ALİ ÇAKMAK AĞABEY'DEN HİZMET HATIRALARI-3

Üstad’ı İkinci Ziyaret Biz hizmete böyle devam ederken; buradan Tavşanlı’ya mal götürdüm, dönüşte Eskişehir’e geldim. Fakat içimde yine aynı his, aynı heyecan, aynı şevk, ziyaret etmek istiyorum, görmek istiyorum. Şükrü Ağa


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2009-07-21 04:16:55

Üstad’ı İkinci Ziyaret

Biz hizmete böyle devam ederken; buradan Tavşanlı’ya mal götürdüm, dönüşte Eskişehir’e geldim. Fakat içimde yine aynı his, aynı heyecan, aynı şevk, ziyaret etmek istiyorum, görmek istiyorum. Şükrü Ağabeye gittim; “Üstad Hazretleri Emirdağ’da mı nerede?” diye sordum. “Isparta’da, kar var, yollar kapalı gelemiyor, gelmesi mümkün değil” dedi. “Bir ümit yok mu, gelmeyecek mi?” dedim. O ise; “Kamyonlar gelemiyor, Üstad nasıl gelecek?” dedi. O gece Doğan Otelinde kaldım.

Otelde bir rüya gördüm. Rüyamda yine bir ranza üzerinde beyaz elbiseler içerisinde yatıyor. Kapıdan giriyorum, üzerimde beyaz bir gömlek var. Ben kapıdan girerken üstadımız “Gel buraya, seninle ümmet-i Muhammed’in birleştirilmesi hakkında konuşacağım” dedi ve yanına yaklaştım uyandım. Hemen aklıma geldi dedim Üstad buraya gelecek, beni çağırıyor… Ertesi gün Şükrü Ağabeye haber var mı dedim, yokmuş. Bir saat sonra bir daha sordum yine yok. O da isyan etti artık; “Bu kadar olmaz” dedi. İkindi oldu, ikindiden sonra akşama yakındı, tekrar uğradım. İçimde bir şey var ki, bırakmak istemiyorum, illa göreceğim gibi bir şey var. Gittim; Şükrü Ağabey yok, oğlu var. “Baban nerede? dedim, güldü; “Üstad Hazretleri geldi, evde Üstad’ın yanında” dedi. “Ben biliyordum zaten, beni çağırdı” dedim. Ama rüyada çağırdı tabi. “Yanında kimler var?” dedim; “Mehmet Çalışkan, Ceylan, Zübeyr Ağabey” dedi.

Üstad’ın yanına gitme imkânımız yok, akşam olmuş- “Onlar şu an nerede?” dedim.“Çarşı camiine namaza gittiler.” dedi. Onlarla beraber Çarşı camiine gittik, toplandık orada. O gece bir odada Üstad Hazretleri, aşağı odada biz kalıyoruz. Meğer ki o gecede Menderes’in Londra kazasından geldiği zaman. İstanbul’dan Ankara’ya geçecekmiş. Gece yarısı kalktık Menderes’i karşılamak için. Gece yarısı koştum herkesten evvel Üstad Hazretlerini görebilir miyim diye; bir de baktım perde açıldı, perdeden seyrettim. Ama o seyretmem sanki milyarlar bahşedilmiş gibi geldi bana. Onun o huşu halini de gördüm ki anlatmam mümkün değil. Yatağının üzerinde dizleri üzerine oturmuş, hudu içerisinde… Şimdi Üstad denilince hep öyle görüyorum…

İstasyona gittik; tren gittikten sonra baktım Ceylan gelmiş, Üstad Hazretleri; “Git istasyona gidenleri al gel” demiş. Kendi arabasını göndermiş. Bu da bir nimet tabi, onun arabasına binmek. Gece yarısı geldik tekrar, sabah namazından sonra Eskişehir’de Üstad Hazretlerini duyan geldi, oldu 40-50 kişi… Fakat o günlerde de terör neticesinde Eskişehir’e gelişi çok celalli. Kimseyi yanına yaklaştırmıyor, eve sokmuyor ve girenleri de tehditle, celalle “girme, gelme” diyormuş.

Kalabalıklaştıkça bende ümitsizlik oldu. Bu kalabalıkta Üstad Hazretleri nasıl beni kabul etsin… Hiç kimseye sormadan, bir şey söylemeden kapıdan çıktım Üstad Hazretlerinin kaldığı yere gittim. Doğruca eve girdim. Şimdi olsa cesaret edemem. Demek ki o andaki halet-i ruhiye bir şey düşündürmüyor.

Girdim, baktım Zübeyr Ağabey Kur’an okuyor; “Gel kardeşim, gel otur, Üstad uyuyor” dedi. Oturdum bir saat kadar bekledim, sonra dışarıdan Ceylan geldi, Ceylan içeri girerken zil çaldı, nereye gitse bir zil koyuyorlar, zil çalmadan kimse içeri giremiyor. Tam kapıdan girerken biz de dışarıda olduğumuz için “Kim var dışarıda” diye sordu; “Bursa naşirlerinden Ali var” dedi. Abdest alacağım demiş, eski bakır leğenlerden götürdü, abdest aldı. Çıkarken aklıma geldi hemen kalktım, abdest aldığı suya baktım, abdest alırken harcadığı su iki su bardağı kadardı. İşte tasarruf bu, iktisat bu. Bunu ders olsun bizlere diye söylüyorum.

Girdik, selam verdim, elini öptüm, oturdum ama daha evvel akşamdan söylüyorlardı, çok hiddetli, celalli bir sıfat var üzerinde diye. Oturdum aynen yine; “Adın ne? Nerelisin? Nerden geldin?” dedi. Ben de yine anlattım, Tavşanlı’dan geliyorum diye. “Ziyaretini kabul ettim kardeşim, sen safa geldin” dedi. Böyle demesi kalk demektir, hemen kalktım, tekrar üç defa elini öptüm ve çıktım. Çıktıktan sonra Ceylan geldi, Ceylan’a “Nereye gidecekse, gideceği yere kadar arabayla götür” demiş. Ceylan; “Üstad böyle diyor, sizi götüreceğim” dedi.

Beni Şeker Hanına götürdü, Kütahya arabaları oraya geliyordu. Vedalaştık, o gitti. Bilet aldım, öğle ezanı okunuyordu, otobüsün hareket etmesine de bir saat var, namaz kılayım diye camiye gittim, baktım ki bütün Ankara ve İstanbul’daki nur talebeleri burada. O zaman beyaz takke nur talebelerinin sembolüydü, baktım beyaz takke ile her taraf dolmuş. Hepsiyle tanışıyoruz. Meğer ki; Risale-i Nur’ların matbaada basıldığı zaman Ankara ve İstanbul arasında bazı ihtilaflar vardı, bunların halli için üstad çağırmış. O zaman hemen rüya aklıma geldi, “ümmet-i Muhammed’in birleşmesi hakkında seni çağırdım” demesi… Çünkü biz ancak neşriyattayız ama tab ile neşriyatın basılması ile hiç alakamız yok. Sadece geleni neşrediyoruz biz. Bu ihtilafın halli için çağırmış onları. Rüya da böylece tabir olmuş oldu.

Netice böyle devam ederken; 1959 senesinde bir baskın oldu, ilk defa bizi derste bastılar. Bunu anlatmak içinde daha evvel ruhu şad olması için bahsedeyim Ahmet Feyzi Ağabey vardı. Üç Feyziler biliyorsunuz; Hasan Feyzi, Ahmet Feyzi, Mehmet Feyzi’ler…

Risale-i Nur Vecizeli Davetiyeler

O Ahmet Feyzi –Allah rahmet eylesin- müthiş bir âlim, müthiş bir hatip… 1959 senesiydi, oğlumu sünnet ettirmek üzere davetiye bastırmıştım. Bunu da duaya vesile olsun diye söylüyorum; ilk defa Risale-i Nur’dan vecizeli davetiye bastırıp Üstad Hazretlerine göndermiştim. Sonra bir mektup geldi Üstad Hazretlerinden; “Eğer hasta olmasaydım davete icabet edecektim, bin maşaâllah, bin bârekâllah” diyordu.. Fakat o duanın neticesi dünyanın her tarafında devam ediyor. Bütün düğünlerde vecizelerin yazılışı o zaman başlamış oldu. İnşaallah biz de istifade ederiz.

Şöyle oldu; o davetiyeyi de sarı yaldız ve kabartmalı bastırmıştım. “Risale-i Nur’dan” diye bir başlık koydum. Matbaa “Risalet-ün Nur” yazmış. Bu Risalet-ün Nur deyince de zaten bazı ithamlar oluyor bize, “İfrat ediyorsun” gibisinden. Çakıyla düzeltiyorum, o sırada dört-beş tane hava astsubayı, bir tanesinin ismini hatırlıyorum Cahit Tuzcu diye bir kardeşimiz. Yanında yaşlı birisi var. O anda adını söylemişler ama ben duymamışım, kim olduğunu bilmiyorum. Yazıhaneme oturdular. Ne yapıyorsun dedi bana. Ben anlattım, böyle böyle düzeltiyorum… Yapma, düzeltme dedi ve vazgeçirdi beni. Onun bu hiddetinden bir şey hatırıma geldi, Ahmet Feyzi Ağabey şöyle diyor diye onun bir sözünü naklettim orada. Duyunca herkes gülmeye başladı, meğerki oturan Ahmet Feyzi Ağabey imiş. Tekrar kucaklaştık. Çok güzel bir şey oldu öyle elhamdülillah.

Cebinden iki tane mektup çıkardı. O günlerde Menderes’in meşhur nutku vardı Konya’da söylediği; “Bu memleket Müslüman’dır ve Müslüman kalacaktır” diye. Alt üst oldu Türkiye. Bir başbakan ağzından çıkan bu söz bütün Müslümanların gönlünü ferahlattı. O kendine has üslubu ile; Ahmet Feyzi Ağabey bir mektup yazmış Bandırma’dan -O misafirler de Bandırma’dan geliyorlar- Menderes’e bir mektup yazmış, bir de Menderes’e karşı gelen Mustafa Kemal Derneği başkanına –Mustafa Çağlar’dı sanırım- ona bir mektup yazmış, menfi olarak. Çıkardı bu mektupları okudu. Tabi ikisi de üslup bakımından harika.

O zamanlar ilk defa Hür Adam Gazetesinde Risale-i Nur’lar neşrediliyordu. O anda büroma Hür Adam Gazetesinin sahibi Sinan Omur geldi. Ayak üzeri konuştuk görüştük. “Bu akşam misafirlerimiz var, şu adrese gelebilirseniz gelin” dedim. Peki dedi ve geldi. Emir Sultan’da bir evdeyiz, ev çok kalabalık. Geldi ama kimseyi tanımıyor, gazeteci olduğu için konuşmaya başladı, tabi Bediüzzaman’dan bahsediyor. Bediüzzaman’ın bir hakim ile muhaveresinden bahsediyor ki, büyük bir kerametmiş gibi anlatıyor.

Ahmet Feyzi Ağabey’de orada oturuyordu, dizlerinin üzerine kalktı ve konuşmaya başladı, bir saatten fazla konuştu. Bediüzzaman’ın doğumundan o güne kadarki hayatını anlattı, en sonunda; “Ben Bediüzzaman’ı böyle tanıyorum” dedi ve oturdu. Çünkü onun ifadesini çok basit gördü. Gazeteci; “Kiminle müşerref oluyoruz” diyerek Ahmet Feyzi Ağabeyin ayaklarına kapandı.

Gündüz okuduğumuz mektupları tekrar okuduk orada, tabi gazeteci olduğu için; “Bu mektupların altına birisi imza atarsa ben bunları neşrederim” dedi. “O zaman ben imzalarım” dedim. İki mektubun altına da imza attım.

Cenab-ı Hakk benim aczimi, fakrımı ve kifayetsizliğimi nasıl telafi ediyor. Hizmete, Risale-i Nur’a zarar verdirmememiz için bizi nasıl hazırlıyor. Mektupları imzaladık, asıllarını verdik, suretleri cebimde duruyor. Gitti, fakat neşredemedi. Neşretse gazete kapanacak. Hem kendisi hem de biz içeri gireceğiz. Gazete kapanmasın diye yayınlanmadı, çünkü ilk defa Risaleler gazetede neşrediliyordu. İnsanlar her sabah iştiyakla gazeteyi bekliyor.

Derse Yapılan Baskın

Mektuplar cebimde kaldı, misafirler de gittiler. Bir cumartesi baskın oldu, bizi aldılar içeriye. Sanki büyük bir cinayet işlemişiz gibi evin etrafı polisle sarıldı, içeriye girdiler ben de Tarihçe-i Hayat okuyordum. On yedi kişiydik. Aldılar bizi, emniyete götürdüler. Emniyetin bodrum kısmına aldılar. İkişer-ikişer götürüp yukarıda ifade alıyorlar. Sıra bana geldi, beni tek götürdüler. Ne yapıyorsunuz? diye soruldu. Kitap okuyorduk, başka bir şey yok dedim. Polis birkaç kelime yazdı, altına imzamı attırdı. Beş dakika sürmedi, imzaladım gittim. Diğer arkadaşları götürüyorlar yarım saat, bir saat kalıyorlar.

O gece hepimizi Yıldırım karakolunda nezarete bıraktılar. Sabah geldiler, sadece beni alıp emniyet müdürlüğüne getirip, bir salonun ortasına bir sandalye koyup beni oturttular ve kimseyle konuşturmuyorlar. Öğlene kadar beklettiler beni, meğerki o andaki nöbetçi hakim sağcıymış, öğleden sonraki hakime götürecekler ve tevkif ettirecekler beni. Tevkif ettirecek bir şey yok ama onlar buluyorlar tabi.

Öğleden sonra benimle birlikte toplam dört kişiyi tevkif ettiler, diğerlerini serbest bıraktılar. Sonradan öğrendik ki; bizi bastıkları zaman ceplerimizde ne varsa aldılar, o mektupların suretlerini de almışlardı. Birinci şube müdürü bunu okuyunca; “Ali Çakmak’ı konuşturmayın” demiş. İmzalar benim ya, “Eğer bu konuşmaya başlarsa bunun karşısında duramayız” demiş. Cenab-ı Hakk nasıl hazırlıyor…

 

Ondan sonraki bütün mahkemelerimizde; bu konuyu bilenlerden hiç birisi beni konuşturmazdı. Konuştursalar bizde zaten bir şey yok, Cenab-ı Hakk biliyor, fakat onlara öyle gösterdi. Hâlâ şu anda emekli olanlar var, karşıdan beni gördüler mi ceket ilikliyorlar. Benim şahsıma ait değil, bu Risale-i Nur’un bir hikmeti. Cenab-ı Hakk nasıl muhafaza ediyor.

Sonra itiraz edildi, itiraz neticesinde -Bekir Ağabey gelmeden, Necdet Doğanata vardı o gelmişti- tahliye olduk. O hadiseyi bahane ederek And gazetesi günlerce bizim aleyhimizde yalan neşriyat yaptılar.

Mahkeme Safahatı

Mahkememiz olacaktı, ondan bir gün evvel; “Yarın nur talebelerinin mahkemesi var, çok enteresan hadiseler bekleniyor” diye halkı kışkırttılar. Bir gün evvelden Bekir Ağabey geldi, ertesi günü ilk mahkememiz var. Toplandık, ders oldu, dersten sonra; “Mahkemeye çıkacak olanlar kalsın, diğerleri evlerine gitsinler” dedi. Biz kaldık, Bekir Ağabey dosyaları da çıkartmıştı. Herkese malumatını, talimatını verdi. Sonra; “Yarın mahkemeye herkes damatlıkları ile gelecek” dedi.

Sabahleyin mahkemede, gazetecilerin hiç biri resim çekemiyorlar çünkü onlar daha evvel gazetelerde öyle resimler neşrettiler ki, nurcular diye sakallı insanları koydular. Hatta bir manşette; “Bediüzzaman zindanda iken” diye yazmışlardı, ayaklarında zincir, acayip sakallı birinin resmi… Üstad’ın sakalı yok evvela, Üstad Hazretlerine zincir de vurulmuş değil, ama onlar öyle gösteriyorlar.

O mahkemede resim çekemediler, sadece benim resmimi çekmişler. Her birimiz genç, hiç sakallı yok. Sadece ev sahibi vardı o sakallıydı, başka sakallı yok.

Altı ay kadar devam etti bu mahkeme fakat, hiçbir şey yokken tarikatçılıkla itham ediyorlar, ama hiçbir şey bulamıyorlar. Her mahkemede beraat etmemiz lazım, ama Bekir Ağabey –Allah rahmet eylesin- bir şeyi bahane edip tehir ettiriyordu.

Son gün hakimler konuşurken zabıtlardan birisi duymuş; “Bu sefer bitirelim, artık beraat ettirelim” diye hakimler konuşmuşlar, zabıt geldi bana anlattı.

Bekir Ağabey sabah geldi, “kahvaltı yapıp mahkemeye gideceğiz, hakim böyle diyormuş” dedim. “Sus” dedi konuşturmadı beni. Mahkemeye gittik, duruşma oldu, savcı beraatımızı istedi, Bekir Bey kalktı ve; “Hayır biz beraat istemiyoruz! Risale-i Nur’ların Diyanet Reisliğine gönderilip tetkikini istiyorum” dedi. Hakim kabul etti. Sonra Diyanetten bir rapor geldi; “Bu eserler zararlı eserler değil, bu eserler bilhassa gençlik için çok muteber, çok iyi eserlerdir. Münferiden veya müçtemian okunmasında bir mahsur yoktur” diye bir rapor verdi. Bu raporu aldı bütün Türkiye’deki mahkemelerin dosyalarına bu raporu koydurdu. Nur talebesi böyle olmalı…

Sonra başka bir arkadaşın mahkemesinde de Bekir Ağabeyin ismi geçti, bir ağır cezada kardeşlerimizden birisi teyp almış, götürmüş Bursa-Heykel’in ön tarafına bahçeye koyup, açıyor Risale okutuyor. Hemen haber veriyorlar, polis alıp götürüyor. Bu arkadaşın mahkemesi ağır cezada devam ediyordu. Hakim ileri bir tarihe talik edecek, dosyayı karıştırmaya başladı, Bekir Ağabey’de defterini çıkardı o da talik etmek için tarih ararken Reis dedi ki; “Bekir Bey, sizin işiniz karışıktır, nereyi, hangi tarihi istersiniz?” dedi. Bekir Ağabey ayağa fırladı; “Hakim Bey bizim işimiz karışık değil! Biz sırat-ı müstakim üzere gidiyoruz” dedi. Hakim ise; “Yok efendim öyle demek istemedim” dedi.

-Devam Edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

“GİZLİ LÜTUF”

“GİZLİ LÜTUF”

Aslen Irak Süleymaniye asıllı olan gazeteci yazar merhum Muhammed Kürd Ali beyin(1876-1953) hat

KOPARILAN ÇİÇEĞE KARŞI ÜSTAD BEDİÜZZAMAN’IN TAVRI

KOPARILAN ÇİÇEĞE KARŞI ÜSTAD BEDİÜZZAMAN’IN TAVRI

Merhume Zeynep Münteha Polat hanımefendi, 1969’da gittiği Van Zernebad’da Üstad Bediüzzaman

RÜYADA EZBERLENEN SURE

RÜYADA EZBERLENEN SURE

Değerli ziyaretçilerimiz 21. 06. 2020’de şair, yazar, mütefekkir Yavuz Bülent Bakiler beyefen

“BİZE KATIL MOLLA MUHAMMED EMİN”

“BİZE KATIL MOLLA MUHAMMED EMİN”

Kıymetli ziyaretçilerimiz, geçen hafta Seyda Muhammed Emin Er merhumun “Hatıralarım” adlı

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN’IN ŞEYH ALADDİN OHİNİ’YE SEVGİSİ

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN’IN ŞEYH ALADDİN OHİNİ’YE SEVGİSİ

Merhum Şeyh Fethullah Verkanisi(v. 1901)’nin oğlu merhum allame Şeyh Alaaddin efendi(v. 1949)

BEDİÜZZAMAN’IN HAZRET’İ(ZİYAEDDİN NURŞİNİ) ZİYARETİ

BEDİÜZZAMAN’IN HAZRET’İ(ZİYAEDDİN NURŞİNİ) ZİYARETİ

Muhterem hocam Seyda Fehmi Türkmen Efendi, 27.09. 2019 Cuma günü kendilerini ziyaretimizde Nurşi

ŞEYH FETHULLAH VERKANİSİ’NİN MOLLA ABDULLAH NURSİ HAKKINDA DEDİĞİ SÖZ

ŞEYH FETHULLAH VERKANİSİ’NİN MOLLA ABDULLAH NURSİ HAKKINDA DEDİĞİ SÖZ

Değerli Seydalarımızdan Molla Şerif Arslan Hocaefendi 15.09. 2019’da, merhum Şeyh Fethullah V

BEDİÜZZAMAN’IN AİLE ŞECERESİ

BEDİÜZZAMAN’IN AİLE ŞECERESİ

Merhum Şeyh Fethullah Verkanisi’nin torunlarından değerli âlim merhum Gıyaseddin Emre Bey, Ü

VANLI ZEYNELABİDİN EFENDİ’NİN ANLATTIKLARI

VANLI ZEYNELABİDİN EFENDİ’NİN ANLATTIKLARI

Değerli hocam Seyda Molla Şefik İdikurt Efendi bir ders esnasında şu hatırayı anlattılar;

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN’IN MUŞ’UN NOK KÖYÜNDE BİR GECE MİSAFİRLİĞİ

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN’IN MUŞ’UN NOK KÖYÜNDE BİR GECE MİSAFİRLİĞİ

Emekli müftülerimizden Seyda Fehmi Türkmen Hocaefendi, 21.04. 2019 Pazar günü kendilerini evind

ŞEYH ASIM EFENDİ’NİN KALEMİNDEN BEDİÜZZAMAN-2

ŞEYH ASIM EFENDİ’NİN KALEMİNDEN BEDİÜZZAMAN-2

Sonra tekrar Van’dan Bitlis’e geldi. Onun hayatının geniş şekli yazılıdır.(bkz. Tarihçe-

İman edip salih ameller işleyen kimseler için mağfiret ve bol rızık vardır.

Hac, 50

GÜNÜN HADİSİ

Yeryüzünde bir kötülük işlendiği vakit, ona şahid olan bunu takbih ederse (kötü olduğunu te'yid ederse), o kötülüğü görmemiş gibi zararından kurtulur. O kötülüğe şahid olmadığı halde, işittiği zaman memnun kalan kimse, sanki şahid olmuş gibi manen zarar

Ebu Davud, Melahim 17, (4345)

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI