AHİRET GÜNÜNE AİT NAKLİ VE AKLİ DELİLLER

Âhiretin Varlığının İspatı: (Âhiret gününün geleceğine dair, naklî ve aklî deliller.) Âhiret gününün varlığına, ceza ve mükâfat gününün geleceğine, hem naklî, hem de aklî deliller vardır. Naklî ve Akli Deliller:


İsmail Hakkı Zeyrek

ekremyilmaz08@gmail.com

2009-11-21 04:30:12

Âhiretin Varlığının İspatı:

(Âhiret gününün geleceğine dair, naklî ve aklî deliller.)

Âhiret gününün varlığına, ceza ve mükâfat gününün geleceğine, hem naklî, hem de aklî deliller vardır.

Naklî ve Akli Deliller:

Bütün semavî dinler ölümden sonra başlayacak bir hayatı haber vermektedir. Semavî kitaplar herkesin dünyada işlemiş olduğu işlerinden hesap sorulacağını bildirmektedir.

Akıl da bunu teyit ediyor. Ne zaman yaşamış olursa olsun, dünyanın neresinde bulunursa bulunsun, medenî veya vahşî her insan bu hayattan sonra başlayacağı ve adaletin tam tecelli edeceği bir âhiret hayatının varlığı hususunda içinde beliren bir duygunun tesiri altındadır.

Âhirete iman, Allah’a imanın bir neticesidir. Allah’a inanmadan âhirete inanma diye bir şey düşünülemez. İşte Allah’ın kâinatta tecelli eden güzel isimleri ve yüksek sıfatları, düşünen insanlara âhiretin varlığını açıkça göstermektedir. Bir misal olarak Cenab-ı Hakkın (Kerim ve Rahim) isimlerini ele alalım (24) :

Cenab-ı Hakk’ın şu âlemde geniş rahmetinin, sonsuz kuvvet ve kudretinin eserleri görülmektedir. Her canlıya lâyık olduğu ve hatta en âciz olanlara, en iyi rızık veriliyor. (İnsanların en âcizi olan çocuklara, anneleri vasıtasıyla en güzel bir gıda olan sütün ihsan edilmesi gibi…) Her dertliye derman yetiştiriliyor. Öyle ihsanlar ve ikramlar oluyor ki, bunlarda Cenab-ı Hakk’ın Kerim isminin tecellisi açıkça görülüyor. Mesela; ilkbahar mevsiminde ağaçları yemyeşil elbiseler giydirip, dallar ve budaklar, çiçekler ve meyvelerle cennet hurileri gibi süslendirip, nazik elleri olan dallarıyla çeşit çeşit en tatlı ve en san’atlı meyveleri bize sunmakta, yine zehirli bir sineğin eliyle gayet tatlı ve şifalı balı bize yedirmekte, en güzel ve yumuşak bir elbiseyi, elsiz bir böceğin eliyle bize giydirmekte ve yine rahmetinin büyük bir hazinesini, küçük bir çekirdek içinde bizim için saklamakta, ne kadar güzel bir ihsan, ne kadar geniş bir rahmet bulunduğu açıkça anlaşılır.

İşte bu âlemi idare eden Allah’ın bu kadar geniş rahmeti, sonsuz kuvvet ve kudreti vardır. Sonsuz kuvvet ise, edepsizlerin haddini bildirmek ister, bu kadar geniş bir rahmet kendine uygun bir ihsan ister. Hâlbuki bu kısa ve fâni dünyada denizden bir damla gibi, bu rahmet ve kudretin ancak milyonda biri görülebilmektedir. Demek oluyor ki, o zahmete ve izzete lâyık bir ebedî saadet olacaktır. Ebedî saadetin olmadığını – faraza – bir an düşünecek olursak, şefkat belâ olacak, nimet azap olacak, akıl kötü bir âlet haline gelecek, sevgi kederle yer değiştirecek. Böylece rahmet, rahmet olmaktan çıkacaktır.

Yine Allah’ın sonsuz büyüklüğüne ve kudretine uygun bir ceza yeri olacaktır. Çünkü; çok defa görüyoruz ki, zalim, zulmünün karşılığını görmeden; zulme uğrayan kimse de, zalimden hakkını alamadan buradan göçüp gidiyorlar. Demek ilerideki büyük mahkemeye bırakılıyor, tehir ediliyor.

Cenab-ı Hakk’ın birçok güzel isimleri hep âhiretin varlığını göstermekte ve ispat etmektedir.

Burada bütün isimlerin üzerinde durup, onların âhiretin varlığını ispat ettiklerini göstermemize imkân yoktur. Sadece (Hakim ve Adil) isimlerinin de, üzerinde kısaca durmakla yetineceğiz.

Bu âlemde zerrelerden güneşlere kadar her şeyde büyük bir hikmet ve intizam, ölçü ve adalet ile ilâhî saltanatını bize gösteren Allah’ın kendisine sığınan, hikmet ve adaletine uygun hareket eden mü’minlere lütufla muamele etmemesi, istediklerini vermemesi; aynı şekilde o hikmet ve adaleti inkâr edenleri cezalandırmaması mümkün değildir. Hâlbuki bu geçici dünyada, bu hikmet ve adalete uygun tatbikatın binde biri görülmemektedir. Kâfirlerin ve kötü insanların çoğu yaptıklarının cezasını çekmeden, iyi insanların da çoğu mükâfatlarını görmeden buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir büyük mahkemeye bırakılıyor.

Bu âlemi idare eden Allah, bütün işlerinde hikmet ve faydalara riâyet etmektedir. Mesela; insandaki organların, kemiklerin, damarların, hatta vücut hücrelerinin her birinde çeşitli faydaların ve hikmetlerin gözetildiğini görüyoruz ki, bu da sonsuz bir hikmetle iş görüldüğüne delildir.

Güzel bir çiçeğin ince programını küçücük tohumunun içine almak ve bir ağacın geçireceği bütün safhaları, kaderin manevî kalemiyle, küçük bir çekirdeğin içine yazmak ne kadar büyük bir hikmetle iş görüldüğüne başka bir delildir.

Acaba bu kadar hikmetle iş gören Allah’ın, o hikmete uygun hareket eden, kendisine sığınan ve imanla itaat edenlere lütufla muamele etmemesi mümkün müdür?

Her şeye ince ölçülerle şekil vermek, her şeyi yerli yerine koymak sonsuz bir adalet ve ölçü ile iş yapıldığını gösterir. Her hak sahibine – kabiliyetine göre – hakkını vermek, yani; vücudunun gerektirdiği her şeyi ve varlığını koruyabilmek için lâzım olan âletleri en uygun bir şekilde vermek sonsuz adâleti gösterir.

Şimdi böyle en küçük bir mahlûkun en küçük bir ihtiyacının yardımına koşan bir adâlet ve hikmet, insan gibi en büyük ve şerefli bir mahlûkun en büyük bir isteğini yerine getirmemesi en büyük sorusuna cevap vermemesi mümkün müdür?

Hâlbuki şu fanî dünyada kısa bir hayat geçiren insan öyle bir adâletin hakikatine eremez ve eremiyor. Demek büyük bir mahkemeye bırakılıyor. Çünkü; gerçek adalet ister ki, şu küçük insan, küçüklüğüne göre değil, belki imansızlık ve itaatsizlik gibi, işlediği cinayetin büyüklüğüne ve şerefinin yüksekliğine ve vazifesinin genişliğine göre, mükâfat veya ceza görür. Madem şu geçici dünya, insan hakkında böyle bir adalet ve hikmete sahip olmaktan çok uzaktır. Elbette adalet ve hikmet sahibi Allah’ın, sonu gelmeyen bir cehennemi, ebedî olan bir cenneti bulunacaktır.

Kıyametin Nasıl Kopacağı Hakkında Fennin İleri Sürdüğü Bazı İhtimaller:

Tabiat ilimleriyle uğraşan ilim adamları da, kıyametin nasıl kopacağına dair birtakım ihtimaller öne sürmüşlerdir. Mesela; diyorlar ki: “Bu âlemde her şeyin değiştiği, bozulduğu duygu ve deneylerimizle sabittir. Bütün organik varlıklar ağır ağır ortadan kayboluyor. Bu gidişle bir gün gelecek ne yeryüzünde, ne de başka bir yıldızda canlılardan eser kalmayacaktır. Ve böylece canlılara ve büyüyen, yetişen her şeye ait genel bir kıyamet gerçekleşecektir.”

Astronomi bilginleri de diyorlar ki: “Fezada birçok parlak kitleler, âlemler, bir daha görülmemek üzere kaybolup gidiyorlar. Âdeta insanlar âleminde ortaya çıkan hayat safhaları, göklerde de vardır. Milyonlarca parlak yıldızlar fezada ortaya çıkıyor, büyüyor, olgunluk çağını geçiriyor, yaşlanıyor. Güzelliğini ve ışığını kaybederek sönüp gidiyor. Bu durum gösteriyor ki, bir gün gelecek bütün inorganik âlem de son bulacak ve böylece kâinatın kıymeti meydana gelecektir.

Mükâfat ve Ceza:

Öldükten sonra insanları tekrar diriltmekten maksat, yaptıkları işlerin karşılığını vermektir. Çünkü; dünya bir imtihan ve bir yarışma meydanı, âhiret bu imtihanın neticelerini alma yeridir. Âhiret günü öyle bir gündür ki, onda mal, servet, evlat, ahbap ve arkadaş fayda vermez. Ancak halis ve temiz kalp fayda verir. Çünkü; Kur’an-ı Kerim’de:

“O gün ki, ne mal fayda verir, ne de oğullar… Ancak Allah’a temiz bir kalp ile varan müstesna.” (25) buyurulmuştur. O gün herkes dünyada yaptığının cezasını görecektir. Zerre kadar iyilik veya kötülük yapan karşılıksız kalmayacaktır:

“O gün (kıyamette) insanlar amellerinin karşılığı kendilerine gösterilmeksizin (derecelerinin gereği) fırka fırka (kabirlerinden) çıkacaktır. Zira; kim zerre miktarı bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecek; kim de zerre miktarı bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.” (26) âyetleri bunu bildiriyor.

O gün de mü’minler mükâfatlandırılarak cennete girecek, kâfirler ve günahkârlar ise, cehenneme atılacaklardır:

“Kıyamet gününde toplananlardan bir kısmı (mü’minler) Cennette’dir, bir kısmı (kâfirler) de Cehennem’dedir.” (27) âyeti de bunu gösteriyor.

Cennet, maddî zevkler ile rûhî hazların bulunduğu ve anlatılması kabil olmayan bir mükâfat yeridir. Cennet nimetleri yalnız isimleri yönünden dünya nimetlerine benzer, yoksa onlardan tamamen başkadır. İbn-i Abbas (Radıyallahu anh) :

“Cennette yalnız dünya nimetlerinin isimleri vardır.” buyurmakla, bu gerçeğe işaret etmişlerdir.

Evet, onların isimleri bir, fakat tadları ayrıdır. Ancak; Kur’an-ı Hakîm birçok yüksek hakikatleri beyan ederken, daima insanların anlayabileceği bir üslûp içinde anlatır. İşte bunun içindir ki, Kur’an’da âhiret nimetleri, dünya nimetleri şeklinde tasvir edilmiştir. Yoksa cennet nimetleri – Buhârî ve diğer sahih hadis kitaplarında rivayet edilen Hadis-i Şerif’te olduğu gibi – gözler görmemiş, kulaklar işitmemiş, hatır ve hayale gelmemiş şeylerdir (28).

Âhiret nimetlerinin yalnız maddî zevklerden ibaret olmadığını söylemiştik. İşte bu rûhî hazlar arasında Allah’ı görme hazzı hiç biriyle kıyaslanamayacak şekilde yüksektir. Kur’an-ı Kerim’de:

“Nice yüzler vardır ki, o gün (kıyamette) güzelliğiyle parıldar. (O yüzler) Rablarına bakarlar.” (29)

“Güzel amel işleyenlere daha güzeli (Cennet) ve bir de ziyade (Allah’ın cemâlini görmek) var.” (30) buyurulmuştur.

Kur’an-ı Kerim’in buyurduğuna göre, cennet: İman eden ve iyi ameller yapan insanların yeridir. Allah’tan korkarak maddî zevklerden kendini tutan, Allah’a ihlâs ile bağlanan kulların, Allah uğrunda canlarıyla, mallarıyla mücahede edenlerin, hak yolunda doğru yürüyenlerin iyilikle emir ve kötülüklerden nehyedenlerin, günahlardan el çekip, kendilerini Allah’a verenlerin, ona rükû ve sücûd ederek kulluk yapanların yurdudur.

Cehennem azabına gelince: Bu azap da, dünyadaki azaplarla kıyaslanamaz:

“Yemin olsun ki, Rabbinin azabından çok az bir şey onlara dokunursa, muhakkak şöyle diyeceklerdir: ‘Vay bizlere! Biz gerçekten zalimlerdik.’” (31) âyeti bu cihete işaret etmektedir. Allah’ın azabından bir kokucuk, zalimlere böyle çığlıklar attırırsa, bunun dünya azabıyla kıyaslanamayacağı ortaya çıkar.

Günahkâr mü’minler bir müddet cehennemde kaldıktan sonra, affa uğrayıp cennete gireceklerdir. Fakat kâfir olarak ölenler ebediyen cehennem azabında kalacaklardır. Çünkü; Kur’an-ı Kerim’de:

“Bir ceza ki, (işledikleri amellere) tam uygun.” (32) buyurulmuştur.

Küfür, cehennemin bir çekirdeği olduğu gibi, cehennem de, onun bir meyvesidir. Küfür, cehenneme girmeğe sebep olduğu gibi, cehennemin varlığına ve icadına da bir sebeptir.

Kâfirin bir dakikalık küfrü, Allah’ın bütün isimlerini inkâr ve san’atına hakaret, kâinatın hakkını çiğnemek ve inkâr etmek ve Allah’ın birliğine delâlet eden sayısız delilleri reddetmek demek olduğu için, kâfiri esfel-i safiliğine (aşağıların aşağısına = cehenneme) atarak hapsetmek de, onun ameline tam uygun bir cezadır.

Dipnotlar:

24- (Kerim) : İhsanı bol, izzetli ve şerefli demektir. Bu kelime Kur’an-ı Kerim’de 27 defa geçer ve ancak iki yerinde Allah hakkında kullanılmıştır.
(Rahim) : Rahmet ve merhamet eden, muhafaza eden, verdiği nimetleri iyi kullananları daha büyük ve ebedî nimetler vermek suretiyle mükâfatlandırıcı demektir. Bu isim de Kur’an-ı Kerim’de 220 defa geçmektedir.

25-Şûara: 88-89.

26-Zilzal: 6-8.

27-Şûra: 7.

28-“Ben salih kullarıma öyle şeyler hazırlamışım ki, hiçbir göz görmemiş, kulaklar işitmemiş, bir beşerin hatırından da geçmemiştir.” (Buhârî)
“Artık işledikleri salih ameller mükâfat olarak, kendileri için gözaydınlığından ne hazırlanıp saklandığını kimse bilmez.” (Secde: 17)

29-Kıyame: 22-23.

30-Yûnus: 26.

31-Enbiya: 46.

32-Nebe’: 26.

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

ilhan, 2010-08-16 05:48:46

Allah razı olsun sizden.sayenizde bir insanın müslüman olmasına vesile olacağım.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.

3, Kadir

GÜNÜN HADİSİ

"Kişi, dostunun dini üzeredir. Bu nedenle, kiminle dost olacağına dikkat etsin!"

Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ebû Dâvud.

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI