ENVER GALİP CEYLAN HOCAEFENDİ İLE SON DEVİR ULEMAMIZ ÇERÇEVESİNDE-1

Kıymetli ziyaretçilerimiz, yeni bir mülakatımızı daha hizmetinize sunuyoruz. Son devrin canlı şahitlerinden Hafız Enver Galip Ceylan Hocaefendi, hatıralarını bizimle paylaştı. Hocamız, son devir Osmanlı Ulemasının birçoğu ile görüşmüş, yakın ta


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2010-05-01 02:51:42

Kıymetli ziyaretçilerimiz, yeni bir mülakatımızı daha hizmetinize sunuyoruz. Son devrin canlı şahitlerinden Hafız Enver Galip Ceylan Hocaefendi, hatıralarını bizimle paylaştı. Hocamız, son devir Osmanlı ulemasının birçoğu ile görüşmüş, yakın tarihin birçok hadisesini onlardan öğrenmiş bir şahsiyet.

Birkaç gün devam eden bu hatıra çekimleri sayesinde sanki birkaç cilt kitap okumuş gibi olduk ve merhum Necip Fazıl’ın “İnanmıyorum bana öğretilen tarihe” mısralarını bir kere daha tekrarladık. Tabii, zülf-i yâre dokunacak olan hatıraları, bu ülkeye gerçekten fikir özgürlüğünün geleceği günlere sakladık. Maalesef onları sizinle paylaşamayacağız.

Bu hatıralarda son devir âlimlerimizden birçok güzellikler bulacağınız gibi, bir neslin dramına da satır aralarında şahit olacaksınız.

Bu arada şunu da -hocamızın istirhamıyla- belirtelim. Röportajlarda yapılması gereken önemli bir husus, mülakatın yazıya geçirilmesinden sonra mülakat sahibine arz edilip, onayı alındıktan sonra yayınlanmasıdır. Çünkü hasbelkader birçok yanlış yazımlar olabilir ve oluyor.

Mesela Yeni Asya Gazetesinden Faruk Çakır beyefendi, 2007 senesinde hocamızla bir mülakat yapmış. Ama tashih ettirmediğinden, içinde birçok bilgi hatası bulunmuş ve bu da haliyle hocamızı üzmüş. İnşallah o zat da bu röportajı görür ve hatalarını düzeltmeye vesile olur.

Sedat Düztepe kardeşimle evinde ziyaret ettiğimiz Hocaefendiye bir kere daha teşekkürlerimizi sunuyoruz. İstifade etmeniz dileklerimle. Salih Okur/cevaplar.org

Enver Galip Ceylan Hocaefendi Kimdir?

1925 senesinde Ordu’nun Perşembe kazasında dünyaya geldi. Merhum babası Dursun Ali Ceylan’ın gayreti ile pek küçük yaşta, Oturoğlu Durmuş Çavuş isminde bir köy hocasından Kur’an okumayı öğrendi. Babası onu Hafız yapmak istiyordu. Fakat o tarihlerde medreseler kapanmış, mekteplerden din dersi kaldırılmış, Kur'an öğrenmek yasaklanmıştı. 

Daha sonra, babasının hala torunu olan, kasabanın eski cami imam hatibi Göbüloğlu Hafız Cemal Güler Hocadan hususi ders alarak, 1937’de hıfzını ikmal etti. Bu arada, hocasının oğlu Sami Güler’den eski Türkçe okuma yazmayı öğrendi. İlk tahsilini memleketinde yaptı.

Vatani vazifesini yaptıktan sonra, 1948'de İstanbul’a geldi. Nur-u Osmaniye Kur’an kursunda Hafız Hasan Akkuş Hocaefendiden Talim, Tashih-i Huruf dersine başladı. Kur’an talimine devam ederken, müezzinlik imtihanına girdi ve 1949 senesinde Nur-u Osmaniye Camiine altıncı müezzin olarak tayin edildi. O zaman caminin iki imamı, altı müezzini vardı. 

1949-51 yıllarında, Vefa Molla Hüsrev Camii imam hatibi ve Fatih vaizi Salih Şeref Hocadan Arapça Sarf- Nahiv, Fıkıh, Tefsir ve Hadis dersleri aldı.

Bu sırada, Sultanahmet Camii imam hatibi olan ve Nur-u Osmaniye medresesinde dini musiki dersi veren Hafız Sadettin Kaynak hocanın derslerine devam etti.

İzinli günlerinde, o zaman vaiz olan eski İstanbul müftüsü olan eski İstanbul müftüsü Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı'dan Osmanlı Türkçesi gramerini(dil bilgisini) öğrendi ve hocanın sohbetlerine devam etti.

1951’de meraklı birkaç arkadaşıyla birlikte Mısır El Ezher Fakültesi mezunu Konyalı Mustafa Runyun hocadan Arapça Mükâleme, yani Arapça okuyup konuşma dersleri aldı.

1.3. 1951’de istek üzerine, hocasının da rızasını alarak, yeni yapılmış olan ve dernekle idare edilen Şişli Camii müezzinliğine geçti. Caminin imamı Hafız Cevdet Soydanses hocadan Mevlit, Kaside gibi manzum metinleri okuma usulünü öğrendi.

28. 12. 1955’de İstanbul müftülüğünde açılan imamlık müsabaka imtihanına girdi ve birinci oldu. Münhal kalan Nur-u Osmaniye Camii ikinci imam hatipliğine tayin edildi. 1.1.1956’da vazifeye başladı.

Hocası Hasan Akkuş'un isteği üzerine 1.7. 1956’da Diyanet İşlerinde imtihanlara girdi veek vazife olarak Nur-u Osmaniye Camii Kur’an Kursu ikinci öğreticiliğine tayin edildi. Bu vazifede beş sene bulundu. Daha sonra fahri olarak bu görevini sürdürdü.

Bu arada okul dışından imtihanlara girerek, Fatih Gelenbevi ortaokulunu bitirdi ve İstanbul İmam Hatip Lisesinden mezun oldu. İmtihanlara hazırlanırken Edebiyat muallimlerinden Mahir İz Hocadan edebiyat ve hitabet dersleri, Yaman Dede ismiyle meşhur Abdülkadir beyden de Türkçe dilbilgisi ve Aruz vezni dersi aldı.

Ayrıca eski imam hatip okulu öğretmenlerinden Gönenli Mahmud Bayram Hoca’dan Arapça Sarf Nahiv dersleri aldı. Otuz üç küsur sene Nur-u Osmaniye Camiinde imam hatiplik vazifesi yaptıktan sonra, 1989 senesinde emekliye ayrıldı. Evli olup, üç evlat sahibidir.

Kur’an Lisanı Elifbası, Kırk Derste Osmanlı Türkçesi ve Yeni Furkan Tecvidi isimli eserleri vardır.

Hocamıza ilk sorumuz, Bediüzzaman hazretlerinin 1900'lerin başında, Van'da yetiştirdiği talebelerinden, Sultanahmed Camii imam hatiblerinden, Abdülhakim Arvasi hazretlerinin de öz yeğeni olan Seyyid Şefik Arvasi merhum hakkında oluyor. Şöyle cevap veriyor hocamız:

-Üstad Bediüzzaman’ın talebelerinden olduğunu biliyorum. Bu zat çok mütevazı, nurlu bir zattı. Peygamber Efendimizin soyundan geliyordu. Hareketleri fevkalade edep dairesinde idi. Çok nazikti. Çok da âlimdi. Meselâ ben İstanbul müftülüğünde imtihanlara girdim. Müezzinlik, imamlık imtihanlarında-Sultanahmet Camiinde uzun zaman imamlık yapmıştı-hep onu çağırırlardı.

İstanbul müftülüğünde birçok şeyi ondan sorarlardı. Onunla istişare ederlerdi. İstanbul müftüsü Ömer Nasuhi Efendi ona çok hürmet ederdi. Türkçeyi Şark şivesi ile konuşurdu. Ehl-i takva, çok mütevazı ve büyük bir âlimdi.

Sultanahmed Camii müezzinlerinden, şimdi isimlerini hatırlayamadığım iki arkadaş bana şunu anlatmışlardı; Şefik Efendi hastalanmış. Bu iki arkadaş onu ziyarete gitmişler. Hoca ayağa kalkmak istemiş, "hocam yorulma" filan demişler.

Sohbet sırasında Şefik Efendi merhum gülümseyerek "çocuklar" demiş, "bilinmez ama, Allahu âlem bu son görüşmemiz. Filan gün belki yolculuğa çıkabiliriz."

Bizimkiler -gençlik ya-sözde hocayı deniyorlar. "O dediği gün bakalım hoca ne yapıyor?" diye evine gitmişler. Bakmışlar ki evde ağlama sesleri geliyor. Merhumun bu kerameti karşısında çok mahcup olmuşlar, tevbe etmişler. 

Bunu bana ağlayarak anlattılar ve "bizler ne kadar ham kafalı insanlarmışız" dediler. 

-Ömer Nasuhi Bilmen Efendi hakkında neler diyeceksiniz efendim?

Ömer Nasuhi Bilmen’in Hukuk-u İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu adlı eseri Avrupa Şarkiyat ve Hukuk fakültelerinde okutuluyormuş. Böyle beynelmilel bir İslam âlimi..

O da çok mütevaziydi. Mesela müftülüğe bir evrak imzalatmaya gitsek, bizi güler yüzle karşılar, ayakta durdurmaz, “hoş geldiniz” der, halimizi hatırımızı sormadan evrakı imzalamazdı. Erzurum şivesiyle konuşurdu, şivesini hiç değiştirmemişti. Hasan Akkuş hocamızı çok severdi. Hasan Akkuş, Cumhuriyetin ilk yıllarında, daha hiç Kur’an Kursu vesaire yokken, vesika alıp da, hiç kimseden bir ücret beklemeden Kur’an okutmuş, hafız yetiştirmiştir. Bundan dolayı Ömer Nasuhi Efendi onu çok takdir ederdi. Müftülüğe her gidişimizde onu sorar, “Hesen Efendi ne yapıyor?” derdi.

Ömer Nasuhi Efendi çok mübarek, nurani bir insandı. Bediüzzaman hazretleri 1952’de İstanbul’a geldiğinde kendisini ziyaret ettiğini merhum Alasonyalı Hacı Cemal Öğüt Efendi hocamızdan dinlemiştim.

Talebelerine de şöyle dermiş; “Bu memleketin(İstanbul) en büyük âlimi, aynı zaman da resmî bir sıfatı olan İstanbul müftüsü Ömer Nasuhi Efendi’dir.” Yine "İlmihal olarak onun ilmihalini okuyun. O en doğrudur" demiş Bediüzzaman

-Hocam o ziyaretten bahsedebilir misiniz?

- O zamanlar bayramın ikinci günü Süleymaniye’de vilayet müftülüğünde vaizler, kaza müftüleri toplanır, bayramlaşırlarmış. Bir bayram tebrikleşmesi sırasında “Bediüzzaman geliyor” diye bir haber gelmiş. Ömer Nasuhi Efendi kendisini ayakta karşılamış, kucaklaşmış, bayramlaşmışlar. Tabii devir Demokrat Parti dönemi..

Cemal Öğüt Hoca anlattığı bir meseleyi süsleyerek, çok canlı tasvirlerle, gayet güzel anlatırdı. O ziyareti anlatırken “Mübarek geldi, Ömer Nasuhi Efendi’ye dedi ki; “Hocaefendi, artık çekinme zamanı geçti. Korkma, sana bundan sonra bir şey de yapamazlar. Gerçekleri, hakikatleri söyle” deyince Ömer Nasuhi Efendi, mütevazı bir şekilde, kısık bir sesle “peki efendim” dedi” demişti.

Hacı Cemal Efendi o hâli tasvir ederken, Üstad için “Adam sanki karlı bir dağ gibi gürledi. Kahraman adam, hiç korkmamış ki hayatında” derdi.

-Hocam, bu vesileyle Alasonyalı Hacı Cemal Efendi hakkında da bir şeyler dinlesek..

- Hocaefendiyi sevmeyen kimse yoktu. Ben o zatın hiçbir kimsenin arkasından konuştuğunu görmedim.

Ben kendisini ilk gördüğümde –Allah beni affetsin- “Bu adam niye hoca olmuş da artist olmamış” dedim. Milleti camide gülmekten kırıp geçiriyordu. Bir tanesini anlatayım; İçkiden bahsediyor..Kur’an-ı Kerim’den konu ile ilgili ayetleri ciddi ciddi okudu. Cemaatten biri “böyle şeyleri devamlı dinliyoruz” kabilinden ayakkabılarını eline aldı, gidiyordu.

O sırada Hacı Cemal Efendi “Muhterem cemaat, arkadaşlar, size bir sır vereceğim” dedi. Cemaat birden dikkat kesildi, o ayakkabılarını eline alan adam da ayakkabılarını bıraktı, merakla dinlemeye koyuldu. Hocaefendi; “Söz aramızda, Hacı Cemal de ara sıra kafayı çeker” deyiverdi.

İçkinin fenalığından bahsedeceği yerde birdenbire böyle bir şey deyince, cemaat de şaşırdı. Hacı Cemal Efendi “Yahu ne diye öyle sert sert bakıyorsunuz? Ben bu zamana kadar size kötü bir şey anlattım mı? Dinleyin, sabredin” dedi.

Cemaatin şaşkınlığı devam ediyordu. Hocaefendi; “Kafayı çeker ama neyle çeker? Hacı Cemal aklını peynir ekmekle mi yemiş ki, öyle kendisini delirtecek şeyi içsin. O limonata içer, ayran içer, Allah’ın helal kıldığı içecekleri içer. Müslüman işte böyle akıllı olur. Allah’ın yasak ettiği haramı içer de delirir mi?” dedi.

Böyle halk diliyle konuşmaları vardı..

Meselâ bir Ramazan günü vaaz ediyor. Diyor ki; ” Bizim hanım kedilere meraklı. Geçenlerde çarşıya çıkarken bana dedi ki “Şu kedilere biraz ciğer al.” Ben de birden parladım. “Almam” dedim. “Efendi, niye almıyorsun? Bu hayvancıkların ne günahı var” dedi. “Namaz kılmazlar, oruç tutmazlar. Ramazan günü onları mı doyuracağım” dedim. Hanım bana dedi ki “Efendi, oruç senin başına mı vurdu?” “Niye başıma vursun?” diyecek oldum. “Yahu onlar hayvan. Hayvan oruç tutar mı, namaz kılar mı hocaefendi” demesin mi? “Aaa” dedim kendi kendime “hanım doğru söylüyor. Hayvanlar namaz kılmaz, hayvanlar oruç tutmaz, hayvanlar nikâh diye bir şey tanımaz.” Tabii o böyle anlattıkça cemaat bir yandan gülüyor, bir yandan hissesini alıyor..

Meselâ Şişli’de vaaz ediyor, Diyor ki “Bizim gençliğimizde, gelinler kayınvalidelerine “hanımanne” onlar da onlara “hanım kızım” derlerdi. Geçen gün, hava almak için Beşiktaş’ta evin balkonuna çıktım. Bir de baktım, gelin kaynana kavga ediyorlar. Kaynanası geline “sokak süpürgesi” diyor, o da ona “cadı” diyor. Ben böyle bir şey görmedim. İslam ailesinde böyle bir şey olur mu?”

Tabii bu bizim Beşiktaş’taki durum. Şişli kibar yer, burada öyle bir şey olmaz” diyor. Kadınlar da bir tarafta dinliyor ya, hocaefendi erkekler tarafına dönüyor; “Olur mu olmaz mı eve git de, gümbürtüyü seyreyle” diyor.

Böyle bir adam yani..Hangi mecliste bulunursa hep o konuşur. Mesela Ömer Nasuhi Efendi filan olsalar, hemen ona “Sen konuş, sen tatlı konuşuyorsun” derler, onu konuştururlardı.

Geçmişteki bir hadiseyi öyle güzel anlatırdı ki..Aynı zaman da güldürdüğü gibi ağlattırırdı. Mesela bir bayram vaazında Peygamber Efendimizin bir yetim çocuğa karşı yaptığı bir hareketi öyle bir tasvir etti ki, bütün cemaat hıçkıra hıçkıra ağladı. Böyle mübarek bir adamdı. Kabiliyet işte..

Fakat bu laubali gibi görünen adam, o kadar meclisinde bulundum, bir tek kimse aleyhinde en ufak bir kelime dahi etmedi. Kendisi bir adamı medh eder, mat etmezdi. Böyle faziletli bir insandı.

Yalnız, laf atar. Meselâ bir mecliste, hocaların içinde paraya düşkün birileri varsa, bir fıkra bulur, mesela bir mollanın Ramazan’da gittiği bir köyde yaptığı kabalığı güldürerek anlatır, bir yandan da o hocaları üslubunca ikaz eder, hatalarını hatırlatırdı..

Yaman bir adamdı, bildiğin gibi değil. Herkes tarafından çok sevilirdi..

-O zamanların meşhur vaizlerinden Urfalı Mahmud Kamil Efendi var, onu da sizden dinleyebilir miyiz?

-Urfalı Mahmud Kamil Efendi’nin şivesi Bediüzzaman Hazretlerine benzerdi. Çok iyi bir hatipti. Kürsüye bir çıkar, elinde not falan olmadan çok akıcı bir şekilde konuşur, vaazın sonunu Resulullah aşkıyla bitirirdi. Avukattı aynı zamanda.

Kendisi eski dersiamlardan olduğu için, diğer dersiamlar gibi, medreseler lağv olduğunda, Ramazanlarda vaazu nasihatta bulunmaları şartıyla kendisine bir maaş bağlanmıştı. Ramazanlarda müftülükler onları çağırırlardı. Mahmud Kamil Efendi, Beyazıt Camiinde vaaz ederdi. Çok kalabalık cemaat toplanırdı. Vaazlarında bütün milleti ağlatırdı. Mücahid bir zattı aslında… Vaazlarında zamanın ehl-i küfrüne vururdu. Kaç defa karakollara götürülmüş, sürgünlere gitmiştir.

Bize anlattığı bir hatırasını sizinle paylaşayım. Bir vaazının sonunda ifade vermek üzere Sirkeci’deki birinci şubeye giden hocaefendi, ifadesini alacak olan Emniyet amirine diyor ki; “Beyefendi, sizinle hususi bir şey konuşmak istiyorum.” “Buyrun” diyor, memur.

Mahmud Kamil Efendi: “Siz kaç senedir buradasınız?” diye sorunca, “Yirmi sene” diyor adam. Hocaefendi “Yirmi senedir buraya hiç Hıristiyan papazlarından veya Yahudi hahamlarından kimse gelmiş midir? Malum ya, onlar da cemaatlerine vaaz ediyorlar” diyor.

-Yok gelmedi diyor adam.

-Niye gelmediler acaba? Bunlar Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin terakki ve tealisi hakkında hep dua mı ederler? Hiç aleyhte bir şeyler konuşmazlar mı? deyince, “Bilmem” diyor adam.

“Çünkü” diyor hoca, “bizim camilerimizde bizi sivil polisler takip eder. Ama onları takip etmek sıkar değil mi? Avrupa ne der? Peki, bizim ne günahımız var? Biz bu millete siz bu hükümete karşı gelin mi diyoruz? İsyan edin mi diyoruz? Hırsızlık edin mi diyoruz? Uğursuzluk yapın mı diyoruz? Ne diyoruz? Allah yoluna gidin diyoruz. İbadet edin diyoruz. Arasıra da zülf-i yâre dokunacak birkaç kelime etmişsek o da hoş görülemez mi?”

Bu sözler üzerine taş kesilen emniyet amiri daktiloda hazır beklettiği kâğıdı cart diye yırtmış ve “hocam” demiş, “ bu sözler karşısında, benim sizin ifadenizi almaya takatim kalmadı. Bütün mesuliyeti üzerime alıyorum, sizin ifadenizi almıyorum. Buyurun serbestsiniz.”

Mahmud Kamil Efendi bunu bize anlatırken “Adamın imanı varmış da, mangaldaki küller ateşi kapatır ya, onun da imanının üzeri öyle örtülmüştü. Benim sözlerim o külü çekivermiş. İman birden parlayınca o kâğıdı filan çekip yırttı” demişti.

Aleyhinde konuşanlar da olurdu. Bu vesile ile bir şey anlatayım; Hacı Cemal Öğüt hoca sık sık Hicaz’a giderdi. Bir dönüşünde şunları söylemişti; “Orada Urfalı Mahmud Kamil Hocayı gördüm, çok gıbta ettim. Şöyleymiş böyleymiş derler. O Rasulullah’ın ravzasında öyle bir ağlıyor, öyle gözyaşı döküyordu ki, yağmur gibi gözlerinden yaşlar geliyordu, âşık adam böyle olur.”

-Ahmed Hamdi Akseki hakkında neler dersiniz hocam?

-Aksekili Ahmet Hamdi Efendi âlim bir adamdı. Kendisi Diyanet İşleri Reisi olmadan evvel de Diyanette ilim heyetinin başındaydı. İlk Diyanet işleri reisi Rıfat Börekçi hoca Ankara müftüsüymüş. Milli Mücadelede çalıştığı için, reis-i cumhur onu Diyanet işleri reisi yapmış.

Hamdi Efendi hakkında Üstadın güzel bir sözü var; “Muhterem Ahmed Hamdi Efendi Hazretleri!

Bir hâdise-i ruhiyemi size beyan ediyorum: Çok zaman evvel zâtınız ve sizin mesleğinizdeki hocaların zarurete binaen ruhsata tâbi' ve azimet-i şer'iyeyi bırakan fikirler, benim fikrime muvafık gelmiyordu. Ben hem onlara, hem sana hiddet ederdim. "Neden azimeti terk edip ruhsata tâbi' oluyorlar?" diye Risale-i Nur'u doğrudan doğruya sizlere göndermezdim. Fakat üç-dört sene evvel yine şiddetli, kalbime sizi tenkidkârane bir teessüf geldi. Birden ihtar edildi ki:

"Bu senin eski medrese arkadaşların olan başta Ahmed Hamdi gibi zâtlar, dehşetli ve şiddetli bir tahribata karşı "ehven-üş şer" düsturuyla mümkün olduğu kadar bir derece bir kısım vazife-i ilmiyeyi, mukaddesatın muhafazasına sarf edip, tehlikeyi dörtten bire indirmeleri, onların mecburiyetle bazı noksanlarına ve kusurlarına inşâallah keffaret olur" diye kalbime şiddetli ihtar edildi. Ben dahi sizleri ve sizin gibilerini, o vakitten beri yine eski medrese kardeşlerim ve ders arkadaşlarım diye hakikî uhuvvet nazarıyla bakmağa başladım.”

Ahmed Hamdi Efendiye “Hocam, birçok dinsiz imansız adamlar var, çok şeyler görüyoruz. Sen bunlara nasıl sabrediyorsun? Sen bir âlimsin. Kitaplarının geliri sana yeter” demişler.

 “Biz burada fayda için, kötü niyetli insanlar gelmesin diye duruyoruz” demiş. Nitekim gelmiş. Kambur Şerafettin diye bir adamı İnönü diyanet işleri reisi yaptı.

-Şerafeddin Yaltkaya değil mi hocam?

-Evet..O da Edebiyat Fakültesinde ordinaryüs Profesör. Onu ibadetlerde Türkçe Kur’an okuma girişiminden vazgeçirmek için rahmetli Aksekili neler çekmiş.. Büyüklerimizden öyle duyduk.

-Devam edecek-

Fotoğraflar

1- Enver Galip Ceylan Hocaefendi

2-Seyyid Şefik Arvasi hazretleri

3-Ömer Nasuhi Bilmen Efendi

4-Hacı Cemal Öğüt Efendi

5-Ahmed Hamdi Akseki Efendi, Hacı Cemal Öğüt Efendi ve Urfalı Mahmud Kamil Efendiler beraber

6- Ahmed Hamdi Akseki

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

yasin arafat deniz, 2012-02-28 14:05:56

allah razı olsun enver hocadan cok muhterem bi insan allah hayırlı uzun ömürler versin röportaj ları bekliyoruz

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

İsmail Doğan, 2010-08-29 06:24:13

Konudan bir parça yazarak sorumu sorayım, Hayvanlar namaz kılmaz, hayvanlar oruç tutmaz, hayvanlar nikâh diye bir şey tanımaz.” Tabii o böyle anlattıkça cemaat bir yandan gülüyor, bir yandan hissesini alıyor.. bir başka aktarımdada dışarda başı açık gezenleri oruç tutmayan namaz kılmayanları görünce bu hikaye ile gönderme yaptığını okudum,hayvanlar örtünmez demiş,bir başkasındada şikayetçi olduğu komşusu için aynı hikayeyi anlatmış sonunda hayvanlar komşu hakkı bilmez diye eklemiş ve hepside aynı kedili hikaye . Herne olursa olsun dolaylı bir şekilde hayvan benzetmesi yapmak doğrumudur.Tesettürlü olmayıp namaz kılan oruç tutanlar var,tesettürlü olup namaz kılmayanlar var.Zahire bakıpda bu benzetme adilane olmuşmu sizce.Kul hakkı olmazmı?Kim ibadeti ile cenneti kazanacakki ? Önemli olan imandır inkar etmemek dir bu farzları.Günah işeyebilirler ama bu onlara hayvan benzetmesi ile gönderme yapmayı gerektirirmiki?Nice alimler son nefesde imansız gittiler diye kıssalarda okuyoruz.Hocamız bunları düşünmüştür elbet diyelim de bugün bu hikayeler insanların dilinde hakaret etmek için kullanılıyor bunu öngörmek iyi olmazmıydı? Cemaatte gülenler kendi akibetlerinden eminmiydiler ki gülmüşler sorusu geldi aklımıza. saygılarımla

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Ahmet Karahan, 2010-05-06 11:50:43

Allah içimizdeki güzel insanları tez almasın.Onlar varistirler.Bizlere düşen de onları erken tanımak ve feyz almaktır.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Sedat Düztepe, 2010-05-05 03:22:48

Bereketli yaşıyoruz.Büyük kıtmetler saklı, kadir bilen dostlardan ricamız etraflarında tanıdıkları, son devre şahit olmuş, ilmi muhitlerden haberdar, davasının derdini çekmiş kimselerin hatıralarını kaydetmeleri.Böylelikle tarihin karadeliklerine ışık tutmak için bir gayretimiz olmuş olur.Bu mühim hatırayı kaydeden ağabeyimize teşekkürler. Allah hocamıza uzun ömürler bahşetsin.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

murat akbulut, 2010-05-04 11:57:55

Allah razı olsun.Çok faydalandım.Daha nice güzel röportaj yapmanız duasıyla...

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

ali said, 2010-05-03 01:58:00

Yazıyı okudum. Çok enteresan bilgileri içeriyor. Farklı bir bakış açısı kazandırıyor insana. Okurlardan istirhamımız,"bu yazı tez okuna" olacak. Ali Said-Konya/2010.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

Ey iman eden kullarım! Şüphesiz benim arzım geniştir. O halde (nerede güven içinde olacaksanız orada) yalnız bana kulluk edin.

Ankebut, 56

GÜNÜN HADİSİ

"Kim bir oruçluya iftar verirse, oruçlunun sevabından hiçbir şey eksilmeksizin, oruçlunun sevabı gibi sevap alır."

Tirmizî.

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI