KUR’AN-I KERİM:
Kur’an-ı Kerim, Allah tarafından Son Peygamber Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimize 23 sende ayetleri ve sureler halinde indirilmiştir. İnsanlığın gerçek saadetini sağlayacak her türlü hüküm ve meseleleri ihtiva eden, tah
Kur’an-ı Kerim, Allah tarafından Son Peygamber Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimize 23 sende ayetleri ve sureler halinde indirilmiştir. İnsanlığın gerçek saadetini sağlayacak her türlü hüküm ve meseleleri ihtiva eden, tahriflerden uzak ve Allah tarafından indirilen kitapların en faziletlisi ve en sonuncusudur.
Bu İlahî kitap, gerek söz ve gerek manası itibariyle çok parlak ve muhteşem ebedî bir mucizedir. İnsanlık âlemi bunun kısa bir suresinin benzerini getirmekten aciz kalmış, belâğatin zirvesinde bulunanların sözleri, bu semavî mucizenin yanında pek sönük düşmüştür.
Kur’an-ı Kerim bize kendini şöyle takdim ediyor:
“Ey insanlar, size Rabbinizden bir öğüt, kalplerdeki şüphelere bir şifa ve mü’minler için bir hidayet ve rahmet olan Kur’an geldi.” (14)
Kur’an-ı Kerim bütün insanları karanlıklardan nûr’a; eğriliklerden, sapıklıklardan doğru yola çıkarmak için indirilmiş bir hidayet güneşidir. Bunu şu ayeti ile ilan ediyor:
“Ey insanlar, size Rabbinizden bürhan ve hüccet geldi, size açık bir nur indirdi.” (15)
Kur’an, Allah’ın en son indirdiği kitap olduğu için, kendinden önceki kitapların hükmünü kaldırmakla beraber, onların Allah tarafından gönderilmiş kitaplar olduğunu tasdik eder. Bu husus:
“Bu Kur’an Allah’ındır, ondan başkasına nispet edilemez. Ancak o önündekini (daha önce indirilen kitapları) tasdik edici ve kitabın hükümlerini açıklayıcı âlemlerin Rabbinden indirilmiştir. Bunda hiç şüphe yoktur.” (16)
Kur’an, bir nûr ve bereket hazinesidir. Çünkü:
a- Kur’an, insan kalbini uyandırır, muvazeneli yaşama imkânını sağlar.
b- İnsanı tefekküre, yani; zaman ve mekân üzerindeki akışları düşünmeye ve onlardan neticeler çıkarmaya alıştırır.
c- İnsana gayb ufuklarını açar, zira; insan gabya inanmadıkça, akıl ve his buhrandan kurtulamaz, sükûn ve huzur bulamaz.
d- İnsanı doğruya, birliğe, ibadete, ahlaka, ilme ve ahirete davet eder, bu cihetle gönül dertlerine şifalar getirir.
e- Kâinatın Efendisi, insanlığın doktoru, Kur’an ise beşerî bütün hastalıkların eczanesidir.
f- Kur’an; Allah, ruh, ölüm, ebediyet, bilgi gibi, en ağır mevzuları tatminkâr bir şekilde açıklamış bulunmaktadır.
g- Beşerî görüşlerde yığın yığın ihtilaflar ve ayrılıklar, Kur’an’ın beyanlarında sağlam bilgiler, sonsuz feyiz ve bereketler vardır. Onun içindir ki, peygamberler birbirlerini tasdik ederlerken, filozoflar birbirini tekzip edegelmişlerdir.
İşte bütün bu sayılanlara:
“İndirdiğimiz bu kitap pek mübarektir, bereketlerle doludur. Ona uyunuz, Kur’an’sızlıktan sakının ki, Allah’ın rahmetine eresiniz.” (17)
“Şu indirdiğimiz Kur’an mübarek ve feyizli bir kitaptır ki, kendinden öncekini (Tevrat ve İncil’i) tasdik edicidir. Tâ ki, onunla Mekke halkının ve bütün çevresinde bulunan insanları korkutasın, ahirete iman edenler, namazlarını gereği üzere devam ederek ona da inanırlar.” (18) ayetleri beliğ bir üslûp ile işaret etmektedir.
Kur’an-ı Kerim, tahriften mahfuz kalacağını bildirir. Çünkü; onun koruyucusu Allah’tır:
“Kur’an’ı bir indirdik, tahrif ile tebdilden (değişikliğe uğramaktan) biz koruyacağız.” (19) ayeti bu hakikati ifade ediyor. Gerçekten geçen 14 asırdan beri çeşitli düşmanların tahrif etmek istemelerine rağmen, bir harfinin bile değişmemiş ve asliyetini korumuş olması, Kur’an’ın açık bir mucizesidir. Kur’an-ı Kerim, Kıyamete kadar ince hakikatlerle insanları besleyecek, fakat kudsî cevherleri, lahûtî nûrları asla tükenmeyecektir. Bu cihete işaret eden Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
“Kur’an’a sarılınız, onu rehber ve kumandan tutunuz. Zira; O, âlemleri terbiyesine alan Allah’ın kelâmıdır, O’dan gelmiş, yine O’nda gidecektir.” Buyurmuşlardır. (Camiussağir, C. 2, S. 55)
Kur’an-ı Kerim’in İ’cazı:
İ’caz, lügatte aciz bırakmak, bir şeyin benzerini yapmada herkesi acze düşürmek demektir.
Kur’an’daki icaz: Fesahat ve belâğatin – semavî bir şekli olan Kur’an – öyle bir mucizesidir ki, Arapların en beliğ olanları bile, onun bu yüksek ifadesi karşısında hayran olmuşlar ve âdeta kendilerinden geçmişlerdir.
Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Peygamberliğinden önce fasihler arasında en yüksek seviyede olduğu kabul edilen şairlerin şiirleri altında yazılarak Ka’be duvarlarına asılır idi ki, bunlar (Muallekat-ı seb’a) diye meşhur olmuştu. Sonra bunlar, inmeye başlayan Kur’an-ı Kerim ayetleri karşısında pek sönük kaldığı için, ilgililer tarafından o şerefli mevkilerinden aşağıya indirilmişlerdir.
Kur’an-ı Kerim, hem lâfzı (ifade tarzı), hem manası ile büyük bir mucizedir.
Lâfzı itibariyle mucizedir.
Bir adam ne kadar büyük bir edip olursa olsun, söz söyleme sahasındaki bu kudretini ilmî hakikatler, hukukî ve felsefî eserler yazarken değil, ancak şairane hayallerini dile getirirken gösterebilir. Halbuki Kur’an baştan başa kâinattan, ilmî hakikatlerden, hukukî ve sosyal meselelerden, edep ve ahlaktan bahsettiği halde, bunları en parlak ve en yüksek bir şekilde tasvir eder.
Edipler ve şairler en çok gördükleri ve alıştıkları, en fazla meşgul oldukları alanlarda edebî kudretlerini göstermeye muvaffak olurlar. Bir şair tabiî manzaraları gayet güzel tasvir ettiği halde, ruhî duyguları dile getiremez. Kimisi kasidede üstündür, mersiye yazamaz. Bir edip, heva ve hevese ait konularda güzel eserler yazabildiği halde, ahlak ve ilahiyat alanında ehliyet gösteremez. Mesela; (Muallakat-ı Seb’a) şairlerinden İmri’ü-l’ Kays, at’ı tasvirde; Nabiğa, korku ve dehşete ait konularda; Züheyr, arzu ve şevk vadisinde daha çok başarı sağlamışlar, diğer konularda ise sönük kalmışlardır.
Halbuki; Kur’an-ı Kerim, ele aldığı bütün mevzularda son derece üstün edebî bir kudret göstermiştir.
Kâinat manzaralarını tasvir eden ruhî duygu ve heyecanları inceleyen genel ahlakı ıslaha çalışan her Kur’an ayeti bunları son derece güzel ve tam yerinde bir ifade ile anlatır.
Bunun içindir ki, Kur’an-ı Muciz’ül-beyan birçok ayetlerinde kendilerine meydan okuduğu halde, Arap edipleri Kur’an’ın ve küçük bir suresinin benzerini getirmeyi göze alamamışlar ve Peygambere karşı silaha sarılmayı kendileri için çıkar yol saymışlardır.
Kur’an, manası itibariyle de büyük bir mucizedir:
Kur’an, birçok hakikatleri ve güzellikleri muhteşem bir din ve medeniyetin sağlam temelleri olan hükümleri ihtiva eder, hâlbuki Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz cahil bir muhitte yetişmiş ve hiç kimseden bir şey öğrenmemiştir. Bu durum Kur’an’ın ne yüksek bir mucize olduğunu göstermeye yeter.
İnsanların zamanla bilgilerini artırarak ve sayısız tecrübeler yaparak, keşif ve tahmin edebildikleri bir takım gerçekler vardır ki, Kur’an bunları 1400 yıl önce haber vermiştir. Mesela:
“O münkirler görmüyorlar mı ki, biz kudretimizle arza geliyor, onu etrafından azaltıyoruz.” (20)
Yer şekli genel olarak yuvarlaktır, fakat her tarafı merkezden aynı uzaklıkta, tam top şeklinde bir yuvarlak değildir. İki kutup tarafı biraz basıktır. Ekvator biraz şişkincedir. Bu şekle (Geoit) denir. Kutuplar arasındaki uzaklık çapı, ekvator çapından (42,6) Km. kadar eksiktir. Yer kürenin böyle, kutuplarının basık, çap tarafının şişkin olması, ilk teşekkül ederken gaz halinde bulunduğu sırada dönme hareketi neticesi merkezden gelen itme kuvvetinin tesiri ile olduğunu bugünkü ilim öğretiyor.
Fakat Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu hakikati nereden öğrenmiştir? O zaman Dünya böyle şeylerden habersizdi. Astronomi bunu ispat edeli üç asır oluyor. Bu da Kur’an’ın ilmi, her şeyi kuşatan Allah tarafından vahyolunduğuna en açık bir delil değil midir?
Güneşin kendi ekseni etrafında döndüğü ve yıldızlarda birtakım canlı varlıkların bulunduğu da, son asırlardaki keşif ve tahminlerdendir. Fakat Kur’an bunları haber vermektedir:
“Güneş de kendi ekseni etrafında belirli bir vakit için hareket ediyor.” (21)
“Göklerin ve yerin yaratılışı ve onlarda bütün canlıları üretip yayması O’nun (sonsuz kudretinin) alâmetlerindendir.” (22) ayetleri bunları bildirmektedir.
Ancak şu hususu unutmamak gerekir ki, Kur’an-ı Kerim’in aslî maksadı (Kâinatın sahibi olan Allah’ın varlığını ispat etmek, Peygamberlik, haşır ve adalet ile ibadet) esaslarını bütün insanlara bildirmektir. Kâinattan bahsetmesi ikinci derecede kalmaktadır. Kâinattan, doğrudan doğruya kâinat için değil, Allah’ın varlığına, birliğine ve büyüklüğüne delil olmak üzere bahsetmiştir. Çünkü; Kur’an-ı Kerim, coğrafya ve astronomi gibi, bir Fen kitabı değildir. Kâinat sahifesinde yazılan ilahî san’atın nakışlarını, kudretin mucizelerini ve astronomları şaşırtan eşsiz nizamla Allah’ı bulmayı ve bilmeyi öğretmek için indirilmiş bir kitaptır.
Kur’an’ın kâinattan bahsetmesi istidlâl (delil getirmek) için olduğuna göre, delilin iddia edilen şeyden önce bilinmesi şarttır. Mesela; Kur’an-ı Kerim delil olarak: “Ey insanlar! Yıldızlar arasında bulunan genel çekimdeki hayret verici duruma elektriğin gösterdiği harikalara ve bir avuç su içinde milyonlarca mikrobun bulunduğuna dikkat ediniz ki, bunlardan Cenab-ı Hakk’ın her şeye kadir olduğunu anlayasınız” deseydi, delil olarak ileri sürdüğü şey, anlatmak istediği şeyden daha kapalı, daha müşkül olurdu.
Kur’an-ı Kerim’in ifade şekli öyle hikmetli ve öyle harikadır ki, hiçbir zaman ilmî keşiflere ve fennî gerçeklere aykırı düşmez. Kur’an-ı Kerim’in indirilmesinden bu yana geçen 14 asır içinde binlerce şey keşfedildiği halde, bunların hiç birisi Kur’an’ın beyanlarına aykırı düşmemiş, bilakis onun daha güzel tefsir edilmesine vesile olmuştur. Mesela:
“O Allah ki, gökleri gördüğünüz şekilde direksiz olarak yükseltti.” (23) ayeti yıldızların bizim görebildiğimiz bir direğe dayanmadığını bildirmekle beraber, bizim göremediğimiz bir şeye – çekme kuvvetine – dayanmasına aykırı değil, belki buna işaret etmektedir.
Kur’an-ı Kerim, gelecek hakkında da birtakım haberler vermiştir ki, bunlar sonradan tıpkı Kur’an’ın haber verdiği şekilde çıkmıştır.
Mesela; Ashab-ı Kiram’ın emniyet içinde Mekke’ye gireceklerine, insanların cemaatler halinde İslam’a akın edeceğine, İran Hükümetine mağlup olan Romalıların (Üç-Dokuz) senelik bir zaman zarfında İranlılara galip geleceklerine dair Kur’an’ın verdiği haberler aynen gerçekleşmiştir.
“And olsun ki, inşaallah emniyet içinde korkusuzca mutlaka Mescid-i Haram’a gireceksiniz.” (24)
“İnsanları Allah’ın dinine (İslam’a) bölük bölük girerlerken gördüğün zaman…” (25)
“Hâlbuki onlar bu yenilgilerinden sonra, muhakkak galip gelecekler birkaç (3-9) yıl içinde…” (26) ayetleri bu gerçekleri haber vermektedir. Kur’an-ı Kerim, yalnız ilk devirlere ait şeylere değil, nüzûlünden yüzyıllar sonra olacak hâdiselere de parmak basmaktadır.
En’am Sûresi’nin 65. ayetinde: “De ki: “Allah, size üstünüzden veya ayaklarınızın altından azap göndermeye ve sizi parti parti yapıp, bazılarınızı bazınızın acısını tattırmaya da kadirdir” buyurulmaktadır. Büyük Sahabi Abdullah b. Mesud (Radıyallahu anh), bu ayetten bahsederken:
“Sonra olacak hâdiselerden haber veriyor.” demiştir.
Gerçekten bu ayetin bahsettiği feci durum, son iki Dünya Harbi’nde görülmüş, hava ve denizaltı hücumları, insanlığa nice azaplar vermiştir, vermektedir.
İşte bu gibi haberler, insanların önceden tahmin edip, bilemeyeceği şeylerdir. Kur’an’ın, kâinatın yegâne sahibi Allah nezdinde vahyedildiğine açık bir delildir.
Kur’an-ı Kerim ayetleri arasındaki insicam (Tertip ve Düzen):
Kur’an-ı Kerim, insanların yazdığı kitaplar şeklinde bölümlere ve parçalara ayrılmış bir kitap değildir. Onun tertibi de, tamamen kendisine hastır. Kur’an ayetlerinden her biri başka bir hikmete, başka bir vak’aya dayanarak nâzil olmuş, bazen de, dinî bir maksat için birkaç ayetten meydana gelen bir sûre indirilmiş böylece 23 senede parça parça inzâl edilerek tamamlanmıştır. Böyle olması ilahî rahmetin başka bir tecelliyesidir.
Farklı hâdiseler dolayısıyla değişik zamanlarda indirilen Kur’an ayetlerinin arasında bir kopukluk bulunduğu zannedilir. Halbuki ayetler arasında çok sıkı bir bağlılık, ince bir tertip ve nizam vardır. Böyle incelikleri anlayabilmek için tefsiri çok iyi bilmek gerekir.
Kur’an’ın meziyetlerini gerçek manası ile anlatmak için Kur’an’ın i’cazına, nüzûl sebeplerine, muhkem ve müteşabih ayetlere, Kur’an’daki teşbih ve temsillere dair birçok ilimler ortaya konmuştur.
Dipnotlar
14-Yûnus: 57.
15-Nisâ: 174.
16-Yûnus: 37.
17-En’am: 155.
18-En’am: 92.
19-Hıcr: 9.
20-Ra’d: 41.
21-Yâsin: 38.
22-Şûra: 29.
23-Ra’d: 2.
24-Fetih: 27.
25-Nasr: 2.
26-Rûm: 3-4.Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
Araf suresi 164.ayet
"İçlerinden bir topluluk, "Allah'ın helâk edeceği, ya da çetin bir azapla cezalandıracağı bir kavme ne diye nasihat ediyorsunuz" dediği vakit, o uyarıda bulunanlar dediler ki; "Rabbiniz tarafından mazur görülmemiz için, bir de belki günahlardan sakınırla
GÜNÜN HADİSİ
İki kelime vardır ki, Rahman'a sevimli, dilde hafif ve mizanda ağır gelir. Bunlar; "Sûbhanellahi ve bihamdihi, Sûbhanellahil-azim=Yüce Allah'ı hamd ile tesbih ederim, Yüce Allah'ı tenzih ederim." kelimeleridir.
Buhari Tecrid-i Sarih, 2189
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...