ENVER GALİP CEYLAN HOCAEFENDİ İLE SON DEVİR ULEMAMIZ ÇERÇEVESİNDE-2
Hocam, Bekir Hâki Efendi’yi soracaktım.. -Bekir Haki Efendi hitabeti fazla olmayan, fakat hadis üzerine Türkiye’de ileri gelen hocalardan. O Kafkasya taraflarından, sanırım Karapapak Türklerindendi. Kendi memleketinin şivesiyle kon
-Hocam, Bekir Hâki Efendi’yi soracaktım..
-Bekir Hâki Efendi hitabeti fazla olmayan, fakat hadis üzerine Türkiye’de ileri gelen hocalardan. O Kafkasya taraflarından, sanırım Karapapak Türklerindendi. Kendi memleketinin şivesiyle konuşurdu. “Gözel kardaşım” diye hitap ederdi.
O da çok fazla mütevazıydi. Üstü başını görsen, köyden gelmiş Mehmed ağa zannedersin. Şapka giyilecek diye baskı da yapmışlar ya, foterin en kötüsü hangisiyse başında da o. Kalender bir adam, ama âlim bir adam ve haddini bilen bir adamdı.
Hatta, sonradan Profesör olan bir talebesi anlatmıştı. Diyor ki “Ders okurken hoca bir ibareye uygun olmayan bir mana verdi. “Hocam burası şöyle olmalı değil mi?” dedim. Ben böyle deyince, Hocaefendi kalkıp alnımdan öptü ve “oğlum, ben kırk senedir burayı böyle biliyordum. Allah senden razı olsun” dedi.
Tevazuya bakın efendim..Bunlar böyle insanlardı..Osmanlı devrinde yetişmiş insanlarda ekseriyetle bambaşka bir terbiye, bir edep vardı..
-Hasan Basri Çantay hocayı gördünüz mü hocam?
-Evet gördüm. Onun Mehmed Akif’le alakalı bir konuşmada söylediği bir ifadeyi sizle paylaşayım. Mehmed Akif’i kimler sevmez diye sormuş ve yine kendisi şöyle cevaplamıştı; “Din-i İslam’ın inceliklerini bilmeyen kaba sofular sevmez. Bir de İslamiyet’le alakası olmayan dinsiz donsuz adamlar sevmezler.”
-Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı merhumun hocalarınızdan olduğunuzu biliyoruz efendim..
-Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı’dan ben Osmanlı Türkçesi dersi aldım. Çok sohbetlerinde bulundum. İyi bir hatipti, iyi bir edipti. Bekir Hâki Efendilerden falan daha gençti. Kendisi aslen Rumeliliydi..
Abdurrahman Şeref hoca, İstanbul’a geldiğinde o zaman şimdiki imam hatipler gibi, modern bilgilerin de okutulduğu Dar-ul Hilafe medreseleri varmış. Orada çok iyi hocalardan ders almış. Mesela İskilipli Atıf Hoca, merhum Tahir Mevlevi filan onların hocalarıymış..
Hoca, imanı çok kuvvetli bir insandı. O da şakacıydı, hoş sohbetti. Hacı Cemal Efendi’nin başka bir türlüsüydü. Ama vaazlarında ciddiydi.
-Atıf Efendi’den hiç bahsetmiş miydi hocam?
- O zaman yeri geldi, bir hatıramı anlatayım..
-Buyurun efendim..
- Abdurrahman Şeref Efendi yaşlılığında bir ara İstanbul müftisi oldu. Bir ara vaizlik yaptı. Daha önce kütüphane memuru ve aynı zamanda imamdı. O zaman ben kendisinden “Mükemmel Kavaid-i Osmaniye” adlı eseri okuyor, Osmanlı grameri dersleri alıyordum. Eski yazıyı memlekette öğrenmiştim de, kendisinden imlâ hususunda çok şeyler öğrendim..
Ben Nur-u Osmaniye camiinde imam iken, Abdurrahman Şeref hocamız müftülük murakıbı idi. Camimizi kontrole gelmişti. O günlerde cami cemaatinden yaşlı bir zat vardı. Onun bir damadı vardı. Emekli hâkimmiş. Abdurrahman Şeref hocamın ders arkadaşıymış. O da cemaate geliyor. Camide karşılaştılar. Tabii iki eski arkadaş.. Sevinçle kucaklaştılar. Hal hatır faslından sonra eski günlere ait hatıralara geçtiler. Mesele Atıf Efendiye geldi. Adam birdenbire sertleşti; “Atıf hoca o meselede haksızdı. İdamı hak etti" filan dedi.
O yumuşak, halim selim Abdurrahman Şeref Hocayı sen bir gör! Bir kükredi; “Sen ne konuşuyorsun be” diye haykırdı. “Sana o medreselerin çorbaları, yemekleri haram olsun! Sen ne nankör bir adamsın! O bizim hocamızdı.. Nasıl haksız olurmuş yahu! Adam bir eser yazmış, Eser de şapka inkılâbından evvel yazılmış. Haksız bir surette idam edilmiştir!”
Ben içimden-adam hukukçu ya- “eyvah” diyorum, ya bu adam, bizi şahit tutar da hocayı içeri attırırsa.” Hocaya bir şeyler söylemek istiyoruz, söyleyemiyoruz. Adamı dövmekten beter etti.
Adam kekeleyerek “benim kanaatime göre” demeye çalıştı. Hocaefendi aynı sertlikle “senin kanaatine.. manaatıne” diye söylenmeye başladı. Biraz daha ileri gitse, adamı dövecek yani..
“Sen bir hocaya nasıl böyle dersin? Şehid oldu o, şehid” diye bir çıkıştı, aman ya Rabbi! Biz müezzin arkadaşla birbirimize bakıyoruz.
Neyse adam gitti. “Hocam sizin için korktuk” diyecek olduk, “Bir halt edemez, Allah bizi korur. Bu herife bundan sonra yüz vermeyin. Bir de namaza geliyor, yazık” dedi.
Beraber medresede okumuşlar. Medreseler lağv olunca hocamız İlahiyata gitmiş, o arkadaşı da hukuk fakültesine kaydolmuş. O zaman onların okuduğu medreseler lise ayarında. Şeyhülislam Hayri Efendi’nin ve İttihatçıların eski medreseleri ıslah(ıslah-ı medaris) gayretleri ile oluşan medreseler bunlar..
-Hocam o sırada bir de Fatih’te meşhur Hüsrev hoca var. Onunla da tanışır mıydınız?
-Hüsrev hoca benim hocamın hocası. Salih Şeref hocamın hocası..Aynı zamanda meşhur Yaşar Tunagür’ün de hocası.
Hocaefendi’ye “Arnavut hoca” derlerdi. Rumeli’dendi kendisi, İstanbul medreselerinde okumuş, icazet almış. Fatih dersiamlarındandı.
Merhum hocamız, bir ara inkılâplar sırasında Türkiye’nin durumuna üzülerek bir yolunu bulmuş, Hicaz’a gitmiş. Sonra manevi bir işaretle, vazifeli olduğu, buraya geri gelmesi gösterilince dönmüş, gelmiş..
Talebe okutma gayesi ile şehir dışında bahçeli bir ev almış. Sabah namazından sonra, herkesin gaflette olduğu sırada Arapça okutmuş. Bizim hocalarımızdan Salih Şeref ve Mahmud Bayram Efendiler(her ikisinde de Arapça okudum) bu derslere devam edenlerden. İkisi de hafızlığı memleketlerinde(Gönen) tamamlamışlar. O sırada medreseler lağv olmuş. Gönenli Mehmed Efendi bunlara “İstanbul’da vazife bulunur. Gelin, hem okur, hem vazife yaparsınız” demiş, İstanbul’a getirmiş..
İstanbul o zaman daha gayretli idi. Meselâ bizim memlekette bayram namazı tekbirleri “Tanrı Uludur” diye alınırdı. Baktım, bura camilerinde Allahu Ekber diye alınıyor. Ben Salih Şeref Hocamın vazifeli olduğu camiye akşam namazlarında ders okumaya giderdim. Hocanın cemaati arasından bazıları, hemen müezzin minareden inmeden, Allahu Ekber diye tekbir getirirdi. Ufak yerlerde bunu yapmanın imkânı yoktu.
Hüsrev Efendi, tefsir, fıkıh derslerini camide vaaz eder gibi yapardı. Kitaptan takip edilirdi. Eski dersiamların camilerde vaaz etme hakkı vardı. Soran olursa, bunu ifade eder “ben maaşımı helal ettirmek için vaaz ediyorum” der, böyle idare ederdi. Çok fedakardı..
Hüsrev hoca hoş sohbet bir zattı. Talebeleri değişik memleketlerden olduğundan “Arnavutlar böyle, Türkler böyle, Çerkezler böyle, Boşnaklar şöyle” diye takılır, onları güldürürdü. Eskiden böyle kavmiyetçilik gütme yoktu. Yani Müslüman müslümandır..
Sırası gelmişken, size bir Boşnak hikâyesi anlatayım. Bir Boşnak, Tito dönemi baskılarından dolayı oraları terk ederek İstanbul’a geliyor. Orada otelciymiş, Geliyor burada Aksaray’da bir otel açıyor. Mütedeyyin bir adam.
Otelin açılışına arkadaşlarını davet ediyor. Gelenler bakıyorlar ki, otelin bir salonu baştanbaşa Osmanlı padişahlarının resimleri ile dolu. Buna takılmışlar “Bunlar kim?” Adam “onlar benim ecdadım” demiş. “Yahu” demişler “sen doğru dürüst Türkçe konuşamıyorsun. Bunlar nasıl senin ecdadın olur. Bunlar Türk.”
Adamın gözü dolu dolu olmuş. Demiş ki “Siz ne konuşursunuz be ya? O mübarek adamlar olmasaydı ben şimdi gâvurdum. Bana Müslümanlığı getiren bu insanlardır” diye ağlamış. Sonra “Ben Osmanlıyım kardeşim, Osmanlı..Onlar benim ecdadım, siz kabul etmeseniz de” demiş..
-Hocam, sohbetimizin başında ismi geçen merhum Hasan Akkuş Hocaefendiden biraz bahsedebilir miyiz?
-Hasan Akkuş hocamın doğum yeri Ankara Kızılcahamam’dır. Doğum tarihi 1311’dir.(M: 1885) Kendisi öyle söylerdi. Küçük yaşta İstanbul’a gelmiş.(1889) Babası Sirkeci’de küçük bir camide müezzinlik yaparken kendisi de hafızlığa verilmiş. Hoca, hafızlığı bitirmiş ama çok kuvvetli bir hafız olmuş. Bütün Kur’an’ı bizim Fatiha’yı bildiğimiz gibi bilirdi.
Mesela Ramazan’da mukabele okuyor değil mi. Camiye giderken ayakta kendi kendine okur, dönüşte yine okur, kısa sürede hatmederdi. Azdır öyle insan..
Hocanın anlattığına göre, Darü’l Hilafeti’l Aliyye medreselerinden Ayasofya Medresesi’nde okurken, Birinci Cihan harbi çıkmış. Onları yedek subay olarak almış, götürmüşler. O zaman subaylara zabit deniyordu.
Çanakkale cephesine göndermişler. Eskilerin anlattığına göre, Çanakkale’nin ön saflarında şehid olanların çoğu medrese talebeleriymiş. Orada bile hususi muamele yapılmış o zaman. Türkiye’ye kurt girmiş yani..Büyüklerimiz öyle diyorlar..
Hoca, Garb cephesinde yaralanmış. İstanbul’da tedavi gördükten sonra, bu sefer Şark cephesine, İngilizlerle çarpışmaya gönderilmiş, esir düşmüş.. Diğer esirlerle beraber, o zaman İngiliz yönetiminde olan Mısır’ın bir yerine, esir kampına gönderilmiş..
İngilizler orada Araplarla Türkler arasında bir husumet meydana gelsin diye güreş müsabakaları tertip etmişler..İngiliz kurnazlığı..
Bizde pehlivan eskiden beri çok..Araplar bizi yenemez. Hasan Hoca da küçükten beri sportmen birisi..Top oynamış, bilhassa güreşle ilgilenmiş..Yağlı güreşe kadar yapmış..Ufak tefek bir adam olmasına rağmen taktik biliyor, oyunları öğrenmiş. O da bu müsabakalara katılmış, Araplardan kim geldiyse devirmiş.(Not: Hasan Hocanın babası merhum Hacı Osman Efendi de köyünde iken, yörenin ünlü güreşçilerindenmiş. Salih Okur)
En sonunda Araplar iri bir adam getirmişler. İngilizlerin amacı da adamın hocaefendiyi ezmesi ve iki Müslüman taraf arasında bir husumet meydana gelmesi.. Arapları devamlı kışkırtıyorlarmış “bir adamı yenemediniz” diye..
Şimdi hoca bakmış ki, adam üzerine bir kapansa ezilecek..Bir oyun yapmış, adamı ters yatırıp göbeğine binmiş, onu da yenmiş..Bunun üzerine Araplar Hocaefendiye iyice buğz etmişler.. Fırsat bulsalar öldürecekler..Hocanın uykuları kaçmış..
Bir gece kalkmış, iki rekat namaz kılmış..Ağlayarak “Ya Rabbi” demiş “beni buradan kurtarırsan, sana söz veriyorum, ölene dek senin Kur’an’ına hizmet edeceğim, Kur’an’ı okutup, öğreteceğim.”
1918’de kurtulmuş.. Ve hayret edersiniz-ben gençtim o zaman- hoca sabahleyin başlar, öğlene kadar okutur, öğleden sonra da devam eder. Bilmem siz Hiç Kur’an kurslarında çocukların ders çalışmalarını gördünüz mü? Çocukların arı kovanı gibi o gürültüsünde aynı anda üç dört kişiye talim okutur, yanlışlarını bulurdu, bu derece kendisine meleke gelmişti.
Kur’an’a çok büyük hizmeti vardı..Ben de Kur’an kursu hocalığında bulundum, ama benim 100 tane talebem varsa, hocanın 1000 tane idi.
Artık adamın her tarafı Kur’an olmuştu. Sizin için Fatiha neyse onun için Kur’an oydu. Ben hiçbir zaman eline Kur’an’ı alıp, “yanlış mı okudum, doğru mu okudum” diye baktığını hatırlamam.
Son zamanlarında Hocaefendiye hafif bir felç geldi. Ama yine de okuyabiliyor, okutabiliyordu. Ama en sonunda o felç beynine tesir etti, evini bulamaz hale geldi.
Evini bulamaz hale geldiği zaman ki bir hadiseyi anlatayım size..Çemberlitaş’ın üzerinde Köprülü Camii var. Orada hatim yapıyoruz. Hocaefendiden evvel ben okuyorum. Bir gün ben okurken yanıma geldi, oturdu..Sıra kendisine geldiğinde okumaya başladı. Ama o kadar güzel okuyor ki, dinlemeye doyamazsın..
Hocaefendinin bir tanıdığı o sırada içeri girdi, eliyle hocayı selamladı..Hocanın gözü oraya takılınca, kalakaldı. Nereden devam edeceğini şaşırdı.. Yavaşça kulağıma eğilerek “nerede kalmıştık?” dedi. Ben söyledim ve devam etti, gitti.
Hoca kalender meşrep, eskilerin tabiriyle rind meşrep bir adamdı..Pek söylemezdi ama intisap tarafı da vardı. Küçük Hüseyin Efendi’ye bağlı olduğu söylenirdi..
-Bu Hüseyin Efendi, Mareşal Fevzi Çakmak’ın bağlı olduğu söylenen zat değil mi?
-Öyle diyorlar.. Merhum Abdurrahim Zapsu, Ehl-i Sünnet mecmuasında Hasan hoca hakkında bir fıkra yazmıştı. Onu da anlatayım. Hasan Akkuş Efendi ilk zamanlar başına şapkayı koymuş. Sonra “Hocam, size yakışmıyor” filan demişler. Bunun üzerine başına bere giymeye başlamış. Biz de o zaman hep öyle bere giymeye başladık.
Abdurrahim bey o zaman şöyle bir fıkra yazmıştı. Güya, sakallı bir turist başına koyduğu bere ile İstanbul sokaklarında gezerken polisin biri tuttuğu gibi adamcağızı karakola götürmüş. Adam Türkçe konuşamayınca, komiser turisti getiren polise “bu adamı niye buraya getirdiniz” diye çıkışmış.
Polis de “ Affedersiniz efendim” demiş “ben beresini görünce, Hasan Akkuş zannettim de.”
- Hasan Hocaefendi Bediüzzaman’la tanışır mıydı acaba?
-Şöyle bir şey hatırlıyorum. Kardeşlerden bazıları beni ziyarete gelirlerdi. Bir gün yine genç bir kardeşimiz geldiğinde, Hocaefendi “bu genç kim?” diye sordu Ben de “Risale-i Nur talebelerinden” diye takdim ettim.
Hocaefendi “Öyle mi? Maşallah..O çok mübarek bir zat.. Mücahid bir zat” diye üstadı övdü..
-Efendim, siz Üstad ve hizmetle nasıl tanıştınız acaba?
-Üstadı benim tanımam şöyle oldu; Ben Nur-u Osmaniye Camiinde talebe iken, 1949 senesinde imtihanlar açıldı. İmtihanı kazanarak Nur-u Osmaniye Camiine altıncı müezzin olarak tayin oldum. Hem talebeliğe, hem müezzinliğe devam ettim.
Orada müezzinken, camiye bazı nur talebesi kardeşler gelip gidiyordu. Onlarla tanıştık. Beni derse götürdüler. Bizi “yakalanırsınız, şöyle olur, böyle olur” diye korkutmuşlar ya, baktım oradakilerin hiçbir korkusu yok. Allah için kendilerini her an feda etme havasındalar. Şimdi kolay.. şimdi kolay.. o zaman öyle insafsız bir idare vardı ki. Neyse.. O vesile ile onlarla tanıştık.
O zaman risaleler sadece Kur’an hattıylaydı. Onlar çoğaltılarak dağıtılıyordu. Bana da hafızlara verdikleri Mucizat-ı Kur’aniye Risalesini verdiler. Eski yazıyı da bilmeme sevindiler, “Maşallah sen zaten hazırmışsın” dediler.
Bir gün onlardan halen sağ, Ahmet Aytimur ağabey geldi. “Yahu Hafız Efendi, bizim kitapları baskınlarda alıp götürüyorlar, geri de vermiyorlar. Bize burada kitapları saklayacağımız emin bir yer bulabilir misin?” dedi.
“Camiden daha emin bir yer olur mu” dedim. Cami odasında kitaplarımı koyduğum bir dolap vardı. Bir gece onu boşalttık ve risaleleri oraya koyduk. Öylece hizmete başlamış olduk.
-Mehmed Fırıncı ağabeyin hizmetlere girişine de ilk siz vesile olmuşsunuz..
-Nur-u Osmaniye Camiine müezzin olduğum yıllarda, yani 49-50’lerde, onun babasının Nur-u Osmaniye camiine yakın bir sokakta fırını vardı. Zaten onların sülalesinin çoğu fırıncı veya aşçıydı. Kendisi de Kur’an Kursuna devamlı gelir, talebelere simit vesaire hediye getirir, verirdi. O zaman da dindardı, ama Risale-i Nur’dan haberi yoktu.
O zamanlar Ömer Nasuhi Bilmen’in ilmihali ilk defa olarak forma forma basılıyordu. Mehmed Fırıncı’nın orada Allah’ın sıfatları bahsinde bir şeye aklı takılmış, çözememiş. Geldi, bana okudu. Ben “Kardeşim, bu benim çözeceğim bir mesele değil. Burada Bediüzzaman hazretlerinin talebeleri var. Onlar bu derin meselelere vâkıftırlar. Senin soruna ancak onlar cevap verebilir” dedim. Bir arkadaşı yanına vererek kendisini Muhsin Alevlerin kaldığı dershaneye gönderdim. Fırıncı orada nurlarla tanıştı, ama bizi geçti. Üstadı da daha sonra evinde misafir etti.
-Devam Edecek-
Fotoğraflar
1-Bekir Haki Yener Efendi
2-Hasan Basri Çantay Hocaefendi
3-Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı Hoca
4-Hüsrev Aydınlar Hocaefendi
5- Hasan Akkuş Hocaefendi
5-Mehmed Fırıncı beyefendi
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
yasin said., 2014-05-19 07:30:48
salih abi benim merak ettiğim bir sürü şey var. bu site de röportaj yaptığınız kişilere nasıl ulaşacağım. bu konu hakkında bilgi verin abi lütfen.
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
Ahmet Turan, 2010-05-20 10:09:34
Salih Bey bahsettiğim konuları soramadınız her halde.eğer sorduğunuz halde bediüzzaman ve risale-i nur hakkında olumlu bir kanaatleri yoksa benim adresime aldığınız cevabı hususi bildireblir misiniz.Ayrıca size ve Enver Galip Hoca'ya da çok minnettarız böyle bir çalışma yaptığınız için.Çalışmalarınızın devamını bekliyoruz.allah razı olsun.
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
Ahmet Turan, 2010-05-14 07:24:00
Allah razı olsun Salih Bey.Ben teşekkür ederim ilginizden dolayı.Röportajlarınızı büyük bir iştitakla bekliyor ve dikkatle takip ediyoruz.
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
Salih Okur, 2010-05-13 09:52:16
Ahmet Turan beyefendi, teveccühünüz için teşekkürler. İnşallah sorarız efendim. Ama şu anda olamaz. Hocamız melketine gidecek. Dönüşünde kısmetse.. Allah'a emanet olunuz...
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
ahmet turan, 2010-05-13 05:38:39
Allah sizlerden ebediyyen razı olsun.çok güzel hatıralar bunlar.çok güzel hizmetlere vesile oluyorsunuz inşaallah devamı gelir.Sizden bir de ricamız olacak enver galip ceylan hocamız veya başka hocalarımızla da olabilir,merhum abdurrahman gürses ve merhum ismail biçer hakkında bildiklerini ve hatıratlarını bir yazınızda yayınlasanız.birde merak edilen bir konu merhum abdurrahman gürses hoca Bediüzzaman hazretleriyle görüşmüş mü.eğer görüşmediyse hem gürses hoca nın hem ismail biçer hoca nın bediüzzaman ve nur talebeleri hakkındaki kanaatlerini de bizlere ulaştırsanız çok memnun oluruz.cevabınızı bekliyoruz.
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
Cevaplar.org, 2010-05-12 05:43:23
Hocamız yakında memleketine gidecek. İnşallah dönüşte, Cenab-ı Hakkın izniyle daha geniş olarak hatıratını alacağız. Dua ile.
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
kemal edip, 2010-05-11 11:41:31
maaşallah Hocaefendi hatıra deposu, lütfen daha teferruatlı hatırat edinin.
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
DİĞER YAZILAR
Onu(Kuranı) Ruh-ul Emin(Cebrail), inzar edenlerden olasın diye, kalbine apaçık Arapça olarak indirmiştir.
Şuara:193-195
GÜNÜN HADİSİ
Kur'an'ın Faziletine Dair
"Bir grup, Kitabullah'ı okuyup ondan ders almak üzere Allah'ın evlerinden birinde bir araya gelecek olsalar, mutlaka üzerlerine sekinet iner ve onları Allah'ın rahmeti bürür. Melekler de kanatlarıyla sararlar. Allah, onları, yanında bulunan yüce cemaatte
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...