NASIL ÖZGÜR OLABİLİRİM?

Lütfen önce genç dostlarımı istiyorum. Çünkü bu konuda beni en çok onlar anlar diye tahmin ediyorum. Özgürlük duygusunu en çok o yaşlarda hissettim. Sınavlardan sıkılınca, çevrem daralınca, binalar üstüme yıkılıyor, insanlar hep birlikte bana d


Hilmi Arkın

hilmi.arkin@hotmail.com

2009-04-29 12:22:05

Lütfen önce genç dostlarımı istiyorum. Çünkü bu konuda beni en çok onlar anlar diye tahmin ediyorum. Özgürlük duygusunu en çok o yaşlarda hissettim. Sınavlardan sıkılınca, çevrem daralınca, binalar üstüme yıkılıyor, insanlar hep birlikte bana doğru geliyor zannediyordum.

Şimdi bakıyorum da, her yaşın her zamanın en coşkulu duygularından, isteklerinden biri o imiş. Büyük Üstad, “Ekmeksiz, susuz yaşarım. Fakat hürriyetsiz yaşayamam.” Diyor. Evet, ebediyetle beslenmeyen hiçbir insan, bu hissini tam doyuramaz.

Dünyaca tanınan Fransız düşünür J.J.Rousseau,-Sosyal Sözleşme- isimli eserinde bu konuyu araştırıyor. Sınırsız hürriyet arayışıyla yola çıkıyor ve cevaplıyor. “Sınırsız hürriyet sosyal çevrede mümkün olsa bile fiziki ortamda imkânsızdır” diyor” Çok doğru. İstiyoruz diye yüksekten atlayamayız, akan trafikte araçların arasına giremeyiz, öldürücü zehirleri içemeyiz. Denersek, etrafımızdaki yaratılmış kanunlara çarparız.

 Rousseau, sosyal çevrede de sınırsız hürriyetin mümkün olmadığını böyle bir arzunun ancak dağ başında giderilebileceğini anlatıyor; “İnsanlar bir zaman bu sınırsız hürriyet duygularını tatmin için dağ başına çıktıklarında, bütün ihtiyaçlarını kendileri karşılamak zorunda kalmışlardır. Çünkü diğer insanlar da hür olmak istediklerinden başkaları için bir şey yapmamışlar, güvenliğini, giyecek, yiyecek ve her ihtiyacını kendisi sağlamak zorunda kalan insanlar, bunun zorluğunu görerek kendi istekleriyle, hürriyetlerinin bir kısmından vazgeçerek, geriye kalan hürriyetlerini garanti altına almış, daha mutlu olduklarını görmüşlerdir.

İslâmiyet’in edebiyle terbiye edilip süslenmeyen hürriyetin, sefalet ve rezalet hürriyeti olduğunu, hayvanî, şeytanın istibdadı ve nefs-i emmarenin esareti demek olduğunu biliyoruz. “Demek îman ne kadar mükemmel olursa o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı saadet…”

İnsanlar kader inancının da hürriyetlerini sınırlandırdığını sanırlar. Elbette yanılırlar. Yirmi Altıncı sözdeki satırları okurlarsa gerçek mutluluğun ALLAH(CC)’a ve kadere îman etmekten geçtiğini görürler.

“ Eğer dese: Kader bizi böyle bağlamış, hürriyetimizi selb etmiştir(zorla almış). İnbisat(genişlemek) ve cevelâna(dolaşmaya) müştak olan kalb ve ruh için kadere iman bir ağırlık, bir sıkıntı vermiyor mu?

Elcevap: Kat'a ve asla! Sıkıntı vermediği gibi, nihayetsiz bir hiffet, bir rahatlık ve ravh ve reyhânı veren ve emn ü emânı temin eden bir sürur, bir nur veriyor. Çünkü, insan kadere iman etmezse, küçük bir dairede cüz'î bir serbestiyet, muvakkat bir hürriyet içinde dünya kadar ağır bir yükü, biçare ruhun omuzunda taşımaya mecburdur. Çünkü insan bütün kâinatla alâkadardır. Nihayetsiz makasıd ve metâlibi var. Kudreti, iradesi, hürriyeti milyondan birisine kâfi gelmediği için, çektiği mânevî sıkıntı ağırlığı ne kadar müthiş ve muvahhiş olduğu anlaşılır. İşte, kadere iman, bütün o ağırlığı kaderin sefinesine atar, kemâl-i rahatla, ruh ve kalbin kemâl-i hürriyetiyle kemâlâtında serbest cevelânına meydan veriyor. Yalnız nefs-i emmârenin cüz'î hürriyetini selb eder ve firavuniyetini ve rububiyetini ve keyfemâyeşâ hareketini kırar.

Kadere iman o kadar lezzetli, saadetlidir ki, tarif edilmez. Yalnız şu temsille o lezzete ve o saadete bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:

İki adam bir padişahın pâyitahtına giderler. O padişahın mahall-i garaip olan has sarayına girerler. Biri, padişahı bilmez, o yerlerde gasıbâne, sârıkane tavattun etmek ister. Fakat o bahçe, o sarayın iktiza ettikleri idare ve tedbir ve varidat; ve makinelerini işlettirmek ve garip hayvânâtın erzakını vermek gibi zahmetli külfetleri görür, mütemadiyen ıztırap çeker. O cennet gibi bahçe, başına bir cehennem gibi oluyor. Herşeye acıyor, idare edemiyor. Teessüfle vaktini geçirir. Sonra da, o hırsız, edepsiz adam, tedip suretiyle hapse atılır.

İkinci adam, padişahı tanır, padişaha kendini misafir bilir. Bütün o bahçede, o sarayda olan işler bir nizam-ı kanunla cereyan ettiğini, herşey bir programla, kemâl-i suhuletle işlediğini itikad eder. Zahmet ve külfetleri padişahın kanununa bırakıp, kemâl-i safâ ile o cennet-misal bahçenin bütün lezzetlerinden istifade edip, padişahın merhametine ve idare kanunlarının güzelliğine istinaden herşeyi hoş görür, kemâl-i lezzet ve saadetle hayatını geçirir. 26.söz Mebhas sf;208”

 Metini dikkatli okursak anlarız ki kadere itiraz edenlerin istediği gibi olsaydı; Kâinatta var olan ihtiyaçlarımızı karşılamak için Güneşe hükmetmemiz, Dünyayı döndürmemiz, bitkileri bitirip, bütün canlıların ihtiyaçlarını bizzat bizim gidermemiz gerekirdi.

Bunları yapmamız yetmez, kalbimizi, ciğerlerimizi, beynimizi hatta bütün organlarımızı bizim çalıştırmamız gerekirdi. Bu arada fırsat bulabilirsek hür yani özgür olurduk.

 Halbuki biz Dünya gemisine binmişiz. Yükümüzü oraya koyup oturmuşuz. Her şey ayağımıza geliyor. Her şey bize hizmet ettiriliyor. İnsan olarak çok kıymet veriliyor, çok nazlı bir misafir gibi ağırlanıyoruz. Bütün ihtiyaçlarımız karşılandığı için de hürriyetin tadını çıkarıyoruz.

 Bütün bunlar yetmiyormuş ve hakkımız varmış gibi nazlanıyoruz. Ama Rabbimiz çok merhametli olduğu için cennetine davet ediliyoruz.

Öyleyse dostlar haydin felâha, Rabbimizi razı etmek için kutsal mekânlara, insanların gönlüne seferimiz var, ebedî yurdumuza ulaşıncaya kadar…

16 /04/2009

HİLMİ ARKIN

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Mehmet İraz, 2010-08-08 04:09:39

Allah razı olsun. En üstteki dağ örneği meseleyi izah etmeye kâfidir. Gerçekten güzel bir misal. Bu misal avama çok rahat izah edilmeli. Üstadın geniş izahatı muannidleri dahi susturmalı.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

BAŞKA GÖRÜNDÜ

BAŞKA GÖRÜNDÜ

Bir gün bir göletin arkasında bir vadinin yamacında oturmuş karşı yamaçtaki ağaçları seyr

DİZ ÜSTÜ OTURMAK

DİZ ÜSTÜ OTURMAK

Bundan elli yıl önce köyde otururduk. Ekmeğimizi annem tandırda pişirirdi. Önce diz üstü

EDEPSİZLİĞİN ADI ERGENLİK

EDEPSİZLİĞİN ADI ERGENLİK

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla... Hacı hacıyla Mekke’de, derviş dervişle tekkede, e

ANNE KARNINDAKİ BEBEĞİN RABBİYLE DİYALOĞU

ANNE KARNINDAKİ BEBEĞİN RABBİYLE DİYALOĞU

Anne karnındaki bir bebeğin ağzı vardır, gözü vardır, kulağı vardır, eli vardır, ayağı

SİGARALI GENÇ VE BEN

SİGARALI GENÇ VE BEN

Yolcu minibüsünün içindeyim. Çarşıdan Fakülteye gidiyorum. Bir durakta kahvehaneden çıkan

EY HER YERDEN GÖRÜNEN VE HER YERDEN GÖREN! SENİ İSTİYORUM!

EY HER YERDEN GÖRÜNEN VE HER YERDEN GÖREN! SENİ İSTİYORUM!

Namaz için kalkmıştım. Kıyamda durdum, kâinatı kıyamda gördüm. Rükûa vardım, kâinatı

YOLA ÇIKMAK

YOLA ÇIKMAK

Biraz sonra yola çıkacağız. On bin metre yükseklikten, üç bin kilometre yol kat edeceğiz. Bu

KAPTANLIK KOLAY BİR ŞEY DEĞİLDİR

KAPTANLIK KOLAY BİR ŞEY DEĞİLDİR

Stuttgart Hava Limanı’nın alt katında bütün dinler için ayrılan ibadethanede namaz kılarke

ARABAYI UNUTTUM

ARABAYI UNUTTUM

Unutmak çok kötü bir şeydir. Bu gün çarşıdan gelirken bir yerde arabayı park edip bir iki

İŞTE KOLAY KÂRDA ÇOK

İŞTE KOLAY KÂRDA ÇOK

İşte cemaatle namaz kılma hareketi, kaptanı imam olan mescit botuna binerek en emin arkadaşlarl

GÖKÇEADA DEPREMİ

GÖKÇEADA DEPREMİ

Belirtilen tarihte bütün Ege’de ve dolayısıyla Tavşanlı’da çok şiddetli bir deprem oldu.

Hiçbir günahkar, başkasının günah yükünü yüklenemez.

İsrâ, 15

GÜNÜN HADİSİ

Sizden biriniz, kendisi için sevdiği şeyi (mü'min) kardeşi için de sevinceye kadar kamil mümin olmaz.

250 Hadis, s.148

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI