RUHUN MAHİYETİNİ ANLAMAK MÜMKÜN MÜDÜR?
İslâm âlimlerinden bir kısmı (Selefiye) diyorlar ki: Ruh ilâhî bir sırdır. Ruhun hakikatına dair kitap ve sünnette bir delile rastlanmamış, bilakis bu gibi bahislerin üzerinde durulmaması lüzumuna işaret buyrulmuştur.
İslâm âlimlerinden bir kısmı (Selefiye) diyorlar ki: Ruh ilâhî bir sırdır. Ruhun hakikatına dair kitap ve sünnette bir delile rastlanmamış, bilakis bu gibi bahislerin üzerinde durulmaması lüzumuna işaret buyrulmuştur. Şer’î delillere göre ruhun varlığına inanmaya mecburuz. Bunun için de her insanda bir ruhun var olduğunu kabul etmek kâfidir. Esasen insanlar için ruhun mahiyetini, aslını ve esasını anlamak mümkün değildir. Bunun nasıl bir şey olduğunu ancak Allah bilir. Ruhun varlığına inanmak ve insan cesedinde onun varlığını kabul etmek akla da aykırı değildir.
Gerçekten şimdiye kadar binlerce âlim ve filozof geçtiği halde hiç birisi ruhun nasıl bir şey olduğunu kesinlikle anlayamamış ve anlatamamıştır. Dünün ilmü’r-ruhu, bugünün psikolojisi sadece ruhun bir takım hallerinden ve kanunlarından bahsediyor; ruhun ne olduğu hakkında bir şey söylemiyor.
Ancak ruhun ne olduğunu bilememek ve anlayamamak onun yokluğunu iddiaya sebep olamaz. Birçok şey var ki biz bunları göremediğimiz halde varlığını da inkâr edemiyoruz. Bugün elektriğin ne olduğu anlaşılamadığı halde onu inkâr edecek bir tek adam gösterilemez. Fennin varlığını kabul ettiği (esir) maddesi de öyle... Çok ince ve lâtif bir şey olduğu için biz onu hissedemiyoruz. Mikroskobik canlıları da, son derece küçük olduklarından göremiyoruz; ama bir şeyi görememek onun yokluğuna delil olamaz.
Ruhun esasını anlamanın mümkün olmadığını söyleyen bu âlimler: “Ey Rasulüm sana ruhtan soruyorlar. De ki, ruh Rabbimin emrindendir. Ve size ilimden az bir şey verilmiştir.” âyetini delil olarak gösteriyorlar.
Şafiî âlimlerinden Şihabü’d-Din-i Sühreverdî (1145-1234 M.) “Avarifü’l-Maarif” adını verdiği kitabında diyor ki: “Rasulüllah Sallâllahü aleyhi Vesellem bir ilim ve hikmet ma’deni ve kaynağı olduğu halde ruh ve onun mahiyeti hakkında Allah’ın emrine uyarak bir şey söylememiş iken başkalarının bu mevzua dalmaları nasıl caiz görülebilir? Gerçi şerîata bağlı olanlardan bazıları nazar ve istidlâle dayanarak, bazıları da zevk ve vecd ile ruhtan bahsetmişler, sofiler de buna dair çok şeyler söylemişlerdir. Fakat bu mevzuda en selâmetli yol sükûttur. Ve Rasulüllah (s.a.v.)’ın edebi ile edeplenmektir.”
Mevlânâ Celâlüddîn-i Rûmî (Kuddise sirruhu’s-samî) Hz.leri de (604-672 H.) kendisine has engin ve rengin (renkli) ifadesiyle meseleye şöyle temas ediyor: “Hakikatte beden ruhtan, ruh ta bedenden gizli değildir. Fakat ruhu görebilmek için hiç kimseye izin verilmemiştir.”
İslâm âlimlerinden bir kısmı (müteahhirin=sonra gelen ulema): Ruhun mahiyetini anlamanın mümkün olduğu görüşündedirler. Bunlar diyorlar ki: (İsra/85) âyet-i kerimesi ruhun tamamen anlaşılamayacağını göstermez. Belki insanlar ruhun mahiyetini bir dereceye kadar anlayabilirler. İşte (“size ilimden az bir şey verilmiştir.” İsra/85) ifadesi buna işaret etmektedir.
Böyle düşünen İslâm mütefekkirleri ruhun mahiyeti hakkında çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunları başlıca üç grupta toplayabiliriz.
1) Ruh canlı, hareketli, nurlu, cesede uymayan ve benzemeyen çok ince ve lâtîf bir cisimdir. Bozulmaz, değişmez, ayrılmaz, parçalanıp dağılmaz. Gülün suyunun güle yayılması gibi bedene yayılır. Bunun bedene geçmesi ve yayılması ile hayat meydana gelir. Bedenden bu yayılma kesildiği an ölüm gerçekleşir. İmamü’l-Haremeyn Abdü’l-Melik El-Cüveynî (419-478) H.; 1028-1085 M.), İbnü’l-Kayyim El-Cevzî (691-751 H.; 1186-1257 M.), İmam Ebü’l-Mevahip Abdü’l-Vehhab Eş-Şa’ranî (286-368 H.; 899 - 973 M.) gibi meşhur İslâm âlimleri bu görüştedir.
2) İnsan ruhu, varlığı olan eşya ve hadiselerin şekil ve suretlerinden ayrı olarak düşünülen bir cevher, bir özdür. Maddî değildir. Bölünmesi mümkün olmadığı gibi bir mekâna da ihtiyacı yoktur. Cesede hulul etmez (geçmez). Bedenden kesinlikle ayrı bir varlıktır. Hem kendini hem yaratıcısını bilir. Cesed vasıtası ile duyularla anlaşılan şeyleri idrak eder. Ruhun bedenle ilgi ve münasebet kurması ile hayat meydana gelir. Bu bağ ve ilginin kesilmesi ile de ölüm gerçekleşir.
Biz ruhun bu ilgi ve münasebetini bir elektrik olayı ile bir derece açıklayabiliriz: Büyük şehirlerde çalışan troleybüsleri görüyoruz. Bunlar görülen ve hissedilen bir kuvvetin tesiri olmadan hareket ediyor, bazen sebebi görünmeksizin birdenbire duruyor, hareket edemiyor. Şüphesiz ki bu olay görünmeyen elektrik akımı ve bu akımın kesilmesiyle ilgilidir. Görmediğimiz elektrik kuvveti o koskoca cisimleri süratle yürütüyor. Bu kuvvetin kesilmesi o cisimleri birdenbire bulundukları yerde durduruyor. İşte bunun gibi ruhun alâka ve ilgisi bedeni harekete geçiriyor. Bu münasebet ve ilginin kesilmesi ise bedeni derhal hareketten mahrum bırakıyor.
İmam-ı Gazalî (450-505 H.; 1059-1111 M.), Ragıp İsfehanî (? - 503 H.; - ? - 1108 M.) ve sofilerden bir kısım zatlar bu görüştedirler. Ruhun varlığına inanan filozofların çoğu da bu kanaattedirler.
3) İnsan ruhu manevi bir nurdur. İlahî tecellilerden meydana gelir. İlâhî feyizlerden ve ihsanlardan doğar. Ruhun böyle Cenab-ı Hakk’ın mukaddes zatından çağlamasını bir şeklin veya güneş ışınlarının aynaya aksetmesine benzetmektedirler ki aksedenden (yansıyandan) hiçbir şey ayrılmadığı ve eksilmediği halde akis işi (yansıma) gerçekleşmektedir.
Sofîlerden bir kısmı da bu görüşü ileri sürmüşlerdir.
Tefsir-i Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabi (560-638 H.) diye basılan ve esasında Kemâlüddin-i Kâşânî’ye (? - 887 H.) ait olan tefsirde diyor ki: “Ruh, emir âleminden (yani işlerin “kün=ol” emriyle görüldüğü sebepler üstü âlemden) dir. Âlem-i halktan (sebeplere bağlı âlemden) değildir ki bilmediklerini, bildikleri bazı şeylere kıyas ederek benzeten ve idrakleri hissedilenlerin dışına çıkmayıp görünüşe aldananlara onu tarif etmek mümkün olsun. Belki o emir âleminden; yani maddeden, şekli, rengi ve yönü bulunmayan cevherden soyulmuş mukaddes bir asıl ve esastır.
Seyyid Ali b. Muhammed Şerîf Cürcanî (740-816 H., 1339 - 1413 M.) de insan aklının, ruhun mahiyetini anlamaktan âciz olduğunu ifade ederek der ki: “İnsanî ruh, hayvanî ruha binmiş insanın bilen ve idrak eden çok ince ve hassas bir duygusudur ki emir âleminden (İşlerin yalnız ilâhî bir emirle oluverdiği sebepler üstü âlemden ) inmiştir. Akıllar onun aslını ve mahiyetini anlamaktan âcizdir. İşte bu ruh bazan tek başına bazan da bedeni kuşatmış halde bulunur. Onun menbaı maddi kalbin boşluğudur. Damarların atışları ile vücudun diğer kısımlarına yayılır.
Ruhlar Bakî midir? Fani mi?
İnsan ruhu fânî midir, bakî mi?
Evet ruh önceden yok iken sonradan meydana geldiğinden aslında fânî olması gerekir. Ancak kâinatın yaratıcısı onu fânîlikten korumuştur. İnsan ölür fakat ruhu kalır. Ancak ruhların cesedleriyle ilgilerini kesmeleri ve cesetleriyle yaptıkları işlerden mahrum kalmaları ruhlar hakkında bir çeşit ölüm demek olduğundan “Onun zatından başka her şey yokluğa mahkûmdur.” âyetine aykırı olmaz. Bununla beraber ruhların bir an yok edilip tekrar eski durumlarına getirilmeleri de mümkündür. Ve bu o kadar ânî olur ki yok edildiklerinin farkına bile varmazlar. Kur’ân hakikatlerinden aldığımız derse dayanarak burada iki esaslı noktaya daha işaret etmekte fayda görüyoruz:
1) Cenab-ı Hak öyle mutlak bir kudret sahibidir ki, o kudrete göre (varlık ve yokluk) iki konak gibidir. Bir varlığı gayet kolay bir şekilde oraya gönderir, buraya getirir. İsterse bir günde, dilerse bir anda oradan çevirir.
Esasen mutlak manada bir yokluk bahis konusu değildir. Çünkü her şeyi kuşatan ezelî bir ilim vardır. Allah’ın bilgi dairesinin dışı yoktur ki her hangi bir şey oraya atılsın. Allah’ın ilim dairesi içindeki yokluk ise maddî varlığı olmayan yokluktur ki, ilmî varlığa perde olmuş bir isimdir. Hatta bu ilmî varlıklara bazı tahkîk ehli (bildiklerini delillere dayandıran âlimler) “A’YÂN-I SÂBİTE” Yani eşyanın Allah’ın ilminde ezeldenberi sabit olan şekil ve hakikatleri adını vermişlerdir. Öyle ise fânî olmak, belli bir zaman için dış elbiseyi çıkarıp manevî ve ilmî varlığa girmek demektir. Yani helâke giden ve fânî olanlar maddî varlığı bırakıp asıl ve esasları ile manevî bir vücut giyinir; kudret dairesinden çıkar, ilim dairesine girerler.
2) Her şey kendine bakan yüzünde bir hiçtir. Esasen birşeyin kendi başına değişmeyen ve kendi kendine hükmeden bir hakikatı yoktur. Fakat Cenab-ı Hakk’a bakan yüzünde bakî olan (ESMA-İ HÜSNA)’nın cilveleri görünmektedir. Öyle ise bir hiç değildir. Çünkü ebedî bir varlığın gölgesini taşıyor. Değişmeyen bir hakikatı vardır. Hem yüksek bir hakikatı vardır. Çünkü sahip olduğu bakî bir ismin bir çeşit gölgesidir.
Bir de “Onun zatından başka her şey yok olmaya mahkûmdur.” (El-Kasas/88) âyetinin hükmü dünyadaki fânî şeylere bakar. Allah’tan başka her şeyden, Allah hesabına olmayan fânî dünyada fânî ve geçici şeylere karşı insanın ilgi ve alâkasını kesmesi için bir kılıçtır. Demek ki Allah hesabına olsa, Allah için olsa ondan başka bir şey kalmaz ki “O’nun zatından başka herşey yok olmaya mahkûmdur.” (El-Kasas/88) kılıcı ile başı kesilsin... Eğer Allah’ı bulmazsa ve Allah hesabı ile bakmazsa her şey yabancıdır, her şey ondan başkadır. O vakit “O’nun zatından başka herşey yok olmaya mahkûmdur.” (El-Kasas/88) kılıcını kullanmalı, perdeyi yırtmalı, taa onu bulmalı...
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
RUHUN MAHİYETİNİ ANLAMAK MÜMKÜN MÜDÜR?
İslâm âlimlerinden bir kısmı (Selefiye) diyorlar ki: Ruh ilâhî bir sırdır. Ruhun hakikatın
RUHUN VARLIĞINI VE BAKİ OLDUĞUNU GÖSTEREN DELİLLER
Ruhun varlığını ve ölümsüzlüğünü gösteren enfüsî ve âfâkî (Sübjektive ve objektive
MELEKLERE İMANIMIZ
MELEK NEDİR? Buraya kadar cin ve şeytan gibi varlıklar üzerinde durduk. Halbuki ruhanîlerin
ŞEYTAN VE HÜCUM YOLLARI ÜZERİNE
“Şeytan “kelimesi; azgınlıkta, kötülükte, habislikte fevkalâde bir farklılık ve
CİNLER HAKKINDA MERAK EDİLENLER
CİN NEDİR? Önce şunu kaydedelim ki (CİN) yani (cim) ve (nun) harflerinden türemiş olan bü
Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.
TAHRÎM,6
GÜNÜN HADİSİ
Zalim sultanın yanında gerçeği söylemek en büyük cihaddandır.
Tirmizi 13, (2175)
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...