DİN

Tarifi - Kur’an’a göre din – İslam TARİFİ Din, lügatte; âdet, yol, ceza, itaat, görüş ve siyaset manalarına gelir.


İsmail Hakkı Zeyrek

ekremyilmaz08@gmail.com

2009-07-07 06:21:37

DERS: 2

Tarifi - Kur’an’a göre din – İslam

TARİFİ

Din, lügatte; âdet, yol, ceza, itaat, görüş ve siyaset manalarına gelir.

Istılah manası üzerinde dinler tarihi araştırıcıları ile sosyologlar çeşitli görüşler ortaya atmışlar ve kendilerine göre tarifler yapmışlardır. Bunlardan sosyologlarınki büyük bir önem taşımaz. Dinler tarihi araştırıcıları ise, kendilerine mahsus birer tarif yapmışlardır. Şunu hemen söylemek gerekir ki, bunlar da, hakikatı tam olarak aksettirmemekle beraber, bazı yönlerine ışık tutmaktadırlar. Şimdi bu tariflerden birkaçını görelim. F. Max Muller dini şöyle tarif ediyor:

“Din, ruhun öyle bir kuvvetidir ki, insana duygularından ve aklından ayrı olarak, çeşitli isimler ve değişik işaretler ile sonsuzu anlamak kabiliyeti verir.”

Dinler tarihi yazarlarından Taylor diyor ki:

“Din, ruhânî varlıklara inanmaktır.”

Şlaer Maher de şöyle tarif eder: “Din, beşeriyetin doğrudan doğruya boyun eğme ve bağlılığı ile ilgili, içten gelen bir duygusudur.”

Büyük Alman filozofu Kant’a göre:“Din, vazifelerimizin Allah’ın emirleri sıfatı ile kabulü; yahut ahlâkî kanunların koyucusuna karşı huşu’dur.”

Diğer filozoflar da daha başka tarifler yapmışlardır.

Dinler tarihini inceleyenlerden bir kısmına göre dini, ilmî bir surette tarif etmek çok güç bir şeydir. Bunlar diyorlar ki: Din, birçok şekillerde tarif edilmiş olmakla beraber, bunun hakikî tarifini yapmak, hayatı tarif etmek kadar güçtür ve hatta pek de mümkün değildir. Bu fikir bir bakıma doğru olmakla beraber, diğer yönden yanlıştır. Eğer dinden mutlak din kavramı kastedilirse, o zaman bunu tarif etmek gerçekten kolay olmaz. Çünkü mutlak manadaki din, milletlerin sosyal vicdanlarını belirten küllî prensipleri içine alır.

Dinler tarihi ile meşgul olanların tarifindeki ittifak edemedikleri din, mutlak manadaki dindir. Bu ise, hak din olabileceği gibi, batıl da olabilir. Bu prensipler –hak olsun, batıl olsun- esasında o milletin küllî vicdanıdır, dini odur. Her millet böyle bir vicdan ile, böyle bir din ile ayakta durur. Bundan dolayıdır ki, geçmiş veya şimdi yaşamakta olan çeşitli milletlere ait ve bunların sosyal vicdanlarını belirten bütün dinleri ve din fikirlerini içine alabilecek tam bir tarif yapabilmek çok güçtür. Fakat bizim burada tarif etmek istediğimiz din, mutlak manada olan din değil, (Hak din)’dir. Çünkü; bundan başkasına esasen din adını vermek de doğru değildir. Hak din diyebilmek için, onun her şeyden önce İlâhî bir hitap olması ve Allah tarafından konmuş bulunması şarttır. O halde dinin en güzel tarifi İslam âlimleri tarafından yapılan, şu şekildeki tariftir. Din: “Akıl sahibi şuurlu insanları kendi irade ve arzuları ile, aslı ve esası itibariyle hayır olan şeylere sevk eden İlahî bir kanundur, Peygamberlerin vahy ve ilhama dayanan tebliğleridir.”

Din, Allah tarafından konulmuş bir kanundur. İnsanların koydukları kanunlar ve nizamlara, ilim ve sanat kurumlarına, din denemez.

İnsanlar bir maksat ve gaye ile yaratılmışlardır. İnsanların yaratılışında Allah’ı bilmek ve ona kulluk etmek gibi, çok yüksek bir gayenin bulunduğunu:

“Ben, insanları ve cinleri ancak beni tanısınlar ve bana ibâdet etsinler diye yarattım.” (Zariyat: 56) ayeti haber vermektedir.

İşte din, insanlara bu gayeyi bildirir. Dine ve dünyaya ait işleri öğretir.

Din, insanlara doğru yolu gösterir, kemâle doğru yol almalarına vesile olur. Yoksa insanların ellerinden tutup hidayete ulaştırmaz. İnsanlar, ilahî dinin kudsî hükümlerine boyun eğmeli ve gösterdiği yoldan gitmelidirler ki, fiilen hidayet ve saadete ulaşabilsinler.

İnsanların saadete kavuşabilmeleri için, o dini bizzat kendi arzu ve iradeleri ile kabul etmeleri gerekir. Bir takım zorlamalar sonunda, dini kabul etmiş görünüp de, kalbi ile inkâr edenler, din vasıtasıyla hayra ulaşamazlar. Bu tip insanlara “münafık” denilmektedir.

Dinin koyucusu ve kurucusu Allah’tır. Hiçbir kimse kendiliğinden ortaya bir din koyamaz. Peygamberler de kendileri bir din koyamazlar, sadece Allah’ın hükümlerini insanlara tebliğ etmeye memurdurlar. İnsanlar tarafından ortaya konacak, din veya felsefe, onların ahiret saadetlerini sağlayamayacağı gibi, dünya hayatlarını da tam düzenleyemez.

İnsanlar çeşitli fikirlere sahiptir. Eğer din, insanlar tarafından ortaya konacak olursa, fikirleri gibi, dinler de çeşitli olacaktır. Çeşitli dinler ise, insanları bir daire içine toplayamaz ve saadetlerini sağlamaktan çok uzak kalır.

Ve yine insanlar tarafından ortaya atılan din, hiçbir vakit onların ruhî derinliklerine inemez. Fertlerin böyle bir dine boyun eğmeleri ise, samimi olamaz. İsteklerine uymayan durumun ortaya çıkması, böyle bir dine karşı isyan etmelerine kâfi gelir. Gerçekten bir takım bâtıl dinler vardır ki, bunların esası zan ve hurafelerden ibarettir. Böyle olmakla beraber bu bâtıl dinle inanan birçok insan kitleleri bulunmaktadır. Ancak ne var ki, bu gafil insanlar, din diye kabul ettikleri bu bâtıl yolların insanlar tarafından konduğuna değil, İlâhi bir din olduğu görüşündedirler.

Kur’ân’a göre din:

İnsanlığın ilk dini tevhid’dir. Yani; Allah’ın birliği inancına dayanır. Çünkü; insanlığın babası olan Hz. Âdem, Allah’tan aldığı vahy ve talimat ile Tevhid dinine nâil olmuş ve bu dini kendi evlatlarına tebliğ etmiştir. İşte insanlar o tarihten bu yana, Tevhid inancına sahip olarak, bir olan Allah’a ibadet etmişlerdir.

O zaman henüz insanlar az, yeryüzü geniş, mahsulleri geçimlerine yeterli idi. Serbestçe yaşıyorlardı. Yalnız hayvanlara karşı mücadele ediyorlardı. İnsanlar arasında savaşı gerektiren bir şey yoktu. Yaratılışları ve durumları bir, yaratılıştan gelen arzuları bir, hareket tarzları birdi. İlk babadan gördükleri gibi gidiyorlardı. Hep böyle davranabilselerdi; kanuna, kitaba muhtaç olmayacaklardı. Fakat, nesiller çoğaldıkça arzular başkalaştı. İşte o zaman bu görüş ayrılıklarını kaldırmak, dağınık emelleri bir nokta etrafında toplamak için içlerinden, Allah tarafından ileriyi gören, acı-tatlı haberler veren, hayır ve şerden, helal ve haramdan, vazife ve yasak kanunlarından bahseden nebîler ve resûller gönderildi. Bu peygamberlerin gösterdiği yoldan gidenler Allah’a ve gönderdiklerine iman ile birleştiler, karşı çıkanlar da, bunlarla mücadele etmek için bir araya geldiler. Böylece mü’min ve kâfir denilen iki sınıf ortaya çıktı.

“İnsanlar (iman üzere bulunanlar) tek bir ümmet idi. (Sonra kimi iman etmek, kimi küfre sapmak suretiyle ayrılığa düştüler de) Allah rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere Peygamberler gönderdi; ve insanlar aralarında ayrılığa düştükleri şeyde hak üzere hükmetmek için, o Peygamber ile kitap gönderdi. Halbuki kendilerine açık deliller geldikten sonra, aralarındaki zulüm ve hasetten ötürü ayrılığa düşenler, o kitap verilenlerden başkası değildir. Onların hak hususunda ihtilafa düştükleri şey de, Allah izniyle iman edenleri doğru yola hidayet buyurdu. Allah dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara:213) ayetinin de işaret ettiği gibi, insanlar önce tek ümmet halinde ve güzel bir i’tikada sahip bulunuyorlardı. Sonra ayrılığa düşerek bir kısmı imanını korumuş, bir kısmı da küfür ve isyan yoluna sapmıştı. Bunun üzerine Allah iman edenleri sevap ile müjdelemek, inkâra sapanları azap ile korkutmak için, zaman zaman Peygamberler göndermiş ve insanlar arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkları çözmek için de, onlara kitaplarını indirmiş, böylece tevhid esası üzerine kurulu ve kökte bir olan İlâhî dinler meydana gelmiştir.

Rûm Sûresi’nde beyan edildiğine göre, insanlar hak dini kabul edebilecek bir yaratılıştadır, o da tevhiddir. Allah’ın dini de budur:

“O halde sen yüzünü bir muvahhid olarak dine çevir. Allah’ın dinine ki, insanları onun üzerine yaratmıştır. (Zira herkes hak dini kabul edebilecek yaratılıştadır.) Allah’ın yarattığı bu dini değiştirmeye kimsenin gücü yetmez. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bunu, (hak dinin İslam olduğunu) bilmezler.” (Rûm:30)

Peygamberlerin ilahî vahye dayanarak tebliğ ettikleri dinin usûlü, yani; itikadî kısmı birbirinin aynıdır. Bütün Peygamberler tek bir din ile gönderilmişlerdir. Bunlarda görülen değişiklik ve tekâmül, ümmetlerinin anlayış ve kavrayış kabiliyetlerinin başka başka olmasından ileri gelmiştir. Peygamberlerin birbirinden ayrıldıkları yer şeriat, yani; dinin ibadet ve muameleler ile ilgili olan kısmıdır. Değişikliğin ve neshin yalnız şeraitlerde olduğu Kur’an-ı Kerim’de açıkça bildirilmiştir:

“Allah sizin için, Nûh’a tavsiye eylediği şeyi (Resullerin ittifakla beyan ettikleri tevhid, İslam ve şeriatlarin usulü) din olarak seçti. Size ve sizden öncekilere bir tek din vahy ve tavsiye etti. Sana vahy; İbrahim, Mûsa ve İsa’ya tavsiye ettiğiniz şey: Dini ikâme ve onda ayrılığa düşmemektir…” (Nûh Aleyhisselam kendisine şeriat gönderilen ilk Peygamber olduğu için, onunla başlanmıştır. Hz. Nûh’dan önce şeraite ait hükümler yoktu. Hz. Âdem’in dini, sadece tevhid ve dünyaya ait faydaları içine alıyordu. Bu durum Hz. Nuh’a kadar sürdü. Ödevler ve vazifeler Hz. Nuh ile başladı. (İzmirli İsmail Hakkı, Maani-i Kur’an, Cilt:2, Sahife:336) (Şura:13)

Ayette; Muhammed, Nûh, İbrahim, Mûsa, İsa (Aleyhimüsselam) gibi, büyük Peygamberlerin hepsinin bir din üzerinde oldukları açıklanmaktadır. Din lafzı, her dinde sabit kalan ve değişmeyen i’tikad esaslarına deniliyor ki, hak dinlerde değişen ibadetler ve sosyal hükümler hakkında daha çok şeriat deyimi kullanılmıştır. (İmam-ı Azam Hazretleri de: “Biliniz ki, bütün Peygamberler dinlerde ittifak ve şeriatlarde ihtilaf üzere idiler. Çünkü din değişmez, şeriat ise değişir.” diyor.)

“Biz Peygamberler cemaatiyiz, dinimiz birdir.” Hadis-i Şerif’i ile bütün Peygamberlerin dinde bir ve beraber olduğu bildirilmiştir. Dinden maksat da, her dinde değişmeyen i’tikad esasları olunca, yukarıdaki Ayet-i Kerime’de Peygamberlerin tatbik ile emrolundukları bildirilen dinden maksat da, bütün Peygamberin Allah’tan alıp getirdikleri i’tikad esaslarından ibaret olmuş, zamanın icaplarına ve insanların çıkarlarına göre değişen şer’i hükümler, bunun dışında kalmış olur. Nasıl ki:

“Sizden her biriniz için ayrı bir şeriat, bir yok tayin ettik” (Maide:48) ayeti de bunu gösterir.

Kur’ân-ı Kerim’de gerçek dinin ancak İslam’dan ibaret olduğu:

 “Doğrusu Allah katında makbul olan din İslam’dır” (Âl-i İmran:19) ayeti ile açıklanmıştır.

Dinin bütün manası itaat, tâbi olma ve selameti sağlama manasında; İslam’ın manası da, selameti ifade eden, kusursuz bir şekilde boyun eğme ve tâbi olma manasında toplanır.

Din-Hak ve Bâtıl diye bir ayırım yapmadan-mutlak manada ele alındığı zaman bile, doğrudan doğruya İslam ile aynı manada olur. Hangi din ele alınacak olursa olsun, onun esası ve özü İslam, yani; boyun eğme demektir. O halde din adıyla, insanlar tarafından kabul edilen, bâtıl dinlerdeki teslimiyet, yalan yere yanlış bir teslimiyettir. Geçekten selamete götüren hak bi İslam gerçek tevhidi, yani; ortağı bulunması ihtimali olmayan ezel ve ebed sultanı bir tek Allah’ın varlığını kabul eder.

İSLAM:

Hak dine Kur’ân-ı Kerim tarafından verilmiş bir isimdir.

“Size İslam’ı din olarak kabul ettim.” (Maide:3) ayeti ve bundan önceki ayet bunu açıkça ifade eder. Hak dine bu ismin verilmesi çok dikkat çekicidir. Çünkü; gerçekte (İslam) kelimesi bu dinin ruhunu ifade eder. (İslam) kelimesinin asıl manası müsâleme, yani; karşılıklı barış, demektir. Barış ruhu Müslümanlıkta hakimdir. Kur’ân-ı Kerim’e göre bir Müslüman Allah ile, insan ile barış içinde yaşar. Allah ile barış, her hayır ve faziletin kaynağı olan Allah’ın iradesine teslim olmayı; insan ile barış, diğer insanlara karşı sevgi ve saygı ile dolu olmayı gerektirir. Bu iki husus en veciz şekilde, şu Âyet-i Kerime ile açıklanmıştır:

“Evet, kendisini tamamıyla Allah’a teslim eden ve iyi ameller işleyen yok mu? İşte onun için hiçbir korku ve endişe yoktur.” (Bakara:112)

Kur’ân-ı Kerim’e göre tek kurtuluş yolud budur. Müslüman tam bir barış içinde yaşadığından huzurludur. Müslümanlar selam vermek ile birbirlerine saygı gösterirler. (Cennetliklerin birbirlerine söyleyecekleri, selamdır.) (Yunus:10) Belki Cennet ehlinin bütün duyacakları (Selam)’dan ibarettir. (Vakıa:25-26) Barış ve emniyetin yaratıcısı manasında olan “Selam”, Allah’ın güzel isimlerindendir. Müslümanlığın insanları götüreceği hedef “Darüsselam-Selâmet Sarayı’dır.” (Yunus:25)

Aşağıdaki iki ayet ile bu bahse son verelim:

“Hala Allah’ın dininden başkasını mı istiyorlar? Halbuki göklerde ve yerde ne varsa, hepsi ister istemez ona boyun eğmiştir.” (Âl-i İmran:83)

 “Kim İslam’dan başka bir din ararsa, artık onun dini kabul edilmez. Ve ahirette de ebedî hüsrandadır.” (Âl-i İmran:85)

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Ey insanlar! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın; Allah'tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mı? O'ndan başka tanrı yoktur. Nasıl oluyor da (tevhidden küfre) çevriliyorsunuz!

Fatır, 3

GÜNÜN HADİSİ

Eğer sizden birinizin elinde dikilecek bir hurma fidanı varken, kıyamet kopsa ve onu dikmeye vakit bulursa, hemen o fidanı diksin

250 Hadis, s.27

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI