HZ. MEVLANA

Son Mesnevihan merhum Şefik Can beyefendi(1909-2005) ömrü boyunca gerçek Mevlana’yı anlatma, aktarma yolunda olmuş bir şahsiyet. Onun ifadeleriyle “Mevlana, tam Muhammedi yolda, Abdülkadir-i Geylani gibi, Ahmed-i Rufai, Şah-ı Nakşi


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2010-12-15 00:34:41

Eser Adı: Mevlana(Hayatı, Şahsiyeti, Fikirleri)

 

Müellifi: Şefik Can

Yayınevi: Ötüken Yayınları

* Gönlümün derinliklerinde bir gül bahçesi görür gibiyim. Ortasında alev alev bir ateş yanmakta ve ben pervaneler gibi o ateşe doğru koşmaktayım. O ateş Mevlana-i Rumi'nin aşkı ve sevgisidir. Muhammed İkbal(Mehmed Akif'e yazdığı bir mektup'tan)

Vefat yıldönümünde aşk sultanı Hz. Hünkâr hakkında enfes bir kitabı karınca kararınca nazar-ı dikkatinize arz etmek arzu ediyoruz.

Bir büyük zatın şu mealde bir sözünü okumuştum; "Anadolu'nun evtad-ı erbaası(dört manevi direği) şu zatlardır; Konya'da Hz. Mevlana, Nevşehir'de Hacı Bektaş-ı Veli, Kastamonu'da Şaban-ı Veli ve Ankara'da Hacı Bayram-ı Veli."

Bu zevatın her birinin elbette gönlümüzde ayrı ayrı yerleri vardır. Ama Prof. R. A. Nicholson'un da dediği gibi "Mevlana, bütün asırların yetiştirdiği mutasavvıf şairlerin en büyüğüdür." "Mevlânâ sadece büyük bir şâir, eşsiz bir mutasavvıf değildir. O aynı zamanda insan tabiatının derinlerine inmiş, insanın iç yüzünü keşfetmiştir." (Erich Fromm)

Hazret-i Mevlânâ, İslâm'ın ruhunda olan soyut hakikatları çok mâkul misalleriyle, temsîllerle avam halkın, herkesin dahi rahatlıkla anlayabileceği müşahhas duruma getirmiş, bu sahada müstesna kimselerdendir. Hem edebi yönü, hem tasavvufi cephesi, hem de tefekkür cephesi çok harikulade bir Zât'tır.

Mevlânâ, tesir sahası çok geniş olan bir insandır. Nazarını çok ilerilere yönlendirmiş, söz kademini de oraya basıvermiştir. Ayağıyla nazarı, görüşü ikisi bir araya gelmiş, nadide büyüklerden birisidir. Cenâb-ı Hak şefaatine mazhar etsin.

Fakat her şeyin tahrip edildiği bir dönemde, her sözün değişik istikamete çekildiği bir dönemde Mevlânâ'nın sözleri, Mevlânâ'nın ifadeleri, Mevlânâ'nın kitapları da değişik istikametlere çekildi. Değişik te'vil ve tefsirlere uğradı. Ve bu değişik te'vil ve tefsirleri değişik şekilde değerlendirmeler oldu.

Aynı zamanda iki çeşit Mevlânâ vardır; Bir Allah'ın makbul kulu Mevlânâ, velîlerin sevdiği, müçtehitlerin ve fukahânın saygılı olduğu, dinde kendi sahasında devrine göre tecdid yapmış büyük bir insan. Böyle bir Mevlânâ vardır.

Bir de müsteşriklerin ortaya çıkarttıkları, mistik tipinde, yogi tipinde, hortlak ve hoyrat bir Mevlânâ vardır. Bu iki Mevlânâ'yı birbirine karıştırmamak lâzım. Bu ikinci Mevlânâ'nın îcad edilmesi çok manidardır. Bu Avrupalılar tarafından îcad edildi. Şu aralık ayında ihtifaller filan tertip edilen Mevlânâ, semalar yapılan Mevlânâ, kadın-erkek ihtilat halinde def-dümbelek çalıp, huzurunda dans edilen Mevlânâ, Avrupalıların icat ettikleri Mevlânâ'dır.

Son Mesnevihan merhum Şefik Can beyefendi(1909-2005) ömrü boyunca gerçek Mevlana'yı anlatma, aktarma yolunda olmuş bir şahsiyet. Onun ifadeleriyle "Mevlana, tam Muhammedi yolda, Abdülkadir-i Geylani gibi, Ahmed-i Rufai, Şah-ı Nakşibend gibi büyük bir velidir. Hz. Peygamber Efendimiz'in bir varisidir. Peygamber Efendimiz'e ve yoluna uygun olmayan bir düşünceyi, Hz. Mevlana'nın benimsemiş olması düşünülemez."

Merhum Can, Mevlana'ya yamanmaya çalışılan her batıla karşı büyük bir cehd ile karşı koymuş ve eserlerinde bunlara gereken cevapları vermiştir. Mesela, Mesnevi'ye sonradan eklenmeye çalışılan yedinci ciltle alakalı şunları yazmaktadır; "İşin garip tarafı şu ki, Mevlana'yı herkes sevdiği için, insanları kendi fikirleri doğrultusunda yönlendirmek için, Mevlana'nın namına, Mevlana'ya ait olmayan, bir de yedinci cilt yazılmıştır. Bu yedinci cildi, Nahifi merhum, nazmen tercüme etmiş, aslı ile beraber Mısır'da bastırmıştır. Naifi'nin tercümesini ve metnini de gördüm. Sözü edilen yedinci cilt uydurma. Mevlana' ya ait olmayan bu yedinci cilt, aynı vezin. Failatün, failatün, failün. Fakat üslup itibarıyla, Mevlana'nın üslubuna benzemiyor. Sonra, oradaki fikirlerde, bazı İslami olmayan fikirler var. Bundan da anlaşılıyor ki, Mevlana sevgisinden yararlanıp gerçek Mevlana'ya gönül verenleri sapık yollara göndermek istiyorlar."

Merhum Mehmed Akif Ersoy da 7. cildle alakalı aynı uyarıyı yapmaktadır; "Mesnevi'yi iki defa okudum. Son cildin Mevlana'ya ait olup olmadığı hakkındaki ihtilafı kendi anlayışıma göre tetkik ettim. Tasavvuf ilmine o kadar vukufum yok. Ancak, lisan nokta-i nazarında o cildin Mevlana'ya ait olmadığına kanaat getirdim." 

 Merhum Şafik Can bey, bir başka yerde, Mesnevi'nin 5. Cildiyle alakalı şu ciddi uyarıyı yapıyor; "Anlaşılıyor ki, bu beşinci cildin önsözünü atmışlar, oraya uydurma Mevlana'nın olmayan bir önsöz yazmışlardır. Nitekim Abdülbaki Gölpınarlı da, bu konunun üzerinde durmuştur. Ben de aynı kanaatteyim, beşinci cildin önsözü insanların ayağını kaydırmak, şeriatten uzaklaştırmak için sonradan yazılmıştır. Anlaşılıyor ki, Mesnevi'ye, istedikleri halde, Hz. Mevlana'nın olmayan bazı bölümleri katmak istemişler; ama bunu başaramamışlar.

Fakat bu, Divan-ı Kebir için de geçerli mi? Divan-ı Kebirlere birçok yerlerdeki basımlarında başkalarının şiirleri karışmıştır. Bilhassa Hindistan'da basılmış bir Divan-ı Kebir vardır. O Divan-ı Kebir'e, Şemsi Tabasi diye bir zatın, birçok uydurma şiirleri katılmıştır. Nitekim İran'da Hidayet Han da, Şemsi Tebrizi divanı diye seçmeler yapmış. O seçmelere Mevlana'nın şiirlerinden parçalar aldığı gibi, Şemsi Tabasi'den de almıştır. Mevlana'ya ait olmayan birçok şiir vardır. Bu divan, Hasan Ali Yücel zamanında `Divan-ı Kebir'den Seçmeler` diye Eğitim Bakanlığı tarafından üç cilt halinde, Mithat Bahari tarafından Türkçeye çevrilerek neşredildi. O seçmelerde, Hz. Ali'yi tanrılaştıran şiirler var. Mevlana'ya ait olmayan şiirler var."

Bu Divan-ı Kebir tercümelerinden veya Fihi ma Fih'den tesettürün İslamiyet'te olmadığı hakkında bir ifade bulan 80'li yılların kudretli generali Kenan Evren Paşa'ya cevap olarak merhum Sadreddin Yüksel Hoca'nın bir yazısını Makaleler adlı eserinde okuduğumu hatırlıyorum. Ama maalesef Sadreddin Hoca bu haklı cevabında bir haksızlığa giderek Hz. Mevlana'yı tahfif etmişti. Allah taksiratını affetsin.

 Son röportajında da merhum Şefik Can, Mevlana'ya atfedilen meşhur "Kim olursa olsun yine gel" rubaisiyle alakalı şu veciz açıklamayı yapmıştı; "Rubai Mevlânâ'nın değil, bunu herkes biliyor zaten. Dergâhın kütüphane memuru rahmetli Necati Bey, eski yazılı bir nüshada bu rubaiyi, Mevlânâ'nın o rubaisi diye görmüş. İşin hakikatını araştırmadan, Hz. Mevlânâ'nın rubaisi diye etrafa yaydı.

Hâlbuki Ziya Paşa'nın topladığı, 'Harabat' adlı antolojide, bu rubai başka kişiye aittir.* Başka bir el yazması rubaide de bunu gördüm. Fakat Mevlânâ'nın bunun gibi, hatta daha da coşkun birçok şiirleri olduğu için, Mevlânâ'nın şiiriymiş gibi de kabul edilebilir.

 

Bu o kadar önemli değil. Asıl mesele bu rubainin ruhundan habersiz, surette kalanlar ve bu duruma vesile olanlar. Gel, ey mümin, gel ey insan, her ne isen gel. Putperest de olsan, kâfir de olsan, tövbeyi yüz kere bile bozmuş olsan gel. Bu, "Cenab-ı Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyiniz." ayetine, bir bütün olarak 'Ey insanlar' dediği ayetlere işarettir. İnsan ne kadar günahkâr olursa olsun, candan tövbe ederse temizlenir.

 

Şimdi Mevlânâ demek istiyor ki: "Ey insan, senin gönlünde putlar dolu. Değil mi, dünya putları dolu, her yanını nefsanî pislikler kaplamış, bunun için ümitsizliğe düşme, gel bizim dergâhımıza, eline aşk ve iman baltasını al, içindeki putları kır. Eğer sen içki içiyorsan nefsini dergâhımızda terbiye et, bu şişeyi taşa vur da, ledün şarabını iç. Gel ama bizdeki hakikat suyuyla yıkan da, pisliklerinden arın, temizlen."

 

"Gel bizim dergâhımız her şeye müsait. Dışarıda insanların kabul etmediği işlerini bizim dergâhımızda yap, biz hoş karşılarız." demiyor. Fakat insanlar bunu yanlış anlıyor. Sürekli bu rubainin okunmasının halk üzerinde kötü etkisi oldu. Mevlânâ'yı başka türlü tanıdılar. Mevlânâ dehrî, yahut başka bir mezhepte, meşrepte, İslamiyet'in dışında, başka bir yolda gibi algılandı. Ne yaparsan yap her şeyi hoş gören, Allah'ın kabul etmediği, Peygamberimizin uygun bulmadığı şeyleri sanki Mevlânâ hoş görüyor, kabul ediyor. Olur mu öyle şey.

Mevlânâ "Yaşadığım müddetçe Kur'an'ın kuluyum, Peygamber Efendimiz'in bastığı yerin toprağıyım." demiştir. Peygamber Efendimiz bir hadislerinde, insanların yaptığı bir günahtan dolayı tövbe edip, tekrar aynı günahı işlerse daha çok günaha gireceğini buyurmuştur. Yüz kere tövbeyi boz, hiç önemli değil, bu İslami inanca uygun olur mu? Bu sözün ruhundan özünden habersiz olanlar, sadece kelimedeki manada kalanlar elbette Mevlânâ'yı yanlış tanırlar. "


Yine bu gibi ifadelere takılan, hatta daha da ileri giden onu hâşâ "Moğol ajanı" olarak gösteren bazı bedbahtlar yok değil.

 Türkiye'mizde tenkit de takdir de genel itibarıyla kulaktan dolmaya dayanır. Hz. Mevlana hakkında da bu böyle olmuştur ve olmaktadır. Bu konuda çok hoşuma giden bir hatırayı merhum Mehmed Akif beyefendi şöyle anlatmaktadır; İki kişi oturmuş, konuşuyorduk. Bahis Mesnevi'ye intikal etti. Ben Hz. Mevlana'nın en gamız, en mücerred mesaili mahsusat dairesine indirmekteki kudretine hayran olduğumu, o kitab-ı muallânın baştanbaşa okunması lazım geleceğini ileri sürünce, arkadaşım dedi ki:
-Hz. Mevlana Hind felsefesinin nâkilidir.
- Mesnevi'yi okudunuz mu?
- Hayır.
- Hind felsefesi nedir onu biliyor musunuz?
- Hayır
- O halde böyle bir iddiaya ne cüretle kıyam ediyorsunuz?
- Öyle işittim.
M. Akif devamla şöyle diyor: "Görüyorsunuz bizdeki hali ya! Koca bir felsefe, koca bir kitap, koca bir kâinat iki sözde dürülüveriyor."

Tahir'ül Mevlevi'nin buyurduğu gibi "Hazret-i Pir'in mesleği, Peygamber Efendimizin sünnetine kemâliyle uymaktır. Şu hâlde Mevlevîlik sünnet yolu demektir." Ama maalesef Bektaşi tekkelerinin bozulması sebebiyle ilga edilmelerinden sonra, bir kısım Bektaşi Şeyh ve dervişleri Mevlevi Tekkelerine sızmışlardır. Eski adet ve alışkanlıklarını bazı Mevlevi Tekkelerine sızdıran bu bozuk şeyh ve dervişler, maalesef Mevlevi Tekkelerinin de yıpranmasına yol açmışlardır. Hatta Şefik Can Dede'nin ifadesi ile bazı Mevlevi Şeyhleri Bektaşileşmiş ve namaz/hac gibi erkân-ı İslamiye'yi terk etmişlerdir.

 İşte bütün bunlardan dolayı, ehil kalem ve gönül ehlinden Hz. Mevlana'yı tanımak ve tanıtmak çok önemlidir. Merhum Tahir ül Mevlevi ve Şefik Can beyefendi, Ebul Hasan en Nedvi, Muhammed İkbal, bu konuda ilk akla gelen isimlerdir. Hind alt kıtasından Merhum Şibli Numani'nin Hz. Pir'in hayatını yazdığı "Sevanih-i Mevlana Rûm" ve Eşref Ali Tehanevi'nin Mesnevi'nin anahtarı manasındaki kavramları ele aldığı "Kilid-i Mesnevi" adlı eserleri keşke dilimize kazandırılabilseydi.

 

 Son olarak sözü merhum Şefik Can hocamıza bırakalım; "Yâ Hazret-i Mevlâna! Feyizli hayatın ve mübarek eserlerin hakkında yüz yıllardan beri çok kitaplar yazıldı, çok sözler söylendi. Yalnız Türkiye'de değil, bütün dünyada, seni tanıyanlar pek çok, hakkında düşünenlerin, konuşanların, yazanların haddi hesabı yok. Çeşitli dillere çevrilmiş olan ve her biri ilahî sırlarla, rabbanî ilhamlarla dolu olan şiirlerini okuyan hayranların, seni anlatmağa çalıştılar. Bendeniz de aczime bakmayarak sana gönül verenler arasına katılmak istedim. Ben de bir şeyler yazmak, seni sevenlere seslenmek, bir şeyler söylemek arzu ettim." 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Ridvan, 2010-12-15 16:11:04

Maalesef; Mevlana eserlerinin hepsini tetkik etmeden günümüzde insanların hakkında çok rahat konuştuğu, Moğol ajanlığı ile itham ettiği, günümüzde olduğu gibi cımbızla çekilen sözlerle mahkum hale getirmeye çalıştığı büyüklerimizdendir. Bu konuda Osman Nuri Küçük Hoca'nın Rumi Yayınlarından çıkan "Mevlana ve İktidar / Yöneticilerle İlişkileri ve Moğol Casusluğu İddiaları" adlı eseri takdire şayandır.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

Elbette onların etleri ve kanları Allah'a ulaşmayacaktır. Ancak O'na sizin takvanız erecektir. Onları bu şekilde sizin buyruğunuza verdi ki, size yolunu gösterdiğinden dolayı, Allah'ı tekbir ile yüceltesiniz.

Hac:37

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Bir kimseye şer olarak bir müslüman kardeşine hakaret etmesi kafidir.

Riyazü's Salihin, 3/1605

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI