İSLÂM DÜŞÜNCE HAYATI-EBUL HASAN EN-NEDVÎ-DERGÂH YAYINLARI-İSTANBUL-1977

Dinlerin yaşayıp tekrar parlamaları, çözülüp zayıflamamaları, tekrar eski aksiyon ve gençliklerine dönmeleri, modern toplumlarla ilişki kurup asrın ruhuyla uyuşmaları, ancak büyük dâhilerle mümkündür. S. 18


Nurgül Dere

nurguldere@gmail.com

2010-08-21 06:41:37

 

Dinlerin yaşayıp tekrar parlamaları, çözülüp zayıflamamaları, tekrar eski aksiyon ve gençliklerine dönmeleri, modern toplumlarla ilişki kurup asrın ruhuyla uyuşmaları, ancak büyük dâhilerle mümkündür. S. 18

Bir dinin mensupları inanç ve ahlâkta o dine davette gevşeklik gösterirlerse, her zaman gençliğini muhafaza eden materyalizme ve kuvvetli karşıt fikirlere karşı gelemezler. S. 18

Hz. Ali'nin valilerinden biri, "muhtacın kovulup zenginin çağırıldığı" bir davetini kabul ettiği için azarlamıştı. Bu zamanda ise, zengin davet ediliyordu. Zengin ziyaretlerin zenginlere verilmesi ve fakirlerin unutulması yaygın bir âdet halini almıştı. S. 27

Sevgi, kalbi kaplayarak duygulara hâkim olunca nefsin istekleri erir, değer ve ölçüler değişir. S. 33

…bu ümmeti diğer ümmetlerden ayıran, ona güç veren, gücünün sırrını kendinde taşıyan, peygamber mirası, iman ve salih ameldir. S. 54

Şüphesiz, maddenin ve şehvetlerin hâkim olduğu, zevk ve sefaya düşkün, emanetleri yerine getirmekten kaçan bir toplum, gözlerden perdeleri kaldıran ve kalbe dokunan (…) vaazlara muhtaçtır. S. 59

Münafıklık beşer fıtratının eski hastalıklarından biridir. Her asırda zayıf karakterliler bu hastalığa yakalanır. Bu hastalık, sadece İslâm ve küfrün savaştığı cemiyetlerde doğmaz. İslâmın hâkim olduğu yerlerde de vardır. Herhangi bir sebepten dolayı İslâmı hazmedemeyen bir zümre bulunabilir. Ancak İslâmı kabul etmediğini ve asıl inancını ilân edecek cesareti yoktur. Veya Müslüman görünmenin faziletiyle eline geçen makam ve maddi faydalardan vazgeçmesi gayelerine, saçtığı nifak tohumlarının yeşermesine uygun düşmez. S. 63

Peygamber ve sahabeler devrinde kitap ve defterlerde yazılan hadislerin sayısı 10.000'i geçmektedir. Ebu Hureyre, Abdullah b. Amr b. el-As, Enes b. Mâlik, Cabir b. Abdullah, Ali ve İbn Abbas'ın sahife ve mecmuaları toplanacak olursa, denebilir ki; tesbit edilen sahih hadisler ve bu sahih hadisleri toplayan cami' ve müsnedlerin hadisleri henüz muvatta' ve altı sahih kitap yazılmadan önce; peygamber ve sahabeler devrinde yazılmıştır. S. 83

…muhaddisler arasında Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarında dolaşan şahıslar çıkmıştır. Muhaddislerin çoğu o günkü medenî âlemin batısı sayılan Endülüs'ten seyahatine başlayıp doğusu sayılan Horasan'da bitirmiş veya aksi olmuştur. Zehebî'nin "Tezkiretü'l-Huffaz" isimli eserini okuyan, onların ilmî araştırma konusundaki heyecanlarına, zorluklara tahammüllerine hayret edecektir. S. 85

Resûlullah (s.a.s.) ın hadisleriyle meşgul olanlar, İslâmın fethettiği ülkelerin en iyileriydiler. Sabırları, meşakkatlere tahammül güçleri vardı. Hafızaları çok kuvvetliydi. İlme son derece düşkün idiler. İlmi (hadisi) yerinden almaya çok istekliydiler. Tamamen ilme yöneldikleri ve sadece onunla uğraştıkları için bu konuda hafızaları çok kuvvetlenmişti. Tıpkı, devamlı önem verilip işletilen bir uzuv gibi… S. 86-87

İnsan bir şeye yönelir ve tamamen kendisini ona verir, konu onun düşünce ve duygularına hâkim olursa, o konuda zekâsı açılır. İnsana ilham geliyormuş gibi tahayyül edilir. S. 87

Zühd ve tecdidin İslâm tarihinde beraber yürüdüklerini görmekteyiz. Tarihin akışını değiştiren, İslâm toplumuna tecdid ruhunu aşılayan veya İslâm tarihinde yeni bir devir açan, ilim, fikir ve din alanlarında miras bırakan ve bu mirasıyla düşünce ve görüşlere asırlarca tesir eden, ilim ve edebiyata hâkim olan hiçbir kimse yoktur ki, onda zühd damarı bulunmasın. Şehvet ve dünyevî isteklere galibiyet, madde ve maddecilere karşı gelmiş olmasın. S. 112

…zühd, nefislerde kuvvetli iradenin yerleşmesini sağlar. Kabiliyetleri harekete getirir. Ruhları tutuşturur. Başkalarının eline bakmak ise duyguyu köreltir. Nefsi uyutur. Kalbi öldürür. S. 112

…ısrarla belirteyim ki, tecdid ve yeni şeyler getirme, mutlaka nefsin arzularından ve basit işlerden uzaklaşmayı gerektirir. Uyuşuk veya lüks bir hayatla tecdid yürümez. S. 112

Felsefî metot, Kur'ânın tabi metodu gibi kalplere tesir edemiyor, ruhlara onun gibi hükmedemiyor. Kur'ânın ikna kabiliyeti gibi bir kabiliyeti de yoktur. Felsefenin delil ve önermeleri, büyük bir mücadele ve araştırmaya müsaittir. Katiyet de ifade etmezler. Daima bozulma ve reddedilmeğe mahkûmdur. Onun için de felsefenin terim ve metotlarını kelâma katmak isteyenler ehl-i sünnet mezhebini ve selefin mesleğini hakkıyla temsil edemezler. S. 140

"Felsefe ilmini iyice araştırıp anladım. Tenkit edilerek noktalarını tenkit ettim. Anladım ki, bu ilim de arzulanan kemale ermek için yeterli değildir. Akıl yalnız başına bütün isteklere cevap veremiyor. Bütün müşküllerin üzerindeki perdeleri kaldıramıyor." [Gazâlî] S. 164

Gazâlî, daha önce felsefeyle savaşanların tümünden ayrılır. Onlar, İslâmı ve İslâm inancını savunma durumundaydılar. İslâm dini namına felsefeden özür diliyorlardı. Felsefe İslâma hücum ediyordu. Onlar da İslâmı savunuyor ve yöneltilen ithamları redderek İslâmı temize çıkarmaya çalışıyorlardı. S. 177

Gazâlî felsefeye hücum etti. Derinden derine onu araştırarak eleştirdi. İlmî araştırma ve incelemelere dayalı, amansız hücumlarda bulundu. Felsefenin delilleri gibi delillerle, büyük filozof ve felsefe yazarlarının akılları gibi bir akılla üzerlerine yürüdü. Felsefeyi itham olunan, liderlerini de savunucu durumuna düşmeye zorladı. Din ve felsefenin durumlarında büyük bir değişme olmuştu. Bu İslâm inancının zaferiydi. Felsefe korkusu ve ilmî hâkimiyeti artık silinmişti. S. 177-178

Derin ilim ve doğru yaşayışı bir arada bulunduran, Peygamberin sîretinden hayat suyunu yudumlayarak sünnetin zevkine varan ve imanın zevkine ulaşıp yakîne eren canlı kalplerin sahipleri bulunan dinî liderler peygamberin sîretinin ancak bazı kısımlarını temsil ederler. S. 213

Şüphesiz geçmişte olduğu gibi gelecekte de din, canlı kimselerden alınacak ve canlı kimselerle ayakta duracaktır. Her devirde insanlık bu liderlere muhtaçtır. S. 213

…davetçinin lisan ve beyan sahibi olması gerekli ki, âlimlerle kültürlü tabakaya kendi üslûplarıyla, halk tabakasına da onların anlayacağı lisanla hitap edebilsin. Bu davetçi, temiz bir nefis sahibi, kuvvetli bir gayret, muazzam bir zühd ve kanaat sahibi, bedenin arzularından ve nefsin kibirliliğinden son derece uzaklaşan biri olmalı. S. 221

Abdulkadir Geylânî (…) bir makalesinde şöyle diyor: "Kul Allah'ı tanırsa kalbinden yaratıklar silinir. Kuru yaprakların ağaçtan döküldüğü gibi dökülürler. Kalp yaratıklardan tamamen temizlenmiş olur. Yaratıkları görmez olur. Seslerini duymaz olur. Çünkü kalbi onlardan tamamen boşalmıştır. S. 231

Abdulkadir Geylânî (…) bir mecliste şöyle konuştu: "Sen kendine ve halka güvenmektesin. Para ve putuna itimat ediyorsun. Alışverişine ve memleketinin sultanına bel bağlıyorsun. Allah'tan başka her kime itimat ediyorsan o, senin ilâhın olur. Kimden korkuyor ve ondan kurtuluşu diliyorsan onu ilâh seçmişsin demektir. Zarar ve menfaati kimden biliyor ve Allah'ın o işi onun eliyle yaptığını görmüyorsan o, senin için ilâhtır." S. 238-239

Şeyh Abdulkadir ruhbanlığa davet edenlerden değildi. Dünyanın helâl şeylerinden faydalanmakta, iyi ve güzel şeylerini kullanmakta bir sakınca görmüyordu. O, düşkünlük derecesinde dünyanın lezzet ve dünyevî nimet ve arzularına dalmağa ve dünyayı takdis etmeğe şiddetle karşıydı. Kalbin dünyaya bağlanıp ona âşık olmasını istemiyordu. S. 240-241

Şeyh, dünya malının bir evde veya bir kasada olmasına karşı değildi. Kalbin ortasında ve kişinin derinliklerinde olmasına karşıdır. S. 241

Hicrî yedinci asırda ilim çevreleri ve fikrî akımlar, aşırı bir şekilde delil getirme ve aklî beyanlara boyun eğmişti. Yazarlar, kelâmcılar, araştırmacılar ve davetçiler gaybî bir hakikatı ispatlamak veya dinî bir inancı kabul ettirmek için aklî delillere ve felsefî mukaddimelere mecbur kalmışlardı. Bunlarsız bir şeyi kabul ettirmek imkânsız hale gelmişti. S. 250

Büyük âlim Fahreddin Râzi gelerek kelâm ilminin devletini yeniledi. Kuvvetli şahsiyeti, muazzam eserleri ve derin araştırmalarıyla bu devletin sınırlarını genişletti. S. 250

Bunun neticesinde İslâm âlemine –tabir caizse– "felsefî bir kuruluk" hâkim oldu. Kıyas ve delillere aşırı değer verilmesi her ne kadar akla canlılık kazandırıyorsa da kalblerdeki iman ve harareti kaybettiriyordu. S. 251

Felsefî araştırmalarla kelâmî savaşlar İslâm âleminin dedikodusu, münakaşa ve mücadelesi çok olan bir "medreseye" çevirdi. Bu medrese; hayat ve sevgiden, derin ve köklü bir imanla, kuvvetli şefkatten yoksundu. Rasyonel olan bu çevrede kalp ehli manevî vahalar meydana getirdiler. Bu vahalarda sevgi, yakîn ve huzur hâkim idi. S. 251

O zaman İslâm âlemi kuvvetli, dâhi ve yenileyici bir şahsiyete şiddetle muhtaçtı. Bu şahsiyet çalışmalarıyla felsefenin ortasına gelip, bilâhare zarar görmeden ondan kurtulmuş olmalıydı.
Aranan bu adam Mevlânâ Celâleddin Rumî'nin şahsiyetinde bulundu. "el-Mesnevî el-Manevî" ismiyle bilinen divanı, güç ve kuvvetini kaybeden kelâm ilmine karşı bir inkılâp idi. S. 251-252

Mevlânâ Allah'ın varlığını ispat etmek için felsefe yollarına ve bilinen kelâm metotlarına uymaz. Masnuu sani'a, hareket edileni ettirene delil getirerek Kur'ân'a uyar. Bu konuda hikmetli deliller getirir. Hiçbir mesnuun sani'siz, hareket edilenin ettirensiz, eserin sahipsiz olduğunu kabul etmeyen selim fıtratı harekete getirir. S. 268

Şeyh [Mevlânâ], apaçık bir şekilde bütün insanları sevgiye davet etti. Sevginin güzelliğini ve etkilerini uzun uzadıya anlattı. (…)
"Bütün hastalar, hastalıklarından kurtulmayı isterler, ama sevgi hastaları, hastalıklarının artmasını, elemlerinin kat kat olmasını temenni ederler. Ben bu zehirden daha tatlı içecek ve bu hastalıktan daha üstün sıhhat görmedim."
"Yaralı olmayan ciğerin ne değeri vardır? Böyle bir ciğer bir et parçasından farksızdır." S. 280-281

O [Mevlânâ] şöyle der: "Herkes sevilen kişi olamaz. Bu bir takım sıfat ve faziletleri gerektirir. Her insana bu vasıflar verilmemiştir. Ama herkes sevgiden nasibini alabilir. Ey insan eğer sevilen değilsen seven olma imkânına sahipsin. Yusuf olma şansına eremedinse, Yakup olmana engel olan kim? Sevgide samimi ve sevgisi devamlı olmana kim engel olabilir? S. 282

"Sevginin kaynağı kalbin kırılması ve gönlün yaralanmasıdır. Bu öyle bir hastalıktır ki, başka hastalık ona benzemez. Sevenin hastalığı, her hastalıktan ayrıdır. Sevgi, ilâhî sırların pusulasıdır."
Mevlânâ, "bu hastalık her ne kadar bir hastalık ise de, manevî ve ahlâkî hastalıklara şifadır" der. S. 283

Sevgi bir şuledir. Alevlendiğinde kendisinden başka her şeyi yakar. Ne kibirlenme, ne böbürlenme, ne korku, ne hüzün, ne kıskançlık, ne cimrilik ve ne de manevî ayıplardan bir ayıp kalır. Sevgi dalgası kuru otları sürükler ve ateşin kupkuru otta yayılması gibi insanın içine yayılır. S. 283

Nefislerinin avı olanlar, şehvetleri kendilerini öldürenler "Adam değil, adam benzeri"dirler insanlıktan bildikleri yemek, içmek, şekil ve şehvettir. Şunu da belirtelim ki bu konularda hayvan insandan üstündür. S. 287

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Salih Okur, 2010-08-22 19:27:43

Sayın İraz, eserin şu an baskısı yok. Ama daha geniş bir biçimde merhum Nedvi'nin izahları için Kayıhan Yayınlarından İslam Önderleri adlı eserini alabilirsiniz.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Mehmet Ä°raz, 2010-08-22 10:23:05

Bu eseri nasıl temin edebilirim. Googledan buamadım. Yardımcı olursanız sevinirim.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

İman edip salih ameller işleyen kimseler için mağfiret ve bol rızık vardır.

Hac, 50

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Hiç bir vâli yoktur ki, o, müslüman ahâli üzerinde icrâ-yı velâyet ederken zulüm ederek ölür, muhakkak Allah Cennet kokusunu ona haram kılacaktır.

Ma'kıl İbn-i Yesâr (r.a)'dan rivayet olunur.

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI