ALİ ÇAKMAK AĞABEY'DEN HİZMET HATIRALARI-2

Dükkanda neşriyat Böyle devam ederken, birkaç yerde ücretli çalışıyordum, neticede kendim dükkân açtım. Bir hanın içerisinde leblebi imalatı yapıyorum. O sırada Sözler mecmuası matbaadan çıktı. Dükkânımda çok da Risale vardı. O dükkânda neşr


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2009-07-14 06:26:31

Dükkanda neşriyat

Böyle devam ederken, birkaç yerde ücretli çalışıyordum, neticede kendim dükkân açtım. Bir hanın içerisinde leblebi imalatı yapıyorum. O sırada Sözler mecmuası matbaadan çıktı. Dükkânımda çok da Risale vardı. O dükkânda neşriyat yapıyordum. Çuvallarla, sandıklarla geliyor-gidiyordu. Sözler yeni geldi, o sırada Arabayatağı’ndan birisine küçük bir Risale vermişler. O da kendisini boşlukta hissediyor, bağlanacak bir cemaat, bir mürşit arar durumdaymış. Bu küçük Risaleyi okumuş, içine bir ateş düşüyor; “Bunu bana kim verdi” diyor. Bulamıyor, çünkü o zaman bunu arayıp sormak ta bir mesele, bir cesaret işi. Çünkü Bediüzzaman veya Risale-i Nur dediğin zaman maazallah kendini karakolda buluyorsun. O heyecan içerisindeyken rüyasında Üstad Hazretlerini görüyor; “Tomruk Han’ına git, Ali’den sözleri al” diyor. Adam sabah namazından çıktıktan sonra geldi, Risaleleri aldı, gitti.

İşte Risale-i Nur nasıl kendini tanıtıyor, yeter ki sen iste, arzu et, niyetin sağlam olsun. Böyle devam ederken, Fırıncı Ağabey dükkanın resmini çekip kitapları koydurmayı düşünmüştü ama 1957 senesindeki büyük kapalı çarşı yangınında yandı. Yanması da bir ikram-ı İlahi oldu, yani Risale-i Nur’un bir ikramı oldu.

Yangından Risalelerin Kurtarılması

Kız kardeşimin düğünü vardı, biz yoktuk, kimse yok burada, bir Pazar günü yangın oluyor. Akşamüstü radyodan yangının çıktığı haberini aldık, yangının şekercilere doğru gittiğini söylüyor. “Eyvah, bizim dükkânın önüne geliyor” filan dedik. Sabaha kadar çırpındım. Bir tek Risale-i Nur’un yanmasına içim razı değil. Dükkanın hepsi gitsin.. Bu hissiyat içindeyim. Sabahleyin Tavşanlı’da bir arkadaşın dükkânında otururken; arkadaşlardan birisi dedi ki: “Senin arkadaşın, kimsen yok mu sana telgraf ile haber versin” dedi. “2000 küsur dükkân yanmış, bütün Bursa ateş içerisinde, kimin aklına gelir” dedim. O sırada posta mümessili telgraf getirdi. Baktım: “Bütün dükkân eşyalarını kurtardık, merak etme” diye telgraf çekmişler gece.

Risale-i Nur’u ilk neşrederken, daha evvel Büyük Doğu Cemiyeti’nin mensuplarıydık. Buraya geldiğimiz zaman dahi etrafımda Büyük Doğucular vardı. 1950’den sonra kurulan Türk Milliyetçileri Derneği mensupları vardı, asker arkadaşlarım vardı, onlar benim iş bulmamı sağlamışlardı. Yani Cenab-ı Hakk hazır bir cemaat de vermişti bana.

Onlar yangın günü geçide gelmek için gidiyorlar, yangını duyunca dönüyorlar, Ulu Camiden seyrederek 15-20 kişi gidiyorlar. Tam o saatin yanından geçerken birisi içinden “Çakmak” diyor ve o kadar kişinin içinden bunu kimin söylediğini de halen kimse bilemiyor. Kamyonun içerisinde giderlerken arkadan çevir diyor birisi, dönüyorlar, dükkanın eşyasını kamyona yükleyip Emir Sultan’da bir fabrikaya götürüyorlar ve bana da telgraf çekiyorlar. Üç sandık sadece Lemalar gelmişti. Bir sandığı bir kişi kaldıramıyor, iki kişi kaldırabilir. Ama onu taşıyanlar tek tek taşımışlar, nasıl taşıdıklarını da bilmiyorlar. Cenab-ı Hakk nasıl istihdam ediyor. Bir tek Risale zayi olmuyor. Hatta dükkânın tabelasını da sökmüşler. Ben olsam yapar mıyım? Yine Risale-i Nur sayesinde.

Bunu Üstad’a söylediğimiz zaman; “Nerede yangın çıkmışsa Risale olan yere gelip sönmüştür” diye söylemişti. Hatta Emirdağ Lahikalarında olan hadise; Çalışkan’ların dükkanı yanıyor, yedi tane dükkan yanmış, sekizinci dükkan da onların. Yangın oraya gelince sönüyor.

Risalelerin Neşredilmesi

Dükkan yandıktan sonra dokumacı asker arkadaşlarımın yanında, onların bürolarında Risale neşrediyorum. Aynı zamanda da kumaş alıp boyatıp, diğer vilayetlere satış için geziyorum. Balıkesir, Bandırma, Eskişehir, Kütahya-Tavşanlı, Ankara’ya kadar gittim. Bu gidişlerim de Risale-i Nur’ların neşrine vesile oldu. O da hikmetliymiş. O zaman tabi şimdiki gibi değil, vasıtalar yok. Tavşanlı’ya gitmek için; Eskişehir’den aktarmalı gidiyorum. Her yanımda oturan nur talebesi olurdu. Nerden geliyordu, nasıl oluyordu bilmiyorum. Cenab-ı Hakk istihdam ediyordu.

Bandırma’da, Balıkesir’de, Kütahya’da, Eskişehir’de, Tavşanlı’da Risale-i Nur’ların neşrine vesile olduk. Gidiyordum mal satmak üzere, malı kenara bırakıyoruz, derslere devam ediyoruz. Birkaç gün ders yaptıktan sonra geri dönüyoruz. O da Cenab-ı Hakk’ın takdiriyle, bir hizmete vesile oldu.

Üstad’ı İlk Ziyaret

Ankara’ya gitmiştim; o bizim hayatımızı değiştiren hadise oldu. Orada dershanede bir gece kaldım. İş münasebetiyle gittiğimde de dershanede kaldım. Üstad’ımızdan gelen bir Lahika mektubunu verdiler. On beş günde bir mektup gelirdi. Ne gazetemiz var, ne telefonumuz, hiçbir şey yok. Mektupta da Üstad Hazretlerinin hasta olduğunu, sesinin çıkmadığını ve “Beni ziyarete gelmeyin, her Risale bir Said’dir, benimle değil Kur’anî olan Üstad’ınızla berabersiniz. Benden on defa daha faydalıdır” diye yazmış. O mektubu cebimde getiriyorum. Ankara’dan hareket ettim, 14 Haziran 1958. İlk Irak ihtilalinin olduğu gün. II. Faysal’ı öldürmüşlerdi ve o gün Kral, Başbakanı ile beraber Türkiye’ye gelecekti. O gün Ankara’da her yüz metreye bir asker vardı.

O gün Eskişehir’e kadar geldim, fakat içimde o kadar bir aşk var ki; eğer Üstad’ım Emirdağ’ında ise, ziyaretine gideyim. Cebimdeki mektuba rağmen Eskişehir’de indim. Emirdağ minibüsüne bindim, gittim. Mehmet Çalışkan’ın dükkânı neresi diye soracağım, hiç kimse yanıma gelmiyor. O günkü şartlar için söylüyorum. Bahsetsem ikimizi beraber içeri alırlar. Sonradan belediye olduğunu anladığım bir binanın merdiveninin önünde durdum; “Mehmet Çalışkan’ın dükkanı şurasıdır” diye biri yol gösterdi.

Gittim, tabelalara bakarak dükkanı buldum, fakat dükkan kapalı. Komşular dedi ki; “Öbür çarşıda Hacı Osman var.” Gittim, o dükkanı buldum. 25-30 yaşlarında bir genç çıktı, dedim ki; “Ben Bursa’dan geliyorum, Üstad’ı ziyaret etmek istiyorum” “Üstad hasta, kimseyi kabul etmiyor. Fakat anahtar Mustafa Hacet’te, filan caminin imamı” dedi. Gittim o camiyi buldum, namazdan sonra kendisiyle görüştüm -Allah rahmet eylesin- dedi ki; “Kardeşim, Halep’ten, Diyarbakır’dan, Van’dan gelenler var. Otellerde bekliyorlar, kabul edemiyor Üstad Hazretleri, hasta. Fakat sen Hacı Osman’ın dükkanında bekle, ben Üstad Hazretlerine haber vereyim” dedi. Peki dedim, gittim.

Bakkal dükkânına gelen her insanı bana geliyor zannediyorum, heyecan içerisindeyim. Şunu da itiraf edeyim ki; hayatımın en heyecanlı dakikalarını yaşadım ve içimde de öleceğim diye bir korku var. Bir haber gelsin de -ümidim de yok, ziyaret edebilirsin diye- fakat evet ya da hayır, haber gelsin de öyle öleyim diye bir his taşıyorum.

Neticede kapıdan birisi girdi, sonra öğrendim ki Üstad’ın hizmetkârlarından Ahmet Urfalı imiş. Şu an sağ, Allah selamet versin. Baktı şöyle; “Bursa’dan gelen siz misiniz?” dedi. Evet dedim. “Üstad sizi istiyor” dedi. Bunu duyar duymaz o anda sanki başka bir âleme girdim. Bunu ifade etmek mümkün değil, anlatmak mümkün değil, ancak yaşanır.

O yürüdü, beş-altı metre geriden onu takip ediyorum. O bir kapıdan girdi, ben de arkasından girdim, ahşap bir ev. Dünya namına zaten hiçbir şey yok. Sadece bir takunya vardı o kadar. Tahta merdivenlerden çıktık, sofada yine hiçbir şey yok. O sırada bir kapı açıldı, Mustafa Acet çıktı; “Gel kardeşim” dedi.

Üstad Hazretlerinin huzuruna girdim, selam verdim. Somya üzerinde yatıyordu, kalktı, elini öptüm, “Otur” dedi. Üzerinde büyük beyaz bir cübbe, başında çağla renginde bir sarık vardı. Saçları beyazdı, omuzlarına kadar inmişti. Yüzü pembe renginde, hiç kırışık yok, sanki on sekiz yaşında gibiydi ki o zaman 1958 yılıydı, vefatından iki sene evvel, 80 yaşında. Gözleri ise; onu görmek, bakmak mümkün değil, öyle bir şecaat ki, zaten bana söylemedi ama başka bakanlara bakmasın dermiş. Zaten bakmam mümkün olmadı.

“Otur kardeşim” dedi, oturdum. Mustafa’yı çağırdı; “Mustafa benim sesim çıkmıyor, sen arada vasıta ol” dedi. Bana soruyor, cevabını alıyor, ona söylüyor. Fısıltı halinde sadece bazı kelimeleri duyuyorum. Hatta bir kardeş kelimesini duydum. “Nerden geliyorsunuz? Adın nedir? Annen-baban sağ mı? Nerelisin?” Dedi. Ben “Tavşanlılıyım, Bursa’dan geliyorum” dedim. “Evet; Konya nasıl ehl-i tetkikin merkeziydi ise; Bursa’da Osmanlı Devletinde ehl-i tahkikin merkeziydi. Bursa kadınları bid’alardan mahfuz kalmıştır” dedi.

Sonra bir ara “Kardaşım, yirmi beş sene samimane hizmet eden kardeşlerimi dahi kabul edemiyorum, sizi yirmi beş sene hizmet etmiş gibi kabul ettim” dedi. Ben bunu duydum ya, ondan sonra ne söyledi bilmiyorum. Kalktım tekrar elini öperek çıktım. İlk ziyaretim böyle oldu.

Eskişehir’de Şükrü Ağabey vardı, Allah rahmet eylesin. Ayet-ül Kübra’dan sonra ilk Risaleleri ondan temin etmiştim. Onun yanına uğradım.

Eskişehir’e kadar geldim halen o andaki haleti ruhiyeyi yaşıyorum. Sanki her taraf nur’muş gibi insana geliyor. Bunu ona söyleyince gülmeye başladı; “Kardeşim sen öyle görmeye devam et. Üstad’ımızın altında çalışan bir berber Üstad’ı tanımıyor” dedi. Allah’a hadsiz şükürler olsun.

Hizmetlerin İnkişafı

İlk ziyaretten sonra Bursa’ya döndüğüm zaman; Bursa’da müthiş bir faaliyet başladı. Demek ki onun duası, teveccühü… Ve o zaman anladım ki; benim Üstad Hazretlerinin bu iltifatı ve bizi kabul etme şerefini bahşetmesi, Bursa’daki hizmet içinmiş, benim şahsım için değilmiş.

O zaman Risale-i Nur hizmetinde biz göründüğümüz için, o günlerde çok hadiseler, terör var… Eğer Üstad Hazretleri kabul etmeseydi; vardığım zaman bütün herkeste ümit kesilecek, ümitsizliğe düşeceklerdi. Yani onu kabul etmedi, bizi hiç kabul etmez gibisinden düşüneceklerdi… Cenab-ı Hakk bütün Bursa’daki kardeşlerin muhafazası için bize bu ihsanı, bu lütfu göstermiş oldu elhamdülillah.

-Devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

“GİZLİ LÜTUF”

“GİZLİ LÜTUF”

Aslen Irak Süleymaniye asıllı olan gazeteci yazar merhum Muhammed Kürd Ali beyin(1876-1953) hat

KOPARILAN ÇİÇEĞE KARŞI ÜSTAD BEDİÜZZAMAN’IN TAVRI

KOPARILAN ÇİÇEĞE KARŞI ÜSTAD BEDİÜZZAMAN’IN TAVRI

Merhume Zeynep Münteha Polat hanımefendi, 1969’da gittiği Van Zernebad’da Üstad Bediüzzaman

RÜYADA EZBERLENEN SURE

RÜYADA EZBERLENEN SURE

Değerli ziyaretçilerimiz 21. 06. 2020’de şair, yazar, mütefekkir Yavuz Bülent Bakiler beyefen

“BİZE KATIL MOLLA MUHAMMED EMİN”

“BİZE KATIL MOLLA MUHAMMED EMİN”

Kıymetli ziyaretçilerimiz, geçen hafta Seyda Muhammed Emin Er merhumun “Hatıralarım” adlı

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN’IN ŞEYH ALADDİN OHİNİ’YE SEVGİSİ

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN’IN ŞEYH ALADDİN OHİNİ’YE SEVGİSİ

Merhum Şeyh Fethullah Verkanisi(v. 1901)’nin oğlu merhum allame Şeyh Alaaddin efendi(v. 1949)

BEDİÜZZAMAN’IN HAZRET’İ(ZİYAEDDİN NURŞİNİ) ZİYARETİ

BEDİÜZZAMAN’IN HAZRET’İ(ZİYAEDDİN NURŞİNİ) ZİYARETİ

Muhterem hocam Seyda Fehmi Türkmen Efendi, 27.09. 2019 Cuma günü kendilerini ziyaretimizde Nurşi

ŞEYH FETHULLAH VERKANİSİ’NİN MOLLA ABDULLAH NURSİ HAKKINDA DEDİĞİ SÖZ

ŞEYH FETHULLAH VERKANİSİ’NİN MOLLA ABDULLAH NURSİ HAKKINDA DEDİĞİ SÖZ

Değerli Seydalarımızdan Molla Şerif Arslan Hocaefendi 15.09. 2019’da, merhum Şeyh Fethullah V

BEDİÜZZAMAN’IN AİLE ŞECERESİ

BEDİÜZZAMAN’IN AİLE ŞECERESİ

Merhum Şeyh Fethullah Verkanisi’nin torunlarından değerli âlim merhum Gıyaseddin Emre Bey, Ü

VANLI ZEYNELABİDİN EFENDİ’NİN ANLATTIKLARI

VANLI ZEYNELABİDİN EFENDİ’NİN ANLATTIKLARI

Değerli hocam Seyda Molla Şefik İdikurt Efendi bir ders esnasında şu hatırayı anlattılar;

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN’IN MUŞ’UN NOK KÖYÜNDE BİR GECE MİSAFİRLİĞİ

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN’IN MUŞ’UN NOK KÖYÜNDE BİR GECE MİSAFİRLİĞİ

Emekli müftülerimizden Seyda Fehmi Türkmen Hocaefendi, 21.04. 2019 Pazar günü kendilerini evind

ŞEYH ASIM EFENDİ’NİN KALEMİNDEN BEDİÜZZAMAN-2

ŞEYH ASIM EFENDİ’NİN KALEMİNDEN BEDİÜZZAMAN-2

Sonra tekrar Van’dan Bitlis’e geldi. Onun hayatının geniş şekli yazılıdır.(bkz. Tarihçe-

Öğüt ver, hatırlat! Çünkü sen ancak öğüt vericisin. Onların üzerinde zorlayıcı değilsin.

Gâşiye, 21-22

GÜNÜN HADİSİ

Size, takat getirebileceğiniz amel yaraşır. Siz (ibadet yapmaktan) usanmadıkça, Allah da (sevab vermekten) usanmaz. Allah'a en hoş gelen dini amel, kişinin devamlı olarak yaptığı ameldir"

Buhari, İman 32, Teheccüd 18

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI