PROF. DR. AHMED AKGÜNDÜZ BEYEFENDİ İLE MAZİMİZ ETRAFINDA-1

Halen Rotterdam İslam Üniversitesinin rektörlüğünü deruhde eden Ahmed Akgündüz beyefendi ile Osmanlı Araştırmalar Vakfında çok samimi bir hava içinde bir mülakat gerçekleştirdik. İlk bölümünü istifadenize arz ederken, kendilerine bir kere daha


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2008-06-02 01:31:11

Hiç şüphesiz bir topluma yapılacak kötülüklerin başında, o toplumu, bugünkü ve yarınki varlığının en hayatî kökleri sayılan mâzideki değer ve dinamiklerinden koparmak gelir. Yıllar var ki milletimiz, hep böyle sinsi bir plânla karşı karşıya kaldı; hatta ona o zenginlerden zengin tarihi unutturularak âdetâ bu koskoca millet millî hafızadan mahrum bırakıldı.” M.F.G

Allah’a şükür, milletin kendi ruh köküne dönmesinin esintilerinin duyulduğu günümüzde, birçok vicdan ehli araştırmacı, tarihimiz ve değerlerimizle tekrar barışmamıza vesile birçok eserler veriyor. Bunlar arasında, “Osmanlı Kanunnamelerini” hazırlayarak bir büyük hizmeti bize sunan Prof. Dr Ahmed Akgündüz beyefendi ilk aklımıza gelenlerden.

Rahmetli Ahmed Kabaklı hoca, Osmanlı kanunnameleri neşredildiğinde şöyle demekten kendini alamamış; “Şimdiye kadar hep cahiller diyorlardı, “Osmanlı döneminde ne kanun var, ne nizam var.” Şimdi rahatlıkla ben diyorum ki, Ahmet Akgündüz’ün neşrettiği kitaplara bakın. Ezbere konuşmayın.”

Hocamız, bu büyük hizmeti yanında, Osmanlı devleti hakkında akla gelebilecek hemen hemen bütün sorulara cevap verdiği “Bilinmeyen Osmanlı”, Kölelik ve Cariyelik hukukunu enine boyuna ele aldığı “Harem”, ve son olarak da Ermeni sorununu soru cevap şeklinde ele aldığı “Ermeni Meselesi” adlı eserleri ile büyük bir boşluğu doldurmuş, karanlıkları izale etmiş, bize

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz.

Gelmişiz, dünyaya insanlık nedir öğretmişiz!” dedirtmiş, milletimizin yüz akı bir ilim erbabıdır.

Onu her düşündüğümde "Himmetü'r-rical, taklau'l-cibal - Yiğitlerin himmeti dağları yerinden söker." (Ubeydullah-ı Ahrâr) sözünü veya “Bir hamiyet-i seyli cüruşandır gelen” mısralarını hatırlarım.

Halen Rotterdam İslam Üniversitesinin rektörlüğünü deruhde eden Ahmed Akgündüz beyefendi ile Osmanlı Araştırmalar Vakfında çok samimi bir hava içinde bir mülakat gerçekleştirdik. İlk bölümünü istifadenize arz ederken, kendilerine bir kere daha teşekkürlerimi sunarım. Salih Okur

 -Mustafa İslamoğlu “Gaza Devleti” adlı eserinde Osmanlıdaki idealizmi ve gaza ruhunu, Abbasi ve Selçuklu saraylarından kaçıp gelen vezirler ve saray ulemasının gevşettiğini, Fatih Sultan Mehmed ile birlikte saltanata dönüşmenin başladığını yazmakta. Bu görüşe katılıyor musunuz?

-Üzülerek ifade edeyim, Türkiye’de herkes her konuda konuşuyor. Mustafa İslamoğlu hocamızın bir kısım tespitlerine ve çalışmalarına saygı duyuyoruz. Ama kendisinin bir Osmanlı tarihçisi olmadığı ortada.

Şunu ifade edeyim; Belki padişahların seçimi itibarıyla öyle bir değerlendirmeye yaklaşmak mümkün.

Bir defa, başta Osman Gaziden itibaren, Fatih Sultan Mehmed’e kadar tam manasıyla biat usulü hâkim. Ama Fatih’ten itibaren saltanat usulü daha da yerleşmiş. Bunu “Selçuklu ve İran saraylarından kaçmış vezirlerin ve âlimlerin yerleştirdiği” fikrine ben hiç değer vermiyorum.

Osmanlı devleti, ister Mısır’dan, ister Bağdad’dan, ister Selçuklulardan, ister Abbasilerden, hangi merkezden olursa olsun kıymetli olan her âlimi çağırmış, kucak açmıştır.

Ama şurası muhakkak; Bilinmeyen Osmanlı kitabımızda da zikrettiğimiz gibi, Osmanlı devletinin altı yüz yıllık tarihi boyunca İlâ’yı Kelimetullah meselesi hâkim. Bunun grafiğinin yüksek olduğu dönemlerde devlet de yükselmiş, düştüğü dönemlerde devlet de düşmüş.

Kanuni’nin son dönemine kadar bu grafik devamlı yükselmiş. Ama üzülerek ifade edeyim ki, Kanuni’nin son yıllarından itibaren bu İlâ-yı Kelimetullah aşkı yavaş yavaş zayıflamış, zayıflamasına göre de Osmanlı düşüşe geçmiş.

Dolayısıyla, ben meseleyi böyle görüyorum ve Osmanlı devletinin yükseliş sebepleri ile yıkılma sebeplerini iyi mukayese etmek gerekir gibi geliyor bana..

Bunu biz Bilinmeyen Osmanlı kitabında çok ciddi olarak ele aldık. Ve iyi bir şekilde, delilleri ile ortaya koyduğumuz kanaatindeyim.

-Efendim, geçenlerde İstanbul’un fethini gören bir yabancı vakanüvis’in eserinin çevirisine rastladım. İstanbul’un fethini öyle bir anlatmış ki, sanki bir katliam, soykırım..Bunu nasıl açıklarsınız?

-Çok güzel, enteresan bir soru..Bir defa hepsi öyle değil. Çok aklı başında, makul anlatan ve objektif olarak nakleden tarihçiler de var. Ancak bununla beraber şu genellemeyi yapmak lazım; bütün batılı tarihçiler Osmanlı ve İslam hakkında sübjektiftir. İstisnaları çok azdır. Hep olumsuz bakarlar.

-İstisnaları kim? Mesela Hammer’in tarihi çevrilmiş, dindar bir yayınevi neşretmiş, gazetelerimizde de reklâmlarını görüyoruz?

-Allah korusun! Hammer en sübjektif olanlardan birisidir. Ama tabi o, kaynaklara inebildiği için, her şeyi inkâr edememiştir. Ama çok sübjektif yorumları vardır.

Ama o dönem bizzat savaşa iştirak etmiş, gördüklerini anlatmış bazı tarihçilerin objektif değerlendirmeleri var, bu birinci nokta.

İkinci nokta; Maalesef Cumhuriyet devri tarihçileri de, yabancı tarihçiler de, Osmanlı devletindeki fetih politikasının İslam’ın fetih politikasına dayandığını bilmemektedirler. Bu çok önemli bir hadise..Mesela ısrarla diyorlar ki; “İstanbul’u yağmaladılar. Ve gayr-i müslimleri öldürdüler.”

Bu mümkün değil. Zira İslam hukukunda iki türlü fetih yolu var;

Birincisi; anveten veya unveten fetihtir. Bunun manası kılıç yoluyla, savaş yoluyla bir yeri fethetmek. Burada İslam devlet başkanın elinde bazı yetkiler vardır;

a-Bir defa, çocuklar, kadınlar, din adamları, hizmetliler, özürlüler vs. gibi yedi grup insan. Bunların kesinlikle dokunulmazlıkları vardır. Bir tek batılı tarihçi bunlardan birinin öldürüldüğüne dair şahit gösteremez.

Bu çok mühim..Sadece öldürülecek olanlar askerlerdir. Askerler de ya harp halinde ölürler veya esir alındıktan sonra böyle muamele edilmesi meselesidir. Hiçbir Osmanlı padişahı bunu uygulamamıştır.

b- Köle yapılmalarıdır. Osmanlı devleti önemli ölçüde bunu kullanmıştır. Mesela bir kısım padişah çiftliklerinde bu savaşlarda esir olan köleler çalıştırılmıştır. “Havass-ı Kostantiniyye” bunun en güzel örneğidir. Özellikle Çatalca taraflarında, İstanbul çevresinde, Edirne taraflarında çok ciddi manada bu esirlerin kullanılması söz konusudur.

c- Kendilerine hiç müdahale edilmeden eski hayatlarına devam etmeleri istenmiştir. İstanbul’daki bütün gayr-i müslimlerin varlığı buna delildir. Kendi haline bırakılmıştır, bütün Anadolu’da da böyledir.

Batlı tarihçilerin suiistimal ettiği bu meseleyi ben fıkıh kitaplarını kaynak göstererek yine Bilinmeyen Osmanlı’da toplu bir halde bu sorunuzu sordum, cevabını verdim. Bu eser, Osmanlı’nın Ahmediyesi gibidir. Ben, Osmanlı hakkında sorulup da onda cevaplandırmadığımız çok az soruya rastladım.

-Hocam, Osmanlı hakkında çok konuşulan bir mesele de siyaseten katl meselesi. Üstad’ da “Hattâ hâkimiyetine müdahale tevehhümüyle, bazı dindar padişahlar -halife oldukları halde- masum evlâdlarını katletmeleri, bu "redd-i müdahale kanunu"nun hâkimiyette ne kadar esaslı hükmettiğini gösteriyor.” Diyerek bu duruma parmak basıyor. Bu konuda görüşlerinizi alabilir miyiz?

-Bu da çok enteresan bir soru. Şimdi, üstad haklıdır orada. Ama bu mesele kardeş katli meselesini bilmeden anlaşılamaz.

Kardeş katli meselesini biz yine Bilinmeyen Osmanlı’da yaklaşık elli sahife anlattık. Sırf, üstadın o cümlesi ile alakalı bir noktaya geleyim.

Kardeş katli meselesi birkaç gruptur:

1- Had cezası olarak yapılan kardeş katli uygulamasıdır. Mesela Yavuz’un iki kardeşini öldürmesi gibi. Onlar bagidirler.(devlete isyan eden) Bagiler Kur’an’ın emri ile öldürülürler. Yavuz Sultan Selim’de Kur’an’ın bu hükmünü tatbik etmiştir.

2-İkinci bir grup ise, Kanuni’nin oğlu Şehzade Mustafa’yı öldürmesi gibi, acaba bagi suçunun unsurları tahakkuk etmemişse, ama isyana teşebbüs etmiş, tam bitmemişse böyle bir insan öldürülebilir mi? Bu, had cezası olarak mümkün değildir.

Tazir cezası olarak ki, tazir bil-katl diyorlar buna, öldürülebilir. Bunu Hanefi ve Hanbelî uleması caiz görüyor. Ama Şafii ve Malikiler kabul etmiyor. Osmanlı devleti bunu kullanmıştır. Şehzade Mustafa’nın babası tarafından idam edilmesi bunun bir örneğidir. Ebu Suud bunda fetvayı vermiştir. Bunu da tenkit edebilirsiniz. Ama bu da tartışmalı ve içtihadi bir konudur.

3-Üçüncüsü ise tazir bil katlin şartları teşekkül etmediği halde, etmiş gibi fetvalara dayanarak bir kısım öldürmelerdir. Üstadın kastı odur. Üçüncü Murat ve Üçüncü Mehmed masum kardeşlerini öldürmüşlerdir. Ne acıdır ki, fetva alarak öldürmüşlerdir. Burada, idama karar veren padişah kadar, fetva veren Şeyhülislamın da çok önemli mesuliyeti vardır.

Çünkü beş yaşındaki bir çocuğun muhtemel “devlet isyanını” nasıl değerlendirebilir misiniz? İşte üstadın kastettiği “zalimce” budur. Ben üstadın birinci ve ikinci hâle zalimce diyeceğine kanaat getiremiyorum.

-Efendim, İkinci Abdülhamid han ve dönemi hakkındaki görüşlerinizi alabilir miyiz?

-Şimdi şunu özelikle ifade edeyim. Yani ben “kızıl sultan” olmadığı hususunda hemfikirim. Ama ulu hakan olduğu noktasında da ben yine böyle diyenlerle ittifak halindeyim.

Bir defa, Abdülhamit’e bakışımız bir insan olarak olmalıdır. Abdülhamid bir peygamber değil. Dolayısıyla kusur ve eksiklikleri olabilir. Ama Bediüzzaman hazretlerinin de ifadesiyle “veli” olan Osmanlı padişahları arasında ki, kendi ifadesi, Sungur ağabey bizzat bana söylemişti; Sultan Fatih, Sultan Bayezid, Sultan Abdülhamid, Sultan Vahideddin gibi Osmanlı padişahlarına birebir dua ettiklerini, üstadın talebelerinden duymuşuz, dinlemişiz.

Şimdi benim şahsi kanaatim;

· Bir defa, Sultan Abdülhamid büyük bir İslam âlimi. Hem de Sahih

Buhari ve Sahih Müslim’i büyük üstadlardan, başından sonuna kadar minelbab ilel mihrab bitiren bir âlim.

· Abdülhamid, hem Şazeli, hem de Nakşibendi tarikatına mensub bir ehl-i tarikat.

· Abdülhamid, İslami ilimlere vakıf bir araştırmacı. Düşünün, Ruus derslerine bizatihi katılıp, bazen de oraya katılan âlimlerin tefsir

derslerinde hatalarını çıkaran bir âlim.

· Abdülhamid aynı zamanda çok iyi bir devlet adamı

· Yapı itibarıyla çok endişeli, vehimli bir padişah. Herkeste olabilir, normaldir.

- Bediüzzaman’ı “Abdülhamid’de Yanılanlar” olarak gösterenlere ne diyeceksiniz hocam?

-Bunların mutlak bir cahil olduğuna inanıyorum. Öyle yarım yamalak değil, mutlak bir cahil olduklarına ve kasıtlı davrandıklarına inanıyorum. Yani, işin içinde tarafgirlik, bir cemaat anlayışı söz konusu ve biliyorum da kimin yaptığını, ne yaptığını. Yani böyle yalan yanlış iddialar.

Veya Türkiye’de bir kısım siyaset ürünü olarak sataşanlar var. Eskiden beri gelen bir siyasi çizginin nur cemaatine olan hıncından dolayı, Bediüzzaman’ı nereden tenkit edebilirim diye hareket eden profesörler var. Onları akademik ve derinlemesine bir bilgiye sahip olarak görmüyorum. Ben, bütün yönleriyle bu konuyu, Bediüzzaman ve Abdülhamid ihtilafını belgeleriyle Bilinmeyen Osmanlı adlı eserimde ortaya koydum.

Zaten Bediüzzaman hazretleri 1950’li yıllarda bu meselede Necip Fazıl dilini uzatınca(bu konuda ilk dilini uzatan odur) ve bir kısım öğretmenlerin de bu konuyu dile getirmesiyle bir lahika hazırlatmıştır. O lahikada, Abdülhamid’e muhalif olmadığını, Abdülhamid’in şahsının cüzi bir istibdad sahibi olduğunu ve maalesef aşırı derecede vehimli olduğunu(bunu bütün dünya kabul ediyor) belirtiyor ve orada Bediüzzaman hazretleri “ben” diyor “ İttihad ve Terakki’ye sırf hürriyet-i şeriyyeyi müdafaa etmek için taraftar oldum.”

Kaldı ki, Abdülhamid’in cüzi istibdadını inkâr eden yok. Yani Abdülhamid’i sevmek, keramet sahibi olduğunu kabul etmek demek bu yönlerini inkâr etmek manasına gelmiyor. Biliyorsunuz, meclisi lağv etmiş. Yani sırf bakanlar kurulu ve özel meclislerle devleti idare ediyor. Bunun İslam’daki Şura meclisine aykırı olduğu ortada. Yani bu bir haram değil ama..

- Ehven-i Şer..

- Aynen öyle, ehven-i şer. Bediüzzaman hazretlerinin bunu tenkit etmesi çok normal. Yani, “sen Yıldız’daki bir kısım Jurnallerle uğraşacağına, orasını bir ulema meclisi yap” diyor.

Ama Bediüzzaman hazretleri, Abdülhamid’in bu istibdadına cüzi istibdad derken, İttihad ve Terakki’nin istibdadını “külli istibdad” olarak vasıflandırıyor.

Yani “hiçbir zaman İttihad ve Terakkiyi desteklemedim ben” diyor. Sadece onların bazı güzel fikirlerine, şeriat namına, İslam namına sahip çıktım” diyor.

-Hocam, geçen sene bir Hocaefendi ile görüştük. Kendisi bana Ömer Nasuhi Efendi merhumdan bizzat dinlediğine göre Bediüzzaman’ın Fatih Camii mahfelinde, Abdülhamid’in aleyhinde, İttihatçıların lehinde bir konuşma yaptığını söylemişti. Bu meselede neler diyeceksiniz?

-Üzülerek ifade edeyim ki, nakiller ya mütevatir olur, ya olmaz. Bu nakil mütevatir değil. Haber-i ahad. Öyle olunca ister istemez mübalağalar, çarpıtmalar, tefsirler, izahlar ona katılabilir.

Bu noktada birkaç şey söylenmeli, Bediüzzaman hazretlerinin bütün konuşmaları tamamen elimizde mevcut. Buyurun, Hutuvat’taki ve bir kısım eski eserlerindeki hürriyet ile alakalı bütün tespitleri ve konuşmaları. Bu konuşmalar Abdülhamid’in cüzi istibdad rejimine tavır içinde. Ama bu, Abdülhamid’e aykırı olmak değil.(*) Bunları birbirine karıştırmamak lazım.

İkincisi; Bediüzzaman hazretleri, İttihad Terakki’nin sunduğu hürriyet için “onların hürriyet diye ifade ettiklerini ben hürriyet-i meşrua şeklinde çevirmek istedim” diyor.

Hatta biliyorsunuz, İttihad Terakki ile birlikte Selanik meydanında Hürriyete hitap etmiş Bediüzzaman Hazretleri. Eğer şer-i şerifin miyarına vurursanız, bunları da izafi bir tarzda İttihad Ve Terakki’nin lehine kabul edebilirsiniz. Ama hiçbir yerde “İttihad Ve Terakki’yi alkışlıyorum” diye bir yer var mı? Yok. “hürriyet-i şeriyyeyi alkışlıyorum” diyor.

Bediüzzaman’ın bütün yazdıkları elimizde. Yani, kendisi de diyor zaten; “Geçmişte söylediklerimin belki elbisesi daraldı. Genişletip, bu asra hitap edebiliriz. İleriye ait olanlar belki çok geniştir, biraz daraltabiliriz” diyor. Dolayısıyla bazı ifade farkları ayrı mesele..

Şimdi, Bediüzzaman hazretleri Divan-ı Harbi Örfi müdafaasını İttihad Ve Terakkiye karşı yapmış. Biliyorsunuz, 31 Mart sonrası yargılanmış. Orada da yine hürriyet-i şeriyyeyi övüyor, istibdadı yeriyor. Onun için ben o hocaefendinin söylediği sözün pek bir mana ifade etmediği kanaatindeyim. Onun nakleden Hocaefendi doğrudur. Ama Ömer Nasuhi Efendi’nin nakledişinde bir eksiklik vardır.

-Devam edecek-

Dipnotlar

(*) Değerli araştırmacı-yazar Mustafa Armağan beyefendi, büyük bir vukufla hazırladığı Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı adlı eserinde Akgündüz hocamızın paralelinde görüşler sarf ediyor ve diyor ki; “Said Nursi’yi, sultan Abdülhamid’le olan ilişkisinde ve eleştirilerinde çağdaşlarından ve özellikle Mehmed Akif’ten ayıran asıl ince nokta, muhalefetini şahsileştirmeyişindeki büyük başarısında yatmaktadır. O, prensipler üzerinde durur ve “Yıldız’daki Baykuş” gibi genel geçer ve ucuz klişelere asla prim vermez. En ateşin yazılarında, hatta çağının modası olan istibdadı eleştirirken dahi muhalefetini ısrarla “müstebid”in şahsına bağlamaktan kaçınır.”

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

kübra, 2008-06-08 04:20:27

sitenizle yeni tanıştım hoşumada gitti böyle konuların tartışılması,bu konular hakkında bigi verilmesi bakımından çok güzel bir site bu tür konular işlenmeye devam etsin lütfen!yazıya gelince şu katl konusunda bi sorum olcak bilmem cevap gelirmi fatih sultan mehmet inde küçük yaşta kardeşini katl ettiğini okumuştum ve aldığım araştırıp soruşturmamda da bunun doğru olduuunu öörendim 3.murat ve3. mehmetin düştüğü yalnışa yani fatih te mi düşmüş?çok merak ettim şimdi..

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

gökhan, 2008-06-06 01:44:31

sungua abinin hatıralarında şu ifade var: "Keçeli Said, sen şefkatli bir padişaha müstebit diye itiraz etmiştin. Onun cezası olarak şu dehşetli istibdadın cezasını çek bakalım."

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

YAVUZ BÜLENT BAKİLER BEYEFENDİ İLE MÜLAKATIMIZ-3

YAVUZ BÜLENT BAKİLER BEYEFENDİ İLE MÜLAKATIMIZ-3

-Hocam, dilimize sadece Arapçadan ve Farsçadan değil diğer dillerden mesela Yunancadan veya baş

YAVUZ BÜLENT BAKİLER BEYEFENDİ İLE MÜLAKATIMIZ-2

YAVUZ BÜLENT BAKİLER BEYEFENDİ İLE MÜLAKATIMIZ-2

Hocam dilde tasfiyeler ile 300-500 kelimeyle konuşabilen bir nesil nasıl büyük düşünebilecek?

YAVUZ BÜLENT BAKİLER BEYEFENDİ İLE MÜLAKATIMIZ-1

YAVUZ BÜLENT BAKİLER BEYEFENDİ İLE MÜLAKATIMIZ-1

Takdim Kıymetli ziyaretçilerimiz, değerli mütefekkir, şar ve yazar Yavuz Bülent Bakiler beyef

SEYDA FETHULLAH AYTE İLE OHİN MEDRESELERİ ETRAFINDA SOHBETİMİZ

SEYDA FETHULLAH AYTE İLE OHİN MEDRESELERİ ETRAFINDA SOHBETİMİZ

Seyda Fethullah Ayte Hocaefendi ile Şark medrese eğitim zincirinde çok önemli bir rolü olan Ohi

MUSTAFA ÖZCAN HOCAMIZ İLE COĞRAFYAMIZDAKİ SORUNLAR ETRAFINDA-2

MUSTAFA ÖZCAN HOCAMIZ İLE COĞRAFYAMIZDAKİ SORUNLAR ETRAFINDA-2

-Demin biraz değindik ama şöyle sorayım, Mezhebinin görüşünü savunan bir mümin “mezhebin

MUSTAFA ÖZCAN HOCAMIZ İLE COĞRAFYAMIZDAKİ SORUNLAR ETRAFINDA-1

MUSTAFA ÖZCAN HOCAMIZ İLE COĞRAFYAMIZDAKİ SORUNLAR ETRAFINDA-1

Takdim Kıymetli ziyaretçilerimiz, geçtiğimiz ay değerli araştırmacı-yazar Mustafa Özcan be

SALİH EKİNCİ HOCAEFENDİ İLE TARTIŞILAN MESELELER ETRAFINDA-4

SALİH EKİNCİ HOCAEFENDİ İLE TARTIŞILAN MESELELER ETRAFINDA-4

-Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inde naklettiği bazı hadisler için “keşke bunları nakletmese

SALİH EKİNCİ HOCAEFENDİ İLE TARTIŞILAN MESELELER ETRAFINDA-3

SALİH EKİNCİ HOCAEFENDİ İLE TARTIŞILAN MESELELER ETRAFINDA-3

-Eş’ariler ile Maturidiler arasındaki fikri çatışmaların dini yorumlamada zarar verdiğini s

SALİH EKİNCİ HOCAEFENDİ İLE TARTIŞILAN MESELELER ETRAFINDA-2

SALİH EKİNCİ HOCAEFENDİ İLE TARTIŞILAN MESELELER ETRAFINDA-2

-Usul-i fıkıhta bir şeyin vacip veya mendup olmasında yeni bir usul olarak şu söylenmektedir;

SALİH EKİNCİ HOCAEFENDİ İLE TARTIŞILAN MESELELER ETRAFINDA-1

SALİH EKİNCİ HOCAEFENDİ İLE TARTIŞILAN MESELELER ETRAFINDA-1

Salih Ekinci Hocaefendi ile son röportajımız

SALİH EKİNCİ HOCAEFENDİ İLE MODERNİST DÜŞÜNCE VE BİD’ATKAR MEZHEPLER ÜZERİNE-3

SALİH EKİNCİ HOCAEFENDİ İLE MODERNİST DÜŞÜNCE VE BİD’ATKAR MEZHEPLER ÜZERİNE-3

-Seyda izninizle başka bir soruya geçiyorum. Vehhabiler ehl-i sünneti müşrik olarak mı görmek

Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örteriz ve sizi ağırlancağınız şerefli bir yere yerleştiririz.

Nisâ, 31

GÜNÜN HADİSİ

"Kişinin yapacağı en üstün iyiliklerden biri, ölümünden sonra babasının dostlarına sıla-i rahimde bulunmasıdır"

Müslim, Birr, 11-13 (2552);

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI