MUZAFFER ÖZAK EFENDİ(1916-1985)-1.Bölüm

Muzaffer Efendi; devlet-i âliye’nin en karmaşık devresinde 1916 yılında Karagümrük’te, Cerrahi Tekkesinin hemen arkasında bir evde dünyaya teşrif buyururlar. Babası Cennetmekân Sultan Hamid Efendimizin huzur dersleri hocalarından Ha


Ahmet Haliloğlu

ahmethaliloglu45@hotmail.com

2010-12-01 03:59:44

Miladi yirminci asır genel anlamda yeryüzünün, hususi anlamda Ümmet-i Muhammed’in, ama en dar çerçevesi itibariyle de Anadolu Müslümanlarının en karanlık ve en zor devresidir dense sezadır. İslam Ümmeti Moğol istilasında görmediği işgal, yıkım ve talan hadiseleri ile yirminci asırda karşılaşmış, Batı’dan esen her rüzgâr bizim topraklarda ma’kes bulmuş ve neticesinde kendi öz benliğine, ecdadının ruhuna aykırı, yabancı hatta çoğu zaman düşman nesiller yetişmiştir.

Ancak tahrip edenler ile ıslah edicileri aynı zamanda gönderen Mevla Teâlâ; yirminci asırda Anadolu insanına tefsirde Küçük Hamdi Efendi, fıkıhta Ömer Nasuhi Efendi, hadiste Babanzade Ahmed Naim Efendi, akaidde Said Nursi, tasavvufta Ahıskalı Ali Haydar Efendi ve Silistreli Süleyman Hilmi Efendi olmak üzere sayısız kahramanı göndermiştir.

Bu görünmeyen kahramanlar sırf Rıza-yı Bâri için her şeylerinden vazgeçmişler, ümmetin iman selameti için gecelerini gündüze tebdil etmişlerdir. İşte bu sayısız kahramanlardan birisi de “Sahaflar Şeyhi” olarak bilinen Kitapçı Muzaffer Özak Efendi Hazretleridir.

Muzaffer Efendi; devlet-i âliye’nin en karmaşık devresinde 1916 yılında Karagümrük’te, Cerrahi Tekkesinin hemen arkasında bir evde dünyaya teşrif buyururlar. Babası Cennetmekân Sultan Hamid Efendimizin huzur dersleri hocalarından Hacı Mehmed Nuri Efendi, annesi ise Halveti meşayıhından Seyyid Hüseyin Efendi’nin kerimeleri Ayşe Hanımefendidir.

İlme ve kitaba âşık bir babanın evladı olarak dünyaya gelen Hacı Muzaffer Efendi altı yaşındayken babasını kaybetmiş; ardından Anadolu insanını silip süpüren Birinci Dünya Harbinde ağabeyini şehit vermiştir. Ailesi ağabeyinin şehadeti ile fakir düşmüştür. Yaşadıkları ev satılmıştır. Hatta o kadar fakru zaruret çekerler ki; babası Nuri Efendi’nin kitaplarını satmak zorunda kalırlar.

Baba dostu ve Halveti Uşşaki meşayıhından Şeyh Abdurrahman Sami Saruhani Hazretleri; Muzaffer Efendi’yi himayesine alır ve okutmaya başlar. Ancak çok geçmeden 1933 yılında hâmisi Şeyh Sami Saruhani Hazretlerini de kaybedecek ve hayatının bitmez tükenmez sarsıntılarından birisini yaşayacaktır.

İlim ehli bir babanın evladının heba olmasına müsaade etmek istemeyen Sami Uşşaki Hazretleri; Muzaffer Efendi’yi Fatih Camii’nin başimamı Mehmed Rasim Efendi’ye talebe olarak verir. Bitip tükenmez ilim aşkını tadan Muzaffer Efendi artık sonu mezarda bitecek kitap ve ilim aşkını tatmıştır.

İskilipli Atıf Efendi’nin tefsir derslerine, Hüsnü Efendi’nin fıkıh ve hadis derslerine oturur. O kitaptan bu kitaba doğru koşar. O dönemin pek çok âlimi ile tanışma, sohbetlerinde bulunma devletine erişir. Ama en çok etkilendiği şahıs ise “Ayaklı kütüphane” lakabı ile bilinen Açıkbaş Mustafa Efendi’dir. Aslen Gümülcineli olan Mustafa Efendi; hayatını bekâr olarak sürdürmüş; Fatih Kütüphanesinde bulunan kitapları iki defa baştan sona okumuş bir âlimdir.(Açıkbaş Mustafa Efendi aynı zamanda Emin Saraç Hocaefendi’nin de hocasıdır. Hayatı için Emin Saraç Hocaefendi ile Rıhle Dergisinde 8 ve 9 sayılarda yapılan mülakata bakınız.) İşte böyle bir âlim ile hemhal olan Muzaffer Efendi gündüzleri ailesinin geçimini sağlamak için çalışmakta, akşamları okumaktadır.

Osmanlı artık tarihe karışmış, Cumhuriyet kurulmuştur. İstanbul’da her türlü sıkıntıya rağmen ilim meclisleri devam etmektedir. Muzaffer Efendi gizli saklı okumaya devam eder. Kur’an okumanın yasak olduğu bir devrede hem Arapça, hem Farsça dersleri alır. Dersler; hem hocaların hem talebelerin olağanüstü gayretleri ile sürdürülür.

Bütün sıkıntılara rağmen hoca sıfatı ile tavsif olmak cidden zor bir iştir. Muzaffer Efendi bütün sıkıntıları aşar; hoca unvanını alır. Allah Resulüne uzanan o kutlu hocalar silsilesine dâhil olur. Ama bununla yetinmez. Hat ve tezhib dersleri alır; ilahi ve meşk meclislerine katılır.

Müezzinlik belgesini alan Hocaefendinin askerlik yaşı gelmiştir. Cebinde çok az bir parası olan Hocaefendi’nin bakmak zorunda olduğu bir de anneciği vardır. Hocaefendi hem askerde kendisine harçlık, hem de annesine geçimini sağlayacak bir miktar para bırakmak zorundadır. Ama ne gelirleri vardır, ne de satabilecek bir malları.

Hocaefendi çaresiz tek çare bulur; kitaplarını satmak. Fatih Camii’nin avlusuna bir sergi açar. Bu Hocaefendinin ilerde “ Sahaflar Şeyhi” unvanını alacağı uzun yolculuğun ilk adımıdır. Sergiye bir zat yaklaşır ve Hocaefendiye sorar “ Kitapçı mısın?”. Hocaefendi mahzundur. Boğazından artırdığı ile aldığı kitapları çaresiz kaldığı için satmak zorundadır ve ister istemez “ Daha yeni başladım” diye mahcup bir cevap verir. Muhatabı “ Bende bir konak dolusu kitap var. Gel onları sana satayım” der. Hocaefendi dayanamaz. Kitaba âşık bir insan böyle bir teklifi nasıl reddeder ki? Ama cebinde üç beş kuruşu, önünde üç seneyi bulan bir askerlik dönemi ve para bırakmak zorunda olduğu annesi vardır. Muhatabı ısrar edince Hocaefendi dayanamaz ve adamın konağına giderler. Konağın bir odası kitaplar ile doludur ve her biri nadide eserlerdir. Hocaefendi’nin bu kitapların yarısını bile alacak parası yoktur. Ancak kitapların sahibi bir anda “ Kaç paran varsa ver. Yeter ki beni bu kitaplardan kurtar “ deyince; Muzaffer Efendi cebindeki üç beş kuruşu verir. Ama eline aldığı ilk kitabın kapağını açınca, Hocaefendi babasının mührü ile karşılaşır. Babasının yok pahasına satılan kitaplarını Allah; kitapların kıymetini bilecek olana iade etmiştir.

Askerlikten sonra ise önce Bayazıd Camii’ne, sonra Vezneciler Camii’ne imam olarak tayin edilmiştir. Askerden sonra vaaz etmeye de başlayan Muzaffer Efendi; artık selâtin camilerde vaaz eder, hutbe okur, imamlık etmeye başlar. Kim denk gelirse anlatır. Amaç bellidir; cehenneme koşan insanlardan birisini olsun kurtarmak ister. Ama henüz ortada Aşki yoktur. “Şeyh Aşki”yi meydana çıkaracak müjdeyi daha gençliğinde almıştır.

Muzaffer Efendi; Ayasofya Camii’nde tefsir dersleri alırken; âlem-i mana da Efendimiz’i (sav) Hz. Ali’nin (k.v.) tuttuğu bir devenin üzerinde görür. Hz. Ali’nin diğer elinde ise meşhur kılıcı Zülfikar bulunmaktadır.

 Efendimiz ona sorar:

 -Müslüman mısın?

 -Evet.

-İslam için başını verir misin?

Muzaffer Efendi yine “evet” cevabını verir. Peygamberimiz başını kesmesi için Hz. Ali’ye(k.v.) talimat verir. Allah’ın Aslanı da, başını gövdesinden ayırır. Hazret korku içinde uyanır. Rüyayı hamisi ve Kasımpaşa Yahya Kethüda Uşşaki Dergâhının Şeyhi Seyyid Abdurrahman Sami Saruhani Uşşaki Hazretlerine anlatır. Hazret-i Şeyh bu son derece önemli rüyayı tabir ederken kendi ilmini ve Muzaffer Efendinin makamının büyüklüğünü izhar eder ve der ki: “Sen Hz. Ali efendimizin yoluna gireceksin ve bir tarikatın şeyhi olacaksın!”

Şöhreti İstanbul camilerini sardığı sırada muhtelif tekkelerden “gönül çerağını” yakma daveti alır. Ama sünnete ittiba eder ve istihare yapar. Âlem-i manada kendisini Karagümrük’te Nureddin Cerrahi Tekkesinde Hazret-i Pir Nureddin Cerrahi’nin sandukasının önünde görür. Beyaz sakallı beyaz cübbeli birisi Hazret-i Efendimize (sav) kaside okumaktadır. İşte o sırada kaside okuyan zat için “ Senin çeşme-i feyzin bu zattır” denir ve Muzaffer Efendi uykudan uyanır. Tekkenin yolunu tutar. Tekkenin postnişini İbrahim Fahreddin Efendi karşısındaki genç hocaya bakar ve naz yapar: “Benim de istihare yapmam lazım.” Aslında Fahreddin Efendi Hazretleri Osmanlı’daki tüm meşayih gibi hareket eder. Seyr-i süluk yolculuğu şaka değildir. Eskiden hem intisap edecek kişi, hem de intisap edilecek zat karşılıklı istihareden sonra ders verilirdi. (Osman Şemseddin Nakşibendî Hazretlerinin telif ettiği Miftah’ül Kulub isimli eserin Osmanlıca nüshasından daha detaylı tetkik edebilirsiniz.) Nitekim bugün hala bir kaç tekkede intisap karşılıklı istihare ile verilmektedir.

Fahreddin Efendi Hazretleri; iki gün sonra istihare neticesi Muzaffer Efendi’nin intisabını kabul eder ve gönül çerağını yakar. Artık Muzaffer Efendi’yi kudsi âlemlere götürecek yolculuk başlamış ve kalpte aşk ateşi yakılmıştır. Bu yolculuk; insan-ı kâmil noktasında varis-i Nebi makamı ile sona erecek ve Muzaffer Efendi ‘ye mahlas olarak Aşki lafzını münasip görülecektir.

-Devam edecek-

Fotoğraflar

1-Muzaffer Özak Efendi

2-Muzaffer Efendi’nin mürşidi İbrahim Fahreddin Efendi

3-Muzaffer Efendi’nin bir başka fotoğrafı

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

zübeyir tolga, 2019-07-03 00:22:41

Çok güzel bir yazı olmuş teşekkürler. Efendi Ehli Beyt muhibbi idi Allah CC şefaatlerine nail eylesin. Lailahe ilaallahın manası vardır yoktur. Yoktur dediğimiz yerde maddenin, zamanın cihetin vs olmadığı Allah CC; vardır dediğimizde hüviyeti ilahi, tüm kainat yani Muhammediyet bu ikisi arasında gidip gelecek seviyeye gelmek Ali yani en üstün şuur. Eğer Ali'yi tarihte mücessem hale bürünmüş olan Ali bin ebu Talip olarak algılarsak bir takım nefeslerdeki manaları yanlış anlarız. Aynı şekilde Muhammediyeti 14. asırda en parlak meyvesiyle zuhur eden Muhammed ASV olarak anlarsak yine bu nefeslerdeki bir takım manaları yanlış anlarız. Mamafih Tarihteki Muhammed ASV Muhammediyetten olduğu gibi tarihteki Ali'de külli bilinçtendir. Evlere kapılarından giriniz. Bakara 189 ve ben ilmin medinesiyim Ali'de onun kapısı hadisinin işaret ettiği manaları iyi düşünmek lazım. Aynayı da unutmamakta fayda var. Muhabbetle

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Ebubekir Çağlar, 2017-04-19 11:27:52

Selamün Aleyküm Efendi Hazretleri'nin HAZRETİ MUAVİYE (r.a) ile alakalı görüşleri nedir?

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Bahri ŞANLI, 2014-12-22 05:35:14

Sevgili Ergin Kılıç Bey, Bu nefeste yanlış olan bir husus yok. Batıni anlamları çok derin. Aynayı tuttum yüzüme / Âli göründü gözüme denilirken Âli sözcüğünün yüce, kutsal anlamlarına geldiğini kabul edersek kainat aynasına baktığımızda kendi içimizdeki yüceliği görürüz, denilmek isteniyor. Yani burda bir söz oyunu, bir teşbih var. Bu nefesin batıni derinliklerine nüfuz etmek için önyargısız okumak gerektiği kanısındayım. Sevgiler...

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

ERGİN KILIÇ, 2013-12-09 08:35:18

muzaffer özak efendinin internette, ali göründü gözüme adlı şiiri ilahi tarzında söylediğine şahid oldum, ali evvel ali ahir ali zahir.....v.b. sözleri var. Sizin anlattığınız bu zatı muhteremin böyle bir şey söylemesi hakkında ne dersiniz.. hüsnü zannımızı muhaffazamı edelim yoksa.... selam ve dua ile

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

Şüphesiz Kur'an, mü'minler için gerçekten bir hidâyet rehberi ve rahmettir.

Neml, 77

GÜNÜN HADİSİ

Eğer sizden birinizin elinde dikilecek bir hurma fidanı varken, kıyamet kopsa ve onu dikmeye vakit bulursa, hemen o fidanı diksin

250 Hadis, s.27

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI