MUHAMMED SALİH EKİNCİ HOCAEFENDİ İLE BEDİÜZZAMAN HAKKINDA SÖYLEŞİMİZ-1

Ülkemizin önde gelen âlimlerinden Muhammed Salih Ekinci Hocaefendi ile üstadın tecdidi, getirdiği yeni kelam anlayışı ve üstün şahsiyeti hakkında bir mülakat gerçekleştirdik. Aslında genel olarak tecdid tarihi üzerinde de durmuş olduk. Bazı gar


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2010-10-01 04:12:52

Kıymetli ziyaretçilerimiz, Üstad Bediüzzaman ve arkada bıraktığı külliyat her geçen gün biraz daha dünyanın dikkatini çekiyor. İnşallah 3 Ekim 2010’da İstanbul’da İstanbul İlim Kültür vakfının uluslararası gerçekleştireceği sempozyum bunu pekiştirecek.

Tevafuk eseri olarak biz de sempozyumun hemen öncesi, Üstad Bediüzzaman etrafında yaptığımız önemli bir söyleşiyi daha sizlerle paylaşıyoruz. Ülkemizin önde gelen âlimlerinden Muhammed Salih Ekinci Hocaefendi ile üstadın tecdidi, getirdiği yeni kelam anlayışı ve üstün şahsiyeti hakkında bir mülakat gerçekleştirdik. Aslında genel olarak tecdid tarihi üzerinde de durmuş olduk. Bazı garazkâr ve cahil veya art niyetlilerin zaman zaman ortaya vesvese saldıkları bazı meselelere de Seyda ilmi cevaplar verdi.

Art niyetlileri ne yapsanız fikrinden caydıramazsınız. Ahmaka ise en güzel cevap sükûttur. Ama bazı nadanların sözlerinden bulanmış iyi niyetlilere bir cevap olsun istedik. Üstad hakkında âlimlerimizle görüşmelerimiz inşallah daha devam edecek. Hatta hemen bu röportajdan sonra başka bir hocamızla daha yaptığımız mülakatımız yayınlanacak. İnşallah istifadeli olur.

Geçen hafta hocamızın tashihinden geçen röportajı bugün istifadeye medar olması dileğiyle hizmetinize sunuyor, Salih Ekinci Hocaefendi’ye bir kere daha teşekkürlerimizi arz ediyoruz. Salih Okur/cevaplar.org

- Bediüzzaman’da beş tane üstün sıfat kâmil manada cem olmuştur ki, bu sıfatlardan yalnız birisi bir zatta bu seviyede bulunduğu zaman, o insan, asrında parmakla gösterilen şahsiyetlerden olur; Üstün zekâ, kuvvetli hafıza, kâmil zühd, nadir görülen bir şecaat, üstün ilmi seviye” diyorsunuz. Okuyucularımız için bu sözünüzü biraz açabilir misiniz?

-Bu sorunun cevabı uzun mukaddimeler ister. Biz bu mukaddimeleri sıraladıktan sonra inşallah sorunuza gireceğiz.

Bilindiği gibi Cenab-ı Hak dünyayı bir imtihan yeri yapmıştır. Kur’an-ı Kerim’de:

 

﴿الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ ﴾

O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı” (Mülk, 67/2) buyruluyor. Hakeza bir başka ayet-i kerimede:

﴿إِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْأَرْضِ زِينَةً لَّهَا لِنَبْلُوَهُمْ أَيُّهُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً﴾

 “Biz yeryüzündeki şeyleri kendisine süs olsun diye yarattık ki, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim (Kehf, 88/7) buyrulmaktadır.

Allahu Teâlâ dünyayı imtihan yeri olarak yaptığından dolayı, hayır ve şerri birbirine karıştırmıştır. Dalalet ve hidayeti, iman ve küfrü beraber halk etmiştir. İnsanda hayra davet eden ve şerre çağıran kuvvetleri yaratmıştır.

Aynı zamanda Cenab-ı Hak, insanda bu kuvveleri birbirinden tefrik edebilecek akıl kuvvetini yaratmıştır. Ama akıl tek başına hayır ve şerri, iyilik ve kötülüğü tamamen ayırt edecek şekilde yaratılmamıştır. Belki aciz ve kâsır(kusurlu) bir şekilde halk edilmemiştir.

Bunun sebebi, insanın haddini bilmesi, kulluğunu idraki, kendisinin acizliği içinde Rabbine, Halıkına, Razıkına muhtaç olduğunu kavramasıdır. Cenab-ı Hak, insana kâmil bir akıl verseydi, insan –hâşâ- kendisini ilah olarak görecekti ki, birçok insan aklı kâsır olduğu halde bile ulûhiyetini veya Allah’a muhtaç olmadığını düşünebilmektedir.

Gerçi teklifin temeli aklın insanlara bahşedilmesiyle olmuştur. Allahu Teâlâ’nın nimetleri içinde insana akıldan daha büyük bir nimet verilmemiştir. Tüm faziletlerin temeli ve esası akıldır. Ve bir de teklifin menatı, yani bağlandığı yer de akıldır. Ama akıl kusurlu yaratıldığı için tek başına hüccet(insanın mükellef olması için sebep) kabul edilmemiştir, kâmil bir hüccet değildir. Hüccetin temelidir. Ama hüccet ne ile tamamlanıyor? Peygamberlerin gönderilmesiyle ve tebliğin ulaşmasıyla tamamlanıyor. Cenab-ı Hak;

﴿رُّسُلاً مُّبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ لِئَلاَّ يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِ وَكَانَ اللّهُ عَزِيزاً حَكِيماً﴾

 “Müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisa: 4/165) ayeti ile bu hususa işaret etmektedir.

Peygamber gönderildikten ve davetleri ulaştıktan sonra kimsenin elinde bir bahane kalmıyor. Cenab-ı Hak aklı verdikten sonra, teklifin menatını ortaya koyduktan sonra, Peygamberlerin gönderilmesiyle, şeriatların inmesiyle hücceti ikmal etmiş, teklifi tamamlamıştır ki;

﴿ قُلْ فَلِلّهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُ فَلَوْ شَاء لَهَدَاكُمْ أَجْمَعِينَ ﴾

 “De ki: “Hüccetül’ Baliğa (üstün, tam, doğrulayıcı, zıddı olmayan delil) Allah’ındır. Eğer dileseydi elbette sizin hepinizi hidayete erdirirdi” (En’am: 6/149) buyrulmuştur.

Aklın kâsır olduğunun delili şudur; Mesele felsefe ve felsefecileri ele alalım. Felsefe nedir? Sadece akıl kanalıyla hakikatleri idrak etme çabasıdır. Felsefeyle uğraşanlar bilir ki, felsefeciler bir mesele hakkında konuştukları zaman, bahusus metafizik ve gaybi bir mesele hakkında konuştukları zaman o kadar ihtilafa düşerler ki..Hatta bazen öyle bir meselede kaç kişi söz söylemişse o kadar farklı görüş ortaya çıkmıştır. Bu da aklın ne kadar kâsır ve felsefenin ne derece kısır olduğunun bir göstergesidir.

Amma, bütün peygamberler zaman, mekân ve dil farklılıklarına rağmen aynı hakikati haykırmışlar, itikadi konularda bir meselede dahi ayrışmamışlardır.

Bundan dolayı Cenab-ı Hakk, kendi hüccetini tüm insanlar üzerinde ikame etmek için insaniyeti hiçbir zaman Peygamberlerden mahrum etmemiştir. Onun için de ilk insanı ilk Peygamber yapmış ve sonra da peyderpey Peygamberler göndermiştir;

﴿ ثُمَّ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَا﴾

"Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik.” (Muminun: 23/44)

Peygamberimiz (aleyhisalatu vesselam) da bir hadislerinde;

كَانَتْ بَنُو إِسْرَائِيلَ تَسُوسُهُمْ الْأَنْبِيَاءُ كُلَّمَا هَلَكَ نَبِيٌّ خَلَفَهُ نَبِيٌّ  “İsrailoğullarını peygamberler idare ederdi. Bir peygamber vefat edince yerine bir başka peygamber gönderilirdi”(Buhari;3455) buyurarak, bu hususa dikkat çekmiştir.

Hakeza diğer tüm milletlere de Peygamberler gönderilmiştir;

﴿إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَشِيراً وَنَذِيراً وَإِن مِّنْ أُمَّةٍ إِلَّا خلَا فِيهَا نَذِيرٌ﴾

(Hiç bir ümmet de yoktur ki, içlerinde bir uyarıcı geçmiş olmasın.) (Fatır,35/24)

Amma ümmet-i Muhammed’e(aleyhisalatu vesselam) gelince, Cenab-ı Hak Resulullah (aleyhisalatu vesselam) ile nübüvveti hatm etmiştir. Böylece İslamiyeti tüm insaniyet için, tüm asırlar ve tüm milletler için gönderdiğini ve onu bizzat kendisi muhafaza edeceğini de bildirmiştir;

﴿إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ﴾

“(Kur'an'ı elbette biz indirdik ve onu elbette yine biz koruyacağız." (Hicr; 15/9)

Kur’an’ı muhafaza etmekten maksat İslam dininin muhafaza edilmesidir. İslam’ın korunmasının tekeffül edilmesidir.

Bu mevzuda bazı hadisler de vardır. Mesela;

﴿إِنَّ اللَّهَ يَبْعَثُ لِهَذِهِ الْأُمَّةِ عَلَى رَأْسِ كُلِّ مِائَةِ سَنَةٍ مَنْ يُجَدِّدُ لَهَا دِينَهَا﴾

Her yüz senede bir, bu dini tecdid edecek bir insanı Allah gönderir." (Ebu Davud, Melâhim, 3740)

(لا تزال طائفة من أمتي قائمة على الحق لا يضرهم من خالفهم حتى تقوم الساعة) (Ümmetimden bir taife devamlı hak üzerinde buluna gelecektir. Ta ki onların üzerine Allah’ın emri olan kıyamet gelinceye kadar)( Müslim, imâre, 47, (3548); Müsned, Ahmed b. Hanbel, 16324.)

 

(يحمل هذا الدين من كل خلف عدوله ينفون عنه تحريف الغالين، وانتحال المبطلين، وتأويل الجاهلين)

“Her karn’dan (nesilden) adil insanlar bu dini taşıyacaklar.” Bir de ne yapacaklar? “aşırı insanların tahriflerinden, cahil insanların yorumlarından ve garazkârların ilavelerinden dini temizleyecekler.” (Beyhâkî, 10/209, (66643); İbn Asâkir, 7/38.)

Bu son hadis, diğer hadislerde işaret edilen tecdidin mahiyetini açıklamaktadır. Yani İslam’da tecdid yeni bir şeyler getirmek değil, dini asliyetine döndürmekten ibarettir.

Dikkat edin, müceddidler diyoruz, sadece bir müceddid demiyoruz. Çünkü hadiste “men yüceddidu” ibaresi geçiyor. Men kelimesi Arap dilinde bir kişi için de olur, birden fazla kişi için de olur. Bazı âlimler men kelimesini ifrad üzerine haml etmişler. Yani “her bir zamanın sadece bir müceddidi vardır” demişler. Ama birçok muhakkik âlimler ise, bu görüşü kabul etmemişler ve bir zamanda birden fazla müceddid bulunabileceğini söylemişlerdir.

Bizim de kanaatimiz odur ki, her asrın müceddidi bir kişi değildir. Belki her asrın çok mücedditleri vardır. Her asırda, her ülkede birçok kimseler kalkıyor, o ülkenin, o muhitin dini ihtiyacı neyse, o ihtiyacı görüyorlar, o tecdidi yapıyorlar.

Tecdid, İslam’a yeni bir şeyler getirmek değildir. Belki İslam’ı asaletine döndürmek demektir. Mesela, zamanın geçmesiyle birçok insan İslam’a bir şeyler katıyor. Bazıları kötü niyetle, çoğu ise iyi niyetle bu ilaveleri yapıyor. Birçok bidat ve hurafe de, ilmi seviyesi yüksek olmayan tarikat meşayıhından ve hocalardan dine giriyor. İyi niyetle, “bunu yapmakta bir hayır vardır, bir hayra vesile oluyor” diye yeni bir şey yapıyorlar. Çoğu bunu başta sadece bir vesile ve bir kural olarak yapıyorlar. Ama sonradan gelenler onu dinin bir kuralı olarak algılıyorlar, öyle zannediyorlar. Böylece birçok bidatler, katkılar ve hurafeler dine girmiş, giriyor ve girecek.

İşte müceddidlerin önemli görevlerinden birisi veya en önemli bir görevi, bu girenlerden, bu bidatlerden dini temizlemektir ki, hadiste:

ينفون عنه تحريف الغالين، وانتحال المبطلين، وتأويل الجاهلين) (“aşırıların tahriflerinden, cahillerin yorumlarından ve garazkârların ilavelerinden temizlerler” (Beyhâkî, 10/209, (66643); İbn Asâkir, 7/38.) ifadesiyle buna işaret edilmektedir.

Madem Cenab-ı Hak İslam’ı her zaman için, her mekân için, her millet için göndermiş ve Peygamberlik müessesesini sonlandırmış ve İslamiyet’i muhafaza etmeyi tekeffül etmiş. O zaman gerekiyor ki, bu İslam’ı her zaman ve mekânda sağlam olarak insanlara anlatacak bazı zatları göndersin. Yani, Cenab-ı Hak Peygamberlerin görevini İslam âlimlerinin omuzlarına bırakmıştır. Bu manada zaif bir hadis rivayeti vardır;

( علماء أمتي كأنبياء بني إسرائيل ) “Ümmetimin âlimleri ben-i İsrail’in nebileri gibidir.”(Keşfu’l Hafa;2/82).Neden böyle? Zira onların görevlerini bu ümmette İslam âlimleri yapıyor.

Bu husus mucizevî bir hadis-i şerifte şöyle belirtilir:

( لا يزال الله يغرس في هذا الدين غرسا يستعملهم في طاعته ) “Cenab-ı Hak, bu dinde devamlı fidanlar dikecektir ve İslam yolunda onları kullanacaktır”)İbnu Mace; 8)

Tabii her asırda bidatlar, hurafeler veya İslam’a hücumlar, tenkitler, tahrif ve çürütme gayretleri olmuştur. Ama bazı zamanlar bunlar daha güçlü ve düzenli olmuştur. Her zamanın ihtiyacı ne ise, Cenab-ı Hak o zamana göre İslam âlimleri yetiştirmiştir.

Bahusus akide(inanç) ile ilgili böyle bir hücum olduğu zaman Cenab-ı Hak bir takım âlimleri hazırlayıp, bu hücumların karşısına çıkarıyor. Onlara üstün bir kabiliyet, bir ahlak, bir ilim öğrenme gayreti veriyor ve bu hizmetler için hazırlıyor.

İslam tarihi böyle mübarek zatlarla doludur. Bir örnek vermek gerekirse İmam Ebul Hasan Eş’ari’yi verebiliriz. Cenabı Hak onu nasıl yetiştirmiştir? Hangi dönemde yetiştirmiştir? Öyle bir dönem ve devirde yetiştirmiştir ki, o zaman İslam âlemi yanlış itikad ve düşüncelerle dolmuş idi. Birçok fırka ve akımlar kendilerine has fikirlerle piyasayı doldurmuşlardı. Hepsi, insanları kendi düşünce ve fikriyatlarına davet ediyor, bu yolda gayret gösteriyor, çalışıyordu.

Mutezile mezhebi bu akımlardan biri idi. Bu mezhebin salikleri aklı ön plana çıkarmışlar, aklı şer’i nasslardan daha üstün tutmuşlar ve şer’i akla uydurmaya çalışmışlardı. Ayetleri inkâr edemeyeceklerinden, mezheblerinin kurallarına ters gelen ayetleri tevil etmişlerdi. Kendi görüşlerine ters olan hadisleri ise red etmekten çekinmiyorlardı.

Bir diğer taraftan Şiiler ve Rafızîler meydan almışlardı. Bunlar içinde sahabeye hakaret eden, üç halifeye dil uzatan, başka sahabeleri red eden bir anlayış hâkimdi.

Bir diğer taraftan akide konusunda İslam’ı nass’ın zahirine bağlayan insanlar vardı. Bunlar da akla ehemmiyet vermemişler ve dini meselelerin anlaşılmasında aklı kullanmayı yanlış saymışlardı. Bu da İslam’a ters bir görüştü.

Zira İslam bize nass yoluyla gelmiştir. Bahusus akide bize nass yoluyla ulaşmıştır. Ama her dilde değişik üsluplar vardır. Hakikat üslubu var, mecaz üslubu var, kinaiyat üslubu var. Mesela akide ile ilgili nassların bir kısmı hakikat üslubu üzerine gelmiştir. Bir kısmı mecaz, bir kısmı ise kinaiyat üslubu üzerine gelmiştir.

Bu gurup ise, her şeyi hakikat üslubuna hasr etmişlerdir. Nasıl ki Mutezileler birçok nassı akıl yoluyla tevil etmeye gayret göstermişler, bu şekilde büyük hataya düşmüşlerse, bu grup da, nassların tümünü hakikat üslubu üzerine haml etmeleriyle, hem İslam’a, hem de lügate ters düşmüşler, teşbih ve tecsime girmişlerdir.

Sahabe ve ilk tabiin dönemlerinde akide etrafında tartışmalar, ihtilaflar yoktu. Çünkü onlar henüz bozulmamış Arap dilinin asaleti üzerindeydiler. Şer’i nasslarının hakikatini hakikat anlıyorlardı, mecazını mecaz anlıyorlardı, kinaiyatını da kinaiyat olarak anlıyorlardı. Sormaya ihtiyaç dahi hissetmiyorlardı. Sonradan fetihlerle birlikte acem lügatleri(Arapça haricindeki diller) Arapça’ya girdi ve Arap dili zayıfladı.

Bir de bidatlar, yanlış düşünce ve fırkalar işin içerisine girince, akidede “ihtilaf” meselesi ortaya çıktı. Bahusus “ Cenab-ı Hakk’ın sıfatları” meselesinde ihtilaf ondan sonra ortaya çıktı.

İşte İmam Ebul Hasan el-Eşari böyle bir ortamda neşet etti. Tabii aslı Ehl-i Sünnet, babası ehl-i sünnet. İlk ders aldığı hocalar da ehl-i sünnet, ehl-i hadisti.

Daha çocukken babası vefat etti. Annesi, o zaman Mutezile mezhebinin en büyük imamlarından sayılan Ebu Ali Cübbai ile evlendi. Böylece Ebu’l Hasan, üvey babasının fikirleriyle tanıştı ve onun talebelerinden oldu.

Tabii Mutezile mensupları gerçekten akliyatta dâhi insanlardı. O zaman, İslam’ı İslam dışından gelebilecek tehditlere karşı savunacak insanlar genel olarak onlar vardı. Çünkü o akımlara karşı akılla karşı konabilir ve onlara cevaplar verilebilir.

-Çünkü karşı taraf nassı kabul etmiyor..

-Evet, nassı kabul etmiyor. Muhaddislerin çoğu ise akli ilimlerde zayıf idiler. Müdafaa mevkiinde genelde Mutezileler vardı. Ve bu konuda gerçekten de büyük rolleri olmuştur. Çok büyük, önemli kitaplar yazmışlardır. O akımlara karşı koyanlar genelde Mutezili idiler. Ama onlar da yeterli olmuyordu.

Nassı olduğu gibi anlayacak, aklı da onu desteklemekte kullanacak ve yanlış düşünceleri-ister İslam içinden, ister İslam dışından gelsin-akli ve nakli delillerle çürütecek bir insana ihtiyaç belirmişti. Bu ihtiyacı karşılamak için kaderin vazifelendirdiği insan, Ebul Hasan El Eş’ari idi.

Cenab-ı Hak bu büyük insanı önce Mutezile’nin en büyük bir adamının elinde yetiştirdi. İmam Eş’ari, onun etkisinde kalarak Mutezili oldu. İtizalde çok önemli seviyelere geldi. Çok üstünlük kazandı ve imamet seviyesine ulaştı. İtizal düşüncesiyle bazı kitaplar da yazdı. Hatta diyor ki; “Ben bir kitap yazdım. Onlar (Mutezile) için böyle bir kitap yazılmamıştır.”

Cenab-ı Hak onu böyle yetiştirmeseydi, yani istidlal-i akli (akli deliller getirme) metotlarını öğretmeseydi, o da muhaddislerin durumunda olacaktı, büyük bir rolü olmayacaktı.

Tabii kendisinin ehl-i sünnet bir temeli vardı ve çok zeki bir insandı. Mutezile mezhebi ise birçok konuda İslami nasslara uymuyordu.

Zamanla, imamın kafasında Mutezile’ye karşı şüpheler, tereddütler oluşmaya başladı. En son, bir meselede Ebu Ali Cübbai ile tartıştı. Tartışmada Cübbai ona cevap veremedi. Bunun üzerine İmam Eş’ari “artık yeter” dedi ve halvete girdi.

Halvette hem Ehl-i Sünnet ile Mutezile arasındaki ihtilaflı meseleleri enine boyuna değerlendirdi, hem de Cenab-ı Hak’tan kendisine Hak yolunu göstermesini istedi. Bu sırada bir takım sadık rüyalar da gördüğünü hakkında yazılan kitaplar kaydetmişlerdir. Kendisi ifade ediyor ki; o halvette Resulullah (Aleyhissalatu vesselam) kendisine rüyada görüldü ve “benim sünnetimi destekle” buyurdu. Hatta Ramazan’da üç defa Resul-i Ekrem’i (Sallalahu aleyhi ve sellem) gördüğünü söylüyor.

Halvetin sonunda bir gün camiye gitti, minbere çıktı ve “Beni bilen bilir. Bilmeyenler de bilsin ki, ben falan oğlu filanım. Şimdiye kadar ben Mutezili idim. Ben Mutezile’yi bıraktım. Şu elbiseyi nasıl söküp atıyorsam, onu da öylece söküp attım” dedi ve üzerindeki dış elbisesini çıkartıp attı.

Ve bu olaydan sonra, nassın geldiği manaya riayet ederek, akli metodlarla, Mutezile’den öğrendiği metotlarla selef akidesini destekledi. Mutezile’nin metotlarıyla yine Mutezile’yi mağlup etti. O zamanın ihtiyacı ne ise, hangi metotlar lazım ise, onunla Ehl-i Sünnet akidesini teyid edip, imametini isbat etti.

Hakeza, İmam Gazali’nin tecdidi de böyle olmuştur. Felsefeden gelen şüphelerin insanların akidelerini sarstığı bir sırada Cenab-ı Hak onu gönderdi. O konuda onu yetiştirdi. İmam Gazali önce Felsefe’yi derinlemesine öğrendi. Bu konuda “Makasıd’ul Felasife”(Felsefenin Maksatları) adlı eserini yazarak ehliyetini isbat etti. Sonra Felsefenin hatalı taraflarını çürütmek için, bu konuda en önemli kitap olan Tehafüt’ül Felasife(Felsefenin Tutarsızlıkları) adlı eserini yazdı. Bu eseriyle batıl felsefeye öldürücü darbeyi vuran da kendisi oldu. Ondan sonra felsefenin batıl kısmının insanlar üzerinde bir tesiri kalmadı.

Yine o zaman tasavvufa bir sürü bidatlar, hurafeler yanlışlar girmişti. İmam Gazali onları da ıslah etti.

Sonra gelen Seyyid Abdülkadir Geylani, Seyyid Ahmed Rufai gibi birçok büyük zatlar bu tecdid görevini yerine getirdiler.

Şimdi bu mukaddimeyi söyledik ki, Bediüzzaman’ın durumunu ele alabilelim. Cenab-ı Hak bu büyük insanı öyle bir zamanda gönderdi ki, o dönem İslam dinine ve akidesine yönelik çok büyük planlar, birçok hücumlar ve tenkitler hazırlandığı çok tehlikeli bir dönemdi.

Cenab-ı Hak bu tehlikelere karşı durabilmesi için ona çok büyük kabiliyetler verdi. Üstün zekâ verdi. Üstün hafıza verdi. Üstün cesaret verdi. Üstün zühd verdi. Çünkü büyük bir işi yapacak insanın öyle olması lazım. Cenab-ı Hak büyük göreve hazırladığı kişileri bu şekilde yaratıp, yetiştiriyor. Zira böyle âlimler Peygamberlerin hakiki varisleridir.

Peygamberlerin sıfatları nelerdir? Fetanettir, zekâdır, emanettir, sıdktır, tebliğdir. İşte Cenab-ı Hak İslam’ı müdafaa için hazırladığı zatları bu sıfatlarla teçhiz etmektedir.

İşte bu zatı da Cenab-ı Hakk asrımızda bu sıfatlarla gönderdi ve irade etti ki, bu insanın İslam tarihinde büyük bir rolü olsun.

“Asrında İslam’ı sadece o müdafaa etmiştir” demiyoruz. Ama onun zamanında İslam’a en tehlikeli akımlar dünya üzerinde Türkiye’de vardı. İlhadın(Dinsizlik, ateizm) büyük dalgası vardı Türkiye’de. Bu ilhad dalgasını kırmak için onun gibi bir zat lazımdı ve Cenab-ı Hak bu iş için onu hazırladı. Ki, o insan da tek başına o dalgayı kırdı. Cesaretiyle, zekâsıyla, hafızasıyla, zühdüyle, Allahu Teâlâ’ya tevekkül etmesiyle, Allah korkusuyla, en son olarak da büyük gayretiyle ve hazırladığı eserlerle Cenab-ı Hak ona bu dalgayı kırdırdı.

Başta dediğimiz gibi, Bediüzzaman İslam âleminde müceddidlerden birisidir. Tek müceddid değildir. Aynı dönemde başka memleketlerde onun gibi büyük gayret gösteren insanlar vardı.

-Mesela Mısır’da Hasan el Benna gibi..

-Evet.. Mesela Mısır’da böyle bir ilhad dalgası fazla yoktu. Ama davette hikmetli ve nebevi metodu ortaya koyacak insanlara ihtiyaç vardı. Orası da davet konusunda Hasan el Benna’yı yetiştirdi. Öyleyse şöyle söyleyebiliriz; Mısır’da davet konusunda Hasan el Benna imam ve müceddid olduğu gibi, Türkiye’de de Bediüzzaman akide konusunda imam ve müceddiddir.

Hindistan’da da birçok âlimler çıkmış, değişik alanlarda tecdid vazifesini ifa etmişlerdir. Şibli Numani, Seyyid Süleyman Nedvi, Eşref Ali Tehanevi, Muhammed Enver el-Keşmiri, davet konusunda Mevdudi, Muhammed İlyas Kandehlevi gibi kimseler bu vazifeyi ifa ettiler. Böylece, her yörenin ihtiyacına göre Cenab-ı Hak bazı insanları ikame etmiştir.

Bediüzzaman da asrın büyük müceddidlerinden birisidir ve yaptığı tecdid akide alanındadır ki, İslam’ın temeli odur.

-Devam edecek-

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

emre, 2011-10-08 12:32:07

S.a. saygıdeğer site yetkilisi abilerim.düşüncelerimi bu alana sığdırmak benim için o kadar zor ki.arayıpta bulamamak ne kadar zorsa bulupta ulaşamamakta o kadar acıdır.yaşım 29.yıllardan beri tasavvufa yakınlığım ve hüsnü zannım vardır ama şimdiye kadar ilmiyle duruşuyla ve cemaatinin islam anlayışıyla beni tatmin edecek bir mürşit daha doğrusu cemaat bulamadığımdan intisap etmedim.bir müddet mürşidsizliğin sıkıntısını asgariye indirmek için risale-i nurlarla iştigal ettim fakat nur cemaatleri ile de islami duruş ve tavır konusunda benimsemediğim bir hal sergiledikleri için çok içlerine girmiyorum.davet ederlerse misafir olarak gelip gidiyorum.günümüzdeki tasavvufi cemaatlerin yaşayış şeklinden yıldan yıla daha da uzaklaştığım için de artık tarikata intisap etmek bana çok uzak görülüyor.şu an işim gereği bir tasavvufi bir cemaatin bünyesinde çalışıyorum.neden tevbe almıyorum diye hayretteler.bense sigarayı adeta gelenksel hale getiren,İslami ilimlerden bi haber ve şeyhini düşündüğünün yarısı kadar rabbini düşünmeyen bir cemaatin mensubu olmak istemiyorum.her ne kadar şeyhlerin ekarşı hüsnü zan besleyip onun manevi büyüklüğünü kabul etsemde. Ben artık seyyid kutup,hasan el-benna, mevdudi gibi kimseler dil uzatmaktan sarf-ı nazar ediyorum.onlardan bir yandan istifade etmeğe çalışıyor diğer yandan hatalı şeyler gördüğümde "onlar da kul.elbette hata yapabilirler" diyerek hatalarını hata bilerek ama yine de sevmeye devam ederek onlarla birlikteliğimi sürdürüyorum.tabi bu arada Şah-ı Geylani,imam gazali, imam rabbani gibi zatlara hürmet ve sevgimi muhafaza etmeye çalışıyorum.işte bu dengeyi yakalama noktasında teenni ile hareket edecek ve bize denge ümmeti olmaya yakışır bir tarzda irşad edecek bir mürşid konusunda ümidim kalmadığı için aramayı bile terk etmiştim.fakat şimdi beni makaleleri ve röpörtajları ile sarıp sarmalayan ilmi ile beni ferahlatan bir nakşi bendi şeyhi ile tanışıyorum.Kuran-sünnet ve tasavvuf alakasını yerli yerine oturtmuş ve durmadan zındıklıkla reformistlikle bidatçılıkla itham edilen zatlara "alim,fazıl,mücahid,davetçi" gibi sıfatlarla yad eden onların hatasını ise üstünü örtmeden belirten bir denge insanı ile karşılaşıyorum.benim için nasıl bir mutluluk bilemessiniz.eğer hocamız ile görüşebiliyorsanız en içten hürmetlerimi muhabbetlerimi lütfen kendisine iletin ve istanbulda kendisine tabi bir cemaat olup olmadığı konusunda beni yönlendirirse çok sevineceğimi de lütfen iletin.Allaha emanet olun

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Sinan Baba, 2011-01-16 11:52:54

Tarihi süreç içinde hadis ve ayet gerekçeli bir giriş ile Üstadımızın ahirzaman müceddidi olduğunu anlatan Ekinci hocamız bir hakikatı güneş gibi beyan etmiş. Allah kendisinden razı olsun. Amelini kabul etsin.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

halil tavukçu, 2011-01-03 08:05:19

Salih Ekinci hocamızdan Allah(c.c.) razı olsun. aynı dönemde fakat farklı yerlerde yetişmiş alimleri kıyas noktasında güzel bir değerlendirme olmuş. emeği geçenlere teşekkürler. Rabbim muvaffak kılsın.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

ali said, 2010-10-08 10:35:34

Yapılan söyleşi nefis olmuş, çok değerli bilgileri muhtevi. Teşekkürler. Konya

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Murat Akbulut, 2010-10-06 15:20:30

Allah razı olsun. Doyulmaz tatta bir sohbet olmuş.Devamını sabırsızlıkla bekliyoruz.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-9

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-9

Soru: Üstad’ın Risaleler hakkında Kur’ân’dan bazı işaretler çıkartması da çokça ten

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-8

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-8

Soru: Ebced ve cifir İslam ulemasınca reddedilmişken Said Nursi neden bunlarla meşgul oldu? Met

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-7

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-7

Soru: Hocam, Bediüzzaman’ın eserleri medrese okuyanlara neler kazandıyor, avam için yazılmı

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-6

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-6

Soru: Bir zat; “Bir şey söyleyeyim, kimse kızıp darılmasın, Zahid El Kevserî’nin yanında

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-5

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-5

Soru: Risale-i Nurları bugün bir kişi sıfırdan telif etmek istese gerek Arabi gerek Türkçe ol

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-4

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-4

Soru: Bir araştırmacı diyor ki; “Öyle anlaşılıyor ki, Bediuzzaman‟ın hayatı incelendiğ

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-3

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-3

Soru:-Bediüzzaman’ın eserleri geçen asrın pozitivist felsefesinin getirdiği sorulara cevap de

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-2

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-2

Soru: Bana yazdırıldı ne demektir? Bu Risaleleri kutsallaştırmak olmaz mı? Metin Yiğit: Bana

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP

Prof. Dr. Metin Yiğit Hocamız Üstad Bediüzzaman etrafında zaman zaman tenkit konusu yapılan 12

PROF. DR. NİYAZİ BEKİ HOCAMIZLA İSLAMİ İLİMLER VE RİSALE-İ NUR ÜZERİNE

PROF. DR. NİYAZİ BEKİ HOCAMIZLA İSLAMİ İLİMLER VE RİSALE-İ NUR ÜZERİNE

Takdim Kıymetli ziyaretçilerimiz, değerli âlim Niyazi Beki Hocaefendi ile yaptığımız ‘san

LATİF ERDOĞAN BEY İLE RİSALE-İ NUR’UN İNŞA VE İHYA METODU ÜZERİNE-2

LATİF ERDOĞAN BEY İLE RİSALE-İ NUR’UN İNŞA VE İHYA METODU ÜZERİNE-2

-İzninizle başka bir soruya geçmek istiyorum. Bir yerde üstad şöyle diyor; “ey uykuda iken k

Allah'a ve Resûlü'ne iman edin. Sizi, üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı şeylerden harcayın. Sizden iman edip de (Allah rızası için) harcayan kimselere büyük mükâfat vardır.

Hadid, 7

GÜNÜN HADİSİ

Emin ve doğruluktan ayrılmayan ticaret ehli (ayette sırat-ı müstakim ashabı olarak zikredilen) peygamberler, sıddikler, şehidler ve salihlerle beraberdir.

Tirmizi, Büyu 4, (1209); İbnu Mace, Ticarat 1, (2139)

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI