PROF. DR. ŞENER DİLEK HOCAMIZLA NUR’UN TEDRİS RAHLESİNDE-6

- “Risale-i Nur mü’minleri pasifize eder mi? Bazıları da bu noktadan yaklaşıyorlar. Yani, “etliye sütlüye karışmayan mü’minler üretiyor.” diyorlar. Risale-i Nur böyle midir?”


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2010-01-30 01:40:50

- “Risale-i Nur mü’minleri pasifize eder mi? Bazıları da bu noktadan yaklaşıyorlar. Yani, “etliye sütlüye karışmayan mü’minler üretiyor.” diyorlar. Risale-i Nur böyle midir?”

Risale-i Nur’un mesajlarında katiyen pasiflik yok, görev ve sorumluluk anlayışını savsaklamak yok.. Hizmet yükünü ve tebliğ sorumluluğunu başkalarına ihale etmek yok..

- “Peki, ne var?”

Hz. Üstad’ın tabiriyle “Kalbiyle teslim ve inkıyada, aklıyla iman ve tevhide, kalıbıyla amel ve ibadete mükelleftir” hakikatine makes olmak var.

Risale-i Nur’da mükemmel bir “iç disiplin” var.

Kalbî bir muhasebe, ciddi bir manevî murakabe var.

Boş, lüzumsuz, afakî, hakikatsiz, ruhsuz ve malayanî şeyleri terk etmek var..

Fıtratları hayat-ı ebediyeye yönlendirmek var..

Kulluk ciddiyeti var..

Hizmet sorumluluğu var.

Tebliğ ciddiyeti var.

Temsil ruhu var..

Hizmet aşk ve ideali var..

İslam’ı derd edinmek, o dert ile dertlenmek var.

Evet, bu asırda o derdin en büyük dertlisi, gamlısı, kederlisi bizzat Hz. Üstad’ın ta kendisidir. Eşref Edip, 1952 yılında kaleme aldığı o meşhur makalesinde o çile adamını, o hakikat kahramanını, o hamiyet çağlayanını ne güzel anlatmış, ne güzel tavsif etmiştir. Tarihçe-i Hayat’ta “Tahliller” bölümündeki bu makaleyi her okuyuşumda şevkim ziyadeleşir, bakışlarım derinleşir, gönlümde açılan mana çiçekleri lisanımda takdir, hayret ve muhabbete döner. O muhabbetle coşar hissiyatım: İşte, bu asrın ferd-i ferid-i zamanı.. Varis-i Nebî-yi Zişanı.. Hazret-i Bediüzzamanı...

Evet, hakikat usandırmaz. Hak ve hakikati terennüm eden beyanlar da her zaman taze ve tarâvettardır.. Hakikat dünyasını resmeden ve rehavet zincirlerini kıran, hamiyetleri ayağa kaldıran bu gül misali beyanlar tekrar tekrar okunmalı.. Okunmalı ki, her okuyuşta o güzel rayihalar etrafa yayılsın.. Sadırların açılışına, ruhların inbisatına vesile olsun..İsterseniz, şimdi bu metni okuyalım.. Dikkatle, ibretle ve fikretle.. Ne dersiniz?

-“Çok iyi olur.”

“Uzun bir ayrılıktan sonra, belki yirmi yedi, yirmi sekiz sene oldu Üstadı görmeyeli. Onu görmek, mübarek simasını doya doya seyretmek için her zaman gidip ziyaret etmek istediğim halde meşguliyetten bir türlü vakit bulamadım. Fakat o kalplerde yaşadığı için, mânevî varlığı ile daima beraberdik. Bu, gönüllerdeki iştiyakı bir dereceye kadar tatmin etmez miydi? Kendisini görüp kucaklaştığımız zaman, onun nuranî simasının verdiği zevk, maddî hasretin de ne kadar büyük olduğunu gösterdi.

Üstadla tanışmamız kırk seneyi geçti. O zamanlar hemen her gün idarehaneye gelir; Âkif'ler, Naim'ler, Ferid'ler, İzmirli'lerle birlikte saatlerce tatlı tatlı musahabelerde bulunurduk. Üstad, kendine mahsus şivesiyle yüksek ilmî meselelerden konuşur, onun, konuşmasındaki celâdet ve şehamet bizi de heyecanlandırırdı. Harikulâde fıtrî bir zekâ, İlâhî bir mevhibe. En mu'dil meselelerde, zekâsının kudret ve azameti kendisini gösterir. Daima işleyen ve düşünen bir kafa. Nakillerle pek meşgul değil. Onun rehberi yalnız Kur'ân. Bütün feyiz ve zekâ kaynağı bu. Bütün o lem'alar, doğrudan doğruya bu kaynaktan nebean ediyor. Bir müçtehid, bir imam kadar rey sahibi. Kalbi bir Sahabî kadar imanla dolu. Ruhunda Ömer'in şehameti var. Yirminci Asırda Devr-i Saadeti nefsinde yaşatan bir mü'min, bütün hedefi îman ve Kur'ân.

İslâm’ın gayet-ül-gayesi olan "Tevhid" ve "Allaha İman" esası, onun ve Risale-i Nur'un en büyük umdesidir. Devr-i Saadette, Müslümanlığın ilk kuruluş zamanlarında olsaydı, Hazreti Peygamber, Kâbe'deki putların parçalanması vazifesini ona verirdi. Şirk'e ve putperestliğe o derece düşmandır. Mücahede ile, gönüllerde îman ve Kur'ân hakikatlerini yerleştirmek için geçen uzun, bir asra yakın bir ömür. Fazilet ve şehametle geçen bir ömür. Harb meydanlarında, mücahidlerin önünde, kılınç elinde, dimdik ayakta düşmana saldıran bir kahraman. Esarette, düşman kumandanına karşı koyan bir kahraman. İdam sehpasında, düşman kumandanını düşündüren, insafa getiren bir kahraman...

Millet ve memleket için canını vermekten zerre kadar çekinmeyen bir fedai. Fitnenin, bozgunculuğun en müthiş düşmanı. Milletin menfaati için, her türlü zulme, işkenceye tahammül ediyor. Ona zulmedenlere beddua bile etmez. Onu zindanlara atanlara, ancak salâh ve iman temenni eder. Gaye uğrunda ölüm, onun için basit bir şeydir.

Kendisi bir çanak çorba, bir bardak su, bir lokma ekmekle tegaddi eder. Elbisesi pek basit ve fakiranedir. Beyaz Amerikan bezinden pamuklu bir hırka. Çamaşırını kirlenmeden değiştirir ve temizletir. Temizliğe fevkalâde itina eder. Kâğıt parayı tutmaz ve üstünde taşımaz. Mâmelek nâmına dünyada hiçbir şeyi yok. Kendi için yaşamaz, cemiyet için yaşar.

Yapısı ufak tefektir, fakat heybetlidir, haşmetlidir. Gözleri birer şems-i tâban gibi nur saçar. Bakışları şâhânedir. Maddeten, belki dünyanın en fakir adamıdır; fakat mâneviyat âleminin sultanıdır.

Seksen küsûr senenin âlâmı yüzünde bir buruşuk yapamamış, yalnız saçlarını ağartmıştır. Rengi, pembe beyazdır. Sakalı yoktur. Bir delikanlı kadar zindedir. Halim ve selimdir. Fakat heyecana geldiği zaman bir arslan tavrı alır, iki dizinin üstüne doğrulur, bir şâhenşâh gibi konuşur.

En sevmediği şey siyasettir. 35 senedir bir gazeteyi eline almış değildir. Dünya şuunu ile alâkasını kesmiştir. Akşam namazından sonra ferdası öğleye kadar kimseyi kabul etmez, ibadetle meşgul olur. Pek az uyur. Talebelerini de siyasetten şiddetle meneder.

Memleketin her tarafında 600 bini mütecaviz, belki bir milyonu bulan talebeleri memleketin en faziletli evlâtlarıdır. Üniversitenin muhtelif Fakültelerinde müsbet ilimler tahsil eden şâkirdleri pek çoktur, yüzlercedir, binlercedir. Hiçbir Nur talebesi yoktur ki, sınıfının en faziletlisi, en çalışkanı olmasın. Memleketin her tarafında bulunan bu yüzbinlerce Risale-i Nur talebesinden hiçbirinin, hiçbir yerde âsayişi muhil hiçbir hareketi, hiçbir vak'ası yoktur. Her Nur talebesi, hükûmetin, nizam ve intizamın tabiî birer muhafızıdır; âsâyişin mânevî bekçisidir.

İstanbul seyahatinden muztarip olup olmadığını sordum:

Bana ıztırab veren, dedi, yalnız İslâm’ın mâruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi; onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi, mukavemet güçleşti. Korkarım ki cemiyetin bünyesi buna dayanamaz.. çünkü düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse, îman kalesi tehlikededir. İşte benim ıztırabım, yegâne ıztırabım budur. Yoksa şahsımın mâruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeğe bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate mâruz kalsam da îman kalesinin istikbali selâmette olsa!

– Yüzbinlerce îmanlı talebeleriniz size âtî için ümit ve teselli vermiyor mu?

– Evet, büsbütün ümitsiz değilim...

.........................................................

Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Mânevî temelleri sarsılan garb cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir taûn felâketi gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sârî illete karşı İslâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, bâtıl formülleriyle mi? Yoksa İslâm cemiyetinin ter ü taze îman esaslariyle mi? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini, küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız îman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum.

Risale-i Nur'u anlamıyorlar. Yahut anlamak istemiyorlar. Beni, skolastik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben, bütün müsbet ilimlerle, asr-ı hazır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim. Hattâ bu hususta da bazı eserler te'lif eyledim. Fakat ben, öyle mantık oyunları bilmiyorum. Felsefe düzenbazlıklarına da kulak vermem. Ben, cemiyetin iç hayatını, mânevî varlığını, vicdan ve îmanını terennüm ediyorum. Yalnız Kur'ânın tesis ettiği tevhid ve îman esası üzerinde işliyorum.. ki İslâm cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur.

Bana, "Sen şuna buna niçin sataştın?" diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, îmanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeğe, îmanımı kurtarmağa koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış. Ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler! Dar görüşler!

Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin îmanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, âhiretimi de. Seksen küsûr senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harb meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harblerde, bir câni gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan menedildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım. Zaman oldu ki hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim intihardan beni menetmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti.

Benim fıtratım, zillet ve hakarete tahammül etmez. İzzet ve şehamet-i İslâmiye beni bu halde bulunmaktan şiddetle men eder. Böyle bir vaziyete düşünce, karşımda kim olursa olsun, isterse en zalim bir cebbar, en hunhar bir düşman kumandanı olsa tezellül etmem. Zulmünü, hunharlığını onun suratına çarparım. Beni zindana atar, yahut idam sehpasına götürür.. hiç ehemmiyeti yoktur. -Nitekim öyle oldu- Bunların hepsini gördüm. Birkaç dakika daha o hunhar kumandanın kalbi, vicdanı zulümkârlığa dayanabilseydi Said bugün asılmış ve mâsumlar zümresine iltihak etmiş olacaktı.

İşte benim bütün hayatım böyle zahmet ve meşakkatle, felâket ve musibetle geçti. Cemiyetin îmanı, saadet ve selâmeti yolunda nefsimi, dünyamı feda ettim. Helâl olsun. Onlara beddua bile etmiyorum. Çünkü, bu sayede Risale-i Nur, hiç olmazsa birkaç yüzbin, yahut birkaç milyon kişinin -adedini de bilmiyorum ya, öyle diyorlar. Afyon Savcısı beşyüz bin demişti. Belki daha ziyade- îmanını kurtarmağa vesile oldu. Ölmekle, yalnız kendimi kurtaracaktım, fakat hayatta kalıp da zahmet ve meşakkatlere tahammül ile bu kadar îmanın kurtulmasına hizmet ettim. Allaha bin kere hamdolsun.

Sonra, ben cemiyetin îman selâmeti yolunda âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmi beş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.”

Evet, işte Bediüzzaman’ın davası, himmet ve hamiyeti.. O’nun “Tarihçe-i Hayat”ını okuyanlar bilir ki; o, bütün hayatı boyunca hakikat-ı Kur’aniye’yi asla yılmadan, çekinmeden, korkmadan haykırmıştır. Yirmi sekiz sene hapis, sürgün, müteaddit defalar zehirleme ve hayatını ortadan kaldırma teşebbüslerine karşı o, katiyyen izzet-i diniyesinden taviz vermemiş, tebliğ görevini bihakkın ifa etmiştir.

Evet, bugün Risale-i Nur hizmeti dünyanın en ücra köşelerine kadar ulaşmış.. Bu cihanşümul, kudsî hizmet-i imaniyeyi görmeyenler, göz ardı edenler ya da pasiflikle itham edenler, herhalde, önyargı ve taassup penceresinden bakanlardır. Ya da hased, enaniyet, gurur ve kibir buzullarında yaşayıp, bahar çiçeklerini görmeyenlerdir. Ya da tebliğ ruhunu, temsil sırrını içlerine sindiremeyenlerdir. Ya da hizmetin hakikatlerinden uzak, tatmadan, tartmadan, tanımadan, mizansız ve muhakemesiz ahkâm kesenlerdir. Ya da sathî ve surî bir dünyanın patika yollarında yürüyen çelimsiz bacaklar, hünersiz kalıplardır. Ya da derinliklerden mahrum tufeylî kafalardır.

Evet, bu asırda insanları farklı kulvarlara sevk eden, yanlış düşüncelere kapı açan sebeplerden birisi de, bazı kavramları doğru olmayan bir biçimde algılamaları, ya da o kavramlara, çarpık manalar yüklemeleridir.

Ahir zamanda, maalesef birçok şey birbiri içine girmiş, karışmış, karıştırılmış, bu karmaşadan kavramlar da bir pay almış.. Bu yanlış yüklemelerden hisse alan karmaşık kavramlardan birisi de “aktif” ve “pasif” kavramlarıdır. Bazı idraklerde bu kavramlar yerli yerine oturmadığı için; yanlış, çarpık, mizansız ve muvazenesiz lakırdılar ortalıkta dolaşıp durmakta, safî zihinleri bulandırmaktadır.

- “O zaman aktif ve pasif hizmet kavramlarını nasıl anlamamız gerekir?”

Fıtrat, bu meselede güzel bir misaldir. Bakın, dikkat ve ibretle kainata.. Kainatta galiben tecelli eden, hüsün ve rahmettir, lütuf ve inayettir, ikram ve ihsandır.. Bakın, cemalî tecelliler, ışık veriyor, nur serpiyor; rahmetin zuhuruna, hayatın tekmiline kuvvet veriyorlar.

İşte, Güneş.. Sathî nazarlarda ve ibretle bakmayan gözlerde Güneş pasif, pısırık, boş boş dönüp dolaşıyor. Ne vuruyor, ne kırıyor, ne döküyor. Ama hakikat noktasında Güneş, izn-i İlahî ile zemin yüzüne hayat serpiyor; bütün bağ ve bahçeler onun nurundan tefeyyüz ediyorlar.

Bir de rüzgarın, fırtına, kasırga ve tayfunun hareketine bakın.. Çok aktif (!).. Ağaçları kökünden söküp çıkarıyor, evleri yıkıyor, bağları, bostanları harap ediyor.

Evet, Risale-i Nur’un hizmeti Güneş misali.. Nuru ile okşuyor, ziyası ile tenvir ediyor, şefkatle kucaklıyor, muhabbetle bağrına basıyor, tatlı lisanı ve yumuşak ahvali ile nesîm-i nevbahar gibi ruhlara hidayet nurlarının esintilerini üflüyor.

Evet, Risale-i Nur’un mesleği, Güneş’in ışığı gibi latif, nuranî ve hayattar… Risale-i Nur’un mesleği kavl-i leyyin, yumuşak, nazik, zarif ve nezih.. İnsan şahsiyetine itibar eden ve onun terakkî ve tasaffîsine kuvvet veren bir meslek.. Bu mesleğin mizaç itibariyle yumuşak olması, tebliğ ciddiyetine, aksiyon ruhuna mani değil.. Tebliğ ve neşr-i envar-ı Kur’aniye itibariyle bu hizmet, himmetleri tutuşturan, hamiyetleri ayağa kaldıran, hayata hedef gösteren, nazarları süfliyattan ulviyete sevk eden bir hizmet seferberliği.. Bir dava ruhu ve manevi bir şahlanış.. Bu hizmetin mihverinde ihlas ve sadakat var, uhuvvet ve muhabbet var, yıkım ve, tahrip yok.. Fitne ve fesat yok.. İhanet ve hıyanet yok..

Risale-i Nur, cemiyet hayatında uhuvvet ve muhabbeti tesis eder, müsbet hareket çizgisinde dayanışma ve tesanüde kuvvet verir; emniyeti, itidal ve istikameti esas alır, asayişe ilişmez. İnsanları sokaklara dökmez, anarşi ve fitneye kapılar açmaz..

Risale-i Nur’un mücadelesi ilmîdir, fikrîdir. Risale-i Nur, “Medenilere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile değildir.” ölçüsünü dikkatlere sunar. Beyanda güzelliği, manada tatlılığı, hayatta istikameti esas alır ve bu mazhariyetlerin bizzat amelde tatbikine kuvvet verir. Çünkü din nefislerde yaşanmadıkça, hayata yansımadıkça ve fiilen sergilenmedikçe, gönüllere girilemez, muhataplar üzerinde müessir olunamaz.

Evet, hasbi ve samimi bir dünyayı terennüm etmeyenler, uzun soluklu olamazlar; gönüllerde hakikat meşalesini yakamazlar; fıtratları tutuşturamazlar..

Evet, bugün İslam âleminin en önemli meselesi, İslam’ı, nefsinde yaşamak ve İslam’ın ahlak güzelliğini hayatında bizzat teşhir ve temsil etmektir.

Evet, bizim en mühim meselemiz temsildir.. Bu asırda İslamiyet’in iman ve ahlak, ubudiyet ve muamelat güzelliğini hayatında fiilen teşhir edip sergileyecek o kamillere ne kadar ihtiyacımız var.

 Evet, bugün Âlem-i İslam temsili bekliyor, temsili arzu ediyor ve belki de bütün beşer temsili gözlüyor.

-Devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-9

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-9

Soru: Üstad’ın Risaleler hakkında Kur’ân’dan bazı işaretler çıkartması da çokça ten

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-8

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-8

Soru: Ebced ve cifir İslam ulemasınca reddedilmişken Said Nursi neden bunlarla meşgul oldu? Met

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-7

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-7

Soru: Hocam, Bediüzzaman’ın eserleri medrese okuyanlara neler kazandıyor, avam için yazılmı

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-6

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-6

Soru: Bir zat; “Bir şey söyleyeyim, kimse kızıp darılmasın, Zahid El Kevserî’nin yanında

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-5

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-5

Soru: Risale-i Nurları bugün bir kişi sıfırdan telif etmek istese gerek Arabi gerek Türkçe ol

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-4

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-4

Soru: Bir araştırmacı diyor ki; “Öyle anlaşılıyor ki, Bediuzzaman‟ın hayatı incelendiğ

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-3

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-3

Soru:-Bediüzzaman’ın eserleri geçen asrın pozitivist felsefesinin getirdiği sorulara cevap de

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-2

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-2

Soru: Bana yazdırıldı ne demektir? Bu Risaleleri kutsallaştırmak olmaz mı? Metin Yiğit: Bana

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP

Prof. Dr. Metin Yiğit Hocamız Üstad Bediüzzaman etrafında zaman zaman tenkit konusu yapılan 12

PROF. DR. NİYAZİ BEKİ HOCAMIZLA İSLAMİ İLİMLER VE RİSALE-İ NUR ÜZERİNE

PROF. DR. NİYAZİ BEKİ HOCAMIZLA İSLAMİ İLİMLER VE RİSALE-İ NUR ÜZERİNE

Takdim Kıymetli ziyaretçilerimiz, değerli âlim Niyazi Beki Hocaefendi ile yaptığımız ‘san

LATİF ERDOĞAN BEY İLE RİSALE-İ NUR’UN İNŞA VE İHYA METODU ÜZERİNE-2

LATİF ERDOĞAN BEY İLE RİSALE-İ NUR’UN İNŞA VE İHYA METODU ÜZERİNE-2

-İzninizle başka bir soruya geçmek istiyorum. Bir yerde üstad şöyle diyor; “ey uykuda iken k

Onlar ne hayır işlerlerse karşılıksız bırakılmayacaklardır. Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanları bilir.

Al-i İmran, 115

GÜNÜN HADİSİ

"Nerede olursan ol, Allah'tan kork! Kötülüğün ardından onu silecek bir iyilik yap! İnsanlara iyi ahlakla davran!"

Tirmizi

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI