ŞEYH ALLÂME ABDÜLFETTÂH EBÛ ĞUDDE 1917-1997

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ‘seyfullah’ (Allah’ın Kılıcı) diye nitelendirdiği mücâhit sahâbî Hâlid b. Velid’in soyundan gelen Abdülfettah Ebû Gudde, 1917'de o zamanlar bir Osmanlı şehri olan Suriye'nin Halep şehrin


Ali Pekcan

alipekcan65@hotmail.com

2010-05-30 03:02:23

Haz: Dr. Ali Pekcan/cevaplar.org

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ‘seyfullah’ (Allah’ın Kılıcı) diye nitelendirdiği mücâhit sahâbî Hâlid b. Velid’in soyundan gelen Abdülfettah Ebû Gudde, 1917'de o zamanlar bir Osmanlı şehri olan Suriye'nin Halep şehrinde doğdu. Babası dindar bir tüccar idi. İlköğrenimini Halep'te, orta öğrenimini Hüsrevpaşa Medresesi'nde tamamladı. On altı yaşına geldiği sıralarda ailesi onun ticari hayatı da öğrenmesi amacıyla bir dokumacı ustasının yanına gönderdi. Ticari hayatla ilgili deneyim kazanan Ebû Gudde’nin gözü ve gönlü, yine de ilim halkalarındaydı.

1944 yılında yüksek İslâmî ilimleri tahsil etmek üzere Mısır’a gitti. el-Ezher'in Şeria Fakültesi'ne girdi. Burada 1944-1948 yılları arasında dönemin önde gelen bilginlerinden dersler aldı. Aynı üniversitenin Arap Dili ve Edebiyatı Fakültesi'nde "Eğitim ve Öğretim Metodolojisi" üzerine iki yıl ihtisas yaptı. 1950 yılında buradan ‘pedagoji’ diploması aldı.

Mısır’da okuduğu sıralarda babasının vefat etmesi üzerine uzun süre maddî sıkıntı çekti. Bundan dolayı memleketi Halep’e geri döndü. Burada kaldığı on bir yıl içerisinde hem kendi öğrenimi sürdürdü hem de küçük bazı halkalara ders okuttu. Kendisinden istifade ettiği hocaları arasında dönemin en önde gelen İslâm bilginleri bulunmaktaydı. Bunlar arasında şu zatları anmak mümkündür.

1-Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi (v.1954),

2-dönemin Allâmesi Şeyh Muhammed Zâhid el-Kevserî (v.1952),

3-Ahmed b. Muhammed ez-Zerkâ (v.1937),

4-Mustafa Zerkâ (v.1999),

5-Mahmud Şeltût (v.1963),

6-İsa el-Beyânûnî (v.1943),

7-Muhammed Hıdır Hüseyin (v.1958),

8-Ahmed Fehmi Ebû Sünne,

9-Yusuf ed-Dicvî (v.1946),

10-Râğıb et-Tabbâh (v.1951),

11-Muhammed Ebû Zehra (v.1974),

12-Abdülğanî Abdülhâlık (v.1982),

13-Ahmed Muhammed Şâkir (v.1957),

14-Abdülhalîm Mahmûd (v.1978),

15-Haseneyn Mahlûf (v.1989),

16-Abdülvehhâb Hallâf (v.1956),

17-Abdülvehhâb el-Bühayrî (v.1987),

18-Muhammed Abdülhayy el-Kettânî (v.1962),

19-Ahmed el-Ğumârî (v.1960),

20-Abdullah el-Ğumârî (v.1992),

21-Muhammed Yûsuf Kândehlevî (v.1965),

22-Muhammed Zekeriyyâ es-Sehâranfûrî (v.),

23-Muhammed Yûsuf el-Bennûrî (v.1977),

24-Habîburrahmân el-‘Azamî (v.1991),

25-Muhammed el-Hakîm (v.1980),

26-Ahmed b. Muhammed el-Kürdî (v.1957),

27-Abdülmecîd Dırâz, Ahmed b. Abdurrahmân el-Bennâ es-Sââtî (v.1958),

28-Son devrin en önde gelen makâsıd ve usûl âlimi Muhammed et-Tâhir b. Âşûr (v.1974).

 Talebe arkadaşlarına gelince: Ebû Gudde Hoca Efendi, Mısır’daki öğrenim serüveni sırasında dönemin ileri gelen âlimleriyle de arkadaşlık yapmıştı. Bunlar içerisinde zikre değer olanları şunlardır: Suriye’nin Hama kentinden Şeyh Muhammed, Humus’ta doğan halen Suûdi Arabistan’da yaşayan Şeyh Muhammed Ali Meş’al, aslen Hama’lı olup, Medîne-i Münevvere’de vefat eden fıkıh alimi Şeyh Muhammed Ali el-Murâd, 1972 yılında kurulan Uluslar arası İslâm Daveti Cemiyetinin ilk genel sekreterliğini de yapan Libya’lı Şeyh Mahmûd Subhî Abdüsselâm, Kuveyt ve Dımeşk Şeriat fakültelerinde dersler veren Halep’li alim Dr. Muhammed Fevzî Feyzullah, ‘Fıkhü’s-Sünne’ adlı eseriyle ünlenen ve Mısır’lı meşhur fıkıhçı Seyyid Sâbık (v.

Hamevî ve Hüsreviyye medreselerine bağlı camilerde de vaaz ve irşatta bulundu. Güncel meselelerle ilgili etkili hutbeler verdi. Daha sonra siyasete atılan Ebû Gudde, 1962 yılında yüksek bir oyla meclise Halep milletvekili olarak girdi. Daha sonra bu yeni seçilen meclisin feshedilmesi sonucu, aynı yıl Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesi'nde öğretim üyeliğine başladı. Burada Hanefî fıkhı, mukayeseli fıkıh ve usûl-ı fıkıh dersleri okuttu.

Şeriat Fakültesi'nde on yıl süreyle profesör unvanıyla Hadis, Hadis Usûlü ve Fıkıh Usûlü dersleri verdi. 1965 yılında Suudi Arabistan Riyad da bulunan İmâm Muhammed b. Suûd el-İslâmiyye Üniversitesinin daveti üzere Şeriat (hukuk) ve Usûlü’d-Din fakültelerinde 23 yıl profesör olarak görev yaptı. Kral Suûd Üniversitesinde iki yıl hocalık yaparak 1990 yılında emekli oldu. Bu görevleri sırasında, Sudan, Yemen, Hindistan gibi pek çek çok ülkede de misafir profesör olarak bulundu. Bu sırada lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencilerine dersler veren Ebû Gudde, aynı zaman da çok sayıda akademik çalışmaya danışmanlık yaptı. Modern üniversite eğitiminin yanında özel derslerinde geleneksel usulle ders verme faaliyetlerini de sürdürdü.

Yarım asırlık tedris hayatında Sûriye, Filistin, Hıcâz, Yemen, Mısır, Hindistan, Pakistan ve Türkiye’nin de aralarında bulunduğu değişik ülkelerden çok sayıda öğrenci yetiştirdi. Suriye Ü. Şeriat Fakültesi tarafından çıkarılan, fıkıh ansiklopedisi’nde (el-mevsûâtü’l-fıkhiyye) bir süre müdürlük, İmâm Muhammed b. Suûd Üniversitesi ilmî konseyi, Irak ilim meclisi, Râbıtatü’l-âlemi’l-İslâmiyye Teşkilâtı gibi uluslar arası düzeyde ün sahibi kuruluşlarda kurucu ve daimi üyelikte bulundu. Dünyanın değişik pek ülkesinde düzenlenen ilmî konferans ve kongrelerde tebiğ ve müzakereci olarak yer aldı. Türkiye’ye geldiği dönemlerde ilmî içerikli toplantılara iştirak eden Ebû Gudde, 1997 yılında Kombassan Holding tarafından düzenlenen ‘I. Uluslararası İslam Ticaret Hukukunun Günümüzdeki Meseleleri Kongresi’ne müzakereci olarak katılmış, ilgili gündem konuları hakkında kendi görüş ve değerlendirmelerini sunmuştu.

İlim uğrunda hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan Ebû Gudde, bir taraftan uzak ülkelerin en ücra köylerinde inzivaya çekilmiş âlimleri bulurken, diğer taraftan da onun istifadesini engelleyecek her türlü hissi yaklaşımdan özellikle kaçınmıştır. Söz gelimi en sevdiği hocası Kevserî’nin, Ahmed Muhammed Şâkir ve Ahmed Sıddîk el-Ğumârî ile aralarındaki sert tartışmalar onun ilim aşkına set çekmemiş, aynı zaman da onlardan yararlanmıştır. Anlatıldığına göre, hocalarından aldığı icâzetlerin sayısı, 189‘a ulaşmaktadır. Ki, bu durum, kendisine, bilindiği kadarıyla Abdülhayy el-Kettânî (v.1962)’den sonra asrın en çok icazet alan âlimi olma vasfını kazandırmıştır.

Hocaları arasında Râğıb et-Tabbâh ve Muhammed Zâhid el-Kevserî’nin özel bir yeri bulunmaktadır. Tabbâh, kendisini ilme ilk sevk eden âlim iken, Kevserî ise, kendisinden en çok etkilendiği ve istifade ettiği kimsedir. Mısır’da bulunduğu sıralarda sürekli olarak hocası Kevserî ile birlikte olan Ebû Gudde, memleketi olan Halep’e döndükten sonra da irtibatını kesmemiş, devamlı olarak kendisiyle haberleşerek, ona olan bağlılığını sürdürmüştür. Hocasının vefatından sonra oğullarından birinin adını Zâhid koyan Ebû Gudde, Türkiye’ye geldiği sıralarda hocasının memleketi olan Düzce’yi ziyaret etmiş, ayrıca kendisini ona nispet etmekten büyük onur duymuştur.

1974 yılında kardeşi Abdülğanî’nin vefat haberiyle sarsılmış, bu ani haber karşısında kalp krizi geçirmişti. Bundan dolayı uzun süre hastanede kalarak tedavisini sürdürmüştü. Bundan sonra birçok sıkıntı ile karşılaşsa da sağlığı yaşamının sonuna kadar devam etmişti. 1989 yılında gözlerinden şikâyet etmeye başlamış, sıkıntıları ve ağrıları artınca yeni teknolojinin imkânlarıyla tetkik ve tedaviye devam edilmişti. Ancak 1992 yılında tıbbî bir muayene sonucunda ciğerinde verem tespit edilmişti. Ameliyata karar verilmesine karşın zaman içinde iyileşme göstererek daha sonraları tamamen iyileşti.

Ancak, 1996 yılı Şaban ayı içerisinde gözlerindeki hastalığı yine nüksetti. Göz ağrılarının yanı sıra şiddetli karın ağrıları da çekmeye başlayan Ebû Gudde, Riyad’taki Melik Faysal Araştırma Hastanesinde yoğun bakıma alındı. Şevval ayının [19 (h.1417)] 16 Şubat 1997'de refîk-ı âlâ’ya ulaştı. Oğlu Selman ve en değerli öğrencisi Muhammed er-Reşîd tarafından nâşını yıkayıp cenaze namazı kılındı. Daha sonra sevenleri ve dostlarının eşliğinde bir uçakla, Medîne-i Münevvere’ye götürülüp, ömür boyu sünneti ve hadislerine hizmet ettiği kâinatın Efendisine komşu olarak Bakî’ mezarlığına defnedildi.

Bu üzücü haber, pek çok haber ajansı tarafında birinci haber olarak duyuruldu. İslâm dünyasının birçok değişik beldesinde kendisi için gıyâbî cenaze namazları kılındı. Dualar edildi. Uzun süre hoca efendinin de içinde bulunduğu birçok Müslüman aydın ve bilginine baskı ve şiddet uygulayarak onların Suriye’den zorla göç etmelerine neden olan Hafız Esed bile, Ebû Gudde’nin vefatından dolayı Saîd Ramazân el-Bûtî aracılığıyla derin üzüntülerini (!) bildirdi.

ESERLERİ

Abdülfettah Ebû Gudde, öğretim üyeliği yanında Hadis, Hadis Usûlü, Kuran İlimleri, Fıkıh, Fıkıh Usûlü, Akâit, Tasavvuf, Arap Dili ve Edebiyatı, Tarih, Terâcim (Biyografi), Eğitim ve Öğretim Metotlarıyla ilgili -bir kısmı telif, bir kısmı tahkik olmak üzere- 70 küsur eser bırakmıştır. Merhum hocaefendinin yayına hazırlanan pek çok eseri daha bulunmaktadır.

İLMÎ ŞAHSİYETİ

Ebû Gudde (rh.a.), hadis ilimlerindeki tedris ve telifleri ile dikkatleri üzerine çeken birisi olmasıyla birlikte, bu ilimler arasında özellikle dirâyetü’l-hadîs ve fıkhu’l-hadîs dalında uzmanlaştı. Ahkâm hadislerini şerh etmedeki mahareti bunun en açık kanıtıdır. Ebû Gudde, İslâm Fıkhı alanında hem Hanefî, hem de Şâfiî fıkhını tahsil etmişti. Fıkıh'taki hocaları arasında bulunan Mustafa ez-Zerkâ, onun fıkhî istîdadını keşfetmiş ve onu Suriye'de hazırlanan, Fıkıh Ansiklopedisi (el-mevsûâtü’l-fıkhiyye) komisyonunda görevlendirmişti. Tahkik ettiği eserler arasında fıkhî eserler önemli bir yer tutuyordu. O aynı zamanda değerli bir fıkıh ve fıkıh usûlü âlimi idi. Aliyyü'l-Kari (v.1014)'nin Fethu Bâbi'l-lnâye kitabı ile İmâm Karâfî (v.684)’nin el-İhkâm kitabının tahkiki, üstadın fıkıhtaki üstün melekesini açıkça ortaya koymaktadır.

Ebû Gudde’ye göre, sadece hadislerin senetleri ve lafızları üzerine çalışma yapmak, gerçek hadisçilik değildir. Hadislerin anlamı ve maksadının doğru anlaşılarak hayata uyarlanması gerekir. Hadis ilmi son tahlilde Peygamberimizin yaşama biçimine bilinçli ve derinlikli olarak ittiba etmeye -tabiri caizse- lojistik destek sağlamalıdır. O halde hadisle fıkıh beraber ve uyumlu olarak yürümelidir. Ona göre, fıkıh usûlü, nasların –özellikle ahkâma dair olanlarının- anlaşılmasında ve yorumlanmasında metodik olarak vazgeçilmez bir değere sahiptir. Öte yandan hukûkî bir takım sonuçlara ulaşmada bu ilke ve esaslara titizlikle riayet edilmelidir. Ebu Gudde’ye göre hadislerin sadece zâhirlerini ele alarak (literal) anlamaya ve hüküm çıkarmaya çalışmak son derece yanlıştır. Bu yüzden Zâhirîler ve çağımızdaki bazı selefî (!) grupların bu yöndeki faaliyet ve çabaları sakıncalı sonuçlara yol açmaktadır.

Ebu Gudde, ahkâma dair ayet ve hadislerin sayı olarak çok az olduğu yolundaki kimi değerlendirmelerin doğru ve yerinde olmadığını, iyi bir incelemeye ve araştırmaya tabi tutulduğunda bir çok hadis ve ayetten oldukça çok değişik ve sayıda hükme ulaşmanın mümkün olduğunu söylemiştir. Ona göre, bir konuda söz etmek için o alanın uzmanı olmak gerektiğini, araştırma yapılan eserlerin iyi, derinlikli ve devamlı olarak incelenip, mütalaa edilmesi gerekir.

Üstat Ebû Gudde, - kendisine 37 yıl hizmette bulunan- seçkin talebesi Muhammed Avvâme'nin ifadesiyle, Arap Dili ve Edebiyatı'nda "hüccet" (otorite) şahsiyet idi. Sarf, Nahiv ve Belâgat ilimlerinde mütehassıs idi. Kendisi, derin ilim ile edebî ve ahlâkî kabiliyeti bir arada toplaması ile bize İmam Evzâî'yi hatırlatıyordu. Kelimeleri bir edîb ve şair edasıyla yerli yerinde kullanırdı. Bir tek kelimeyi hatta bir tek harfi bile incelemeye alır, konuşma ve yazılarında bu ince ve duyarlı tutumuna mutlaka riayet ederdi. Konuşmaları canlı ve dinamik idi. İlmi vukûfiyet ve edebi inceliklerle dolu tatlı bir hitabet üslubu vardı.

Âlimlere son derece hürmetkâr, vefakâr, sonsuz takdir ve minnet duyan bir kimse idi. Zarif ilmî tenkitlerin dışında âlimlere, –gelişi güzel bir biçimde- hata nispet etmekten, âlimler hakkında basit ve aşağılayıcı ifadeler kullanmaktan son derece sakınırdı. Tabiat olarak ağırbaşlı ve sakin bir yapıda olan Ebû Gudde’ye bir defasında, İmâm-ı A’zam'a nispetle, onun, ‘Dâr'ı-Harp’te fâiz alınabilir’ şeklindeki içtihadı hakkındaki kendisinin görüşü sorulduğunda, cevaben, bu babta İmâmeyn’in kavlinin tercih edildiğini söylemiş, "Bu görüş, İmâm Ebû Hanîfe (rh.a)’nin ‘bir’ ecir kazandığı içtihatlardandır!' şeklinde zarîf ve latif mânâlı bir cevap vermiş, bununla –sahîh bir hadisle sabit olan- müçtehitlerin hata ettiklerinde bile bir ecre nail olacakları gerçeğine işaret etmek istemişti.

Bütün bu çile ve sıkıntı dolu zor şartlar altında bile İslâm dinine hizmeti canla başla yürütmüş, ilim adamlığının yanı sıra fikir ve aksiyon adamı olarak ta yılmadan ve usanmadan çalışmıştı. İslâm dünyasının her bölgesindeki Müslüman halklar ve cemaatler arasındaki ilişkiler konusunda yapıcı ve birleştirici bir üslup benimsemiş, diyalog ve barıştan yana olduğunu her zaman vurgular, mevcut ihtilafları körükleyici görüşlere asla itibar etmezdi.

HAKKINDA SÖYLENENLER:

Onun ilimde özellikle fıkıh ve hadisteki yerini anlamak ve öğrenmek amacıyla, en yakın talebesi olması hasebiyle D.İ.B. Konya Selçuk Eğitim Merkezi’nden emekli muhaddis hocamız Dr. Nûrettin Boyacılar’ın, Hoca Efendinin vefatının ardından kaleme aldığı bir yazısından bazı bölümleri nakletmek istiyoruz.

“… Rabbânî âlim, muhaddis, fakih, usûlcü, edîp, muhakkik, Halep'li hocam Abdulfettah Ebû Gudde el-Hâlidî, ilmiyle âmil, züht ve takva sahibi, mürebbî bir zattı. Merhum hocamı önceleri kitaplarından tanıyordum. Kendileriyle 1969–1970 yıllarında arasında mektuplaşmak suretiyle tanışmıştım. 1979 yılında Riyad İmam Muhammed ibn Suûd İslâm Üniversitesine ziyaretçi hoca olarak gittiğimde bana " Sen Riyad’ta misafirsin, buranın yabancısısın " diyerek muhterem oğlu ile otele ziyaretime gelmişti. ( ki, bu hareket, kendisinin ne kadar mütevazi bir kimse olduğunun en açık bir delilidir) Bendenize Suudi Arabistan'da nasıl davranacağım hakkında nasihatlerde bulunmuştu. 1980 yılında mezkûr üniversite ile anlaşma yaptım. 1980 -1987 yılları arası Riyad Usûlüddîn Fakültesi Hadis Bölümünde hoca-talebe olarak birlikte çalıştık. Kendilerinden bu müddet zarfında çok istifade ettim. Hadis kürsüsünde bulunan diğer hocalar üzerinde de ağırlığı vardı.

Teklif ettiği konular, yapılması gereken hususlarda, ders programlarında ne demiş ise tartışmasız kabul görürdü. …Üniversite Rektörü Dr. Abdu’l-Muhsîn et-Türkî, Üniversite öğretim üyeleriyle yaptığı bir toplantıda Abdulfettah Hoca'ya:

"Talebelerimizde bir takım olumsuzluklar görüyor, ilim talebelerine yakışmayacak davranışlar müşahade ediyorum; lütfen ilim talebesinin ne gibi sıfatlarla sıfatlanacağı, terbiye ve âdâbı, hocalarına karşı ne şekilde davranacağı hususunda bir risâle yazsanız da bunu fakültelerde ders kitabı olarak okutsak…" demişti ve Hoca efendi bunun üzerine Safahât min Sabr-il-Ulemâ, Kıymetü’z-zaman ınde’l-Ulemâ, Minhâcü’s-Selef ınde’s-Suâli ani’l-Ilm min Edebi’l-İslam, er-Rasûl el-Muallim ve Esâlîbühû fi’t-ta'lim, el-Ulemâ el-Uzzâb ellezîne Âsârû el-ilme ale-z-Zevâci adlı eserleri kaleme almıştı. Memleketi olan Halep şehrinden mecbûri olarak hicret ederek Suûdi Arabistan Riyad'da 30 yıla yakın Hadis profesörü olarak görevde bulunmuştu. 20 yi aşkın talebenin mastır ve doktora tezlerini yönetmiş, sayılarını bilmediğim kadar da tez münakaşalarına katılmıştı.

Hindistan'a ve Pakistan'a iki defa ilmî yolculuklarda bulunmuş, bu ülkelerdeki âlimlerle görüşmüş, özellikle bazılarından Hadis, hadis usûlü ve fıkıh ilimlerinden icâzet almıştır. Hindistanlı âlimlerin ısrarı üzerine Allâme, muhaddis Abdülhayy-el-Lüknevî'nin bir çok eserini tahkîk, hadislerini tahriç etmek sûretiyle nefis fihrist ve ta'liklerle eserlerini neşretmiştir. Hocamızın Hadis tahrici, hadis ricâli, cerh ve tadil ilmi, hadis senetlerinin tenkidi, fıkhı ve sebeb-i vürudu üzerindeki derin vukûfiyeti vardı…

Hanefî fıkhına vukûfiyetinden dolayı, Hanefî mezhebine göre hangi hadislerin delil sayılacağını, Şafiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerinin delillerine mukâyese ederdi. Ekseriyetle Hanefî mezhebinin görüşünü tercih ederdi. Mezkûr Üniversite Şeriat (İslam Hukuku) fakültesinde dört mezhebe göre ( mukayeseli olarak) hadis derslerini yıllarca okutmuştu. Usûliddîn Fakültesi Hadis kürsüsünde ise cerh ve tadîl, Usûl-ı hadis (özellikle Süyûtî’nin Tedrîbi-r-Râvî'sinden), Buhârî ve Müslim şerhlerinden aynı hadisin (mukayeseli olarak) tedrisâtını yapıyordu. Usûl-ı fıkıh ilminde de söz sahibi sayılırdı.

Şeriat Fakültesinde usûl-ı fıkıh derslerini dört mezhep üzerine mukayeseli okutmuş, onun bu meziyeti, gerek Suud’lu ve gerekse diğer yabancı hocaları hayretler içinde bırakmıştı. Çünkü Hocamız dört mezhepten her birinin usuldeki metotlarını ve ayrıldıkları noktaları çok iyi öğrenmişti. (…)

Kitap tahkik ve taliklerine gelince, müellifin asıl yazma nüshasını veya müellif nüshasından nakledilen itimada şâyan nüshayı yahut da üzerinde, büyük muhaddislerin okuttuklarına dair semâlar bulunan nüshayı elde etme, müellifin kitabında zikrettiği kaynaklara inme, delilleri değerlendirme, ilmî, fıkhî ve usûlî ıstılahları açıklama, kelimelerin cümledeki yeri, irabı bunların mahalleri ile fıkhî, usûlî ve itikâdî yöndeki açıklamalara önem verirdi. Tarihi hâdise ve vakıaları, önemli şahısları, bilinmeyen yer isimlerini yeri geldikçe dipnotlarla muhtasar olarak açıklardı. Ayrıca her eserin sonunda detaylı ve teknik fihristlere yer vererek okuyucuya kolaylıklar sağlardı.

Ders ve konferanslarında, hoca ve talebe adâbına işaret ederek, bazen başkalarından, bazen de kendisinden misal vererek, dinleyenlerin de aynı adâp ve terbiye üzere olmalarını sağlardı. (…) Bir defasında Bayram'da evine ziyaretine gittiğimde, evinde Pakistanlı, Hindistanlı, Endonezyalı, Habeşli talebeler vardı. Onlara dönerek ve bana işaret ederek, "Bunun memleketi var ya (Türkiye!), Orada namaz kılmak için camilere gittiğinizde hiç bir gürültü patırtı işitemezsiniz, sanki başlarına kuş konmuşçasına huzur içinde huşû ile namaz kılıyorlar, saflar askerî bir disiplin içerisinde tertip olunmuş, namaz başladıktan sonra boş yerleri doldurmaya hiç gerek kalmaz." demişti. (…)

İbnü’l-Cevzî'nin, (Hadis diye uydurulan sözlere dair) "el-Mevdûat" adlı eserini tahkik ve hadislerini tahriç etmem husûsunda bendenizi çok teşvik etmiş, bana bir nevi sorumluluk yüklemişti. Ve devamlı olarak bana: "Kitap ne oldu, nereye kadar tahkik yaptın, ne kadar kaldı? Şayet bitirmezsen pişman olursun, başka biri senden önce davranır yayınlarsa çok üzülürsün." derdi. Allah'a hamdolsun kitabın tahkikinin tamamlandığı ve basılmaya hazır olduğunu kendisine mektupla haber verdiğimde çok sevindi ve dualar etti. Bu arada, "el-Mevdûat " adlı eserin içerisinde, manasını anlayamadım bazı ibâre ve cümleler vardı. Kendisinden açıklaması için rica etmiştim.

Bana, kendisine yönelttiğim sorulara cevap olarak, iki sayfayı aşan bir hacimde özgün açıklamalarını ihtiva eden bir mektup göndermişti. Bu bilgi ve açıklamaları aynen hocamın adıyla dipnotlarda zikrettim. (…) 1996 yazında Konya'mıza teşrif etmişler, Konya'da akdedilen “I. Uluslararası İslam Ticaret Hukukunun Meseleleri” Kongresine iştirak etmişlerdi. (…) Ehli Sünnet ve’l-Cemaat itikadı üzerine her ülke ve ırktan talebeye dersler verdi, onları yetiştirdi. Bir çoklarına Hadis ve Fıkıh'tan icazet (diploma) verdi.

Türkiye'yi ve Türk'leri çok seviyordu. Konya'yı ve Konyalıları da çok sevdi. Daha önce Konya'yı görmediğine çok hayıflanırdı. Burada gördüğü sıcak ilgi ve muhabbetten çok memnun kalmış olacak ki, gelecek yıllarda yaz tatilini Konya'da geçirmeye karar vermişti. (Ancak bu arzusuna kavuşamadan hakka yürüdü.) Rabbimize iltica ederek, hocamıza Mevla'mızdan af ve mağfiret diliyoruz. Biz talebeleri ve dostları olarak hocamızdan razıyız. Rabbimiz sen de ondan razı ol ve makamını yüce kıl!” BİBLİYOĞRAFYA

1-Âlü Reşîd, Muhammed b. Abdillâh, İmdâdü’l-Fettâh bi Esânîdi ve Merviyyâti eş-Şeyh Abdülfettâh, Mektebetü’l-İmâm eş-Şâfiî, Riyad 1999 I. Baskı. [Bu eser, Ebû Gudde’nin hayatı, eserleri ve ilmî faaliyetleriyle ilgili ulaşabildiğimiz en geniş ve en güzel eser olup, 690 sayfadan müteşekkildir. Adı geçen müellif, Ebû Gudde ile efendiyle ilgili olarak, onun konuşma ve makalalerinden oluşan ‘el-Allâme el-Muhaddis eş-Şeyh Abdülfettâh Ebû Gudde’ adıyla bir başka yeni eser daha hazırladığını haber vermektedir.];

2-Muhammed Zahid el-Kevserî, [Hayatı-Eserleri-Tesirleri], Sempozyum Bildirileri, Sehâ Neşriyat İstanbul 1996;

3-Coşkun, Akif, İstanbul'dan Mısır'a Bir İslam Alimi Muhammed Zahid el-Kevserî, Yeni Ümit Dergisi, sayı: 53, İstanbul 2001;

4-Beyler, Muhammed, Abdülfettâh Ebû Ğudde, Hadis Tetkikleri Dergisi, İstanbul 2003, sayı: 1, s.217-221;

5-Atlıoğlu Yâsin, Suriye’de İslâmî Muhalefet Uyanıyor mu?, Türkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi,

6-http://www. tasam. org. 15-06-2005;

7-Isâm Telîme, Ebû Ğudde ve’l-Kevserî, www. İslamonline. com. 2005;

8-Abdülfettâh Ebû Ğudde, alâ Tarîkı’s-Selefi’s-Sâlih, www. ikhwanonline. com 21-01-2003;

9-Sâlim, Züheyr, min Ricâli’ş-Şark eş-Şeyh Ebû Ğudde, The Oriant Center, London, 27 Ramazan, 1424;

10-Beyyûmî, Muhammed Receb, en-Nahda el-İslâmiyye fî Siyeri A’lâmi’l-Muâsırîn, Dâru’l-Kalem, Dımeşk 1410/1999;

11-el-Ukayl, Abdullah, min A’lâmi’l-Harake ve’d-Da’ve el-İslâmiyye el-Muâsıra, Mektebetü’l-Menâr el-İslâmiyye, Kuveyt 1422/2001;

12-Mecelletü’l-Ezher, 70. yıl, sayı I, Muharrem, 1418/1997;

13-Mecelletü’l-İ’tisâm, 51. yıl, 12.sayı, 1410/1990;

14-Görmez, Mehmet, Abdülfettâh Ebû Gudde ile Sünnet ve Hadis Üzerine bir söyleşi, İslâmî Araştırmalar Dergisi, -Hadis-Sünnet Özel Sayısı- cilt/vol: 10, sayı: 1-4, Ankara 1997 (II:Baskı) s.138-144;

15-H. İbrâhim Kutlay’ın hocaefendinin vefat yıldönümü için kaleme aldığı yazı; [Ayrıca www. Aboghodda. com. adlı internet sitesi, onunla ilgili araştırma yapmak isteyenlere geniş ve zengin veriler sunmaktadır.]

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

, 2010-06-05 02:10:27

Hocamız Dr. Nureddin Boyacıların hocası olan Ebu Gudde r.aleyh çağımızın en büyük ve değerli hadis alimlerinden birisidir. Bel ki de en önde gelenidir. 100 civarında telif ve tahkik ettiği eseri vardır. Size gönderilen yazı da bu eserlerin orjinalleri arabi harflerle yazılı idi. Onun harf karakterine uymadığından mı olacak ki çıkarmışınız. Bu yazıda bulunsaydı, ilim ehlinin faydalanması için daha iyi olurdu. Sözü geçen Hocamız, Dr.Nureddin Boyacılar el-Burdûrî'nin hadis ilimlerine dair hem rivayeten hem de dirayeten olmak üzere kıymetli icazetiyle bizi de bu kutlu ravi zinciri silsilesine alıp,ta Allah Rasulüne bizi bağladıklarından dolayı kendilerine teşekkür eder sıhhat ve afiyetler dilerim. Böylece Abdülfettah EBU ĞUDDE hocamız merhum, hocamızın hocası oluyor. Onun da Hocası Osmanlı'nın son Şeyhul-İslamlar'ından vakt-i zamanında Mısır'a sürgün edilen Muhaddisül-Asr Şeyh Allâme Muhammed Zâhid el-KEVSERÎ ra. oluyor. Allah hocalarmızın hepsinden razı olsun, onları bizim hakkımızda şefaatçi kılsın. Ali Saîd (Pekcan) Konya-5 Haziran 2010

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

EMİR ŞEKİB ARSLAN (1869-1946)-2. BÖLÜM

EMİR ŞEKİB ARSLAN (1869-1946)-2. BÖLÜM

1927 yılında Emir, Kuzey Amerika'ya gitti. Orada Detroit beldesinde göçmenlerin sorunları için

EMİR ŞEKİB ARSLAN (1869-1946)-1. BÖLÜM

EMİR ŞEKİB ARSLAN (1869-1946)-1. BÖLÜM

O, Emir Şekib Bin Hamud bin Hasan Yunus Arslan. Hire hükümdarlığı kurucusu olan Tenuhiler sül

NEDVİ’NİN KALEMİNDEN KUDÜS MÜFTÜSÜ EMİN EL HÜSEYNİ-2

NEDVİ’NİN KALEMİNDEN KUDÜS MÜFTÜSÜ EMİN EL HÜSEYNİ-2

Bundan sonra araya yeni bir fasıla girdi, ama bu ilki kadar uzun sürmedi. Ve onunla Mekke-i Müker

NEDVİ’NİN KALEMİNDEN KUDÜS MÜFTÜSÜ EMİN EL HÜSEYNİ-1

NEDVİ’NİN KALEMİNDEN KUDÜS MÜFTÜSÜ EMİN EL HÜSEYNİ-1

Kıymetli ziyaretçilerimiz, sizlere Filistin istiklal hareketinin mimarı, büyük aksiyon insanı,

İMAM MUHAMMED KASIM EN NÂNOTEVİ- 3. BÖLÜM

İMAM MUHAMMED KASIM EN NÂNOTEVİ- 3. BÖLÜM

Papazlarla Ve Hindu Bilginleri İle Münazaraları Şeyh, Meerut şehrinde ikamet ederken, papazlar

İMAM MUHAMMED KASIM EN NÂNOTEVİ- 2. BÖLÜM

İMAM MUHAMMED KASIM EN NÂNOTEVİ- 2. BÖLÜM

İngilizlere Karşı Cihadı 1857 yılında İngiliz yönetimine karşı Hindistan'da büyük bir a

ÖMER MUHTAR GRAZİANİ’NİN KARŞISINDA

ÖMER MUHTAR  GRAZİANİ’NİN KARŞISINDA

... Graziani hatıratında diyor ki; “Ofisimin girişine geldiği zaman bana öyle geldi ki, ell

İMAM MUHAMMED KASIM EN NÂNOTEVİ- 1. BÖLÜM

İMAM MUHAMMED KASIM EN NÂNOTEVİ- 1. BÖLÜM

Büyük imam, islam filozofu, rabbani alim, büyük ıslahçı, mücahid bir kahraman, İslam düşm

KURRA HAFIZ MEHMET GÜRGÜR HOCA EFENDİ (1937-2020 )

KURRA HAFIZ MEHMET GÜRGÜR HOCA EFENDİ (1937-2020 )

Mehmet GÜRGÜR Hoca Efendi 2 Mart 1937 yılında Dumlu Nahiyesine bağlı Akdağ köyünde dünyaya

ŞEYH MUHAMMED HAFİD (1928-2001)

ŞEYH MUHAMMED HAFİD  (1928-2001)

Şeyh Muhammed Hafid hazretleri, dedesi ‘Hazret’ namıyla bilinen Muhammed Ziyauddin hz.'nin ve

ABDULĞAFUR HAS EFENDİ(1936-2007)

ABDULĞAFUR HAS EFENDİ(1936-2007)

Abdulgafur HAS Hocaefendi 1936 yılında Çat ilçesi Babaderesi köyünde dünyaya geldi. Soyu sils

Artık Allah'a, Peygamberine ve indirdiğimiz o nûra (Kur'an'a) inanın. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Teğabün, 8

GÜNÜN HADİSİ

Her kim bir namazı (kılmayı) unutursa (onu) hatırladığında kılsın. Onun bundan başka keffâreti yoktur.

KİTÂBU MEVÂKÎTİ'S-SALÂT-Buhari

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI