daha pek genç iken Kur'an-ı Kerim'i tamamen hıfz ederek kuvvetli hafızlar arasına karışmıştı. Güzel bir sadâ ile tilavet ettiği Kur'an ayetleri dinleyenlerin ruhlarını latif duygular içinde bırakırdı. Hele, hususi bir cemaate hatim ile kıldırdığı teravih namazları cemaatinin kalplerini ruhani neşvelere gark eder, dururdu."

Fıtraten pek sevimli bu zat, okulunda da en sevilen, en başarılı, hocalarının parmakla gösterdiği parlak bir öğrenci idi. İlk mektep (mekteb-i ibtidai) sonrası Rüştiye mektebini de büyük bir başarıyla bitirdi.

Ä°lim Yolunda Hicret

Yıl 1895..Artık genç Hamdi Efendinin önünde başka ufuklar açılmaya başlamıştı. Her ilim talibi gibi onun da aklı fikri İstanbul'a gitmek ve oranın mütebahhir ulemasının dizinin dibinde ilimde kemale, irfanda zirveye çıkmaktı.

O sıralar İstanbul'daki ilim seviyesinin durumunu, kendisi de İstanbul'da yetişmiş olan dersiamlardan merhum Çalekli Hacı Dursun Efendi(1883–1977) muhterem Mehmed Kırkıncı Hocaefendiye şöyle anlatmış: "İstanbul, medreseler sayesinde dünyanın nazar-ı dikkatini celbeden bir ilim ve irfan beldesi olmuştu. Avrupa, hukuka ait halledemediği birçok meseleyi İstanbul'daki Dar-ül Hikmet'ül İslamiye'den sual ederdi. İstanbul'da yetişen ulemanın emsali ne Mısır'da, ne Pakistan'da, ne de dünyanın başka bir yerinde yoktu. Mısır'daki El-Ezher Üniversitesi Şeyhlerinden Meşhur Şeyh Bahid Efendi İstanbul ulemasını ziyarete gelmişti. Bu ziyareti esnasında aynen şöyle buyurdu: "Taaccüp ediyorum. Doğrusu buradaki ulemanın emsali ne bizde, ne de dünyanın herhangi bir yerinde yoktur."

O sırada kendisi de İstanbul'da okuyan dayısı Hoca Mustafa Sarılar, yeğenin de kendisi ile İstanbul'a gelmesini ve İstanbul'da tahsiline devam etmesini isteyince, ailesi ilk başta bir tereddüt geçirdi. Çünkü bu sevimli ve saygılı, insan canlısı evlatlarından ayrı kalmak çok zordu. Numan Efendi kısa bir tereddüt yaşadı ise de, bu büyük istidatın ancak İstanbul'da kozasından çıkabileceğini düşündü ve gitmesine izin verdi. Değerli bir hoca kızı olan validesi de yüreğine taş basmış, çok sevdiği oğlunu gurbete gönderirken "seni ilim yoluna gönderiyorum şükürler olsun Allah'a, ne mutlu bana..." diyerek uğurlamıştır. Gerek ilk gidişinde gerek daha sonraki sıla dönüşlerinde bu mübarek ananın ağlayıp sızladığını gören olmamıştır. Gözyaşlarını yastığına gizleyen Fatma Hanım, çektiği elemi bir sözüyle anlatmak istemiştir sanki: "efendi hanımı olmak kolay olsa da, efendi anası olmak kolay değildir."

Dayı-yeğen, tehlikeli bir yolculuk sonrası payitahta vardılar. Yeğeni Fatma Paksüt Hanımefendi bunu şöyle anlatır: " O zamanlar bugünkü ulaşım imkânları yoktur. Elmalı-İstanbul yolculuğu, genellikle Finike veya Antalya'dan vapura binilerek yapılmakta, bu şehirlere de bugün olduğu gibi bir kaç saatte değil hayvanla ancak iki günde ulaşılmaktadır. Hem vapurların hızı daha az olduğu hem de bunlar, henüz bizim idaremizde olan Rodos, Sakız ve Sisam gibi adalara uğradıkları için, denizde geçen süre de daha uzundur. Kısacası; Elmalı-İstanbul yolu, zorunlu olmadıkça göze alınabilecek bir yol değildir. Fakat yolun uzunluğu, yolculuğun zorluğu, genç Hamdi Yazır'ın umurunda değildir. Çıktığı yolculukta o hep yeni şeylerle karşılaşmaktadır. Yazık ki böyle güzel giden bir yolculuğun son kısmı bir hayli tatsız olur.

Çanakkale Boğazı'nı geçip İstanbul'a yöneldikleri sırada ansızın şiddetli bir fırtına kopar. Dağ gibi dalgalar vapuru sallamaya, sağa sola atmaya başlar. Vapur ha battı ha batacak durumda, yolcular korku içindedir; kimi ayılır kimi bayılır, kimi hastalanır yere serilir. Çocuklar bağrışır, kadınlar ağlaşır; fırtına bazen yavaşlar, bazen hızlanır; ama bir türlü dinmek bilmez; o dinmeyince de çekilen çilenin sonu gelmez. Oysa herkesin fırtına sandığı şey, büyük İstanbul zelzelesinin denize yansımasıdır. (Tevfik Fikret'in şiirine göre 1310 senesi) Ancak bu, İstanbul'a çıktıktan sonra anlaşılacaktır."

Tahsil Yılları:

Hayalini kurduğu İstanbul yerine, zelzele ile zir ü zeber olmuş bir şehirle karşılaşan Hamdi Efendi sukutu hayale uğrarsa da, bu durum kısa sürmüş ve yeni ortamına kısa zamanda intibak etmiştir. Dayısının kaldığı Küçük Ayasofya Camii medresesine yerleşen Hamdi Efendi, bir süre bazı hocaları gezse de, bir türlü mutmain olamadı. En nihayet, Tetkikat-ı Şer'iyye Meclisi Reisi iken vefat eden Kayserili Mahmud Hamdi Efendi de karar kıldı. Onun Beyazıd Cami-i mübarekindeki derslerine başladı.

Hocası aynı zamanda adaşı olduğundan kendisine "Küçük Hamdi Efendi" hocasına da "Büyük Hamdi Efendi" dendi. Başta hocası olmak üzere kısa zamanda herkes ondaki zekâ, fetanet ve merak duygusuna hayran olmuştu: Bu durumu yeğeni şöyle anlatmakta: "Bir gün derste, Hocanın ortaya attığı bir soruya, Hamdi Yazır cevap verir, ikinci soruya cevap yine ondan gelir. Sonra sorudan soruya geçilir... Hoca ile yeni öğrenci arasında bir konuşma gelişir. Yavaş yavaş sınıf düzeyinin üstüne çıkıldığı için öğrencilerin çoğu, bu konuşmayı izlemekte, anlamakta güçlük çeker. Sınıf şaşkınlıktan şaşkınlığa düşer.

Bu yetenekli öğrenciye hayranlık duyan babam, dersten sonra bir süre arkadaşları ile konuşur. Ama onların da fazla bir şey bildiği yoktur. Söyledikleri kısaca şudur:

"Adı Hamdi, memleketi Elmalı olan bu öğrenci, Küçük Ayasofya medresesinde, dayısının yanında kalıyor. Onu derse getiren dayısı, dersten sonra hemen alıp gidiyor. Kimsenin onunla konuşmasına, arkadaş olmasına fırsat vermiyor. Görüşmek için odasına gidenleri de kovuyor."

Bu bilgiyi alacağım derken eve dönmekte geciken babamı eniştesi, biraz telaşla "ne var; ne oldu; neden öyle üzgünsün?" soruları ile karşılar. Sınıfta geçenleri, gecikme nedenini anlatan babam da sözünü şöyle tamamlar:

"Küçük bir öğrenci hocaya çatır çatır cevap verirken, biz koca koca adamlar şaşkın bakarsak üzülmemek mümkün mü? Ne kadar bilgisiz olduğumu görüyorum, kendimden utanıyorum."

Eniştesi bu defa gülmeye başlar. Babamın son sözlerini "aman oğlum, hele dur, o kadar üzülme; çünkü o Elmalılı öğrenci yalnız seni şaşırtmamış, Hoca da hayret içinde; son günlerde onu dilinden düşürmüyor; oturup kalkıp onu öğüyor; yerimi ancak o tutabilir diyor" şeklinde karşılar."

Bir yandan medrese eğitimini tahsil ederken bir yandan da Arif ve Sami Efendilerin hat derslerine devam ederek bu alanda da icazet sahibi oldu. Yazı çeşitlerinden sülüs, nesih ve ta'likte güzel yazı örnekleri verdi. Burada çıktığı zirveyle alakalı, yeğeni Fatma Paksüt hanımefendi şunları söylüyor: " Dayımın hattatlığını değerlendirmek, hiç şüphesiz, benim haddimi aşan bir iştir. Ama o sıralarda yazıp sonra anneme hediye ettiği bir güzel levha için, yazının estetiğini bilen, felsefesini yapan, bir yazı üstadı olan küçük dayım Mahmut Yazır, yıllar sonra bana şöyle demiştir: "Ağabeyimin çok ince bir kamış kalemle, çok küçük harflerle yazdığı bu yazının en büyük özelliği, büyüteç altında güzelliğinden hiç bir şey yitirmemesi, büyüteç altında da onda en küçük bir hata görülmemesidir. Ne ben böyle bir yazı yazabilirim ne bir başkasının yazacağını düşünebilirim."

"Türkçeyi ne kadar güzel öğrenmiş"

Hamdi Efendi eğitimi sırasında Arapça'yı o kadar mükemmel öğrenmişti ki, İstanbul'da okuyan bir Arap talebe, onun konuşmasına bakarak kendisini Arap zannetmiş, arkadaşlarına hayretle şöyle demişti; " Hamdi Efendi Türkçeyi ne güzel öğrenmiş."

Aynı zamanda edebiyata olan merakı ve Farş şairlerini yakından tanıma isteği onu Farsçaya yöneltmiş ve bu lisanda da çok üstün bir mevkie getirmiştir.Musiki'ye de merak salmış ve bu alanda da ileri bir seviyeyi ihraz etmiştir.

Üstün başarı ile medrese eğitimini bitiren Hamdi Efendi 1904 senesinde Büyük Hamdi Efendinin en mümtaz talebesi olarak icazetname(diploma)sini aldı. Kendisinden bahsedilirken haklı olarak "İlmiyye sınıfının nâsıye-i pâki,(temiz siması) medârı iftiharı" denmeye başladı.

Ruus imtihanı

1905(1324) senesinde, daha sonra beraber Dar'ül Hikmet adlı akademide beraber âzâ olarak görev alacağı arkadaşı Ermenekli Mustafa Saffet Efendi(Aysu) ile birlikte Ruus imtihanına girdi. Ruus imtihanı medrese mezunlarının dersiam olmaları için şart olan imtihandı ve Hamdi Efendi büyük başarı ile çıktığı bu sınav sonucu Beyazıd dersiamı oldu. İki sene bu vazifede bulundu. Aynı zamanda, Şeyhülislam'lıkta Mektub-i Kalemi dairesinde memur olarak çalışmaya başladı.

Mekteb-i Nüvvab'da

Hocaefendi, ne kadılıktan ne de müderrislikten vazgeçebildiği için medreseye devam ederken bir yandan Mekteb-i Nüvvab'ı(Hukuk Fak.) birincilikle bitirdi. Bu yıllarda ayrıca kendi kendine Riyaziye, Felsefe, Edebiyat öğrendi. Matematik, felsefe, edebiyat sahalarında incelemelerde bulundu. Arapça ve Farsça yanında -üstelik altı ay gibi kısa bir sürede- tercüme yapabilecek düzeyde Fransızca'yı da öğrendi.

Elemli Bir Hatıra

Hamdi Efendi, bir talebelik hatırasını tefsirinde şöyle anlatıyor; "Mekteb-i Nuvvab'da talebe iken bir gün öğleden sonra dersten çıkıp Nuruosmaniye'de ikametgâhım olan hattat odasına geldim, yalnız, pencerenin önüne oturdum. Oturur oturmaz henüz bir şeyle meşgul olmaksızın birdenbire büyük amcam Muhammed Emin Efendi hatırama doğdu ve derhal kalbime derin bir hüzün çöküverdi. Ağlamak istedim, hâlbuki başka zamanlar onun hatırasından lâbud bin neş'e ve inşirah duyardım, nâdirü'l-vücud bir fazilet-i mücesseme idi. Bugünkü hatıranın hem tarz-ı huturu, hem de mutâd neş'enin hilafına öyle bir hüzün gelmesi, istiğrabımı mucib oldu, hemen kaydettim. On beş gün sonra memleketten posta ile mektup aldım. Pederim "o gün amcamın vefat ettiğini ve bana yadigâr olmak üzere birkaç kitabını vasiyet eylediğini" yazıyordu. O vakit ki postanın on günde geldiği bir mesafeden o hüzünlü vak'anın hüznünü duymuştum ve gözlerim dolmuştu."( Hak Dini Kur'an Dili- Yusuf Suresi 98. ayetinin tefsirinde)

-Devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Salih Okur, 2008-05-19 03:51:15

Nuri bey, kesin tarih veremiyorum. Haziran ayında istifadeye arz etmek istiyorum. İlginize teşekkürler.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Nuri TaÅŸdemir, 2008-05-18 22:19:10

Elmalili Hamdi Yazir ile ilgili yazinin ikinci bölümü ne zaman gelecek?

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Ferdi Altıntaş, 2008-03-08 06:45:01

Devamını ne zaman koyacaksınız? sabırsızlıkla bekliyorum. her gün bakıyorum..

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

Her can ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.

Ankebut, 57

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Tutumlu kiÅŸi asla fakir olmaz."

Taberani

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI