İNSANLIK MEDENİYETLE Mİ, YOKSA VAHŞETLE Mİ BAŞLADI?
Çoğumuzun zihnini kurcalar: İlk insanlar ne idi, vahşî mi, medenî mi? Bu mesele üzerine kafamıza girmiş olan fikirleri ciddî şekilde tetkikten geçirecek olsak, onları pek karışık ve hattâ birbirine zıt buluruz. Biz burada, teferruata girmeden b
Prof. Dr. İbrahim CANAN
Çoğumuzun zihnini kurcalar: İlk insanlar ne idi, vahşî mi, medenî mi? Bu mesele üzerine kafamıza girmiş olan fikirleri ciddî şekilde tetkikten geçirecek olsak, onları pek karışık ve hattâ birbirine zıt buluruz. Biz burada, teferruata girmeden bu konudaki fikirlerin başlıcalarını ve kaynaklarını belirtmeye çalışacağız.
Üç Görüş - Üç Kaynak:
İnsanlığın başlangıcı hakkında hâlen üç görüş yaygındır: 1- Evrimci görüş, 2- İslâmî görüş, 3- İlmî görüş. Şimdi bunları açıklayalım:
1- Batı Kaynaklı Evrimci Görüş: Buna göre, insanların atası maymundur. Maymun kılını atarak insan olmuştur. Maymunluktan sonra teşekkül eden ilk insan cemiyeti (bazılarına göre cemiyetleri), korkunç bir vahşet devri geçirmiştir. El yordamıyla ilerleyen bu ilk vahşîler, bir kısım tesadüflerin de yardımıyla bâzı teknikleri elde etmişlerdir. Söz gelimi, kuru odunları birbirine sürterek ateşi bulurlar. Bir orman yangınında telef olan hayvanla pişirmeyi, ocağın yanında yanarak sertleşmiş olan çamurla da seramiği keşfederler vs. Bu şekilde, gittikçe ilerleyen insanlık, en üst seviyeye Batı'da ulaşmıştır. Batı medeniyeti insanlığın en yüce, en üstün medeniyetidir. Bütün insanlık onu benimsemek zorundadır. Onun dışında kalan sistemlere "Medeniyet" denemez. Çin, Hint, İslâm medeniyetleri, bu sebeple barbarlıktır, vahşettir, geriliktir. "Medenileşmek" isteyen her ferd, her cemiyet onu benimsemeye mecburdur, mahkûmdur vs.
2- İslâmî Görüş: Kur'ân-ı Kerîm tarafından ortaya konan bu görüşe göre, ilk insan Hz. Adem'dir ve bir peygamberdir (aleyhisselâm). Hz. Âdem, peygamber olması hasebiyle, vahye mazhardır ve kendisine kitap gelmiştir. Bu kitapta insanlar için zarurî ve gerekli olan bilgiler vardır.
Gerekli bilgilerden maksad sâdece dinî olanlar değildir. Maddî hayatla ilgili olanlar da buna dâhildir. Nitekim, bâzı rivayetler, Hz. Adem'in cennetten, beraberinde, insan hayatının devamı ve teknolojinin gelişmesi için şart olan teknik teçhizatı da getirdiğini belirtir: Örs, kerpeten, çekiç, iğne, gürz bunlardandır.
Dinimiz bu temel görüşe ilâveten, hiç bir devirde insanların başıboş bırakılmadığını, her kavme mutlaka Peygamber gönderildiğini de haber verir, Kur'ân-ı Kerîm, geçmiş kavimlerden Allah'ın emirlerine uyanların güçlü medeniyetler kurduğunu, azanların ilâhî cezalara mâruz kalarak yıkılıp gittiklerini ve yeryüzünde isimlerinin bile unutulduğunu tekrar tekrar ifâde eder.
BU GÖRÜŞLERİN PRATİK NETİCELERİ:
Bu söylenen görüşler, insanların düşüncelerine, derin etkilerde bulunmuştur. Bir kaç tanesini belirtelim:
1- Avrupa medeniyetinin en üstün, en son medeniyet olduğu görüşü, Avrupalılara, bir egoizm vermiştir. Bu bencillik, askerî ve ekonomik üstünlüğü elinde tutan Batılıların, tarihte görülmeyen vahşî metodlarla sömürgeleştirdikleri kavimleri "medenîleştirme" adına imha etmelerine sebep olmuştur. Keşfedildiği asırda milyonlarla Kızılderilinin yaşadığı Amerika'da bugün o ırk sönmüştür. Okyanus adalarında ve Afrika'da yaşayan "medenileşmeyecek yaratılışta" olduğuna hükmedilen vahşîler (!) (yerli, ibtidâî, barbar, şarklı kelimeleri de aynı mânada kullanılır) günümüzde bile aynı telakkinin kurbanları olmaya devam ediyorlar.
2- Bilhassa 19. asırla 20. asrın ilk çeyreğinde hemen hemen bütün dünya "aydın"larını yönlendirmiş olan Batı menşeli görüş, Batı dışında kalan milletleri "medenîleşmek için Batılılaşmak" kompleksine iterek, maddî ve manevî büyük yıkımlara sebep olmuştur. Bunun en güzel örneği Türkiye'mizdir. Bu maksadla yapılan bütün çalışmalar herhangi bir müsbet ve yapıcı hizmet sunmaksızın, korkunç bir anarşide karar kılmıştır.
3- Peygamberlerin teknikte de örnek oldukları, insanlık tarihinde kaydedilen teknik merhalelerin peygamberler sayesinde gerçekleştirilmiş bulunduğu prensip olarak benimsenmeyince, geçmişle ilgili durumlar sağlıklı bir şekilde izah edilememiştir. Eski devirlerden günümüze intikal eden hârika eserler var. Bunlar o kadar hârika ki, yukarıda açıklanan Batılı anlayış gereğince vahşî addedilen eski insanların eliyle yapılmış olması mümkün değildir. Meselâ Piri Reis'in çizdiği dünya haritası, bu zihniyete sahip bir Batılıya göre, "Fezadan gelen devlerin çizdiği asıllarının kopyasının kopyasının kopyasıdır". Çünkü Piri Reis Batılı değildir, şu halde barbardır, vahşîdir ve dolayısıyla böyle mükemmel bir eser vermesi mümkün değildir.
Bu zihniyet, Batı menşeli olmayan bütün tarihi eserleri böyle izah edecektir. Aynı yazar, Peru'da, kuru çamurun içinde bulunmuş olan ve fevkalâde mükemmelliği belirtilen bir takvimle alâkalı olarak da şu açıklamayı yapar: Bu mükemmellik de, onu tasarlayan, ortaya koyan ve kullananların bizden üstün bir uygarlık (medeniyet) seviyesine ulaşmış olduğunu ispatlamaktadır.
Keza, bir heykel üzerindeki şekillerde okunan bir kısım astronomik bilgilerle alâkalı olarak da şu yorum ileri sürülür: "Bu astronomi bilgisini, yapı sanatında bile pek geri olan ibtidâî insanlar mı bir araya getirmişti, yoksa bu bilgi dünya dışı bir kaynaktan mı gelmiştir?"
Kendi dışında kalan insanlığı vahşete mahkûm eden Batı zihniyeti, geçmiş devletlerden intikal eden, izahı imkânsız (!) pek çok ilmî ve teknik hârikaları saydıktan sonra, bunları izah sadedinde, şu safsataya düşer: "Bizden önce yüksek bir kültürün, ya da eşit seviyede bir teknolojinin varlığını kabul edemiyeceğimize göre, bir tek nazariye kalıyor: Uzaydan (fezadan) bir ziyaretçi".
Kur'ân-ı Kerîm'in verdiği bir espri ile bakınca, böylesi hârika eserlerin, insanî olduğu, ancak İlâhî vahye mazhar peygamberlerin irşadına dayandığı kabul edilir. Zira Kur'ân-ı Kerîm, insanlığın geçmişini vahşet ve cehalete mahkûm etmez. Aksine, bir kısım eski milletlerden bahsederken, onların "kuvvetçe daha ileri", "mal ve evlatça daha çok" olduklarını ve "yeryüzünde daha çok, daha sağlam eserler bıraktıkları"nı belirtir. (Şu âyetler görülebilir: Tevbe, 69; Fâtır, 44; Muham-med, 12; Mü'min, 21, 82; Kasas, 76-78).
Kur'ân-ı Kerîm ve hadîs-i şeriflerden (Hz. Peygamberin sözlerinden) esasını alan İslâm telâkkisi, insanlığın gitgide terakki ettiğini inkâr etmez. "İlk cemiyet medenîdir" derken, bugünkü mânâda içtimaî ve teknik teçhizata sahiptir demek istemez. Onlar duyulan ihtiyaç nispetinde teknik ve kültürel teçhizata sahiptir. Kanunu ve kaideleri ilk cemiyetin sadeliği nispetinde basit ve mahduttur. Nüfus artıp, içtimaî tansiyon (sosyal gerilim) kesafet kazandıkça, gerek teknik ve gerekse kanun ve kaideler yönüyle zenginleşmeye, gelişmeye ihtiyaç duyulmuştur.
Bu ihtiyaç da birbirini takip eden peygamberlerle karşılanmıştır. Peygamberler sâdece dinî ve içtimaî kaideler getirmekle kalmamış, maddî problemlerin hallinde de önder olmuşlardır. Nitekim kumaştan yapılan elbiseye Hz. İdris, demirciliğin ve burada zırhın gelişmesine Hz. Dâvud, tıbba Hz. Lokman, gemiciliğe Hz. Nuh, saatçiliğe Hz. Yusuf öncülük etmiştir. (Aleyhimüsselâm ecmaîn) Bu teknikler, bugünkü "medenilik"in gelişmesinde küçümsenmesi mümkün olmayan sıçrama ve dönüm noktalarını teşkil eder.
3- İlmî Görüş: Batılı görüşün, ilmî temelden mahrum ve tamamen hissî ve bencil hesaplara dayandığı, bizzat Batılılar tarafından ifade edilmeye başlanmıştır. Bilhassa etnoloji ilmi gelişip, yeryüzünün her tarafında yaşayan insanların dilleri, inançları, efsâneleri, ahlâk anlayışı ve örfleri öğrenildikten sonra, insanlığın geçmişi hakkında ileri sürülen bu tekâmülcü nazariyeler (teoriler) iyice itibardan düşmüştür.
Çünkü, binlerce yıldır birbirleriyle hiçbir temasta bulunmamış olan Avustralya, Afrika, Amerika, Okyanus adaları ve kutuplarda yaşayan ibtidaî denen kavimlerin dillerinde, inançlarında, kültür ve tekniklerinde kuvvetli benzerlikler görülmüştür. Bu benzerlikler, insanların tek bir kaynaktan çoğaldıklarını, oldukça ileri müşterek bir medeniyet seviyesine ulaştıktan sonra yeryüzünde dağıldıkları fikrini ilham etmiştir.
Bu fikir, asrımızda, her geçen gün kuvvet kazanmaktadır. Bu noktada da kalmayan sağ duyu sahibi bir kısım Batılı âlimler, "vahşî" ve "medenî" gibi değerlendirmelerin tamamen izafî hükümler olduğunu belirtirler. Onlara göre, yeryüzünde mevcut insan cemaatleri mutlaka bir kısım içtimaî değerlere ve bazı teknik malzemelere sahiptir. Âlet kullanmayan ve kaideye uymayan hiçbir cemaat mevcud değildir. Her cemaat kendi dışındakini hor görür ve tahkir edici isimler takar. "İbtidâî" denen insanların da, medenî Batılılara "vahşî" nazarıyla baktığı görülmüştür. Bu durumları değerlendiren Batılı bir meşhur, Batılıların anlamış olduğu şekilde bir vahşetin insanlar arasında hiçbir devirde mevcut olmadığını belirttikten sonra, sözünü şöyle noktalar: "Asıl vahşî, vahşetin varlığına inanan kimsedir."
Birlikten çokluk; medeniyetten vahşet nasıl çıktı?
Kurân-ı Kerîm'de belirtilen, başlangıçtaki medenî olan tek insan cemiyetinden çeşitli ırkların, dillerin nasıl çıktığı, bir kısım ibtidâî grupların nasıl teşekkül ettiği merak konusudur. Bu mesele henüz ilmen kesin hatlarıyla tam olarak izah edilmiş değildir. Ancak oldukça tatminkâr açıklamalar yapılmıştır. Bunlardan birini aşağıda sunmaya çalışacağız.
Prof. Gish, "Fosiller ve Evrim" adıyla tercüme edilen kitabında ilk insanların topluluk halinde yaşadıklarını belirtir. Zamanla mevcut kaynakların artan nüfus karşısında yetersiz duruma gelmesiyle bu topluluk fertlerinin de küçük gruplar halinde yeryüzüne dağıldıklarına işaret eder. Farklı ülkelere giden ve birbirinden iyice koparak aralarındaki irtibat kesilen bu grupların çoğalmaları da yine kendi içlerinde olmaya başlamıştır. Önceleri aynı yerde bulunmuş olan gruplar, daha sonra bu bütünün üyeleri olarak çoğalmaya devam etmişlerdir. Bu grupların her birisinde yüksek oranda melez meydana gelerek gruplar arasındaki fertlerin genetik yapılarında farklılık ortaya çıkmıştır. Neticede bu gruplar çeşitli kabile ve ırkları hâsıl etmiştir.
Topluluğun orijinal merkezinden ayrılan bu küçük grupların bir kısmı önceden sahip oldukları bilgi ve san'atlarını devam ettirirken bâzıları bunları kaybetmiştir. Bu kaybetme muhtemelen bazı faktörlerin tesiriyle olmuştur. Meselâ; önceleri yağmacı akınlara karşı arazilerini müdafaa için silâh yapma ihtiyacı duyan gruplar, toplumdan ayrılarak geniş ve boş sahalara yayılınca bu ihtiyacı hissetmez oldular. Böylece silâh yapımı terk edilmiş, toplanan az bir besin gruba kâfi geldiğinden bazı kabilelerde önceki ziraat işleri de bırakılmıştır. Bu devrede her grup kendi içine kapanık yaşadığından san'atlar komşu gruplar arasında karşılıklı değişmeden mahrum kalıyordu. Sonuçta "ilerleme" olarak ifade edebileceğimiz hususlar bazı kabilelerde gecikmiş, hattâ çok iptidaî bir seviyeye doğru dejenere olup bozulmuştur.
Bir merkezden yayılmış olan insanlardan bir kısmının ilerlerken bazılarının yerinde saydığına ve hâttâ gerilediğine dikkati çeken Gish şöyle der:
"Avrupa ve Asya'ya yayılan kalabalık topluluklarda medeniyet hızlı bir şekilde gelişirken, Amerika ve Avustralya ile Güney Afrika'da dağınık halde yaşayan gruplar, eskiden sahip oldukları medeniyeti de yavaş yavaş terk ettiler. Neticede günümüzdeki ilkel topluluklar haline geldiler. İnsanlara ait san'at eserlerinin her tarafta bulunuşu, ilk insanların bu şekilde dağınık olarak yaşadıklarına işaret eder. Geçmişteki topluluklar oldukça ileri seviyede silâh ve âletler yapabiliyorlardı. Ayrıca bunlar, inanç sahibi idiler. Ölülerini çiçekler ve çeşitli maddelerle birlikte gömmeleri bunların dindar topluluklar olduğunu ve âhirete inandıklarını gösterir".
İlmî verilere dayanarak yapılan bu açıklamanın Kur'ânî görüşe ne kadar uyduğu nazar-ı dikkatten kaçmamaktadır. Zira Kur'ân'da gelen açıklamalara göre de insanlığın ilerlemesi, terakkisi devamlı olmamış, bunu bir kısım zikzaklar ve kesintiler takip etmiştir. Bu neticeye yine o cemiyetlerin kendileri sebep olmuştur. Teknik yönden ilerleyip maddî bakımdan güçlenen toplumların, zaman zaman ilâhî irşadtan ayrılmaları gerilemelerine yol açmıştır. Çeşitli sapıklık ve ahlâksızlıklara düşmüş bu tip kavimlerin cezalandırılarak ellerindeki nimetlerin alındığı Kur'ân-ı Kerîm'de bildirilir. Bunların bir kısmı toptan helak edilmiş, bir kısmı da büyük maddî musibetlere, belâlara maruz bırakılmıştır.
Geçmiş milletlerden bazılarının "Kuvvetçe daha ileri", "mal ve evlâtça daha çok" oldukları nazara verilir. "Yeryüzünde daha çok ve daha sağlam eserler bıraktıkları" ifade edilir. Kasas suresinin 76. âyetinde Karun'a "Anahtarlarını güçlü bir topluluğun" zor taşıyacağı kadar çok mal verildiğinden bahsedilir. Hâttâ, "Allah'ın önceleri ondan (Karun) daha güçlü ve topladığı şey daha fazla olan nice nesilleri helak ettiği"ne dikkat çekilir.
Rum sûresinde de geçmişteki medenî kavimlerden söz edilir:
أَوَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ كَانُوا أَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَأَثَارُوا الْأَرْضَ وَعَمَرُوهَا أَكْثَرَ مِمَّا عَمَرُوهَا وَجَاءتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانَ اللَّهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلَكِن كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
"Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden önce geçmiş kimselerin sonlarının nasıl olduğuna bakmazlar mı? Ki onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler, yeryüzünü kazıp alt üst ederek onlardan çok imâr etmiş kimseydiler. Ve onlara burhanlarla peygamberler gelmişti. Böylece onlara zulmetmiyor, onlar kendilerine zulmediyorlardı. Sonra Allah'ın âyetlerini yalan sayıp onları alaya alarak kötülük yapanların sonu pek kötü oldu"(Rum; 30: 9)
Bütün bu bilgilerin ışığında, şimdi insanlığın başlangıcını, geçmişini, vahşî kabul etmek mümkün mü?
Kaynak:
Merak Ettiklerimiz
Mehmed Dikmen
Cihan Yayınları
İst. 1998
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
MUALLİMLERİMİZ NELERE DİKKAT ETMELİ?
İnsanları tenvir ederek cehaletten halas eden, onları atalet ve sefaletin karanlık gecelerinden
HÜRRİYET ADINA KAYBETTİKLERİMİZ
Dr. Alexis Carrel Her insan keyfine göre yaşamak ister. Bu insanın doğuştan gelen bir dileğid
ŞAFAĞIN IŞIĞINDAKİ SIR
“Annemin memnun bir eda ile: “Bu sabah kahvaltıdan önce ne yaptığımı dünyada tahmin edeme
UBEYDULLAH-I AFGÂNÎ İLE SEBÎLÜRREŞÂD İDÂREHÂNESI’NDE BİR MUHÂVERE
Ubeydullah-ı Afgānî” nâmında bir zât tarafından geçenlerde Kavm-i Cedîd ünvânıyla neş
MAÂRİF, DİN EĞİTİMİNİ EN İYİ ŞEKİLDE VERMELİDİR
İnanmak yaradılışın bir gereğidir. Din, aklın mâverâsında, zekânın fevkinde bir mürşi
MELİK FAYSAL’IN YAHUDİ KİSSİNGER'E VERDİĞİ TARİHİ CEVAP
Melik Faysal'ın en önemli gayelerinden birisi, Filistin meselesi ve Mescid-i Aksâ'nın hürriyeti
NESLİN EĞİTİMİNDE MAARİFE DÜŞEN VAZİFELER
Mânevîyatsız ilmin, beşeriyete felâh ve huzur yerine, şüphe, tereddüt, hatta ızdırap verdi
NASIL BİR MAARİF?
Yıllardır ilmî ve fikrî çalışmalarım arasında memleketimizin mânevî, ahlâkî, derûnî
GENÇLERİ HEDONİZM ÇILGINLIĞINA İTENLER
Diyorlar ki: Dünyaya bir kere gelinir. Sonun başlangıcı yoktur. Gülün, eğlenin, bir yıldır
HİCRET VE HAREKET
Hicret, tâ ezelden ebede, âlem-i vücubdan âlem-i imkâna, daire-i ilimden daire-i kudrete, tâ
ORUÇ, ORUÇ BOZMAK VESAİRE
Ramazan ayının hususiyeti oruç. Orucun hususiyeti de kendisine ait meseleler. Başında; tutan tu
- HEKİM VE FİLOZOF GÖZÜ İLE RAMAZAN
- HÜZÜNLÜ BİR HAYVANAT BAHÇESİ GEZİSİ
- YİRMİNCİ ASRIN BAŞINDA ANADOLUDA PAZARIN NAMUSU
- BİZ DE RAHATSIZIZ
- "BANA KUR’AN YETER!”
- MEALCİ KARDEŞLERİME KUR’AN’DAN MİSAFİRPERVERLİK DERSİ
- MEZHEPLERE TÂBİ OLMAYANLAR
- ‘KADİR GECESİ BİN AYDAN HAYIRLIDIR’ NE DEMEKTİR?
- İKİ PEYGAMBERİN DOĞUM GÜNLERİ
- “BİR ALLAHSIZA CEVAP”
- YEDİ YAŞIN ÖNEMİ
- DÜŞÜLEN MÜHİM BİR HATA
- YALANCININ MUMU
- BEN OLACAKTIM Kİİİİİ
- AĞIRLIĞINI DUYMAK
- SON ASIRDA TASAVVUFTA TECDİD YAPAN ÜÇ ŞAHSİYET
- KURBAN KESMEK KİMLERE VÂCİPTİR?
- KURBAN
- DİLİMİZE BİR ŞEY OLDU
- NERDE O ESKİ GÜNLER
- YALAN DOLAN SONRASI YAPILAN ASKERÎ DARBELER
- BAYRAMLA İLGİLİ SÜNNET VE ADABLAR
- BİR KOLERA SALGINI HATIRASI; NURİYE ABLA
- “GUSL-İ İÇTİMÂİ”
- İMANIN ÇİÇEĞİ RAMAZAN ORUCU
- EVLİYA
- BERAAT GECESİ İLE ALAKALI ÜÇ YANLIŞ MESELE
- ALLAH’IN AHLAKIYLA AHLAKLANANLAR
- ATEİST, DEİST ve BİLİME DİN GİBİ İNANANLARA SORULAR
Bilin ki, Allah'ın lâneti zâlimlerin üzerinedir.
Hûd,18
GÜNÜN HADİSİ
Mü'minin sezgisinden sakının, çünkü o Allah'ın nuruyla bakar.
Taberani
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...