MUHAMMED EMİN ER HOCA EFENDİ’NİN HATIRATI-4

Bir hafta sonra bana icazet verme teklifinde bulundular. Ben de daha bir yıl okumak istiyordum. Ona göre evin ihtiyacını tedarik etmiş gelmiştim. İcazeyi hemen almak istemiyordum. Bu durumu izah ettim. “Biz lüzum görmüyoruz. Bütün kitapla


2010-07-21 03:24:05

İcazet Hüznü

 Bir hafta sonra bana icazet verme teklifinde bulundular. Ben de daha bir yıl okumak istiyordum. Ona göre evin ihtiyacını tedarik etmiş gelmiştim. İcazeyi hemen almak istemiyordum. Bu durumu izah ettim. "Biz lüzum görmüyoruz. Bütün kitapları okumuşsun, derslerini vermişsin. Yanımızda da son kitaptan biraz ders gördün, yeter. Hem kaç gün önce kaynananın hasta olduğuna dair telgraf geldi. Gidersen belki dönemezsin diye sana haber vermemiş idik. İcazetini verelim de git" dediler. Üzülerek kabul ettim. İcazeyi yazdılar. Acil olduğu için yeni bir cübbe alınamadı. Hocam kendi cübbesini bana giydirdi. Sarık bağladılar. Yemek verdiler. İcazet yazısının bir bölümünü hocam okudu. Geri kalan kısmını da Sadrettin hocaya okuttular. Çok mahzun olarak eve geri döndüm. Çünkü ben hemen icazet almak istemiyordum. Orada en az bir yıl okumak istiyordum.

Hz. Musa'yı Rüyada Görmem

Aradan ne kadar zaman geçti hatırlayamıyorum. Ramazan ayında bir sabah âdetim üzere bir cüz Kur'an okurken, uykum bana galebe çaldı. Bir iki defa Kur'an elimden düştü. Ben de işrakı beklemeden, uyku galebesinden uzanıp uyudum. Rüyamda Seyyidina Hz. Musa'yı(a.s) gördüm. Tur-i Sina'ya gidiyormuş. Seyyidina Musa Tur-i Sina'ya giderken bazı kimselerin kendisine birtakım tembihlerde bulundukları hatırıma gelince, kendisine dedim ki: "Tur-i Sina'ya gidiyorsun. Rabb'ul-âlemin'e benim hakkımda bazı şeyler mevzubahis et!" Seyyidina Musa Aleyhisselam bunun üzerine bana: "Daha önce senin bahsin geçti. Bahsin geçerken, Allah senden şikâyetçi idi" dedi. Ben de "Kuvvetime göre Allah'ın emirlerini tutup yasaklarından sakınıyorum" dedim. O da dedi ki; "Miskinlerle otur-kalk. Tekebbür etme."

O zaman uyandım. Anladım ki bende kibir var. Şikâyet ondan dolayıdır. Zira küçük talebeleri okutmuyordum. Bunlar nerede olsa okuyabilir diye onların yerini yapmıyordum. Büyük kitapları okuyanların yerini yapıyordum. Esasen bende kibir olduğunu biliyordum. Zira daha çok zenginlerle oturup kalkıyordum. Fakirlerle oturup kalkmıyordum. Bu huyumu ne kadar sevmesem de terk edemiyordum. Buradan suç geldiğini anladım. Bu rüyamı bazı meşayihlere arz etmek istedim. Rüyamı kimseye söylemedim. Sade bazı talebelere bir rüya gördüğümü, tabirini yapacak bir yer istediğimi söyledim. O anda yanımda Hazrolu Molla Ramazan vardı. Bana: "Sen rüyanı bana anlat. Ben de Hazrolu meşhur âlim ve tasavvuf ehli Seyda-i Hacı Fettah'a anlatır, tabirini getiririm" dedi. Anlatmadım.

Şeyh Seyda'yı Rüyamda Görüşüm

Tarikatına girdiğim Şeyh Ahmed-i Haznevi vefat etmişti. Yerine oğlu geçmişti. Başka halifeleri de vardı. Ayrıca Hazret namı ile meşhur zatın halifeleri de vardı. Cizreli Şeyh Seydâ'yı(1) da işitmiştim. Bunlardan hangisine gidip intisap edeyim diye mütereddit idim. Ramazanın yirmi ikinci günü gördüğüm rüyadan birkaç gün sonra idi. Sabah namazından sonra Kur'an okurken, yine uykum bana galebe çaldı. Elimden Kur'an düştü. Uyku iyice bastırınca, uyudum kaldım. Rüyamda Cizreli Şeyh Seydâ'nın bize geldiğini gördüm. Oturması için ev tarafına döşek getirmeye gittim. Fakat ev bizim eve benzemiyordu. Bahçeli, havuzlu, çiçekli bir evdi. Kendi kendime "insanın evi böyle olduktan sonra misafir kim gelirse gelsin, mahcup olmaz" diyerek sevindim. Ev halkına "Şeyh Seydâ geldi" diye seslendim. Döşeği alıp götürdüm. Şeyhin oturacağı odaya serdim. İkinci döşeği de getirmek için ev tarafına tekrar gittim. Şeyh Seydâ da arkamdan geldi. Saliha isimli kızımın başını okşadı. O esnada uyandım. Bu rüyamın, Şeyh Seydâ'ya intisap etmeme ve görmüş olduğum rüyayı ona anlatmama işaret olduğuna kanaat getirdim. Fakat Ramazan ayındaydık. Teravih kıldırıyordum. Bu sebeple hemen gidemedim. Bayramdan sonra gitmeye niyet ettim. Ramazan bitti. Bayram yaptık. Şeyh Seydâ'ya gitmeye karar verdim.

Åžeyh Seyda Hazretlerini Ziyaret

Şeyh, Cizre ile Mardin arasında bulunan Serdahli köyünde kalıyordu. O zaman Mardin Cizre arası kamyondan başka vasıta çalışmıyordu. Mardin'den Cizre'ye giden bir kamyona bindim. Şeyhin köyüne giden yol ayırımında indim. Kamyonun şoför mahallinden yaşlı bir adam da indi. Kamyon yoluna devam etti. Yaşlı adam bana: "Oğlum nereye gidiyorsun?" diye sordu. "Şeyh Seydâ'yı rüyamda gördüm. Ona gidiyorum" dedim. "Ben de Şeyh Seydâ'yı rüyamda gördüm. Bir ipin ucu benim elimde, öbür ucu şeyhin elindeydi. "Bana gel" diyordu. Bu şeyh bizden ne istiyor?" dedi. Beraber yaya olarak yola koyulduk. Bu yaşlı adam çok konuşkan biri idi. Köye varıncaya kadar yol boyu hep konuştu, ben dinledim. Bildiği bazı Farsça beyitleri de okudu. Âşık birine benziyordu. Bana şunları anlattı. "Ben Milli aşiretindenim. Emekli PTT müdürüyüm. Kırk sene tarikatta hizmetim var. Benim şeyhimin şeyhi, Tavilan'a mensup Şeyh İsmail idi. Bana, halife bırakmadığını, kendisinden sonra tarikatının munkati olacağını(kesintiye uğrayacağını) söyledi. Şeyhim, Şeyh Said hadisesinde asıldı. Şeyhim hayatta olduğu zamanlarda bir gün sabah evden çıktım, işime gidiyordum. Yolda hiç tanımadığım bir şahıs karşıma çıktı. Şeyhim İsmail Efendi'yi kast ederek bana: "Şeyhin ziyaretine gidelim. Gelmez misin?" dedi. "Gelirim, fakat köyün yolunu bilmiyorum. Yolu bilen bir talebe çağırayım" dedim. Bir talebe çağırdım. Üçümüz yola çıktık. Köye varınca baktık ki, şeyh bir direğe yaslanmış sanki bizi bekliyordu. Oturduk. Şeyh sohbete başladı. O talebe de ayaküstü dersini ezberlemeye başladı. Sesi bana geldiğinden şeyhin sohbetini iyice anlamıyordum. Bundan dolayı içimden talebeye kızmaya başladım. O anda birden bire talebe sukut etti. Bir müddet sonra Şeyh Efendi bana "Remzi Bey, sen memursun, vazifene dön. Şeyh efendi yanımda kalacak" dedi. O zaman anladım ki yol arkadaşım şeyh imiş. O zamana kadar şeyh olduğunu bilmiyordum. Talebe ile beraber döndük. Yolda talebeye şeyh sohbet ederken sen de dersini ezberliyordun. Neden aniden sustun? Bana: "Sen duymadın mı? Şeyh efendi bana: "Bizi rahatsız etme dedi" diye cevap verdi. "Subhanallah! Benim üzüldüğümü şeyh nasıl anladı! Nasıl ben işitmeden o talebeye sesini işittirdi" dedim. O sırada da ikamet ettiğim şehre ulaştık. Mesai saatinde vazifeme yetiştim. Gittiğimiz köy, bulunduğumuz şehre altı saat mesafede idi. Sabah mesaime geç kalmadım. Köye, şeyhin ziyaretine gidip gelebilmemizin şeyhin bir kerameti olduğunu anladım. Beraber camiye gittiğimiz bir hoca vardı. Bir sabah namazından sonra eve dönerken çok yaşlı olduğu için yoruldu. Dinlendi. Ben de onu bekledim. Bana "Remzi oğul, geçenlerde bir papazla münakaşa ettim. Onu mağlup ettim. Bu yüzden bana kin besliyor. Ben hasta olup hastaneye yatacağım. O papaz da doktorlara rüşvet verip beni zehirleyecek" dedi. Ben seslenmedim. Ertesi gün de camiden dönüşümüzde aynı şeyleri söyledi. Tekrar cevap vermedim. Üçüncü gün de aynı şeyleri anlatınca, "elini ayağını öptüğüm hocam, madem böyle olacağını biliyorsun, hastaneye gitme veya hastanede sana verecekleri ilacı içme" dedim. "Nahnu kavmun râdûn" yani "biz takdire razıyız" dedi. Sonra aynen dediği gibi oldu."

Remzi Efendi böyle hadiseleri anlata anlata, Serdahli'ye, Şeyh Seydâ'nın köyüne yetiştik. Daha önce nüfus müdürlüğü yapan Ubeydullah Efendi, istifa etmiş, dört seneden beri Şeyh Seydâ'nın yanında bulunuyordu. Bize niçin geldiğimizi sordu. Kendisine, "gördüğümüz rüyalar var. Şeyh efendiye anlatacağız" dedik. Başka da kimse bize bir şey sormadı. Zaten kalabalık da çoktu. İki üç gün sonra, şeyh efendinin bizi istediğini yüksek sesle haber verdiler. Halvethanesine gittik. Şeyh efendi, Remzi Bey'e: "Sizin tarikat münkatıdır. İpin kısa tarafının elinde olması bu manaya gelir. Uzun kısmının benim elimde olma ise, bana intisap edeceğime işarettir" dedi. Bana da dedi ki "Seyyidina Musa'nın mesakinlerden muradı ehl-i tarikattır. Onlarla beraber olmanızı tavsiyede bulunmuştur. Ben seni kardeş olarak kabul ettim. Sensiz cennete girmeyeceğim." Tarikat arzu edenlere tövbe vermeme izin verdi. Kaç gün orada kaldıktan sonra eve döndüm.

Åžeyh Efendi'yi Ä°kinci Ziyaretim

İkinci bir defa Şeyhin ziyaretine gitmek istedim. Mardin'de dediler ki "Şeyh Karkamış köyüne gelmiş. Büyük bir kalabalık var. Toprak atsan yere düşmez" Ben de o köye gittim. Şeyhin ziyaretine bir kapıdan girip bir kapıdan çıkarak ziyaret ediyorlardı. Suriye'den gelenler de vardı. Yalnız buradan gelenlerin altı bin kişi olduğu söyleniyordu. Ben de ziyaret için sıraya girdim. Benden evvel benim önümde bir binbaşı vardı. Binbaşı Şeyh Seydâ'yı ziyaret ederken dedi ki: "Vali beyin selamı var. Biz dürbünle bakıyoruz Suriye hududu insanlarla dolmuş. Şeyh efendinin daha ilerideki köye gitmesini bekliyorlar. Bunların çoğu Türkiye'den gidenlerdir. Hududu geçerlerse bu tarafta düşmanları olabilir. Bir dövüş olursa, biz de şeyh efendi de hâkim olamaz Şeyh efendi bu sefer geri dönsün, ikinci defa tedbir alırız. İstediği yere kadar gitsin diyor" dedi. Şeyh efendi cevap vermeyince, aynı şeyleri tekrar etti. Cevap almayınca o da diğer ziyaretçiler gibi çıktı. Ziyaret bitince şeyh efendi yanındaki otuz kişi ile beraber kendileri için özel hazırlamış direkler üzerindeki çadıra geçti. Nusaybin'den kaymakam, hâkim, hudut komutanı ve kalabalık bir ziyaretçi gurup geldi. Şeyh efendiyi ziyaret ettikten sonra, Kaymakam, Hâkim ve Hudut komutanı, Şeyh efendinin Valinin isteğine uyması hususunda ricada bulundular. Şeyh efendi kabul etmeyince Kaymakam ile Hâkim Şeyh efendinin huzurunda her hangi bir nizâ'ın olmayacağına kanaat getirdiler Fakat hudut komutanı mesuliyetten korktuğundan ikna olmadı. Şeyh efendi komutana: "O köye gideceğime söz verdiğim için, size uyup geri dönemem" dedi. Fakat valinin gönderdiği binbaşı tekrar ricada bulununca şeyh efendi bu defa dönmeyi kabul etti. Şeyhin döneceğini duyan o köy ahalisi bu sefer kendileri bulunduğumuz yere gelip ziyaret ettiler.

Şeyh Seydâ'nın Halifesi Seyyid Ali Fındıkî(2) onlara: "İşittiğimize göre, şeyh gelecek diye seksen koyun, dört sığır kesmişsiniz doğru mu?" dedi. Dediler ki "İşittiğiniz, yaptığımız masrafın dörtte biri bile değil. Fakat kendimize bile yiyecek bir şey bırakmadık. Hepsini köylülere dağıttık." Seyyid Ali onlara "Allah hayrınızı kabul etsin. Şeyh Efendiyi mazur görün" dedi. Ramazan ayı girdi. Oruca o akşam niyet ettik. Şeyh efendinin bir müddet daha o köyde kalmasını köylüler istediler. Fakat şeyh efendi "dönmemiz gerekiyor, süluka girecekler var" dedi. Beni kast ettiğini anladım. Döndük.

Süluk'a Girmem

Yolda olan şeyler çok fakat onlara girmeyeceğim. Serdahli köyüne dönünce, şeyh efendi hemen suluk'a girmemi emretti. Yirmi beş gün sülukta kalabildim. Çünkü bayram geldi. Ertesi yıl tekrar şeyh efendi süluka girmemi emretti. Şaban ayının 15'i falandı. Yani ramazana 15 gün kala. Benimle beraber iki kişi daha süluka girdi. Üç kişi idik. Sülukta aralarımızda perde vardı. Nüfus müdürlüğünden istifa edip şeyh efendinin yanında kalan Ubeydullah bizimle ilgilenmeye tayin edildi. Bir hal olduğunda biz ona söyleyecektik. O da şeyh efendiye söyleyecekti. Sülukun şartlarından: Yemekte hayvansal yağ olmayacak. Namaz kamet edilince safa girip, namazdan sonra kimse ile konuşmadan geri yerine dönülecek, sünnetler orada kılınacak. Sülukta ayak uzatılmayacak, uyku galebe çalınca oturarak uyunacak. Bu şartlar yazılı olarak yanımızda vardı. Bizden bazı arkadaşların yedinci defa süluka girişi idi. Malatyalı Abuzer böyle idi. Alışkanlık olduğu için o on günde letaifleri tamamladı. Gördüğümüz halleri Ubeydullah kanalıyla Şeyh efendiye bildirirdik. Ona göre letaifler değişiyordu. Yirmi günden sonra letaifleri bitirdik. Nefy-i isbat keyfiyetini bize bildirdiler. Nefyi ispatın tarifinde: Göbekten başlar (LÂ) beyne kadar (İLAHE) sağ omuzda tamam olur. (İLLALLAH) deyince icmali olarak letaifler üzerinde dolaşarak kalbe vurulurdu. Buradaki ahvaller şeyh ile şahıs arasında olur. Kırk gün tamam olduktan sonra süluktan çıktık.

Hilafet Alma

Bir hafta kadar, şeyh efendi istihareler yaptı. Sadece istiharenin bana isabetli olduğunu belirterek, bana halifelik icazeti vermeyi teklif etti. İcazeti kendi eliyle yazdı, daha da "bunu temize çekeceğim" dedi. Yemek yendikten sonra cemaatin huzurunda icazetimi verdi. Cübbesini çıkarıp bana giydirdi. Başıma sarık bağlandı. Bir kefiye de başıma örttü. "Başınız örtülü olsun" dedi. Bu halifelerinin bir şiarı idi. Halife olanların hepsinin başı öyle örtülü oluyordu. Cizre'den Bismil'e dönüşümde büyük bir kalabalık beni istikbal ettiler. Bulunduğum köy ahalisinin hepsi kadın erkek tarikata girdiler. Daha sonra bazılarında çok ifratlar gördüm. Sanki bir keşf izhar eder gibi, eskiden başlarından geçen kusur kabahatlerini söylediler. Kadınların da ayrı cemaatleri oluyordu. Hatta zikir yaparlarken erkekler bunların zikirlerini işitir oluyorlardı. Bunlara da kolay kolay söz geçirmek zordu. O zaman bazı şartları ileri sürdüm. Tarikatı her arzu edene vermez oldum. Daha ziyade ilme önem vermeye başladım. Talebelere ders vermeğe devam ettim. Zaten ben henüz icazet almadan yanımda ders okuyan talebeler vardı. İcazet aldıktan sonra da ders vermeye devam ettim. Zaman zaman ilim icazeti alanlar oluyordu. Talebelere icazet vereceğim zaman Şeyh Seydâ'ya sordum. İcazeti nasıl yapalım diye. "Fark yoktur. Ben sana izin veriyorum. Talebelerin icazetlerini ver" dedi. Çok şenlikle üç talebeye icazet verdim. Bunlar Şeyh Musa Zuli, Molla Kuddusi Halidi ve Molla Muhammed Zozunci idiler.

Risale-i Nurları Elde Etmem

Daha sonra Hulusi Bey'e mektup gönderip Bediüzzaman'ın kitaplarından istedim. Risale-i Nurla ilgilendiğimden dolayı beni tebrik etti. "Sana yakın iki adres gönderiyorum. Kitapları oradan sor" diye cevap yazdı. Adreslerin birisi Bitlisli manifaturacı Yusuf efendinin, diğeri ise emekli Yüzbaşı Mehmet Kayalar'ındı. Her iki adresten de sordum, kitapları elde edemedim. Mehmet Kayalar benden adres istedi. "Kitapları Urfa'dan getirtir, sana gönderirim" dedi. Bir müddet bekledim, kitaplar gelmedi.

Şimdiki Malatya müftüsü olan Feyyaz Efendi, o zaman yanımda Muhtasar'ul-Meani kitabını okuyordu. Memleketi olan Kulp'a ziyarete her gittiğinde Mehmet Kayalar'ın sohbetinde bulunur, dönüşte bana onu methu sena ederdi. Nihayet bir gün onunla beraber Diyarbakır'a gittiğimde ben de Mehmet Kayalar'a uğradım. Mehmet Kayalar beni görünce cemaatine önüne vererek dedi ki: "Çok mahcup oldum. Daha önce bu zata bazı kitapları getirteceğime dair söz vermiştim, şimdiye kadar getirtemedim."

El yazması Sikke-i Tasdiki Gaybi ile Beşinci Şua isimli kitapları bana hediye etti. Hacı Muzaffer Bey de Mektubat'ı emaneten verdi. Geri köye döndüm.

Üstadı Ziyarete Karar Vermem

Bu kitapları mütalaaya başladım. Kalbime geldi ki "Bu zata muasırız. Sonra, "onu niye ziyaret etmedim" diye üzülür, müteessir olurum" dedim. Kendisini ziyaret etmeye karar verdim. Mehmet Kayalar'a "üstadın ziyaretine gitmek istiyorum" dedim. Oradaki cemaatle istişare etti, gitsin mi? diye sordu. "Gitse daha iyi olur" dediler. Mehmet Bey de "Peygamberi gören sahibi oldu, Görmeyen tabiin oldu. Görenle görmeyen bir olmaz. Yarın sana bir mektup vereyim, üstada ver. Diyarbakır'dan ayrılmak istiyorum, üstada bu maruzatımı da söyle" dedi. Sabahleyin Mehmet Beyle görüştüm. Bana, "bu gece üstad'dan mektup geldiğini, ziyaretçi kabul etmediğini, ziyaretçi gelmemesini yazdığını" söyledi. Sonra karar verdik ki, bizim gitmemle ilgili kararımız mektup gelmeden evvel olduğu için, gitmem emrine muhalefet olmaz.

Trene bindim, Isparta'ya gittim. Nur Boya isimli bir mağazaya gittim. Sahibi üstadın talebelerindendi. "Üstadın ziyaretine geldim" dedim. "Üstad dün Eğridir'e gitti. Eğridir'de çakmakçı Ali Cengiz'e misafir olur" dedi. Otobüse binip, Eğridir'e Ali Cengiz'in evine gittim. Dedi ki "Dün gece burada idi. Bugün onu motorla Barla'ya yolcu ettik, gitti. Onu yolcu ederken bir ara abdest alıp başımda şapka ile iki rekat namaz kıldım. Üstad bana: "Ali, sen bizden dolayı işinden geri kaldın. Onun eksikliği ne varsa ödeyeyim. Fakat şapka ile namaz kıldın, oradaki manevi zararı ise ödeyemem" dedi. Ben de kendisine, "bu miktar bir teneffüs gibidir. Maddi bir ziyanım olmadı" dedim. Yedi buçuk lira motor parasını kendisi verip motora bindi. Otururken "oh güzel. Bununla Amerika'ya kadar gitsem, aciz olmam" dedi. Sonra motor hareket etti. Biz de evlerimize döndük."

Akşam yemeğinden sonra Ali Cengiz bana "bir dua okumaz mısın?" dedi. Bizde yemekten sonra dua okumak adet değil. Üstad yemekten sonra dua etti mi? Dedim. "O bize misafir olur, fakat bizimle sofraya oturup yemek yemez. Gece beraberinde ne varsa ondan yer" dedi. Ev sahibinin 10-15 kişi kadar oturmaya gelen komşuları, arkadaşları vardı. Beraberce sohbet ediyorduk. Ali Bey hizmet ile meşgul iken orada bulunan kişiler Ali hakkında şöyle haber verdiler: "Ali daha evvel içki içerdi. Namaz kılmazdı. Risale-i Nur talebesi olduktan sonra içkiyi terk etti ve namaza başladı. Osmanlıca yazıyı öğrendi. Risaleleri yazmaya başladı. Hatta üstad bile kendisine misafir oluyor. Geçen gece müftüden bahsedilirken bazıları dediler ki "müftü Ali'nin dostudur." Üstad da dedi ki: "Ali, müftünün dostudur. Ali benim dostumdur. Benim dostumun dostu dostumdur." Daha sonra bazı şeylerden bahsedilirken üstat: "Ben hakkımı herkese helal ediyorum. Hatta bana zehir içirenlere dahi! Fakat iman şartı ile" dediğini naklettiler. Sohbet bitince, herkes dağıldı.

Barla'ya GidiÅŸ

Sabahleyin Ali torba içinde bir francala ekmek getirdi. "Üstadın yanına gittiğinde ona verirsin. Ali gönderdi dersin. Çünkü o lokantaya gitmez. Kimsenin ekmeğini de yemez. Sana ekmeğin parasını verirse al" dedi. Benimle beraber motora kadar geldi. Yedi buçuk lira motor parasını verdik. Motora bindim ayrıldım. Barla'ya yaklaşılınca bir kalabalık su kenarında motoru bekler gördüm. Motor kıyıya yanaşıp indiğimizde o kalabalıktan birisi bana "nerelisin?" dedi. "Diyarbakırlıyım" dedim. "Nereye gidiyorsun?" dedi. "Barla'ya gidiyorum" dedim. "Barla'ya niçin gidiyorsun?" dedi. "İşim var" dedim. "Ben biliyorum. Sen o zatın ziyaretine gidiyorsun. O ziyaretçi kabul etmiyor. Çok üzmeyin onu" dedi. Meğer benimle konuşan belediye başkanı imiş. Sonra dedi ki "o bugün kara yolu ile Isparta'ya gitti". Beraberimdeki arkadaşlar "kulak asma dediler." O belediye başkanının yalan söylediğini itham ettiler. Kalabalıktaki çavuş rütbeli şahıs da "gitti" deyince o zaman arkadaşlarımda da gittiği kanaati hâsıl oldu. Bana: "Bu gece bize misafir ol. Nahiye müdürü Isparta'ya gitmiş. Yarın dönecek. Onun geleceği araba ile seni Isparta'ya göndeririz" dediler. Bunlar ticaretle uğraşan ve benimle Eğridir'den motorla Barla'ya gelen bir grup yol arkadaşım idiler. Ben "daha erken gitmek istiyorum" dedim, motorla geri döndüm. Arkadaşlar motorcuya: "Bundan dönüş parası alma" dediler. Dönüşte, motora binenlerden beyaz sakallı, kısa boylu biri benimle konuşmaya başladı: "Ben bu nahiyenin imamıyım. Bazen Üstadla beraber bağa giderdik. Bazen bir iki habbe üzüm koparırdı. Bunları yiyeceğim, bedeli ne kadarsa vereceğim" derdi. Para yerine küçük risaleler verirdi. Hediye kabul etmiyordu. Eğer etseydi, bu Barla nahiyesi tümüyle şimdi kendisinin olurdu. Bazen yabana giderdik. Bazen otlara çok dikkatli nazar ederdi. Gözlerinden yaşların aktığını görürdüm. Bu zat memleketimize gelmeden evvel geliratımız bize kifayet etmiyordu. Bu mübarek, takriben elli beş seneden beri memleketimize ayak basmıştır. O zamandan beri geliratımız bize kâfi geliyor, hatta artıyor, dışarıya da veriyoruz. Mübarek ilim doludur" dedi.

-Devam Edecek-

Dipnotlar

1- İsmi Muhammed Saîd olup Şeyh Seydâ diye meşhûr olmuştur. 1889 (H. 1309) senesinde Cizre'de doğdu. 1968 (H. 1387) senesinde Cizre'de vefât etti. Kabri oradadır. İlim ve fazîlette emsâllerini geçip zamânın ileri gelenleri arasına girdi. Dayısı Şeyh Muhammed Nûrî Dirşevî'nin sohbetlerinde bulundu. Tasavvuf yolunda ilerledi. Kendisinden icâzet almış, 150'ye yakın talebesi ve ayrıca 100 kadar halîfesi vardı. Talebeleri ve halifelerini Sûriye, Irak, Arabistan gibi memleketlere gönderdi. Memleketimizin seçkin ulemasından M. Salih Ekinci Hocaefendi, onun için "Şeyh Seyda, memleketin büyük âlim ve mürşitlerinden, büyük mürebbilerinden bir insan... İlim açısından büyük insanlar yetiştirmiştir. Uzun zaman bizzat ders okutmuştur. İhtiyarlandığında da tedrisat yaptırtıyordu.

Devamlı etrafında büyük hocaları bulunduruyor, ders verdiriyordu. Bir de tabii çok halifeler yetiştirdi. İrşad açısından geniş bir alanı vardı. Salih ve fadıl ve gayretli birisi ve asrın büyük âlim ve mürşidlerinden biri idi. Benim babam da onun vekiliydi. O vefat ettikten sonra, Şeyh Arapkendi'ye intisap etti" demektedir. (Hocalarımız Konuşuyor-Salih Okur- Nun Yayıncılık)

2- Seyyid Ali Fındıkî, Siirt ilinin Eruh ilçesine bağlı Fındık nahiyesinde doğdu. Küçükken babasından çeşitli dersler aldı; Fıkıh, Nahiv ve Tefsir derslerini de Harunan aşireti imamlarından tahsil etti. Daha sonra Gercüş'e giderek Molla Necmeddin'den ve oradan da Beşiri'ye giderek, Molla İbrahim Kürikî'den ders aldı. Ayrıca Silvan'da, Silvan Müftüsü S. Abdurrahman, Molla Hasan Küçük, Molla Yakub ve Molla Hamid'den ders okudu. Hacı Fettah Harovî'den de Farsça tahsil etti. 1 Mart 1968'de Hakk'ın rahmetine kavuştu. Şeyh Seydâ'nın yanına defnedildi.

Üstad Bediüzzaman'ın yakın dostlarından olan bu büyük zât, Üstad'ın vefatı üzerine çok üzüntü içinde aşağıdaki mersiyeyi Kürtçe olarak kaleme almıştı.

MERSÄ°YE

Ey dertlerin meskeni gönül, bilir misin ne oldu?

Dinimiz için can fedâ olan Said'i kaybettik…

Yükselttiği bayrağı (ki bu din-i mübin için)

Ne çok sorup işittik… O vakitte başkaları yoktu.

Dinin mevziine oturmuş, hiç kimseden pervâsı yoktu.

Hakk'ı bilir, Hakk'ı söyler, hak yapardı. Her dem öyleydi.

O kurduğu dükkân ve sattığı metâlar ki,

Şam, Mısır ve Bağdat'ta da bulunmuyordu.

Ne musibet? Vefat etti! Yüz bin rahmet üstüne olsun…

O, bu din-i mübin için ne güzel bir numûneydi...

Hicrî binden sonraki üç yüz yetmiş dokuzda.

Cennet bağının kapısı keremle ona açıldı.

O, Nurs'ta dünyaya geldi, Urfa'da vefat etti.

O meşhurdu; o bedi' idi, ben derim o üstündü.

Ey iki dünyada Said! Keder oldu seni görmek…

Hüdâmızdan istiyoruz ki âhirette yanınızda olalım.

Ey Ali! Gerçi Said gitti. Fakat Risale-i Nur gitmedi.

Sana binler tavsiyem olsun ki onlardan mahrûm olmayasın.

FotoÄŸraflar

1- Muhammed Emin Er Hocaefendi

2- Åžeyh Seyda Hazretleri

3- Seyyid Ali Fındıkî

4-Üstad Bediüzzaman

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

ali said, 2010-07-30 04:03:52

Muhammed Emin ER hocamızın ders halkasına bir zamanlar (1985)biz de katılmıştım. o zaman çok gençtim ve ilmin ve hocalarımızın değerini tam bilmiyordum. Şimdi olsam, ondan tüm ilimleri okur, icazet alırdım. Dört bölümde ele aldığınız söyleşi çok güzel çok enfes olmuş, bunu bir kitap yapmak mümkün. o zaman herkes istifade eder. Elinize ve yüreğinize sağlık Rabbim hepimize yâr Olsun sa. Diyar-ı Mevlanâ 1 Ağustos 2010 Ali Saîd (Pekcan)

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

İyiliğin karşılığı, iyilikten başka bir şey midir?

Rahman, 60

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Allah her şeye güzel davranmayı emretmiştir. Öyle ise öldüreceğiniz zaman bile güzel öldürün. Hayvan keseceğiniz zaman güzel kesin. Sizden biri bıçağını bilesin ve kestiği hayvanı rahatlatsın.

Müslim

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI