AHİRETİN VARLIĞININ ÖNEMİ

Cennet ve Cehennem hilkat (yaratılış) ağacının sonsuza doğru uzayıp giden iki dalında meydana gelen iki meyvedir. Ve kâinatın birbirini takip ederek gelmekte olan silsilelerinin iki neticesidir. Ve sonsuza doğru akıp giden kâinat selinin, iki d


İsmail Hakkı Zeyrek

ekremyilmaz08@gmail.com

2009-11-14 09:20:47

Cennet ve Cehennem hilkat (yaratılış) ağacının sonsuza doğru uzayıp giden iki dalında meydana gelen iki meyvedir. Ve kâinatın birbirini takip ederek gelmekte olan silsilelerinin iki neticesidir. Ve sonsuza doğru akıp giden kâinat selinin, iki deposu ve iki havuzudur.

Cenab-ı Hak, sonsuz hikmetler için bu dünyayı imtihan meydanı olarak açtığı gibi, inkılâpların ve değişmelerin yeri olmasını da dilemiştir. Ve yine sonsuz gayeler için, hayır ve şerri, iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini kâinat tarlasına, karışık bir şekilde (cennet ve cehenneme tohum olmak üzere) serpmiştir.

Mademki, bu âlem insanlar için açılmış bir imtihan ve yarış alanıdır. İyilik ve kötülüğün birbirinden ayırt edilemeyecek şekilde karışık olmaları gerekir. Böylece insanların durumları ortaya çıkar, imtihan zamanı bitince kötü insanlar, gök gürültüsünü andıran ve insanın tüylerini ürperten:

“Ey günahkârlar! Bugün mü’minlerden ayrılın.” (12) İlâhî hitabı ile karşılaşacakları gibi, iyi insanlar da:

“Artık orada ebedî olarak kalmak üzere cennete girin.” (13) şeklindeki lütûfkâr emirlerine mazhar olacaklardır.

Âhiret inancı insanın sosyal ve şahsî hayatının esası olduğu gibi, saadetinin temeli olması cihetiyle de önemlidir. Çünkü:

a) İnsanların aşağı yukarı yarısını teşkil eden çocuklar, kendilerine çok korkunç gelen ve ağlatan ölüme karşı ancak cennet fikriyle dayanabilirler. Ve o zayıf ruhları cennet ümidiyle kuvvet kazanarak sevinç içinde yaşayabilirler. Mesela; ölüm ile karşılaşan çocuk: “Benim küçük kardeşim veya arkadaşım öldü, cennetin bir kuşu oldu, cennette geziyor ve bizden daha iyi yaşıyor” der ve bu acıya katlanır.Eğer onlara bu inanç telkin edilmezse, büyüklerin ve kendileri gibi çocukların ölümleri, o zavallıları çaresiz bırakacak ve ölüme karşı koyamayacaklardır. Ölüm onların ruhlarını, kalplerini ve akıllarını da kendileri gibi ağlattıracaktır.

b) Kabre çok yaklaşmış bulunan yaşlılar ise, ancak âhiret hayatının varlığına inanarak ve düşünerek ölüme dayanabilirler. Dünyalarının ve hayatlarının sönmesine bu iman ile karşı koyarak teselli bulabilirler. Ölümün getirdiği acıya ve ümitsizliğe ancak ebedî bir hayat ümidiyle karşı koyabilir. Eğer âhirette iman olmazsa, o yaşlılara, o analara ve babalara dünya bir zindan, hayat da bir azap olurdu.

c) Bir toplumun kuvvet kaynağı olan gençlerin hislerinin, nefislerinin, aşırı istek ve arzularının önüne geçecek, onları haksızlıklardan ve taşkınlıklardan koruyacak ve sosyal hayatın düzenini sağlayacak olan şey ancak cehennem fikridir. Eğer onlarda bu fikir ve inanç olmazsa, pek çoğunun aşırı isteklerinin ve zevklerinin önüne geçmek mümkün olmayacak ve onlar birtakım zayıf ve aciz kimselerin dünyalarını cehenneme çevireceklerdir. Ve çok yüksek değerde olan insanlığı âdî hayvanlık derecesine düşüreceklerdir.

d) İnsan hayatında ailenin çok büyük önemi vardır. Çünkü herkesin evi onun küçük bir dünyasıdır. Aile hayatının varlığını koruyabilmesi ve saadeti ancak samimî ve ciddî hürmet, şefkat ve fedakârlık gibi şeylerle mümkündür. Bu da ebedî bir arkadaşlık ve beraberlik, sonsuz bir hayatta baba, oğul ve kardeşlik gibi münasebetlerin bulunması düşüncesi ve inancıyla gerçekleşebilir. Mesela; kocası eşine: “O, benim sonsuz hayatta ebedî bir hayat arkadaşımdır. Şimdi yaşlanarak çirkinleşmesinin zararı yoktur. Çünkü âhirette solmayacak bir güzelliği olacak ve bu ebedî arkadaşlığın hatırı için her fedakârlığa katlanırım” der ve o yaşlanmış eşine karşı sevgi, şefkat ve merhamet duygularıyla davranmaya çalışır. Eğer âhirete iman olmazsa, o arkadaşlık hem kısa sürer, hem samimî olmaz, görünüşte kalır. Hayvanlar gibi, cinsî duygularının ve daha başka birtakım ihtiyaçlarının tesiri altında basit bir sevgi olur.

Kur’an’a göre Âhiret:

Kurân-ı Kerim, birçok âyetlerinde kıyametten bahsetmektedir. Onun hak olduğunu ve insanların âhiret hayatına hazırlanmalarını ve her yaptıkları işlerde Allah’ın rızasını gözetmelerini bildirmektedir. Çünkü; insanlar yaptıklarından Allah huzurunda hesap vereceklerdir.

Kur’an-ı Kerim, Âhiret gününe ve ölümden sonraki dirilmeye insanların dikkatlerini çekmektedir. Kur’an-ı Kerim’de, hemen hiçbir sûre yoktur ki, onda âhiret günü ve tekrar dirilme hatırlatılmış olmasın. Bazen bir sûre baştanbaşa bunlardan bahseder, misaller getirir. Bu hususta insan kalbine gelen şüpheleri cevaplandırır.

Kur’an-ı Kerim, bu akideye çok büyük önem vermiştir. Çünkü; âhiret inancı, dünya hayatının da düzeni için gayet mühim bir esastır. Eğer insanların kalplerinde âhiret akidesi yerleşse, yaptıklarından sorguya çekileceklerine sarsılmaz bir imanları olsa, dünya başka bir dünya olur. Hiç kimse doğruluktan ayrılmaz, herkes ahlâk ve fazilet yarışına başlar. Fitne ve fesat ortadan kalkar. Fakat bir kısım insanlar dünyanın geçici zevklerine aldanıyor, âhiretin varlığına inanmak istemiyorlar. Âhiret gününe inanmamak veya onda şüpheye düşmek, şu sebeplerden iler gelmektedir:

1- Bazı insanlar böyle bir güne inanmaya ihtiyaç duymuyorlar, kendileri için bunda bir fayda görmüyorlar.

2- Tekrar dirilmeyi akılları almıyor. Bakıyorlar ki, ölülerin cesetleri çürüyor, dağılıyor. Bunların bir araya gelerek tekrar insan haline gelebileceğine akıl erdiremiyorlar.

3- Bunu alıştıkları tabiat kanunlarına aykırı buluyorlar. Çünkü bir ölünün dirildiği görülmüş bir şey değildir.

İşte Kur’an-ı Kerim, bu şüpheleri birer birer cevaplandırmakta ve akıla kapı açmaktadır.

Tekrar dirilmeye ihtiyaç duymayanlara diyor ki:

“Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. (Bunların yaratılması ve nizama konması ise Allah’ın) kötülük edenlerin yaptıklarına mukabil cezalandırılması, güzel hareket edenlerin de, daha güzeliyle mükâfatlandırılması içindir.” (14)

“Sizi ancak boşuna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz?” (15)

Tekrar dirilmeyi akıllarına sığdıramayana diyor ki:

“Mahlukâtı ilkin yaratıp, sonra (kıyamette) onu diriltecek olan O’dur. Ki bu, (öldükten sonra dirilme ilk yaratılıştan) daha kolaydır.” (16)

Yine bunlara hitaben:

“(Nutfeden) yaratılışını unutarak bize bir de misal getirdi: “Bu kemikleri kim diriltir, onlar çürüyüp dağılmışken?” dedi.

(Ey Resûlüm!) De ki: Onları ilk defa yaratan diriltir. O her yaratılanı tamamıyla bilir.

O (Allah) ki, size yeşil ağaçtan bir ateş yaptı da, şimdi siz ondan yakıp duruyorsunuz.

Gökleri ve yeri yaratan (Allah), onlar gibisini yaratmaya gücü yetmez mi? Elbette buna gücü yeter. O, her şeyi yaratandır. Her şeyi hakkıyla bilendir.

Allah’ın şanı, bir şeyin olmasını dilediği zaman, ona sadece “Ol!” demektir; o oluverir.

O halde her şeyin mülkiyet ve tasarrufu kudret elinde olan Allah ne yücedir! (Öldükten sonra hep) ona döndürülüp götürüleceksiniz.” (17)

Cenab-ı Hak der ki:

“Nutfeden (meniden) başlayarak tam da mükemmel bir insan haline gelinceye kadar olan yaratılışınızı görüyorsunuz. Nasıl oluyor da, öldükten sonra dirileceğimizi inkâr ediyorsunuz. Hâlbuki ikinci dirilme birincisinden daha kolaydır.”

Ve yine Cenab-ı Hak, insana karşı büyük ihsanları:

“O Allah ki, size yeşil ağaçtan bir ateş yaktı” cümlesiyle işaret ederek der ki:

“Size böyle nimet veren zat, sizi başıboş bırakmaz ki, bir daha kalkmamak üzere kabre gidip yatasınız.”

Ve yine der ki:

“Ölmüş ağaçların dirilip yeşermesini görüyorsunuz. Odun gibi olan kemiklerin hayat bulmasını kıyas edemeyip, akıldan uzak görüyorsunuz. Hem gökleri ve yeri yaratan, göklerin ve yerin meyvesi olan insanı öldürüp, diriltmekten aciz kalır mı? Koca ağacı idare eden, o ağacın meyvesine ehemmiyet vermeyip, başkasına maleder mi? Haşirde sizi diriltecek zat, öyle bir zattır ki, bütün kâinat onun emrinde bir nefer hükmündedir. Ona bir baharı yaratmak, bir çiçeği yaratmak kadar kolaydır. Bütün canlılara hayat vermek, bir sineği yaratmak kadar kudretine hafif gelir. Öyle bir zata karşı: “Bu kemikleri kim diriltecek?” deyip, kudretine âcizlik isnat etmekle meydan okunmaz…”

Sonra:

“Her şeyin mülkiyet ve tasarrufu, kuvvet elinde olan Allah ne yücedir” cümlesiyle şöyle der: Her şeyin dizgini elinde, her şeyin anahtarı yanında olan, gece ve gündüzü, kış ve yaz’ı kitap sayfaları gibi kolayca çeviren, dünya ve âhireti bir evin iki odası gibi, birini kapayıp birini açan ve kudreti her şeye yeten Allah ne yücedir. Madem böyledir, bütün delillerin bir neticesi olarak:

“Ona döndürülüp götürüleceksiniz…”

Yani; kabirden sizi diriltip, haşre getirip, yüksek huzurunda hesabını görecektir.

İşte bu âyetler dünyadaki benzer olayları göstererek haşrin kabulünü zihni hazırlamış ve kalbin tasdikine sunmuştur.

Tekrar dirilmeyi tabiat kanunlarına aykırı bulanlara diyor ki:

“Ey insanlar, eğer öldükten sonra dirilme işinde şüphede iseniz (ilk yaratılışınız düşünün) muhakkak ki, biz sizi (Âdem’den, Âdem’i de) topraktan yarattık. Sonra bir nutfeden (meniden), sonra pıhtılaşmış bir kandan (18), sonra yaratılışı tam ve yaratılışı noksansız bir et parçasıdan ki, size kudret ve hikmetimizi beyan edelim. Hem sizi dilediğimiz belirli bir vakte kadar rahimlerde durduruyoruz da, sizi bir bebek olarak çıkarıyoruz. Sonra sizi kemâl ve kuvvet çağınıza erişmeniz için bırakırız. Bununla beraber, içinizden kimi öldürülüyor, kimi de önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, kuvvetten düşüp kocalma haline çevriliyor.

Bir de arz’ı görürsün, ölmüş (kurumuş), fakat biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten nebatlar bitirir.

İşte bunlar (insanın muhtelif tavırlarla yaratılması ve ölü arz’ın ihya edilişi) ispat ediyor ki, hakikaten Allah vardır; O, ölüleri diriltiyor ve gerçekten O, her şeye kadirdir.

(Bir de beyan edilen bu delillerle bilesiniz ki) Kıyamet muhakkak gelecektir, bunda hiç şüphe yoktur. Ve Allah bütün kabirlerde olan kimseleri diriltecektir.” (19)

Bu âyetlerde insanların öldükten sonra dirileceğine iki cihette delil vardır:

1- İnsanın yaratılışı, insanın aslı topraktır. Topraktan insan oldu. Ceninin rahimde bir halden bir hale geçerek insan şeklini alması hep Allah’ın iradesi ve dilemesi ile olduğuna birer delildir.

2- Allah ölü topraktan birçok bitkiler meydana getirip, onlara can veriyor. Yağmur yağınca yeryüzü yeniden hayata kavuşuyor. Kara ve kuru toprakta yemyeşil otlar bitiyor. Bunlar gözleriyle görmeyenler için olmaz şeyler sanılır. Fakat oluyor. İşte ölülerin tekrar dirilmesi de böyle olacaktır.

Yine; Kur’an-ı Kerim, Kaf Sûresindeki şu âyetlerde öldükten sonra dirilmeyi, şöyle ispat ediyor:

“(Öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden o kâfirler) üstlerindeki semaya bakmadılar mı ki, biz onu nasıl bina etmişiz? Ve (yıldızlarla) onu donatmışız da, hiçbir gediği yok.

Arz’ı da bir döşek yapmışız ve oraya sabit dağlar yerleştirmişiz. Orada manzarası güzel, her çeşit bitkiden çiftler bitirmişiz. Bütün bunları hakka ve hakikate dönen her kul için (Allah’ın kudretini görüp, anlamaya) bir ihtar ve bir ibret dersi olsun diye yaptık.

Gökten de bereketli bir yağmur indirip, onunla bahçeler ve biçilecek ekinler bitirmekteyiz.

Bir de tomurcukları birbiri üzerine dizilmiş (göğe doğru) uzayan hurma ağaçları…

Bunlar, kullara rızık içindir. O yağmurla da (bitkileri kurumuş) ölü bir memlekete hayat vermekteyiz. İşte (öldükten sonra dirilip kabirlerden) çıkış da böyledir.” (20)

Bu âyetler bize şu gerçekleri hatırlatıyor: Nasıl ki, yağmur yağıyor, toprağı ıslatıyor, bitkiler ve ağaçlar yeniden canlanıyor. Kökleri yumuşak topraktan gıdasını alarak büyüyor. Ölmüş toprağın üstü yemyeşil bir vaziyet alıyor, ölü gibi tamtakır tohumlar toprağın içinde neşv-ü nema buluyor. Zamanı gelince dirileceklerdir. İşte insanlar da böyle olacak. Vakti gelince dirileceklerdir. Allah’ın kuvveti her şeye yeter.

Kur’an-ı Kerim, fenlerin ancak bazı tahminler ileri sürebildiği kıyamet mevzuunda ne mükemmel bir açıklıkla, ne i’cazkâr bir üslûp içinde meseleyi açıklamaktadır.

Kur’an-ı Kerim, kıyamet gününün korkunç hallerini tasvir ederken, bunun karşısında insan kalbinin titrememesi, tüylerin ürpermemesi mümkün değildir. Şu âyetlere bakınız:

“Güneş dürüldüğü (ve ziyâsı söndürüldüğü) zaman, yıldızlar bulanıp düştüğü zaman. Dağlar yürütüldüğü zaman (toz duman olduğu) zaman. Kıyılmaz (canım) mallar terk edildiği zaman. Bütün hayvanlar toplandığı zaman. Bütün denizler kaynayıp, birbirine kaynaştığı zaman. Ruhlar (bedenlerle) çiftleştirildiği zaman. Diri olarak (toprağa) gömülen kız, hangi günahla öldürüldü? Sorulduğu zaman. (Herkesin işlemiş olduğu amellerin tespit edildiği) defterler (hesap için) açıldığı zaman. Gök yerinden söküldüğü zaman. Cehennem kızıştırıldığı zaman. Cennet (mü’minlere) yaklaştırıldığı zaman. Herkes (iyi ve kötü) ne hazırlamışsa (onu) bilecektir.” (21)

Bu âyetler varlık âleminde olacak değişiklikleri ne kadar canlı şekilde göstermektedir.

Üstümüzde parlayan güneş sönmüştür, ışıkları etrafa saçılmıyor. Birbirine intizamla bağlanmış olan yıldızlar da dağılmıştır, onda da kararıp bütün cihan zindan kesilmiştir. Gökyüzündeki âhenk bozulduğu gibi, yeryüzü de darmadağınık olmuştur. O koskoca dağlar yerlerinden kopmuştur. Feza param-parçadır. Doğurması yaklaştığı için Arapların üstünde titrediği develer başı-boştur. Vahşî hayvanlar korkudan titreşerek bir yere büzülüp kalmışlardır. Denizler coşmuş, sular kabarıp taşmıştır. Cesetlerinden ayrılan ruhlar yeniden buluşmaktadır. Hiçbir günahı olmadan diri diri toprağa gömülerek öldürülen masum kızlar dirilmiştir. Hangi günahtan öldürüldüğü araştırılacaktır. Amel defterleri bir sinema şeridi gibi gözler önüne açılacak, her insan işlediğini orada görecektir. Gökler ortadan silinmiştir. Ne aşağısı vardır, ne yukarısı… Cihet diye bir şey kalmamıştır. Cehenennem kızdırılmış, cennet hazırlanmış, lâyık olanlara yakınlaştırılmıştır. İşte o gün herkes ne gibi ameller hazırladığını öğrenecektir.

Kıyametin kopması ne korkunç bir olay, ne dehşet verici bir haldir…

“Ey insanlar! Rabbinizden korkun. Şüphe yok ki, o kıyamet sarsıntısı pek büyük bir şeydir, korkunçtur.

Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden geçer ve her yüklü kadın (korkudan) çocuğunu doğurur. İnsanları da hep sarhoş görürsün! Hâlbuki sarhoş değillerdir. Fakat Allah’ın azabı şiddetlidir.” (22)

Başka âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır:

“Sahha (o bağırışını dinletecek belâ) geldiği zaman. O gün kişi kaçacak kardeşinden, anasından ve babasından. Zevcesinden ve oğullarından. O gün onlardan herkesin kendine yeter bir işi vardır. (Ancak kendi derdi ile kalır.) Birtakım yüzler vardır ki, o gün parıldar. Güler, sevinir. Nice yüzler de vardır ki, üzerlerinde toz-toprak var. Onları karanlık ve karalık kaplayacaktır. İşte bunlar kâfirler, facirler (günaha dadanmış kimseler) dir.” (23)

Dipnotlar

12-Yâsin: 59.

13-Zümer: 73.

14-Necm: 31.

15-Mü’minûn: 115.

16-Rûm: 27.

17-Yâsin: 78-83.

18-“Alâka, esasen (Ulûk) gibi ilişmek ve yapışık tutmak manasından alınmış olarak, ilişken ve yapışkan şey demektir. Donuk pıhtı kana da denir (Kamus). Müfessirler umumiyetle dem-i camid = donuk kan diye tefsir etmişlerse de, asıl murad rahimde telkîhin = aşılamanın vukuu ile husûle gelen (aluk) tur.” Hak Dini, Kur’an Dili, C. 4. S. 3436
Aşılamadan sonra insan tohumu sülük şeklini alıyor. (Alâka) ise (pıhtılaşmış kan manasına geldiği gibi, aynı zamanda) sülük demektir. Aradaki benzeyiş, şekil ve yapışkan olmasındandır. Çünkü tohumlar rahmin duvarına yapışıyorlar.

19-Hacc: 5-7.

20-Kaaf: 6-11.

21-Tekvir: 1-14.

22-Hacc: 1-2.

23-Abese: 33-42.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

O gün ne mal fayda verir, ne de evlat. Ancak Allah'a selim bir kalb ile gelenler (fayda görürler.)

Şuara, 88-89

GÜNÜN HADİSİ

Eğer sizden birinizin elinde dikilecek bir hurma fidanı varken, kıyamet kopsa ve onu dikmeye vakit bulursa, hemen o fidanı diksin

250 Hadis, s.27

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI