MUSTAFA SABRİ EFENDİ (1869-1954) -3. BÖLÜM-

“Asrın en büyük mütekellimidir diye söylenirse, mübalağa değildir. Çok büyük muhakkik bir zattır. Kelam ilminde müçtehid olduğunu kendisi de iddia ediyor. Ehildir de. Kelam ilminde bu seviyeye ulaşmıştır.


Nurgül Dere

nurguldere@gmail.com

2010-07-30 17:03:27

 HOCA EFENDİ'LERİN DİLİNDEN MUSTAFA SABRİ EFENDİ

M. SALÄ°H EKÄ°NCÄ° HOCA EFENDÄ°

Cevaplar.org'dan Salih Okur'un M. Salih Ekinci Hocaefendi ile yaptığı bir röportajdan:

"Asrın en büyük mütekellimidir diye söylenirse, mübalağa değildir. Çok büyük muhakkik bir zattır. Kelam ilminde müçtehid olduğunu kendisi de iddia ediyor. Ehildir de. Kelam ilminde bu seviyeye ulaşmıştır. 

Bir de, Mısır'da modernistlere karşı en büyük mücadeleyi veren bir zattır. 

Onların hatalarını en güzel bir şekilde beyan eden bir âlimdir. 

-Fikirlerinde Cebriye'ye kaymış mıdır? Onun şöyle bir sözü naklediliyor; " Bir mübtedînin Kaderî, Mutezilî olmaması ve bir müntehînin de cebrî olmaması mümkün değildir." 

- Hayır hayır.. Kader meselesinde Eş'aridir. Maturidi değildir. "Mevkıf'ul Beşer Tahte Sultan'il Kader" kitabı çok güzel, çok ilmi bir şekilde yazılmıştır. Ve Mustafa Sabri Efendi, bu kitapta, kader konusunda İmam Eşari'nin görüşünü savunmuştur. 

Diğer görüşleri de ilmi bir şekilde red etmiştir. Mutezile olsun, Maturidi olsun, başka âlimlerin görüşleri olsun ilmi bir şekilde red etmiştir."

EMİN SARAÇ HOCA EFENDİ

Emin Saraç Hocaefendi ise, Mustafa Sabri Efendi'nin Üstad Bediüzzaman ile olan bir anısını şöyle anlatmaktadır:

"Efendim, Bediüzzaman'ın Mustafa Sabri Efendiye mektup yazdığını hatırlıyorum. Mustafa Sabri Efendi'ye "benim kitabımı Arapçaya tercüme et" diye teklifte bulunmuştu. Mustafa Sabri Efendi tebessümle karşıladı "Onu biz Dar-ül Hikmet'e almıştık, çok iyi olmuştu" dedi. Sonra o kitabı Ali Yakup Efendi aldı okuyordu, bayağı devam etti. Mustafa Sabri Efendi böyle dinledi. Sonra "Herhalde Ali Yakup Efendi bu gece sabaha kadar bu kitabı dinletecek bize" diye latife etmişti."

ALÄ° YAKUB CENKCÄ°LER HOCA

Ali Yakub Cenkciler Hoca ile Altınoluk Dergisi'nin yapmış olduğu röportajdan Mustafa Sabri Efendi ile ilgili bir kısım aktarıyoruz:

"Benim kadar kimse görüşmedi, desem mübalağa olmaz sanırım.

Bir defa her hafta ziyaretine giderdim. Sabahtan akşama kadar. Gece saat 11'e kadar. Beni adeta evin bir ferdi gibi bilirlerdi. Bir yere gidecek olsa, beni de yanına alırdı. Etrafına "Yaverim" diye tanıtırdı.

-Türkiye üzerine sohbetleriniz olur muydu?

Azizim, o kavmiyetçi manasında milliyetçi değildi, bu bilinir. Fakat, Türkiye ile ilgili ne kadar yazı yazmışsa, bunları okuyanlar onun dehşetli bir milliyetçi olduğunu sanırlar. Osmanlı devletine, Türk milletine bir kıl kadar hata kondurmazdı."

ÃœSTAD BEDÄ°ÃœZZAMAN Ä°LE Ä°LGÄ°LÄ° HATIRALARI

Prof. Dr. Ali Özek anlatıyor:

Kahire'de Mustafa Sabri Efendinin ziyaretine giderdik...

"1952 senesinde eski şeyhülislâmlardan Mustafa Sabri Efendi Kahire'de Şehzade Şevket Beyin evinde kalıyordu. Biz Türk talebeler haftada, bazen da on beş günde bir defa ziyaretlerine giderdik. Kendileri de bizleri daima beklerlerdi. Güzel sohbetler olurdu, dinlerdik ve istifade ederdik.

"Bir defasında herkese memleketini soruyordu. Ben de Muğla'nın Fethiye kazasının Doğanlar köyünden olduğumu söyledim. Bizim köy Elmalı'ya yakındı. Elmalı Hamdi Efendinin hemşehrisi sayılırdık. Mustafa Sabri bu vesileyle Elmalı'ya olan hayranlığını izhar etti.

"Yine böyle bir sohbet sonunda elini öptüm, ayrılıyordum. Türkiye'ye izine geliyordum. Mısır'da okuyan Ezher Talebe Teşkilâtının sekreteri ve başkanıydım.

Mustafa Sabri Efendi benden üç şey istemişti

"Mustafa Sabri Efendi, 'Sana üç vazife vereceğim' dedi.

1. Kırkağaç kavunu (Mısır'da kavun yoktu)

2. Leblebi,

3. Şeyh Said Nursî'yi göreceksin. Bediüzzaman'ı ziyaret edip ne kadar talebesi olduğunu soracaksın. Sana bir rakam verecek. Bunun üzerine neden Türkiye'de bir hareket yapmıyor, neden duruyor, niçin bir İslâmî harekâta girişmiyor? Bunları sor' dedi. Emirdağ Belediye Reisi olan H. Ali Kılıçalp da Mısır'da talebeydi. O da selâm ve hürmetini söyledi.

Bediüzzaman'ı ziyaretim

"İstanbul'a geldiğimde Bediüzzaman da Fatih Çarşamba'da ahşap bir evde kalıyordu. Ziyaretimizde divan üzerinde, arkasında hafif eğik bir yastığa yaslanmış, uzanmış yatıyordu. Mustafa Sabri Efendinin selâmını söyleyince, kalktı, doğruldu, oturdu, "aleykümselâm" diye selâmı aldı. "Kelâmı nedir?" dedi. Bir saat kadar ziyaretinde kaldık.

Bizim vazifemiz imandır

Ben selâmını söylemeden, "Bizim H. Ali ne yapıyor?" diye sordu, ben de selâmını söyledim.

"Mustafa Sabri ne kadar talebeniz olduÄŸunu soruyor Efendim" dedim

"Türkiye'de Risale-i Nur'u okuyan beş yüz bin şakirdim var" dedi.

"Sabri Efendi bu kadar talebesiyle neden İslâmî cihada başlamıyor", diyor.

"Üstad: "Şimdi sen Sabri Efendiye selâm söyle, bizim dâvamız imandır. Cihad, imandan sonra gelir. Şimdi imana hizmet etmek zamanıdır. Bizim vazifemiz imandır, imana hizmet etmektir..." diye iman hizmeti üzerinde uzun uzun durdu ve izahlarda bulundu. Müsaade isteyip ayrılırken, ayağa kalktı. Elini öptüm, ayrıldım, kendisi de yatağa oturdu.

Emanetleri, bu arada Şevket Beyin istediği vatan toprağını çok sıkı arama ve kontrolden sonra Mısır'a götürdüm. Leblebi ve kavunu da Sabri Efendiye götürdüm.

Şeyh Said Efendi haklıdır

Sabri Efendi artık iyice ihtiyarlamıştı. Bu sebepten rahatsızdı. Türkiye'de Bediüzzaman'la geçen konuşma ve hatıraları, aynen kendilerine naklettim. Dikkatle dinledi. Şu cevabı verdi:

"Şeyh Said Efendi gerçekten haklıdır! Evet söyledikleri doğrudur. O dâvasında muvaffak oldu. Biz hata ettik. O memleketten hiç bir yere ayrılmadı, sebat etti..." diye Bediüzzaman'ı tasvip etti." 

Hacı Ali Kılıçalp anlatıyor:

"Bulunduğum devrede Türk Talebe Başkanlığı vazifesi yaptım. Osmanlı İmparatorluğnun son şeyhülislâmlarından Tokatlı Mustafa Sabri Hazretlerini ziyaret ettim. Evini buldum, izin istedim. Kendisi kabul ettiler. Bir odasındayız. Yalnız olarak ikimiz bir odada kaldıktan sonra kendimi tanıttım. 'Ben Afyon vilayetinin eski ismiyle Aziziye kazasındanım. İsmim Hacı Ali. Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Emirdağ'da ikamete memur olarak bulunuyor. Şimdi Afyon Hapishanesindedir. Zat-ı âlilerinize selamları var. Benden size selam söylememi tensib ettiler' demem üzerine ayağa kalktı ve 'Aleykümselâm, demek sen onu gördün. Demek hayattadır' dedi. Evinin içerisinde beni kabul etmiş olduğu salon gibi bir odada ayağa kalktı, başladı gezinmeye ve konuşmaya devam etti. 'Yâ Said!' Demek yaşıyorsun. Sen yurdumuzda kaldın, cihada devam ettin ve ediyorsun. Biz hata ettik, bundan mahrum kaldık. Ya Said! Ya Said!' diyerek hem konuşuyor, hem birlikte geçirdikleri günleri hatırlayıp sanki aynen yaşıyordu. Bir ara duraklayıp bana bakarak anlatmaya başladı.

"O zamanlar Şeyhülislâm olarak tayin olmuştum. Aradan üç ay geçtiği halde ortada bizim Said görünmez olmuştu. Bir ara tevafuk ettik. 'Yâ kardeşim Said! Ya Hazret! Sen neredesin? Görünmez oldun kardeşim' demem üzerine kaşlarını çattı. O meşhur keskin bakışlarıyla, 'Kardeşim, ben nefsimi terbiye etmekle meşguldüm' demesi üzerin, 'Hayır ola, nedir bu hâl?' dedim. 'Evet, ben nefsimi terbiye etmekle meşguldüm. Nefsim bana, 'Sen mutlaka şeyhülislâm olmalıydın. Senin olman lazımdı' diye bana eziyet ediyordu. O nefsimi terbiye etmekle meşguldüm' demişti' diye geçmiş günlerinden bir hatırasını sanki o anı yaşıyormuşçasına anlattı. Hâlâ ayaküstünde 'Ya Said! Ya Said!' diyerek konuşuyordu."

Mustafa Akdedeoğlu anlatıyor:

"Hazret-i Üstad ile ikinci görüşmem 1953 yıllarında oldu.

1952'de Kahire'de okuyordum. 1953'te Türkiye'ye geldim. O günlerde İstanbul'a gezmeye gittik. Mısır'da beraber okuduğumuz Ali Özek Bey ile Fatih Camiinde karşılaştık. Bana hitaben, "Mustafa birisini bekliyorum, şimdi gelip bizi Said Nursi Hazretlerine götürecek" dedi.

Bekledik. Ne görelim, Konya'da beraber dersler yaptığımız Abdülmuhsin Elkonevi kardeşimiz. Birlikte Çarşamba semtinde iki katlı bir eve gittik. Üstad bizi kabul etti. Kendilerini karyolada bağdaş kurmuş vaziyette gördük. Ellerini öptük. Mısır'dan geldiğimi söyledim. Bize hitaben:

"Sizin gelmeniz çok iyi bir tevafuk oldu. Safa geldiniz. Mısır'dan Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi bana bir kitabını göndermiş ve Risale-i Nur Külliyatı içinde neşrini istiyor. Fakat Risale-i Nur külliyatı içinde neşrine müsaade yok. Çünkü kitabının içinde çok ihtilaflı meseleler var. Risale-i Nur Külliyatının meşrebi ittifaktır. İhtilaf meşrebi değildir ve yeri yoktur. Benim çok selâmımı götürün. Yine de kitabının başım üstünde yeri vardır. Bunları aynen söyleyin."

Neticede Kahire'ye gittik. Mustafa Sabri Efendi hasta idi. Bu bakımdan yanına Ali Özek kardeşimi kabul ettiler. Üstadın selâmını ve söylediklerini nakletmiş. Mustafa Sabri merhum, "Peki, madem öyle, mesele yoktur" deyip Üstadın selâmını almış."

HAKKINDA SÖYLENENLER

"Evet. Mustafa Sabri Efendi'yi iyi bilirim. Mustafa Sabri yüz âlime bedel bir âlimdir" Üstad Bediüzzaman

"...O zat, hayatta hiçbir haksızlığa tahammül edip göz yummamıştır.
Mesela, Manastırlı İsmail Hakkı Efendi ile "Teşri" meselesi üzerinde uzun ve müselsel, ilmî ve edebî münazaralar yapmış, hakkı izhar ederek İsmail Hakkı'nın hatasını yüzüne karşı, "Beyan-ül Hak" mecmuasında beyan etmiştir.
Sonra Moskova Müftüsü Musa Carullah Efendi'nin "Bürhanlarımız" namındaki eserinde ki bazı hatalarına karşı tahammül etmeyip reddiyeler yazmış, daha sonra inandığı bir fikri Cumhuriyetin ilânı zamanında yüzde doksan dokuz ölüm tehlikesine karşı, pervasızca müdafaa ettiği için Mısır'a sürülmüş, aynı zamanda Moskova'dan Mısır'a sürülen Musa Carullah ile "Ruh" meselesi üzerinde azim münazaralar yapmış ve hepsinde de Mustafa Sabri Efendi haklı çıkmıştır.
Keza, Mısır'da telif ettiği "Mevkif'ul akıl ve'l ilim min Rabbil Âlemin" adlı üç ciltlik fevkalade ehemmiyetli eserinin üçüncü cildinde, an'anelerini unutup irtidad ederek kendilerini Avrupa'ya bedava satan mürtedlerin başlarına azim tokatlar indirmiştir.
Asr-ı ahir fuzalasından olan böyle bir Zat..." Mehmed Kırkıncı Hocaefendi

"Asrın en büyük mütekellimidir diye söylenirse, mübalağa değildir. Çok büyük muhakkik bir zattır." M. Salih Ekinci Hocaefendi

"Hak bildiği yolda, hiç kimseden çekinmez, herkese çatar, cevap verir, mücadele ederdi." Üstad Ali Ulvi Kurucu

"Sabri Efendi, ekseri hocalar gibi, yalnız dinî ilimlerden değil, her şeyden bahsederdi." Üstad Ali Ulvi Kurucu

Mustafa Sabri Efendi'nin defalarca, muhtelif vesilelerle, "İlme doyamadım" dediğini duymuşumdur." Üstad Ali Ulvi Kurucu

"Büyükbabam çok nazik, hassas, kerim bir zattı." Şeyma Sabri

MUSTAFA SABRİ EFENDİ'DEN NÜKTE-İ ÂZAM

Bizim milletimiz kadar, kendi âbâ u ecdâdına düşman, beşer tarihinde ikinci bir millet gösteremezsiniz. Her milletin sonradan gelenleri (halefler), evvel gelmiş olanları (selefler), -ister ilim adamı, ister içtimaiyatçı, ister veli, ister edip olsun- alkışlamış ve tebrik etmiştir.

Bir dinin bütün hükümlerini beğenip takdir etmekle beraber yalnız bir tânesini –dinden olduğu kat'i olarak sabit olan hükümlerden bir tanesini– kabul etmemek olamaz.

el-Hakku bilâ-nizâm, yağlibühü'l-batılü bi-nizâm (Düzenli olan bâtıl, düzensiz olan hakka galip gelir)

İdrak etmenin lezzetini tadan talebeler, (…) muallimin takririndeki zenginliğe, ifâde berraklığına bakmayarak aslî gâyeyi, istifâde rûhunu gözetirler.

Öyle alimlerimiz vardı ki Teftazani gibi..Fakat ellerine kalem alıp yazmaya lüzum görmezlerdi.
 

Din ve mezhebin dünyaya, hüsn-i muaşeret ifasına hiç taalluku yoktur. Ahirette halleri ne olursa olsun. Ondan sana ne! (…) Adem-i müsavat ahiretcedir. (…) Hele siyaseten bu tesavî [müsavat] ve ittifak bugün ne kadar lazımdır. (…) Esasen aramızda uhuvvet var; uhuvvet-i insaniye, uhuvvet-i vataniye."
 

Akıl ve mantık, insanın dâimi bir rehberi olmadıkça, hiçbir âlet vasıtasiyle hiçbir hakikate vasıl olunamaz.
 

Hayır hayır bu 'hürriyet ve meşrutiyette İslâm ve Hıristiyan bir olacakmış, dinler birbirine karışacakmış yahut hepsi ortadan kalkacakmış' gibi evhâma kapılmak kâr-ı akıl değildir. Meşrutiyette İslâm ve Hıristiyan hukuk-ı dünyeviyece müsavi olacak demektir. (…) Muamelât-ı dünyeviyeye ait olan bu gibi hususatta müsavatı gözetmek lazım olup umûr-ı diniye ve itikadiyeye gelince elbette Müslim başka gayrımüslim başkadır. Ancak bu yoldaki İslâmlık ve Hıristiyanlık farkı yalnız camilerde, kiliselerde zâhir olmak (…) lazım gelir.

Müslümanların terakki yolunda geri kalmaları dinlerinden değil, kendilerinden, belki dinlerine lâyık insan olamadıklarından ileri geldiği gibi İslâmî ilimlere bir vakitten beri ârız olan revaçsızlık da mezkûr ilimlerin ehemmiyetinin eksikliğinden, Dünya'nın hayret ve takdir nazarlarını celbe kifâyetsizliğinden değil, mensuplarında son zamanlarda görülen hayret noksanlığından ileri gelmiştir.

İslâm Dini'ni âleme hoş göstermek düşüncesiyle Müslümanların kitabına mânâsızlık, mantıksızlık isnadı kadar mantıksız, mânâsız, kendi kendini nakzeden bir şey olamaz!.

Herkes tarafından kabul edilmiş apaçık şeylerden olması lâzım geleceği üzere kalblerde gelip geçmiş büyüklerin mevkileri, heykellerinin azamet ve ihtişamı nisbetinde olmayıp, hizmetlerinin, muvaffakiyetlerinin derecesine göredir. İslâm düşmanlarından, insanları İslâm'dan uzaklaştırmaya çalışan bin kişi benim karşımda olsa onlardan korkmam. Çünkü biliyorum ki Allah benimle beraber ve ben gücümü O'ndan alıyorum.

Müslümanlara göre Allah'ın isbatı, "değişme" iledir. Dolayısıyla san'at, onlar için yaradılmışların kendiliklerinden var olmadıklarını göstermeğe bir vesile olacak ve belki bundan başka bir şey olmayacaktır. Şu halde İslâm san'atı, bize "değişme" yi bildirecek bir san'attır.

Aşk hayalleri ve sevdâ fena bir şey midir?.. Aşk kadar hislere rikkat ve yükseklik, insana meleklik bahşeden hangi şey vardır?... O derecede ki; bu hal erbabının yanık kalblerinden kopan inlemelere kulak vermemek, göz yaşları akıtmak sûretiyle ortaya çıkan müdafaa sellerinin önüne durmak mümkün olmaz. Pek doğrudur. Ama yine bu nâzik ve aziz mes'ele kadar suistimale müsâid olan bir şey de yoktur.

ESERLERÄ°

"Beyân-ül-Hak" ilmî mecmuasında ve İstanbul matbuatında münteşir makaleleri dışındaki Türkçe eserleri şunlardır:

1- Yeni İslâm Müctehidlerinin Kıymet-i İlmiyesi: 1 cüz, İstanbul'da basılmıştır.

2- Dinî Müceddidler: 1 cüz, İstanbul'da Evkaf-ı İslâmiye matbaasında basılmıştır.

3- İslâm'da İmâmet-i Kübrâ: Yunanistan'da "Yarın" nâmıyla münteşir ceridede tefrika edilmiş ve nâtamam kalmıştır.

4- Savm Risâlesi: Süleyman Nazif'e cevâben kaleme alınmış ve "Yarın" Gazetesinde tefrika sûretiyle neşredilmiştir.

Arapça Eserleri Şunlardır:

1- en-Nekr ala Münkiri'n-Ni'meti mine'd-Dini ve'l-Hilafeti ve'l-Ümme: 1 cilt, Beyrut'ta basılmıştır.

2- Mes'eletü Tercemeti'l-Kur'ân: 1 cüz, Kahire'de basılmıştır.

3- Mevkıfu'l-beşer Tahte Sultani'l-Kader: 1 cüz, Kahire'de basılmıştır.

4- el-Kavlu'l-Fasl: 1 cüz, Kahire'de basılmıştır.

5- Mevkıfu'l-akl ve'l-İlm ve'l-Âlem min Rabbi'l-Âlemin ve İbadihi'l-Mürselin: 4 cüz, Kahire'de basılmıştır.

6- Kavli fi'l-Mer'e: 1 cüz, Kahire'de basılmıştır.

KAYNAK

Nurgül Dere, Ulemâ [Seküler Düzende Âlim Olmak], Kayıhan Yayınları, İstanbul, 2014.

 

FotoÄŸraflar:

1- Salih Ekinci Hoca Efendi

2- Emin Saraç Hoca Efendi

3- Ali Yakup Cenkçiler Hoca Efendi

4- Bediüzzaman Hazretleri

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

M. Oguz Manisali, 2010-09-25 08:30:14

Nurgul hanim, yazilarinizi surekli takip ediyoruz. Akici uslubunuz okurken insani yormuyor. birde MUSTAFA SABRİ EFENDİDEN NÜKTE-İ ÂZAM kismi cok hos olmus, seyhulislam hazretlerinin daha once hicbir yerde okumadigim sozleri var burada, cok tesekkurler.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

Üstünlük ve şeref ancak Allah'ın, Peygamberinin ve mü'minlerindir.

Münâfikûn, 8

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Oruç insanı cehennem ateşinden koruyan bir kalkandır; tıpkı sizi harpte ölüme karşı muhafaza eden bir kalkan gibi...

Buhari,Ebû Davud,Tirmizi, Nesai

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI