TESETTÜR DOSYAMIZ

Prof. Dr. Orhan Çeker Takdim Zamanımızda dini konu oldu mu herkes konuşuyor. Başka konularda branşım değil diye işi ehline havale ettikleri halde dini konularda herkes kendisini yetkili sayıyor ve yeni yeni dinler üretmeye kalkıyor


Orhan Çeker(Prof. Dr)

oceker@mynet.com

2008-01-28 09:49:16

Prof. Dr. Orhan Çeker

Takdim

Zamanımızda dini konu oldu mu herkes konuşuyor. Başka konularda branşım değil diye işi ehline havale ettikleri halde dini konularda herkes kendisini yetkili sayıyor ve yeni yeni dinler üretmeye kalkıyor. İşin ehli olmadığı halde din konusunda konuşanlar, hallerinden de zaten belli olmaktadır, kimileri hıyanet etmekte, kimileri bu hainlere gafilce kapılmakta, kimileri de Allahın ayetlerini az bir bahaya değişmektedir. Ve bunlar çıktıkları programlarda sanki bir yerlere işaret veriyorlar: “Bakın biz de buradayız, işinizi görebiliriz, lazım olursak bizi kullanabilirsiniz” diyorlar lisan-ı halleriyle.

Şimdi her konuda olduğu gibi bu konuda da dürüst davranacak olursak, o zaman tesettürü Cenab-ı Hakkın ortaya koyduğu gibi, Rasulullah (a.s.)`in üsvetün hasene (güzel bir örnek) olarak ortaya koyduğu şekliyle, tabiî ki anladığımız ve dilimizin döndüğü kadarıyla aktarmak durumundayız ve mecburiyetindeyiz. Kiminin hoşuna gidebilir, kiminin de gitmeyebilir ki o da önemli değildir. Önemli olan Allah rızasıdır. Cenab-ı Hak, bizi kendi yolunda ne kadar kullanırsa biz kendimizi o kadar bahtiyar hissetmek durumundayız. Prof. Dr Orhan Çeker-İslam Hukuku

Tesettür ne demektir?

Tesettür” malum Arapça bir kelimedir ve “örtünmek” demektir. Mesela “setr-i avret” diye bir kelimeyi hepimiz duymuşuzdur. Namazın dışındaki şartları sayarken “setr-i avret” deriz.“Setr” örtmek,“ avret” malum avret yerleri. Bu arada şunu da söyleyelim: “Avret” kelimesi Türkçeye ses uyumu sebebiyle “avrat” diye geçmiştir. Dolayısıyla her ne kadar örfümüzde avrat kelimesi kaba bir anlamı çağrıştırsa da bu kelimeye böyle bir mana yüklenmesinde hiç de haklı değiliz.“Avret” dolayısıyla Türkçe ifadesiyle “avrather zaman için örtülmesi gereken muhterem, saygıdeğer, muhafazaya değer bir mana taşır. Yani bu kelimeyi örfteki kaba manasında kullanmanın böyle uygun olmayan bir durumu söz konusudur. Kadına “avret” dendiğine göre bu kelimeden şunu anlıyoruz; kadınların neredeyse her tarafı örtülmesi gerekiyor. Her tarafı örtülmesi gerektiği için de zaten avrat kullanılmıştır.

Örtünme Fıtridir

Bu manayı söyledikten sonra şuna hemen işaret edelim: Örtünmek fıtridir. Yani insanın yaradılışında örtünme duygusu var. İnsan, insan olarak örtünmek ister. Dünyanın bir ucundan öbür ucuna kadar gidin, her insanın vicdanına sorsanız hiçbirisi, çırılçıplak gezmek, tozmak istemez. İnsan, elinde olmadan ister istemez, örter, örtünür. İşte bundan anlıyoruz ki örtünmek, insanın fıtratında var, fıtratta olduğu için de bütün insanlar tarafından tamamen çıplak olmak hoş görülmemiştir. Sadece İslam toplumu değil, gerek Müslüman gerek gayri müslim her nerede olursa olsun, bütün insanlar örtünme ihtiyacı içerisindedir. Bazen belgesellere bakarım. Ulaşmamız imkânsız gibi olan dünyanın öbür ucunda, uçsuz bucaksız bir yerde kabilelerden birinin diyelim ki hayatı anlatılıyor. Dikkat ediyorum en ilkel kabilelerde dahi insanlar örtünüyorlar. Hem şu da dikkat çekiyor, en ilkel kabilelerde dahi olsa, kadın ve erkek farklı örtünüyorlar. Yani kadın daha fazla örtünüyor, erkek ona göre biraz daha serbest ve az örtünüyor. Belgesellerde özellikle bu dikkatimizi çekiyor. Mesela uzak doğuda Yeni Gine’nin uçsuz bucaksız bir taraflarında yaşayanlara bir bakın, onlarla ilgili kitaplar okuyun, bir bakarsınız ki insanın vicdanına yerleştirilmiş olan hayâ duygusu o insanlarda var ve kaybolmamış.

Örtünmek fıtri olduğuna göre inanan insan istese de, istemese de örtüneceğine göre, aynen yemek yemek gibi zaruri bir iş olduğuna göre, o zaman İslam’ın getireceği şey ya da bizim burada söyleyeceğimiz şey kim ne kadar örtünmelidir ve ne şekilde örtünmelidir? Biz zaten onu anlatacağız. Örtünmek “tesettür” simgedir… İslam’ın alametlerindendir. Şiar diyoruz, şeair gelir bunun cem’i. İslami simgedir. Bunu belirttikten sonra konunun hükümlerine geçiyoruz:

Avret yerleri

Buradan konuya girelim. Avret yerlerini, şöyle ana başlıklarıyla, hemen özetleyelim ve konumuza devam edelim. En dar çerçeveden genişe doğru sıralayacak olursak:

-Karı - koca arasında avret yeri yoktur. Dolayısıyla karı - koca birbirine baştan sona helaldirler ve onların birbirine karşı örtünmeleri dini mecburiyetten değil, edeptendir.

Ondan sonra çerçeveyi dışarıya doğru genişletecek olursak

-Kadının kadına karşı avret yeri,

-Erkeğin erkeğe göre avret yeri, bir de

-Erkeğin kadınlara karşı avret yeri.

Bu üçü, göbekten diz kapağına kadarki yerlerdir.

Kadının, diğer kadınlar yanında; erkeğin, diğer erkekler yanında; erkeğin ayrıca kadınlara karşı göbekten diz kapağı arasını mecburen örtmeleri gerekir, bundan daha fazla açılmaları caiz değildir. Mesela sportif faaliyetlerden örnek verecek olursak, İslam kültüründen doğan sporlara bir bakın. Orada erkeğin giydiği kıyafet, tamamen avret yeri anlayışına uygundur. Mesela yağlı güreşlere bir bakın, orada güreşçilerin giydiği kispet, tam göbek ve dizkapağı arasını örtecek şekilde, yani ele-güne karşı erkeğin mecburen örtüneceği şekildedir. Tabiî ki diğer sporlar için biz bunu söyleyemiyoruz. Çünkü İslam’dan değil, başka kültürlerden etkilenmiştir. Böyle olunca da diğerlerine bir diyeceğimiz yoktur.

Kadının erkeklere karşı avret yerine gelince. Kadına karşı erkekleri iki sınıfa ayırıyoruz:

Birincisi, erkeğe mahrem olan kadınlar, yada o kadına mahrem olan, evlenmesi ebediyen haram olan erkekler..

İkincisi, haram olmayan, namahrem olan yani aralarında normal olarak evlenme yasağı bulunmayan erkekler..

Kadının, kendisine ebediyen nikâhı caiz olmayan, yakın akraba erkeklere karşı avret yeri göğüsten diz kapağına kadar olan yerleridir. Yani kadının mesela oğluna karşı, babasına karşı, erkek kardeşlerine, yeğenlerine, amca veya dayısına karşı, kayınpederine karşı ve bu akrabaların sütten olanlarına vs. karşı avret yeri, demek ki göğüsten diz kapağına kadarki yerleridir. Kadın bunların yanında başını, kollarını ya da diz kapağından aşağısını açık bulundurduğu takdirde, günah işlemiş olmaz, o şekilde onu gören yakın akraba erkek de günaha girmiş olmaz. Ama bütün bu söylediklerim herhangi bir fitne olmadığı zaman için böyledir. Kadın böyle giyindiği takdirde yakın erkeklerden dahi bir fitneyle karşı karşıya kalacaksa, o zaman onların yanında böyle açılması, hatta aynı evde baş başa bulunması dahi caiz olmaz. Yani söylediğim ve söyleyeceğim hükümler hep normal şartlar için geçerlidir. Bu söylediğim avret yeri yani kadın için göğüsten diz kapağına kadarki avret yeri aynı şekilde toplumumuzda hukuken bulunmayan cariyeler için de geçerlidir. Cariyelerin sadece mahremi olan erkeklere karşı değil, bütün erkeklere karşı avret yeri göğüsten diz kapağına kadarki yerleridir. Dolayısıyla cariye, İslam toplumunda baş açık ya da kolları açık veya diz kapağından aşağısı açık gezdiği zaman günah işlemiş olmaz, o şekilde onu gören erkekler de günaha girmiş olmazlar. Kadının mahrem olan erkeklere karşı avret yeri bu.

Şimdi esas probleme geliyoruz: Kadının yabancı erkeklere karşı avret yeri: Kadının yabancı erkeklere karşı avret yeri, yüz ve eller hariç vücudun her tarafıdır. Hemen ekleyelim (bunu söyleyince soru hemen geliyor çünkü), “Ayaklar ne olacak?” diye. Ayaklar konusunda da değişik görüşler olmakla birlikte kimileri kadına, biraz daha serbest davranma imkânı tanıyarak, caiz görerek ayakları avret yerinden saymazlar. Ama ayakları dahi avret yerine dâhil eden görüşler ağırlıktadır. Bu takdirde kadın, yüz ve eller hariç her tarafını örtmek durumundadır. Bu söylediklerim, ayetlerle de hadislerle de asırlar boyu Müslümanların uygulamasıyla da sabittir. Dolayısıyla “örtünmek, tesettür Kur`an’da yoktur, tesettür konusu ta hicri 2. asırdan bu yana hep problem olagelmiştir” gibi sözler, Allah’a iftiradır, Peygamberimize iftiradır. Konuşmamın başında dediğim gibi Allah’ın ayetlerini az bir bahaya satmaktan başka bir şey değildir.

Kadının yüzü avretten değildir. Kimileri yüzün de avretten olduğunu savunuyor hatta yazıyor iseler bile doğru değildir. Çünkü kadın kendi bulunduğu toplumda yüzünü örtüyor, hep sadece gözü dışarıyı görecek şekilde örtünüyor olsa bile hac ya da umre için ihrama niyet ettiği andan itibaren yüzünü açma mecburiyetindedir. Hac ki insanların en kalabalık olduğu yer, erkeğin kadının birbirine en çok karıştığı, karışmak durumunda olduğu yer. Böyle bir yerde kadın, ihram gereği yüzünü açmak zorunda ise eğer o takdirde diyeceğiz ki: “Kadının yüzü, avretten değildir.” Tekrar ediyorum: fitne olmadığı durumda hüküm böyledir. Ama herhangi bir fitne söz konusu ise fitne ölçüsüne göre kadın yüzünü de örter, evden dışarı çıkması da caiz olmayabilir.

Kıyafetin şekli

Avret yerlerini bu şekilde özetledikten sonra şimdi geliyorum avret yerini örtecek olan kıyafete: Dinimizde kıyafet için belli bir şekil emredilmemiştir. İlla şu şekildeki elbiseyi giyeceksin diye bir hüküm yoktur. Dolayısıyla İslam’a karşı dış dünyadan “Niye belli bir şekle mecbur ediyorsunuz?” gibi bir itiraza karşı diyoruz ki: İslam’ın emrettiği belli bir şekil yoktur. Dolayısıyla karşı çıkanlar olarak siz de belli bir şekli tenkit edip durmayın. Öyleyse İslam, belli bir şekil koymamış da ne yapmıştır? Kıyafet için ilkeler/ kaideler koymuştur ve demiştir ki, bu ilkeleri kendisinde bulunduran her türlü kıyafeti giyebilirsiniz. O takdirde bu ilkeleri/ kaideleri kendisinde bulundurmak şartıyla on çeşit, elli çeşit dahi elbise üretilse, hepsi de İslami olur. Mesela bu ilkeleri, soğuk bölgelerdeki insanlar kıyafeti kendine göre oluşturur. Diyelim ki ekvator bölgesindeki insanlar da kıyafeti kendisine göre oluşturur. Buna göre ekvator bölgesindeki kıyafet biraz daha hafif, biraz daha sıcağa göre ayarlı; soğuk bölgelerdeki ise ona göre kalın, ona göre biraz daha farklı olur. Her ikisi de İslami’dir. Niçin? Az sonra söyleyeceğim ilkeleri kendisinde bulundurduğu için. O zaman bu ilkeler nelerdir? Dört tane ilke/ kaide, ya da şart söylüyorum. Bu dört şartı kendisinde bulunduran herhangi bir kıyafet İslami’dir.

1-Kıyafet avret yerini örtecek. Malum, avret yerlerini az önce söyledim, kıyafet buraları örtecek.

2-Vücut çizgilerini belli edecek derecede dar olmayacak. Dolayısıyla vücut çizgilerini belli edecek derecede dar olan, vücut çizgisini dışarıdan gerek az gerek çok belli eden kıyafetlerin hiçbirisi İslam’ın onayladığı kıyafet değildir. Maalesef zamanımız Müslüman kadını tesettür adına başını sıkça örtüyor, pardösü vs de giyiyor ama dar giyindiği için vücut çizgileri olduğu gibi ortada olabiliyor. Bu hanımlar tesettür adına örtünüyorum, demesinler. Bunlar İslami anlamda örtünmüş değildirler. Ne şiş yansın ne kebap hesabı bir örtünme olmuş oluyor. İslam’ın örtünme emri bu değildir. Bu husus iyice kafalara yerleşmelidir. Şahsen bu noktada müslüman kadında ciddi bir yozlaşma görüyorum. Allahın emrine uyduğumuz iddiasında isek eğer ilahi emre doğru dürüst uymak zorunda olduğumuzu da bilmemiz gerekir.

3-Şeffaf olmayacak. Kıyafet dışardan baktığın zaman içini göstermeyecek.

4-İslam’dan başka bir dinin simgesi olmayacak. Özellikle bu ilkeye dikkat çekiyorum. İslam’dan başka bir dinin simgeliğini yapıyorsa bir kıyafet, onu giymek Müslümanlar için haramdır. Mesela dindar Yahudilerin giydikleri, kafaya geçirdikleri tepede duran takkeye benzer kippa denilen şeyleri var. Ya da diyelim ki papazların ayin sırasında giydikleri, önü haçlı bir kıyafetleri var. Yahut papazların görev icra ederken giydikleri bir kemerleri var, “zünnar” dedikleri. Bunlar o dinlerin simgesi olduğu için, müslüman bunları giyemez. Bu arada aklınıza takılmıştır, şu soruyu da cevaplandırayım: Rahibelerin kıyafetine baktığımız zaman, bizim anlattığımız, anlatacağımız örtü şekline, tesettüre tamamen uyuyor. Öyleyse rahibelerin kıyafeti onların dininin alametidir diye bizim kadınlar giymeyecek mi? Durum öyle değil. Çünkü aslında ilahi din olan İsevilik, bozula bozula iş nihayet kilisede rahibelerin kıyafetine kadar varmış ama o kıyafete müdahale etmemiştir. Yani rahibelerin giydiği kıyafet aslında ilahi emir gereği olan kıyafettir. Yani İsevilik o noktada bozulmamış demektir. Dolayısıyla o, ilahi emir gereği olan bir kıyafettir. Bu dine has simge değildir ki zaten ilahi dinlerde olması gereken kıyafettir. Dinimiz de eski ilahi dinlerden bozulmamış ve Cenab-ı Hakkın kaldırmadığı ilkeleri aynen geçerli saymıştır. Biz buna fıkıh usulünde“ Şer’u men kablena (bizden önceki şeriat)” diyoruz. İşte bu bakımdan rahibelerin giydiği kıyafet, bizim hanımlar tarafından da giyilebilir.

Şimdi tekrar ikinci ilkeye dönüyorum: Kıyafetin dar olmaması. Her nedense ortalığı dine uymuyor diyeceğimiz şekilde dar kıyafetler sarmış durumdadır. Peygamberimiz aleyhissalatü vesselamın hadislerinde belirttikleri gibi “Bir zamanlar gelecek, kadınlar giyili olacaklar ama çıplak olacaklardır.” Bunların giyim şekline bir mana veremiyorsunuz, vermeniz de mümkün değil. Bunlar giyindiklerini mi sanıyorlar. Ama benim esas söyleyeceğim şu. Bazıları var ki bu dar kıyafeti giymişler hatta kısa kol da giymiş olabiliyorlar, yanı sıra bir de bakıyorsunuz ki kafaya bir eşarp geçirmişler. Bayağı kafayı ciddi ciddi örtmüşler. İşte ben bunu anlamada zorlanıyorum. Konuşma imkânı doğarsa birileriyle soracağım sen niye örtünüyorsun? Başını niye örtüyorsun? Herhalde diyecek ki “baş örtmek farzdır”. Ona diyeceğim şu: “Sen bu kıyafeti eğer İslami endişe ile giyiyorsan İslam bu değil, boşuna İslam’a iftira etme. Örtüneceksen adamakıllı örtün ya da örtünmeyeceksen kendine böyle bir renk, böyle bir süs ve hava verme. O kıyafet İslami bir kıyafet değil.

Bir de tahmin ettiğim kadarıyla bizim müslüman çevrede de, onlara özenti var. Yani o dar pantolonları bunlar da giyiyorlar, üstüne de bir pardesü giydikleri için dışarıda belli olmuyor. Onlara da söyleyeceğim şu: “Sizin onlara özenecek bir durumunuz yoktur. Onlara karşı komplekse girecek bir durumda değilsiniz. Aklınızı başınıza alın. Örtünecekseniz doğru dürüst örtünün. Yok örtünmeyecekseniz zaten kimse size bir şey demiyor.”

Cilbab’tan ne anlamalıyız?

Bu arada yine örtüyle ilgili olarak şunu eklememiz lazım: “Cilbab”. Ahzab suresinde bir de cilbab adıyla bir örtüden bahsediliyor. Ayet-i kerime de (Ahzab 59) “Ey peygamber! Kendi hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle üzerlerine cilbablarını alsınlar…”

Cilbab nedir? Cilbab, başörtüsünün üstünden örtülen, alnın yarısından burnun yarısına kadarki gözlük yeri diyebileceğimiz kadar yeri açık bırakan, içerden de kadının tuttuğu baştan şöyle aşağı doğru da sarkan örtünün adıdır. Dolayısıyla başörtüsü ve manto/ pardesü, cilbab yerini tutmamaktadır. Ama şunu da ekleyelim: (Tabii ki burada kanaatimi söyleyeceğim) Cilbab bir emir değil, takva gereğidir. Dolayısıyla az önceki şartları taşıyan başörtüsü ve pardesü, farzı kurtarıyor, ona bir diyeceğimiz yok fakat cilbab tavsiyesini yerine getirmiyor. Şu sıralarda pek ortada görünmüyor ama Konya`da poşu/ poçu veya atkı dedikleri şey, cilbabın Konya’daki uygulaması idi. Nasıldı bu? Kadın evinin içinde normal kıyafetiyle işini yapar, o poşu dış kapının arkasındaki çivide asılı olur. Kadın sokağa çıkacağı zaman onu üstüne alır tepeden aşağı şöylece örter, içerden de eliyle tutar, dışarıda dolaşır, İşini bitirir, tekrar gelir, kapının arkasına asar. İşte cilbab odur. Bu cilbabın değişik yerlerde farklı uygulamaları vardır. Mesela şu Ladik’de dahi, ya da Kadınhanı’nda dahi cilbabın değişik şekillerini müşahede ediyoruz. Biraz daha ince, kareli kareli örülmüş bezden. Veya diyelim ki Erzurum’a vardığınız zaman bir başka şekline de rastlayabilirsiniz. Bursa’ya vardığınız zaman yerli Bursalılarda bir başka şeklini, farklısını görebiliyorsunuz.

Gelinliklerin durumu

Bir de gelinliklerin durumunu, bizimkilerin vazgeçemeyeceği beyaz gelinliklerin hükmünü söz konusu yapalım. Mevcut tül gelinlikler bize Avrupa’dan gelmedir. Ama Avrupa’dan gelmiş bile olsa bizim örtü ilkelerimize uyuyorsa, onları kullanmak caizdir. Hangi örtü ilkeleri, ilkeleri tekrar söylüyorum:

1.Avret yerini örtecek,

2.Bol olacak,

3.Şeffaf olmayacak,

4- Bu şart gelinlikte yok. Yani gelinlik başka bir dinin simgesi değil. Avrupa’dan gelmiştir ama onların dinlerinin simgesi değildir. Öyleyse önceki üç şart yerine gelmişse gelinliği kullanmak caizdir. Ama caizdir demek mecburidir anlamına gelmez. Dolayısıyla bunu kullanmak zorunda da değiliz. Böyle olunca içimden öyle geliyor ki kadınlarımız bu yolda bir çaba gösterseler de gelinlik modelini değiştirseler diyorum. Eskiden gelinlikler şöyleydi: Gelinlik iki parçadan oluşuyordu. Benim yetiştiğim devirdeki gelinlik öyleydi. Aynen çarşaf gibi, bir lastikli belden aşağıyı örten etek kısmı bir de belden daha aşağısından başlayan ve arkadan gelinin kafa üzerinden öne doğru attığı parça. Böyle bir gelinlik. Çoğunlukla bordo renkte olurdu. Gelinin hiçbir şeyi görünmezdi, içerden tutardı, içerden o dışarıyı görürdü ama dışardan gelin görünmezdi. Bu hem İslami tesettüre uygunluk açısından, hem de kullanışlılık açısından daha uygun. Mesela şimdiki gelinliği, adam bir sürü para veriyor alıyor, ömründe de bir sefer giyiyor. Bir sefer giyilen bir elbise için, bir kıyafet için o kadar para vermek israftır. Onun yerine belki çok defa kullanılabilecek, içini de göstermeyen yeni bir gelinlik belki geliştirmek bizim yapacağımız, yapmamız gereken işler arasındadır diye düşünüyorum.

Kendiliğinden görülenler

Şimdi geliyorum tesettürle ilgili diğer hususlara: Kur’an-ı Kerim’de, Nur suresi 31. ayetinde Allah Teala buyuruyor ki: “Kadınlar ziynetlerini kendiliklerinden görünenler hariç kimseye göstermesinler”. Ayette “kendiliğinden görünenler” derken acaba kasıt nedir? Bu hususta tefsircilerimiz şu yorumları yapmışlardır:

1.“Kendiliğinden görünen” derken “yüz ve eller” kastedilmiştir. Dolayısıyla kadın yüz ve ellerini gösterebilir. Bunun dışındaki yerleri gösteremez.

2. Kimileri de diyor ki “kendiliğinden görünen” derken şu kaydedilmiştir. Kadın normal örtülüdür, ama rüzgar savurmuştur ya da bir kaza olmuştur… kadının üstü açılmıştır.

“Yüz ve ellerdir” diyenler ayrıca yüz ve ellerdeki ziynetler de buna dâhildir, yüzüğünü şunu bunu gösterebilir” demiştir.

3. Kimileri de diyor ki, (kanaatimce doğrusu da bu olması lazım) “kadın iş yaparken sadece elleri değil, bileğinden biraz üstünden, ihtiyaçtan dolayı biraz daha yukarılara kadar gösterebilir, günah olmaz

demektedir. Genelde “kendiliğinden görünenler” derken “yüz ve el” çerçevesinde fikirler beyan edilmiştir. Bu takdirde ilgili ayetin o kısmından anlayacağımız şey “yüz ve el” olmuş oluyor.

Başörtülerini yakalarının üzerine indirsinler

Bir de yine aynı ayette,“Başörtülerini yakalarının üzerine indirsinler”, demektedir Allah Teala. Yakın zamanda başörtüsü münakaşalarında şöyle bir yorum yapılmıştı: O yorumu yapan kişi, “ayette başınızı örtün diye bir şey yok. Yakanızı, boynunuzu örtün” diyor. Bu yoruma gel de gülme! Şimdi eeee bunu duyunca, çok şeyler söylemek gerekiyor da, hangi kelimeyi seçeyim diye zorlanıyorum gerçekten. Şimdi bu mantığa göre şöyle sorsam, o adamı görsem soracağım. ‘Pantolonunun paçasını ayakkabının üstüne indir desem, üstünü açabilirsin gibi bir mana mı anlarsın ! Şu kafaya bak, mantığa bak. Arapçada ‘hımar’ başı örten örtü demektir. Başörtüsünün adı Arapçada noktalı hı harfiyle hımar. Yani hımar herhangi bir şeyi örten örtü değildir. Şu masayı örten örtüye ‘hımar’ denmez. İlla ki başı örten örtüdür hımar. Ayette de o geçiyor. Ve hatırlıyorsunuz Kur’an-ı Kerim’de içkiye de hamr denir. Aynı kelimeden gelir. İçkiye neden hamr denmiş. Aklı örtüyor da ondan. İçki aklı çalışmaz hale getiriyor. Aklı örttüğü için, sarhoş ettiği için ‘hamr’ denmiştir. O zaman ‘hımar’ başı örten örtüdür. Baş örtme manası o kelimede esasen vardır.

Cilbab ‘Baştan aşağıya doğru da sarkıtılan örtü’ idi. Cahiliye Araplarında kadınlar halayık şeklinde bir başörtüsü takarlardı. Kulakları, saçlarının uç kısmı, boyunları, belki de omuzları görünüyordu. İşte onu ortadan kaldırmak için ‘başörtünüzü aşağıya doğru sarkıtın’ denmiştir. Yani kadın başını güzelce örttüğü gibi başörtüsünün ucunu ve cilbabını yakaların üzerinden aşağıya doğru sarkıtarak örtünecektir.

Başörtüsünde renk tercihi

Gelelim şimdi kadını tercih edeceği renkler meselesine: Kadının tercih edeceği renkler de dikkat çekmeyen renkler olmalıdır. Koyu renkler daha çok tercih edilmelidir. Hz. Aişe annemizin ensar kadınlarına bir duası vardır. Der ki: ‘hicab ayeti, yani örtü ayeti geldiği an, hemen kadınlar yanında örtüleri olmasa bile, elbiselerini yardılar, ikiye böldüler, yarısını başörtüsü olarak kullandılar ve sanki başlarının üzerinde karakuşlar bulunuyor gibiydi’. Birden Medine sokakları koyu renklerle, başörtülülerle doluverdi. Yolda, orta yerlerden, yolları işgal ederek değil; mümkün olduğu kadar kenardan, dikkat çekmeden, yürür ve gidecekleri yerlere giderlerdi. Renklerde de hüküm bu. Çok uzaklardan dikkat çeken renkler, İslam’ın tavsiye ettiği renkler değildir.

Güzel Koku Sürmek

Güzel kokuyla ilgili Resülullah (sav)’ın hadisi şerifi bulunuyor. Kadınlar için güzel kokuyla ilgili olarak Resülullah (sav)’ın özel tavsiyesi vardır. Kadın yabancı erkeklerin alabileceği şekilde koku sürünecek olursa, o kadına cennet kokusu haram olacaktır, diye. Öyleyse kadın yabancı erkeklerin dikkatini celbedecek şekilde koku sürünmemelidir. Kadın ev içerisinde beyine karşı istediği kadar koku sürünebilir. Diğer erkekler onun beyi değildir ki onları celbedici kokular sürünsün.

Kadının makyaj yapması

Kadının makyaj yapması caizdir. Bir daha söyleyelim bunu, caizdir. Ancak, yabancı erkeklere karşı makyaj, caiz değildir. Kadın makyaj yapabilir, ama makyajını kendisine, kocasına saklayacaktır.

Bu arada şunu da belirtelim: Şöyle bir deneme yapalım. Ülkemize gelmiş bir gayri müslim ninesini düşününüz, yaşlı kadın. Bir de bizim ninelerden birisini düşününüz. İkisini yanyana koyun. Hangisi daha cana yakın ve sevimli? Hangisinin yüzü daha çok sevimli geliyor? Elbette hepiniz diyeceksiniz ki, bizimkiler yaşlandıkça sevimli hale geliyorlar. Doğrudur gerçekten. Hâlbuki o gayri müslim nine ömür boyu cilt bakımı yaptı. Belki de cilt bakımına yaptığı masrafla üç-beş aile geçinebilirdi. Mübalağa etmiyorum. Çünkü bizzat bir Fransızın makalesinde okudum. Diyor ki “Fransa’da sadece köpek ve kedilere yapılan masraf ile Afrika’da iki ülke geçinebilir.” Düşünsenize İki ülke geçinebiliyor. Buradan makyaj meselesine geliyorum. O yanyana koyduğumuz iki nineden, bizimkisi hiçbir cild bakım yapmadı. Pekiyi nasıl oluyor da biri sevimli öbürü, öbürüne insan bakamıyor. Sebebi şu; Diyoruz ki gerek kadın gerek erkek her ikisinin de makyajı abdest suyu ve gece ibadetidir. Buna dikkat çekmek istiyorum. Gece ibadetinin, seherlerde teheccüdün, insan yüzünü parlatacağı hadislerde geçmektedir. O ibadeti yapan koyu derili biri dahi olsa yüzü sevimlidir ve çok cana yakın gelir insana. Abdest suyu!.. abdest suyu da böyledir. Peygamberimiz (sav) ahirette kendi ümmetinin vasıflarını söylerken, iki kelime kullanıyor “gurre” ve “tahcil” diye iki kelime. “Ğurre” atın alnındaki beyazlıktır. Aynı atın dört ayağının arkasında da beyazlık olur. İşte tahcil de odur. Resulullah (sav) teşbih yapmıştır. Mü’minin abdestte yıkanan yerleri, yüzü, kolları ve elleri parlayacak ahirette. Ümmet-i Muhammed’den olduğu oradan bilinecektir. Zaten Arapça “vudu” yani “abdest” kelimesi parlaklık demektir.

Öyleyse mü’minin makyajı abdest suyu ve gece ibadetidir. Bunu şöyle de deneyebilirsiniz: Yüz tane adamı yanyana koyun, 99’u abdestsiz-namazsız olsun, bir tanesi abdestli/namazlı olsun. Onu çok rahat seçersiniz. Dersiniz ki bu namazlı/ niyazlıdır. Nereden belli oluyor? İşte o makyajından yani abdest suyundan belli oluyor. Dolayısıyla Müslüman erkeklere de, Müslüman kadınlara da özellikle bu iki makyajı; abdest suyuyla, gece ibadetini hatırlatıyoruz. Abdest suyunu da hemen kurulamayın. Biraz deriye, cildin içine işlesin.

Hanımların yolda yürüme adabı

Allah Teala yine Nur suresi 31. ayetin sonunda der ki:“Kadınlar ayaklarını yere sert sert vurmasınlar ki ayak bileklerindeki bileziklerin, halhalın sesi duyulmasın.” Demek ki kadın bileziklerinin sesini dahi başkalarına duyurmayacaktır. Bundan hareketle, kadının topuğuna ses çıkarıcı bir şeyler çaktırması, yolda yürürken de, ta uzaktaki erkeklerin bile dikkatini çekecek sesler çıkarması, bu ayete aykırı düşmektedir. Bunu da bu arada belirtmiş olalım. Dolayısıyla ses çıkarmayan, başkasını rahatsız etmeyen ayakkabılar tercih edilmelidir.

Hanımların Sürme çekmesi

Gözlere sürme çekmek hem erkeklere hem de kadınlara sünnettir. Peygamberimiz (sav) de sürme çekerdi. Yatmadan önce sürme çekilir. Peygamberimiz (sav) buyururlar ki “Size sürmeyi tavsiye ediyorum. Çünkü sürme, gözler için cilalayıcı, parlatıcı, güçlendirici; kirpikler için de daha gürleştirici yani güzelleştiricidir.”

Sürme toplumumuzda özellikle erkekler için ortadan kalkmış sünnetlerdendir. Aslında erkeklerin bu sünneti ihya için gayret içerisine girmelerini de arzu ediyoruz.

Kadınların saçlarını boyatması

Bir başka mesele de “Saç boyama” meselesi. Bu da zamanımız kadınlarının bir belası. Kadınlar saç boyama konusunda adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Bunu kimi zaman diğer kişilere karşı övünme vesilesi de yapıyorlar. Çeşitli amaçlarla saçlarını değişik değişik renklere boyuyorlar. Başkalarına gösteriş olsun diye saç boyama caiz değildir. Çünkü o insanı kibre ve şımarıklığa götürür. Şımarık ve kibirli olan kişi de Allah’ın hududunu tanımaz olur. Saç boyayanların sıkça sordukları soru şu: Saç boyalı olunca abdest / gusul olur mu? Biz de diyoruz ki, yabancı erkeklere göstermemeniz şartıyla saç boyatabilirsiniz. Yabancılara göstermemeniz şartıyla istediğiniz renge boyayabilirsiniz.

Kadının sesi meselesi

Bir başka mesele de kadının sesi meselesi. Kadının sesini iki kısma ayırıyoruz:

1.Kadının düz konuşması;

2.Kadının nağmeli sesi. Kadının şarkı, türkü, ilahi, ezan, Kur’an-ı Kerim okuması veya kırıtarak şiir okuması. Kadının sesi düz konuşma şeklinde caizdir, dinlenebilir. Caiz olmaması için bir sebep de yoktur. Kadının düz konuşurken sesini yabancı erkeklerin dinlemesini yasaklayan bir ayet veya bir hadis de bilmiyoruz. Ancak şu tavsiye var. Erkeklerle konuşurken kırıtmadan, en kısa şekliyle, fazla da laf etmeden, soracağı şeyi en kısa şekliyle sorarak kadının erkeklerle düz konuşmasının bir sakıncası yoktur. Peygamberimiz (sav) kadınlarla konuşmuştur. Kadınlar diğer erkek sahabilerle konuşmuşlardır. Ancak nağmeli ses, şarkı, türkü, ezan, ilahi, Kuran-ı Kerimi… Erkeklere okuması caiz değildir. Ulusal televizyonlarda saygıdeğer kimi hocalarımız, kadının erkeklerin dinleyeceği şekilde şarkı, türkü, ilahi… Söylemesi caizdir diye fetvalar verdiler. Net olarak söyleyelim ki caiz değildir ve yanlış fetva vermişlerdir.

Kadının nağmeli sesinin caiz olmadığının delilleri şunlardır: Şimdiye kadar hiçbir kadından müezzin olmamıştır. Asırlar boyu… Niye? Bütün müslüman kadınların sesi çirkindi de ondan mı hiç müezzin çıkmadı? Yoksa sesleri haramdı da ondan mı? Haramdı da ondan.

İkincisi; Nur suresi 31. ayeti; Kadınlar ayaklarını sert sert yere vurarak yürümesinler. Bilezik sesleri duyulmasın diye. Bilezik sesi dahi haram olan bir kişinin, normal olarak kendi nağmeli sesi de haram olacaktır. Üçüncüsü; en kuvvetli delil bence şu söyleyeceğimdir; Diyelim ki imam ve cemaat ard arda durmuşlar namaz kılıyorlar, imam yanıldığı zaman hemen arkadaki erkek cemaat ayeti okur ve imama hatırlatır. Pekiyi erkek cemaat olmazsa yada erkeklerden ayeti bilen çıkmazsa, yanlışı cemaatten bir kadın fark ederse hadis-i şerife göre kadın ayeti sesli okumaz, sadece elini eline vurur. El çırpmasını duyan imam, “ha demek yanlış okudum” der bir daha baştan alır veya başka bildiği yere geçer, namazı tamamlar. Kadının nağmeli sesi caiz olsaydı, cemaat içindeki o kadın dahi Kur’an-ı Kerim’i nağmeli olarak imama hatırlatırdı. Kadının nağmeli sesini erkeklerin dinlemesi caizdir diyenler bir de şu rivayeti delil getirirler: Peygamber (sav) kadından şarkı dinlemiştir. Öyle olunca bizim de dinlememiz caiz olur. Peygamberimiz (sav) kadından şarkı dinlemiştir amma, o kadın hür kadın değildi cariyeydi. Cariyelerin hükümleri ise farklıdır. Oradaki cariye kelimesini kadın diye genelleştirip aktarırsanız halkı yanıltmış olursunuz. Peygamberimiz (sav) cariyeden dinlemiştir. Hatta olay şöyle vuku bulmuştur: Başlarında Peygamberimiz (sav) olmak üzere İslam ordusu, bir savaştan muzaffer olarak dönmüşler. Cariyenin bir tanesi elinde def ile orduyu karşıladı. Cariye, ya Resulallah müsaade edin; ben şarkı söyleyip def çalacağım” dedi. Peygamberimiz (sav) önce müsaade etmedi. Cariye ısrar ederek, ama ben “Resulallah (sav) muzaffer olarak dönerse, def çalıp şarkı söyleyeceğim diye nezrettim, adadım” deyince Resulullah (sav) “mademki nezrettin öyleyse söyle”, buyurmuştur. Kadınlar kendi aralarında istedikleri kadar nağmeler söyleyip eğlenebilirler, oynayabilirler. Onun herhangi bir sakıncası yoktur.

Kadınlar ziynetlerini kimlere gösterebilir?

Kadınlar, az önceki, Nur suresi 31. ayette kadınların, ziynetlerini kimlere gösterebileceğini Allah Teala sıralamaktadır:

•Kadın ziynetini, kocasına gösterir. Onda zaten hiçbir sakınca yoktur.

Mahrem olan erkeklere yani ebediyen aralarında nikâh yasağı bulunan erkeklere gösterir.

Şehvetsiz erkeklere, şehvet hissi kalmamış erkeklere gösterir.

Küçük çocuklara gösterir.

Cariyelere gösterir.

Bu arada, esas soru olarak sordukları meseleye geliyorum ayette “kendi kadınlarına da” gösterebilirler. “kendi kadınları” ne demektir. Üç tane görüş naklediyorum: Bunlardan sanıyorum üçüncüsü en doğrusu.

Birinci görüş; Müslüman kadınların hepsine gösterebilir. Gayr-i müslim kadınlara gösteremez ve müslüman kadın gayr-i müslim kadınlar yanında açılamaz.”görüşü.

İkincisi; “bütün kadınlara gösterebilir. Ayette geçen “kendi kadınları” burada kendisine ait bir sınırı ifade etmiyor, ayetin üslubu gereği böyle söylenmiştir.

Üçüncüsü; ne bütün müslüman kadınlar ne de gayr-i müslimler, böyle bir ayrıma gitmeden, kadın kendisinin hayatını paylaştığı, hemhal olduğu, gidip geldiği, düşüp kalktığı kim varsa yani kendi çevresindeki kadınların tümüne gösterebilir. Bu arada şunu da özellikle belirtiyorlar: Çenesi düşük kadınlara ziynetler gösterilmez. Yani bir kadın düşününüz ki sen onun yanında biraz açılıp saçıldığın zaman ağzında bakla ıslanmıyor hemen kocasına, başka erkeklere… Filan kadını gördüm şöyleydi, böyleydi” diye anlatıyorsa, bu kadınların yanında da açılmak doğru değildir. Bundan şunu da anlıyoruz: Herhangi birimiz bir kadın yanımızda kazara açılacak olursa, ondan hoşumuza giden bir yer olsa bile gidip başka yerlerde onu anlatmayacağız. Kadınlar etrafında meydana gelen fitnelerin önemli bir kısmı bu anlatımlara dayanır. Bu anlatımlar, muhatabın zihninde gittikçe bir hayal oluşturuyor. Derken arzu, istek uyandırıyor. Nihayet bu kişiyi gayr-i meşruluklara sevk ediyor.

Kadın tek başına yolculuk yapabilir mi?

Kadının yola çıkmasına, evinden çıkıp dönünceye kadar can ve mal, özellikle de namus konusunda, emniyet içerisinde gidip gelebiliyor mu, gelemiyor mu? Herhangi bir tehlike varsa gidemez. Tehlike yoksa gidebilir. Hatta namusu evinden dışarı, sokağa çıktığı zaman tehlikedeyse, evinden çıkması da caiz olmaz. Öyleyse namus fitnesine bağlı olarak kadın, yolculuğa gider ya da gidemez. Ona göre karar vermemiz gerekir. Mevcut şartlarda, yaşı biraz daha ilerlemiş olan kadınlar soruyorlar genelde, hac ve umre mevsimi geldiği zaman. “Ben filan kafileye katılarak hac veya umreye gidebilir miyim ?” Bu soruyu “gidebilirsiniz” diye cevaplandırıyoruz mevcut şartlarda.

Kaş alma

Kaş alma ya da “estetik müdahale”, yerine göre caizdir, yerine göre caiz değildir. Kadının normal yaradılışta bir yapısı varsa biraz daha estetikleşmek için müdahale caiz değildir. Ve bu şekilde müdahale edenlere, Allah, lanet etmiştir, Resulullah (sav) lanet etmiştir. Mesela diyelim ki normal bir kaşı var kadının, ya da dişleri normal. Normal olan bu yapıyı biraz daha çekici ve estetik hale getirmek için yapılan müdahale caiz değildir. Bunu yaptığımız takdirde lanete uğrayacağımızı bilelim. Ama bir kadın da diyelim ki hormonal bir bozukluğu varsa, istenmeyen tüyler… vs. şunlar bunlar çıkmışsa bunları normalleştirmesi, dolayısıyla estetik müdahalede bulunması caizdir, hiçbir sakıncası yoktur.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Feyzullah Erseve, 2011-02-19 19:36:21

Orhan Hocam sözlerinizin malıum medya tarafından nasıl çarpıtıldığını ibretle görüyoruz. Böyle ahmakları kale almamanız ricasıyla, hizmetlerinizde başalrılar dilerim.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

ali kayacan, 2011-02-19 05:26:18

Bendeki telefonunuzda malum yoğunluğunuzdan dolayı size ulaşamadım.Uğradığınız haksız itham ve bilinçli olarak sözlerinizin çarpıtılmasından dolayı müteesir oldum.Bu da bir imtihandır.Bizler şahidiz.Sizi tanıyan ve Allah(CC) için sizi seven biri olarak lütfen üzülmeyin.İnanıyorsak üstün olan bizleriz.Selam ve dua ile

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

ünal doğan, 2011-02-18 06:07:59

selamlarımla. medyanın gündeme taşıdığı ve fetvalarından dolayı çekiştirdiği hocamı. eğilip bükülmediği için. allah rızası için tebrik ediyorum.şuna katılıyorum. bu toplum bu fetvaları sindirebilecek oranda onur ve sezgi duygularını, inanç değerlerinin yüceliği, derinliği, ne kadar büyüktür. bunu görme yetisi topluma kaybettirilmiştir. aslında akıl yolunun ve insan doğasının hakikatı ortadayken her gün sayısını bilemediğimiz kadar bu çarpıklar olumsuz şekilde tablolanırken. hala inatlarında direniyor olmalarını burda yorumlamak belki birilerinin tekrar hakikate karşı direnmeleri, bilmeden cehenneme götüren yönde istikamet almarının endişesiyle. dikkate alıp yorum yapmıyorum. hocamı tebrik ediyorum diğerlerine kurtuluşları için hidayet diliyorum. fi emanillah

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

betül alıcı, 2010-08-13 23:46:15

konuyu gayet anlaşılır ve net yazmışsınız.hiç bilmeyen bir insan bile kafasında soru kalmadan anlayabilecek.teşekkürler.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Latif, 2009-11-21 14:16:31

Hocam sağolun ama cariyelerde setr-i avret meselesi ve kafamı karıştırıyor, bazı kimselerin ahzap-59 un nuzül sebebi hakkındaki maksatlı yorumlarıda var.Yardımcı olursanız çok sevinirim.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

sakine, 2008-09-02 02:34:34

Çok güzel bir yazı hocamızdan Allah ebeden razı olsun

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Sevim, 2008-06-13 01:49:12

Çok güzel.. Tesettür konusunda bilmek istediğimiz her şey derli toplu. Orhan beye çok teşekkürler.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Gülcan, 2008-04-14 05:49:02

çok beğendim.fikirlerinize katılıyorum.lafı eğip bükmeden söylemişsiniz Allah razı olsun

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Abdullah, 2008-02-23 07:38:00

Çok güzel bir yazı ancak biraz daha yumuşak bir ifadeyle yazılsa daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Sabri Küçük, 2008-02-08 04:44:04

En çok da örtündüğünü sanan bazı tesettürlü hanımlar okumalı. Menkenler mi demeliyimdim acaba..

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

SORULARLA DAVET YOLU-3

SORULARLA DAVET YOLU-3

Soru 18: Peki nasıl yeniden dirilişe geçip güçlenebiliriz? Cevap: Yeniden dirilişe geçmenin

SORULARLA DAVET YOLU-2

SORULARLA DAVET YOLU-2

Soru 11: Günümüzde Allah’a davet metodu nasıl olmalıdır? Cevap: 1. Davet metodlarında Hz

SORULARLA DAVET YOLU-1

SORULARLA DAVET YOLU-1

Kurtuluşun Reçetesi, Bizden Öncekilerin İzinden Gitmektir. Soru 1: Buradaki “öncekiler”den

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-7

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-7

Valilerin Cevri Müellif bu unvan altında Emeviyye valilerinden sadır olmuş türlü türlü cevr

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-6

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-6

Emevîlerin Mezalimi Buhtu’n-Nasr’ın zulümlerini işittik, Cengiz Han’ın şenaatlerine yak

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-5

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-5

Emevilerin Seyyiatı Müellifin gözettiği yegâne maksat, zihinlere şunu yerleştirmektir ki: Ü

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-4

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-4

Emeviler zamanında en büyük, en mühim memleketler, Mekke, Medine, Basra, Kûfe, Yemen, Mısır,

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-3

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-3

Müellif diyor ki: “Muaviye, mevalinin çoğalması yüzünden Devlet-i Arabiyye’ye gelecek tehl

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-2

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-2

Şeyh Şiblî en-Numanî makale-i intikadiyesinin başına on beş satırlık bir dibace geçirdikte

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-1

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-1

Kıymetli okuyucularımız, Hind alt kıtasında 19. asırda yetişen büyük muhakkik ve tarihçi,

EHL-İ SÜNNET AKÎDESİ

EHL-İ SÜNNET AKÎDESİ

1. Allah Teâlâ vardır, birdir, yani şeriki (ortağı) yoktur. 2. Hiç bir şey (ne zatında ne

Sizi topraktan yarattık; oraya döndüreceğiz ve oradan tekrar sizi çıkaracağız.

Tâ Hâ, 55

GÜNÜN HADİSİ

Her kim, inanarak ve karşılığını yalnız Allahtan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır."

Buhârî

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI