HANGİ BİLGİNİN PEŞİNDE KOŞUYORUZ?
Aslolan, açıklandığında iç dünyamızda hem hikmet hem de merhamet hâsıl eden, bizi bir hakikatin şahitliğine ve bir güzel eyleme sevk edecek olan bilgidir. Her türden ‘bilgi’ değil. Ne kadar bildiğimizden daha önemli ‘ne’
Modern zamanları ‘çorak ülke’ye benzeten T.S. Eliot’un tekrarlamayı çok sevdiğim o mısralarının ‘bilgi’nin şubeleri arasında yaptığı hiyerarşik ayrım apaçık: “Nerede o hikmet, yerine bilgiyi koyduğumuz/ Nerede o bilgi, yerine malumatı koyduğumuz/ Nerede o malumat, yerine veriyi koyduğumuz.”
Bu dizeler, American Journal of Islamic Social Sciences’a “İletişim Teknolojilerinde Gözden Kaçan Boyut: Hikmet” başlıklı bir yazı yazan Muhammed Nureddin’in görüşleri dikkate alındığında, daha bir anlam kazanıyor. Nureddin’e göre, veri-malumat-bilgi’nin salt zihnî-aklî düzlemde kalan yapısına karşılık, hikmet ‘akleden kalb’e bakıyor; dolayısıyla, özünde merhameti de içeriyor. Bu izah çerçevesine göre, Eliot’un yakındığı süreci tersine çevirip veriden malumata, malumattan bilgiye, bilgiden hikmete erişebilmek, hikmetle birlikte yaşadığımız ‘karar alma’ süreçlerinde merhametin de devreye girmesini sağlıyor. Oysa bugünün dünyasında bu kadar acı, bu kadar zulüm, bu kadar sömürü varsa bir sebebi, en fazla ‘bilgi’ düzeyinde kalan, kalbi ve duyguları harekete geçirmeyen, hikmete dönüşmeyen ve merhamet uyandırmayan bir ‘bilgilenme’ sürecine mensup olmamız…
Çoğu onun için gereksiz olmak üzere çok veriye, çok malumata ve çok bilgiye sahip olan, ama öte yandan hikmet fukarası modern zamanlar insanının bu durumu, bir âyeti, bir emr-i ilâhîyi ve bir hadisi düşündürür bana sıklıkla.
İlgili âyet, Maide sûresinin 101. âyetidir: “Ey iman edenler! Açıklandığı takdirde sizi üzecek olan şeyleri sormayın.”
İlgili ilâhî emir, Hucurat sûresinde bildirildiği üzere, zandan kaçınma ve gıybetle birlikte, tecessüsü de mü’minlere yasaklayan emr-i ilâhîdir.
İlgili hadis ise, Peygamber aleyhissalâtu vesselamın bir duası olarak, “Faydasız ilimden Sana sığınırım” hadisidir.
Tecessüsü, gizli olanı açığa çıkarma gayretini yasaklayan emrin hikmeti bellidir. Burada, üstüne farz olmayan, öğrenmesi gerekmeyen ve hatta öğrenmemesi gereken bir bilgi söz konusudur. İnsana düşen, biliyor olduğu şeyin peşine düşüp onunla ilgili yapması gerekeni yapmak, dikkatini buna yoğunlaştırmaktır. Gizli olanı açığa çıkarma çabasının bir tezahürü olarak tecessüs ise, (sui)zanların güdümüne girmekten beslenen ve gıybeti besleyen bir durum olarak, insanı ‘faydasız bilgi’ye sürükleyen s-t-g şeytan eğrisinin merkezî noktasıdır. Tecessüsün yasaklanmasındaki çok hikmetlerden bir hikmet, aşikârdır. Âlemlerin Rabbi, üzerine farz olanı yapmaya zaten gereğince muktedir olamayan kullarını bunu daha da yapamaz hale gelmesine yol açacak bir süreç olarak üstüne farz olmayan bilginin peşine düşmekten alıkoymaktadır.
Maide sûresi âyeti ise, asıl hikmetinin yanı sıra, işarî bir ders olarak, bize öğrenmenin mecraını gösterir: Sorduğumuzda öğreneceğimiz şeyin bizim dünyamızda karşılığı ne olacaktır? Sorumuza karşılık öğrendiğimiz bilgi, bizim iç dünyamızda bir derunî anlamın mı anahtarı olacaktır, bizi bir güzel eyleme, bir amel-i salihe mi teşvik edecektir, bir mü’min kardeşimizin veya bir insanlar topluluğunun bir yarasına merhem olmamıza mı vesile olacaktır? Yoksa öğrendiğimizde gereğini yapmayacağımız bir bilginin mi peşinde koşuyoruz?
Ki böyle bir bilgi, ilgili hadisin bildirdiği üzere, en hafif haliyle, ‘faydasız bilgi’ sınıfında yer alıyor. Bu şekilde edineceğimiz bilgiler içinde ‘zararlı bilgi’lerin var olması ihtimali bir yana, ‘faydasız bilgi’den dahi âlemlerin Rabbine sığınmaktadır kudsî nebî. Çünkü, Hesap Günü verilecek hesaplar arasında, hâfızamıza ne tür bilgiyi doldurduğumuzun ve iç dünyamızda bu dünyayı nasıl yoğurup ne sonucu hâsıl ettiğimizin hesabı da vardır.
O halde aslolan, açıklandığında iç dünyamızda hem hikmet hem de merhamet hâsıl eden, bizi bir hakikatin şahitliğine ve bir güzel eyleme sevk edecek olan bilgidir. Her türden ‘bilgi’ değil. Ne kadar bildiğimizden daha önemli ‘ne’ bildiğimiz ve ‘ne için’ bildiğimizdir.
Hepimiz, hayatlarımızda belli tecrübeler yaşar, belli süreçlerden geçer, belli kararlar alır, belli kararları gözden geçirir, belli işlere başlar, belli şeylerden vazgeçeriz ve hayat bu şekilde sürer gider. Bu süreçte, bitişler ve başlangıçlar, yakınlıklar ve uzaklıklar, sevinçler ve hüzünler yaşanır sürekli. Her insanın hayatı, bu sarkacın içinde salınır durur. İnsanlar işe girer, işten çıkarlar. Para kazanır, para kaybederler. Evlenirler, boşanırlar. Küserler, barışırlar. Sevinirler, üzülürler. Yakınlaşır, uzaklaşırlar.
Kendi namıma, şahit olduğum böylesi bütün olayların içinde, ancak kendi hayatıma bakan bir tarafı varsa, benim için bir hikmet-ders-tecrübe boyutu taşıyorsa; benim en azından fikrî düzeyde bir dahlim olacak, istişarî anlamda bir yardımım olacaksa yahut bilfiil beni de ilgilendiriyorsa ve benim fiilî bir yardımım mümkünse ilgilenmeye çalışırım. Değilse, ötesini sormayı fazlalık görürüm. Elimden geldiğince böyle yapmaya çalışıyorsam, sebebi işte ilgili âyet, ilgili emr-i ilâhî ve ilgili hadistir.
(Yine bu sırdan, zaman zaman ‘Asr-ı Saadet’te gazetecilik sözkonusu olsa, nasıl olurdu?’ diye hayal ederim de, bugün bize ‘bilgi’ olsun diye sunulan nice ‘haber’in ya ‘tecessüs’ sınıfına, ya ‘faydasız bilgi’ sınıfına girdiği için yayınına müsaade edilmediği için birilerinin bas bas ‘sansür var’ diye bağırdığı sahneler canlanır zihnimde. Meselâ, Asr-ı Saadet’te magazin haberciliği? Böyle birşey düşünebiliyor musunuz?)
O halde aslolan, bize bilgi verilen konularda eğer yapabileceğimiz daha fazla birşey yoksa; bir yol gösterme, bir fiilî destek, bir hikmet talimi filan söz konusu değilse, bildiğimizden ötesine düşmemektir diye düşünüyorum.
Unutmayalım; çözümünde katkımızın olmayacağı bir konuda bilgi sahibi olmaya çalışmak, bizi sorunun bir parçası yapıyor yalnızca…
İçerdiği problemin daha fazla kişi tarafından bilinir hale geldiği evliliklerin ömrünün daha da kısalması, dostlukların ve iktisadî teşebbüslerin bir ‘problem’ taşıyor oldukları sağda-solda konuşulur halde geldikten sonra daha da büyük problemlere duçar hale gelmeleri boşuna değil.
O yüzden, bir bilginin peşine düşmeden önce sormamız gerek: Ne için bilmek istiyorum? Bir soruyu sormadan önce de sormamız gerek: Ne için cevabını arıyorum?
Metin KARABAŞOĞLU
Karakalem Net
http://www.karakalem.net/?article=3103
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
MUALLİMLERİMİZ NELERE DİKKAT ETMELİ?
İnsanları tenvir ederek cehaletten halas eden, onları atalet ve sefaletin karanlık gecelerinden
HÜRRİYET ADINA KAYBETTİKLERİMİZ
Dr. Alexis Carrel Her insan keyfine göre yaşamak ister. Bu insanın doğuştan gelen bir dileğid
ŞAFAĞIN IŞIĞINDAKİ SIR
“Annemin memnun bir eda ile: “Bu sabah kahvaltıdan önce ne yaptığımı dünyada tahmin edeme
UBEYDULLAH-I AFGÂNÎ İLE SEBÎLÜRREŞÂD İDÂREHÂNESI’NDE BİR MUHÂVERE
Ubeydullah-ı Afgānî” nâmında bir zât tarafından geçenlerde Kavm-i Cedîd ünvânıyla neş
MAÂRİF, DİN EĞİTİMİNİ EN İYİ ŞEKİLDE VERMELİDİR
İnanmak yaradılışın bir gereğidir. Din, aklın mâverâsında, zekânın fevkinde bir mürşi
MELİK FAYSAL’IN YAHUDİ KİSSİNGER'E VERDİĞİ TARİHİ CEVAP
Melik Faysal'ın en önemli gayelerinden birisi, Filistin meselesi ve Mescid-i Aksâ'nın hürriyeti
NESLİN EĞİTİMİNDE MAARİFE DÜŞEN VAZİFELER
Mânevîyatsız ilmin, beşeriyete felâh ve huzur yerine, şüphe, tereddüt, hatta ızdırap verdi
NASIL BİR MAARİF?
Yıllardır ilmî ve fikrî çalışmalarım arasında memleketimizin mânevî, ahlâkî, derûnî
GENÇLERİ HEDONİZM ÇILGINLIĞINA İTENLER
Diyorlar ki: Dünyaya bir kere gelinir. Sonun başlangıcı yoktur. Gülün, eğlenin, bir yıldır
HİCRET VE HAREKET
Hicret, tâ ezelden ebede, âlem-i vücubdan âlem-i imkâna, daire-i ilimden daire-i kudrete, tâ
ORUÇ, ORUÇ BOZMAK VESAİRE
Ramazan ayının hususiyeti oruç. Orucun hususiyeti de kendisine ait meseleler. Başında; tutan tu
- HEKİM VE FİLOZOF GÖZÜ İLE RAMAZAN
- HÜZÜNLÜ BİR HAYVANAT BAHÇESİ GEZİSİ
- YİRMİNCİ ASRIN BAŞINDA ANADOLUDA PAZARIN NAMUSU
- BİZ DE RAHATSIZIZ
- "BANA KUR’AN YETER!”
- MEALCİ KARDEŞLERİME KUR’AN’DAN MİSAFİRPERVERLİK DERSİ
- MEZHEPLERE TÂBİ OLMAYANLAR
- ‘KADİR GECESİ BİN AYDAN HAYIRLIDIR’ NE DEMEKTİR?
- İKİ PEYGAMBERİN DOĞUM GÜNLERİ
- “BİR ALLAHSIZA CEVAP”
- YEDİ YAŞIN ÖNEMİ
- DÜŞÜLEN MÜHİM BİR HATA
- YALANCININ MUMU
- BEN OLACAKTIM Kİİİİİ
- AĞIRLIĞINI DUYMAK
- SON ASIRDA TASAVVUFTA TECDİD YAPAN ÜÇ ŞAHSİYET
- KURBAN KESMEK KİMLERE VÂCİPTİR?
- KURBAN
- DİLİMİZE BİR ŞEY OLDU
- NERDE O ESKİ GÜNLER
- YALAN DOLAN SONRASI YAPILAN ASKERÎ DARBELER
- BAYRAMLA İLGİLİ SÜNNET VE ADABLAR
- BİR KOLERA SALGINI HATIRASI; NURİYE ABLA
- “GUSL-İ İÇTİMÂİ”
- İMANIN ÇİÇEĞİ RAMAZAN ORUCU
- EVLİYA
- BERAAT GECESİ İLE ALAKALI ÜÇ YANLIŞ MESELE
- ALLAH’IN AHLAKIYLA AHLAKLANANLAR
- ATEİST, DEİST ve BİLİME DİN GİBİ İNANANLARA SORULAR
Elbette onların etleri ve kanları Allah'a ulaşmayacaktır. Ancak O'na sizin takvanız erecektir. Onları bu şekilde sizin buyruğunuza verdi ki, size yolunu gösterdiğinden dolayı, Allah'ı tekbir ile yüceltesiniz.
Hac:37
GÜNÜN HADİSİ
"Kişi, dostunun dini üzeredir. Bu nedenle, kiminle dost olacağına dikkat etsin!"
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ebû Dâvud.
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...