KONYALI MEHMED VEHBİ EFENDİ (1861-1949) -1. BÖLÜM-

Şer'iye ve Evkaf Vekili bulunduğu sırada Vekâletin resmî atlı arabasına bir gün bile binmemiş, mebusluğunda olduğu gibi vekilliğinde de evi ile Meclis arası üç kilometre mesafe olmasına rağmen her gün yaya gidip gelmiştir.


Nurgül Dere

nurguldere@gmail.com

2010-12-22 14:25:30

Döneminin değerli âlim ve siyaset adamı olan Mehmed Vehbi Efendi, 1861 yılında Konya'nın Hadim kazasına bağlı Kongul köyünde dünyaya gelmiştir. Babası devrinin âlimlerinden Çelik Hüseyin Efendi'dir. Mehmed Vehbi Efendi, ilçesine izafeten Hâdimî diye anılmış, soyadı kanunu çıkınca babasının lakabı olan "Çelik" soyadını almıştır.

ÅžAHSÄ°YETÄ°

Veli Ertan, Hoca Efendi'nin şahsiyetini şu şekilde anlatmaktadır: "Şer'iye ve Evkaf Vekili bulunduğu sırada Vekâletin resmî atlı arabasına bir gün bile binmemiş, mebusluğunda olduğu gibi vekilliğinde de evi ile Meclis arası üç kilometre mesafe olmasına rağmen her gün yaya gidip gelmiştir. Vekilliği sırasında ne sarığında ve ne de giydiği mest ve lâstiğinde en küçük bir değişiklik yapmamıştır. Sıhhatli idi. Sohbetleri gayet tatlı ve nüktedandı. Sevdikleri ile şakalaşmaktan hoşlanırdı. 30 yaşından sonra nargile içmeye alışmış ve tiryakisi olmuştu. Tren seyahatlerinde ve diğer yolculuklarında nargilesini beraberinde taşırdı. Tiryaki olmasına rağmen bazen iradesini kullanır, altı ay nargileyi içmediği bile olurdu. Gene tekrar içmeye başlardı. Bir gün bile hasta olarak yatağında yattığı görülmemiştir."

TAHSÄ°LÄ°

İlk tahsiline doğduğu köyün mektebinde başlamış ve Anbarlızâde Mehmet Efendi'den Kur'ân-ı Kerîm'i hatmederek, kıraat ve tecvid dersleri almıştır. 1876 yılında Tomakzâde Mehmed Efendi'den Emsile ve Binâ okumuş, 1877 yılında da Hadim Medresesine kaydolmuştur. Hadim Medresesinde Hâfız Ahmed Efendi'den sarf ve nahiv'in yanında diğer ilimleri de okumuştur. Hâfız Ahmed Efendi'nin Bardas köyüne Müderris olması üzerine Mehmed Vehbi Efendi'de tahsiline devam etmek için hocası ile birlikte Bardas köyüne gitmiştir. 1879 yılında tekrar Hadim Medresesine dönmüş, orada bir yıl kaldıktan sonra da 1880 yılında Konya'da bulunan Şirvaniye medresesine gitmiştir. Burada Konya Müftüsü Hacı Hüseyin Efendi'den Mollacami, Tavaslı Osman Efendi'den de Fıkıh ve Usul derslerini okuyup icâzet almıştır.

MÃœDERRÄ°SLÄ°K VAZÄ°FESÄ°

1888 yılından itibaren Konya Medreselerinde ders okutmaya ve icâzet vermeye başlayan Mehmed Vehbi Efendi, gösterdiği liyakat üzerine 1899 yılında Mahmudiye medresesi müderrisliğine tâyin edilmiştir. 1901 yılında ise Konya Hukuk Mahkemesine üye tâyin edilince müderrislik vazifesinden istifa etmiştir. Hukuk Mahkemesi üyeliğinde iki yıl kaldıktan sonra da Konya'da yeni açılan Mekteb-i Hukuk'a Vesâyâ(1) müderrisi tâyin edilmiştir.

SİYASETE GİRİŞİ

1908 yılında II. Meşrutiyet'in ilânıyla birlikte Konya Mebusu olarak İstanbul Meclis-i Mebusanı'na katılmış, fakat hiçbir partiye kaydolmamıştır. Bu konuda: "Esasen bir partiye bağlanmak meşrebime uygun olmadığından, parti hissiyatiyle mütehassis olmadım ve olamam" diyen Mehmed Vehbi Efendi, 1911 yılında meclisin dağılması üzerine ömrü oldukça siyasetle meşgul olmamaya azmederek Konya'ya geri dönmüştür. Konya'ya döndükten sonra Türkçe bir tefsir(2) yazmaya karar veren Mehmed Vehbi Efendi bir yandan da tedris(3) ile meşgul oluyordu. Fakat bu sırada I. Dünya Savaşının başlaması hasebiyle seferberlik ilân edilmiş ve öğretim hayatı da durmuştu. Çünkü hem savaşla birlikte gelen zor şartlar ve imkânsızlıklar, hem de askere alınan talebeler dolayısıyla medreseler tatil edilmişti.

KUVA-YI MÄ°LLÄ°YE'YE HÄ°ZMETLERÄ°

1918 yılında I. Dünya Savaşında her iki tarafa mensup devletlerin antlaşma sağlaması ile birlikte savaş sona ermişti. Osmanlı Devleti de Mondros mütarekesini imzalamıştı. Fakat Yunanlıların 1919 yılında İzmir'e asker çıkarmasıyla memleket tehlikeli bir duruma düşmüştü. Bu tehlikeli durumu idrak eden cevvâl ve asil Türk Milletinin böyle bir haksızlığa tahammül edemeyeceği pek tabiî idi. Bunun için memleketin muhtelif yerlerinde "Kuva-yı Milliye" adı ile en büyük desteğini din adamlarından gören bir hareket oluşturulmuştu. Özellikle Doğu Anadolu'da Erzurum ve Sivas Kongreleri yapılmış, memleketin muhtelif yerlerinde teşkilât oluşturulmuştu. Vatanın düştüğü bu tehlikeli durum karşısında, Mehmed Vehbi Efendi siyasete karışmamak azmini bir yana bırakarak ön saflarda yer almış ve Milli Kuvvetler lehinde ateşli vaazları ile halkı Millî Mücadeleye teşvik etmişti. Bir yandan da bazı subaylarla gizliden gizliye irtibat kurarak Milli Kuvvetler lehinde istihbarat edinmiştir.

Mehmed Vehbi Efendi'nin bu çalışmalarından ve temaslarından ürken Konya Valisi Cemal Bey, Vehbi Efendi'yi göz hapsine almıştır. Vehbi Efendi bu durumdan yılmamış, vatanın selâmeti için çalışmalar yapmaktan geri durmamıştır. Fakat halk, Vehbi Efendi'nin üzerindeki baskıyı sezmiş ve valiyi tehdit etmeye başlamıştır. Halkın baskısına tahammül edemeyen Vali Cemal Bey, nihayetinde şehri terk etmiştir.

Valinin kaçması üzerine fırsatçı İngiliz ve İtalyan temsilcileri ve 1500 kadar silâhlı İtalyan askeri Konya'yı almayı düşünürler. Bu haber kısa zamanda halk arasında yayılır ve büyük bir infiâle sebep olur. Kuva-yı Milliyenin o zaman Beyşehirdeki kumandanı şehit Miralay Nazım Bey, ordunun Vehbi hoca hakkındaki güven ve arzusunu bildirmesi üzerine Konya memurîn, ulemâ ve eşrafı toplanarak Mehmet Vehbi Efendiyi "Vali Vekâleti"ne seçerler. Valilik görevini kabul eden Mehmed Vehbi Efendi, şehrin İtalyanlarca işgal edilmesine de Allah'ın izniyle engel olmuş olur.

Daha sonra İstanbul Hükümeti Kuva-yı Milliyenin ileri gelenleriyle anlaşarak Suphi Bey isminde birini Konya'ya Vali tayin etmiştir. Vehbi Hoca da 1919 yılında tekrar İstanbul Meclis-i Mebusanı'na Konya'dan milletvekili seçilerek İstanbul'a yerleşmiştir.

16 Mart 1920'de İstanbul İngilizler tarafından işgal edilince Meclis, Ankara'da bulunan M. Kemal Paşa ile görüşmek üzere bir heyet seçer. Bu mebuslar heyeti içinde Mehmed Vehbi Efendi'nin yanı sıra, Kastamonu mebusu Yusuf Kemal, Sinop mebusu Rıza Nur ve Eskişehir mebusu Abdullah Azmi Efendi de vardır. Heyet Mustafa Kemal Paşa ile bir görüşme yapar ve diğer mebuslar da Ankara'ya gelmeye başlar. Heyetteki mebuslar Ankara'da kalır. Mehmed Vehbi Efendi ise, Çumra ayaklanmasını bastırmak için Refet Paşa ile birlikte Konya'ya geri döner. Bir süre sonra da yani 23 Nisan 1920 yılında Vehbi Efendi Ankara'da açılan Büyük Millet Meclisine Konya Mebusu olarak iştirak eder. Daha sonra Meclis Reisi Celâleddin Ârif Bey'in üç ay izinli olarak Erzurum'a gitmesi hasebiyle, Meclis, Vehbi Efendi'yi Reis seçer ve bir müddet Meclis Reisliğinde bulunur.

1921'deki Kütahya bozgunu üzerine, Sakarya Vadisine kadar geri çekilen orduyu ziyaret etmek, moral vermek ve müşahedelerini Meclise bildirmek üzere, 15 arkadaşıyla birlikte görevlendirilir. Bütün askerî birlikleri dolaşır, askerlere nasihat edip moral verir. O sırada, "Meclisin Sakarya Vadisinde harp edilmesine dair olan meylini" takviyeye karar vererek Ankara'ya döner ve bu konuda Meclise bilgi verir. Ferâset sahibi Mehmed Vehbi Efendi bu düşüncesinde yanılmaz. Zira kısa bir süre sonra Sakarya Savaşı başlar ve yirmi iki gün sonra 13 Eylül 1921'de zafer kazanılır. Mehmed Vehbi Efendi, ordunun ihtiyacı olan erzakı temin etmek için müfettiş olarak Konya'ya gönderilir. Bu çalışmaları sırasında, Mustafa Kemal Paşa'dan Meclis Reis Vekili seçildiğine dair bir telgraf alır ve Konya'daki işlerini toparlayarak Ankara'ya gider ve yeni görevine başlar. Kısa bir süre sonra, Abdullah Azmi Efendi'nin istifası üzerine, Şer'iyye ve Evkaf Vekili(4) seçilir.

VAHÄ°DÃœDDÄ°N'Ä° HAL' FETVASI

16 Kasım 1922 tarihinde son Osmanlı Padişahı Sultan Vahidüddin, İngiliz harp gemisiyle İstanbul'dan ayrılır. Bu hâdiseyi TBMM'e zamanın başvekili Rauf Bey haber verince, Şer'iyye ve Evkaf Vekili Mehmed Vehbi Efendi de Sultan Vahidüddin'i Padişahlıktan ve Halifelikten azleden hal' fetvasını vermişti. Fetva ittifakla kabul edilmiş ve böylece hilafet makamına 148 oyla Abdulmecid Efendi getirilmişti.

Mehmed Vehbi Efendi'nin Şer'iyye ve Evkaf Vekili olduğu dönemin en mühim hâdisesi bu olsa gerek… 18 Kasım 1922 tarihinde Meclis gizli bir oturumda durumu görüşür. Şer'iyye ve Evkaf Vekili Mehmed Vehbi Efendi'de şu konuşmayı yapar:

"Efendim, müsaade buyurun. Ahvali tafsil edecek değilim. Bugün halife makamında olan bir adam (Vahidüddin), ecnebi bir düşman himayesine iltica ederek, fiilen hilâfetten feragat etmiştir. (Elbette sesleri). Binaenaleyh, ikinci bir halifenin seçimi Müslümanlar üzerine vâciptir. Müslümanların bugün hal' ve akdine bugün memur olan Yüce Meclisinizdir. Dolayısıyla Müslümanlar arasında fitne ve fesada sebep olmaması için, her şeyden evvel bunu seçmeli. Ondan sonra şartları ne idi veyahut onun hakkı ne idi, milletin hakkı ne idi düşünülsün. Efendiler, bunlar ikinci meseledir. Şimdi İstanbul'u düşünelim, Anadolu'yu düşünelim, bütün İslâm âlemini düşünelim. Bütün İslâm âlemi gözünü şu Meclise dikmiş bakıyor: Ne yaptılar ve ne yapacaklar diyerek… Şimdi bir fetva isteniyor. Bu da haklıdır ve doğru bir meseledir. Öteden beri geleneklerimiz de böyledir."

Ve Mehmed Vehbi Efendi'nin, Sultan Vahidüddin'in halifelikten çıkaran fetvası:

"Müslümanların İmamı olan Zeyd (biri), düşmanın umum Müslümanlar aleyhinde mahvı gerektiren şiddetli şartları zaruret olmaksızın kabul ile İslâm hukukunu müdafaadan acizliği göstermeye; Müslümanların müdafaa için olan cihadlarında düşmana muvafakatla Müslümanların ihtilâl ve intikasını [düşmesini] icap ettiren hareketlere fiilen teşebbüs ve ihtilâlci hareketlere devam ve ısrar ve sonra da, ecnebi himayesine sığınarak Hilâfet Makamını terk ve firar ile hilâfetten bilfiil feragat etmekle şer'an mühali' olur mu?

"Elcevap: Allahu A'lem bissevap; olur.

Ketebehü'l-fakir

Afa anhü'l-Gani

Mehmed Vehbi

"Bu suretle, İslâmın hak ve menfaatlerini siyaneten Hilâfet Makamına lâyık bir zata, hal' ve akit erbabı tarafından biat olunmak vâcip olur mu?

"Elcevap: Allahu A'lem; olur.

Ketebehü'l-fakir

Afa anhü'l-Gani

Mehmed Vehbi"

Bu önemli hâdiseyi böylece geçmemek, madalyonun her iki yüzüne de bakarak bazı ayrıntıları paylaşmak icap ediyor… Mustafa Armağan'ın bir makalesinden bazı kesitlere bakalım(5):

…Osmanlı Padişahı Vahidüddin, İngilizlerin İşgal Orduları Başkomutanı General Harrington'a bir mektup yazarak İstanbul'da hayatını tehlikede gördüğü için sığınma talebinde bulunmuş, "Bir an evvel İstanbul'dan mahal-i âhare" (bir başka yere) naklini istemiştir. İmza yerinde "Padişah" değil, yalnızca "Halife-i Müslimîn Mehmed Vahdettin" yazısı okunmaktadır. Çünkü 15 gün önce saltanat Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kaldırılmış ve Osmanoğulları üzerinde yalnızca Hilafet makamı bırakılmış, bu da TBMM'nin meşru hakkı sayılarak "Türkiye Devleti makam-ı Hilafetin istinadgâhıdır" hükmünü içeren önergenin 6. maddesiyle kanunlaşmıştır…

…Bir Osmanlı padişahının bu acınası duruma düşmesinin, düşmanı olan İngilizlere iltica talebinde bulunmasının ağırlığını dakika dakika bir zehir gibi içer. Elinin altındaki Hazineden tek kuruş almadığı gibi, henüz 4 aylıkken kaybettiği babası Abdülmecid'den kalma elmaslı sorguç ve som altından bir çekmeceyi makbuz karşılığında Hazine-i Hassa müdürüne teslim eder. Yanına, Sultanlık tahsisatı olan 50 bin liradan başka bir para almadan gider…

…1926'da San Remo'da sefalet içinde vefat ettiğinde Gazi Mustafa Kemal Adana'dadır. Gazi, "İsteseydi" demiştir, "Topkapı Sarayı'nın bütün cevahirini götürüp öyle bir ordu kurup dönerdi ki! Ama yapmadı." Tarihteki en köklü devlet tecrübelerinin birinin içinden gelen Vahdettin, bulunduğu mevkinin gerektirdiği sorumluluğu daima müdrikti. Hiçbir zaman bir karşı ihtilal düşünmedi, bu tekliflerle kendisine gelenleri hep geri çevirdi, hatta Mekke'deyken Hilafeti devralmak isteyen Şerif Hüseyin'in kendisini siyasetine alet edeceğini fark eder etmez, İtalya'ya dönmüş ve muhtemelen kalsaydı sahip olabileceği bazı maddî ödülleri elinin tersiyle geri çevirmeyi bilmişti. Osmanlı'ydı ve Osmanlı olmanın ağırlığını, o en güç dönemlerinde bile asla unutmamıştı. İngilizlere sığındığı halde onların elinde oyuncak olmaması bile yeter bunu ispat için…

…Her şeyden önce o karanlık günlerin koordinatlarını zihnimizde iyi tespit etmemiz gerek. Birincisi, Saltanat 1 Kasım'da TBMM tarafından kaldırılmış ve Vahdettin'in üzerinde yalnız Halifelik makamı kalmıştır; yani "kaçarken" padişah olarak kaçmamıştır! İkincisi, 5 Kasım akşamı İsmet Paşa ve heyeti trenle Lozan'a hareket etmiştir. Dahası, İngiltere, Fransa ve İtalya barış görüşmelerine Osmanlı hükümetinin de katılmasını istemektedirler. Hatta bu isteklerini Sadrazam Tevfik Paşa'ya da bildirmişlerdir. Ancak Tevfik Paşa, Ankara hükümetine de haber vermiş, görüşmelere beraber katılınmasını teklif etmiştir. Ortam gerginleşmiş, savaşı kazanan Ankara hükümeti, İstanbul'un bu işe ortak edilmesini hazmedememiştir. TBMM "kızgın" ve asabî'dir Rauf Orbay'ın deyişiyle. Her şeye rağmen, artık yalnız Halife de olsa Vahdettin'in tarafını tutanlar ile muzaffer Ankara hükümeti yanlıları arasındaki uçurum gitgide büyümektedir. İşte 16 Kasım'da Vahdettin'in aldığı üzücü kararın arkasındaki siyasî zemin budur. Vahdettin'in yurdu terk ettiği haberi Meclis'e işte bu kızgın ortamda bir bomba gibi düşmüştür…

…Bu durumda sormak gerekmez mi: Vahdettin "Ben bu işte yokum" diyerek çekip gitmekle Ankara'nın işini kolaylaştırmamış mıdır? Eğer kalsaydı, muhtemelen Lozan'da işler daha da karışmayacak ve zaten bocalayan diplomasimizin elleri daha fazla bağlanmayacak mıydı? Nitekim hemen ertesi günü (18 Kasım 1922) Abdülmecid, TBMM tarafından halife seçilmemiş midir? Konyalı Mehmed Vehbi Efendi tarafından "hal" (hilafetten indirme) fetvası verilen Vahdettin'in gitmesi, muhakkak ki Ankara'nın işini kolaylaştırmıştır. Bu çabasının takdir edilmeyişine tepki gösterdiği bir konuşmasında sonraları şu anlamlı cümleleri söylemiştir: "Facialara ve olaylara kalkan olamadı isem de, paratoner vazifesi gördüm. Bütün musibetleri üzerime çektim, kendimi feda ederek vatanı kurtarmaya çalıştım."

SÄ°YASETÄ° BIRAKMASI

Şer'iyye ve Evkaf Vekilliği yapan Mehmed Vehbi Efendi, bu suretle, Lozan'daki sulh görüşmeleri sırasında Bakanlar Kurulu'nda bulunur. Meclis, Bakanlar Kurulu hakkında itimatsızlık reyi verince Şer'iyye ve Evkaf Vekilliğinden çekilir. 1923 Nisan'ında Birinci Büyük Millet Meclisinin feshedilmesi üzerine de, siyasî hayatı sona erer.

MEÅžHUR TEFSÄ°RÄ°NÄ° TAB' ETTÄ°RMESÄ°

Mehmed Vehbi Efendi, Tetkikat ve Te'lifatı İslâmiyye heyeti meyanında bulunan Şemsettin Günaltay'ın cesaret vermesiyle hazırlamış olduğu 15 ciltlik tefsirinin tab'ına karar verir. Eserin basılması hususunda Konya'nın eşraf ve tacirlerinden Hacı Kaymakzâde Hacı Mahmut ve oğlu Kâsım Efendilerin maddî yardımıyla tefsirin tab'ına muvaffak olunmuştur.

Merhum Mehmed Vehbi Efendi'nin kuvvetli bir irade sahibi olduğunu, oğlu emekli hâkim Asım Çelik'in tefsirin basımı ile alakalı bir hâdiseyi anlatmasından anlıyoruz: "Ankara'da Şer'iye Vekili olarak bulunduğu sırada tefsirin bastırılması için bazı ilgililerle istişare yaparken o zaman Şer'iye Vekâleti (Tetkikat ve Te'lifat-ı İslâmiyye heyeti) âzâsından olan eski başvekillerden Şemsettin Günaltay, peder merhumun el yazısıyla olan tefsirden bir formayı İstanbul'a götürmüş, tab'ı hususunda Evkâf-ı İslâmiyye matbaası idarecileriyle görüşmüştü. Matbaada eserin yalnız bir sayfasına yazılması lâzım geldiği, sahife arkasına yazılmaması icap ettiği söylenmişti. Eğer böyle olmazsa mürettipler tarafından kolaylıkla ve yanlışsız olarak dizilmesine imkân olmadığı neticesine varılmıştı. Merhum Şemsettin Günaltay gelip durumu peder merhuma anlatmış, peder merhum da rahmetlik ağabeyim Fevzi Çelik'e ve bana birkaç sayfa yazdırıp tetkik ettikten sonra bu işin bizim tarafımızdan yazılmasını, uygun görmemiş olacak ki 7000 sayfalık eseri oturup yeni baştan bizzat yazmıştır.

DÄ°PNOTLAR

(1) Vesâyâ: Veraset ve intikal.

(2) "Hülâsat'ül Beyan Fî Tefsîr'il Kur'ân" adındaki 15 ciltlik bu muazzam eserini 1915 yılının sonunda bitirmiş ise de o yıllarda malî durumu müsait olmadığından tab' ettirememiştir.

(3) Tedris: Öğretme, ders verme.

(4) Şer'iyye ve Evkaf Vekâleti: Din işleri ve vakıflar bakanlığı. Cumhuriyet'in ilk yıllarında 3 Mart 1924 tarih ve 429 sayılı yasayla kaldırılan bakanlık. TBMM Hükûmeti'nde Şeyhülislamlık ile Evkaf Nezareti'nin birleştirilmesiyle meydana gelmiş olup 3 Mayıs 1920'de Umur-ı Şer'iyye Vekâleti adıyla kuruldu; daha sonra 14 Ağustos 1923'te Şer'iyye Vekâleti adını aldı. Cumhuriyet yönetiminin lâik devlet ilkesini gerçekleştirme hedefi; dinî işlerin Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle yürütülmesi sonucunu ortaya çıkardığından bunu gerçekleştirmek amacıyla 3 Mart 1924'te kabul edilen 429 sayılı yasayla Şer'iyye ve Evkaf Vekâleti kaldırılıp aynı yasayla Başbakanlığa bağlı "Diyanet İşleri Başkanlığı" ve "Vakıflar Genel Müdürlüğü" kurularak Şer'iyye ve Evkaf Vekâleti'ne bağlı bütün okullar, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Maarif Vekâleti'ne bağlandı. (http://www.boyutpedia.com/default~ID~1320~aID~41653~link~ser'iyye_ve_evkaf_vekâleti_(din_isleri_ve_vakiflar_bakanligi).html).

(5) Makalenin tamamı için bkz. http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=193203&title=yorum-mustafa-armagan-vahdettin-hain-miydi&haberSayfa=0

FOTOÄžRAFLAR

1- Mehmed Vehbi Efendi

2- Vehbi Efendi'nin müderrislik yaptığı Mahmudiye medresesi

3- Mustafa Kemal Paşa'nın mecliste çekilmiş bir fotoğrafı

4- Refet PaÅŸa

5- Son Osmanlı Padişahı Sultan Vahidüddin

6- Son Halife Abdulmecid Efendi

7- Şemsettin Günaltay

8- Vehbi Efendi'nin 15 ciltlik büyük eseri Hülâsat'ül Beyan Fî Tefsîr'il Kur'ân

Devam edecek…

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Müminler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer.

Enfal,2

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Kurban hakkında

"Kim gönül hoşluğu ile,sevabını Allah'tan umarak kurbanını keserse,o kurban onu ateşten koruyan bir perde olur"Tergib ve Terhib:2/155

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI