İHLÂS RİSALESİ KİME OKUNUR?

Benim için bir eleştiri/özeleştiri ikliminde ‘ihlâs’ kriteri, haklı olduğu hallerde dahi zayıfı ‘ihlâs düsturları’nı hatırlatarak eleştirinin, haksız olduğu bir halde kuvvetiyle de ‘ihlâs düsturları’nı hatırl


2010-12-31 14:16:59

İkinci halife Hz. Ömer’in destansı halifeliği esnasında gerçekleşen olayların belki de en büyüğü minbere çıkıp da yüreğini kasıp kavuran o büyük endişeyi iman kardeşlerine açtığı olaydır.

“Eğrilirsem, beni nasıl doğrultursunuz?” bunu sormuştur halife Ömer. Peygamber aleyhissalatu vesselam’ın, “hak ile bâtılı ayırma” kabiliyetiyle vasfedip “Fâruk” ünvanıyla şereflendirdiği bir güzide isim olarak bunu sormuştur üstelik.

Aldığı cevap ise, “Eğrilirsen, seni kılıçlarımızla doğrulturuz” şeklindedir.

Bu kısa ve sert cevap, iki önemli mesajı beraberce içermektedir:

(1) Bugüne kadar senin icraatına ve ictihadına karşı muhalefet sergilememiş isek, bu sen yanlış yapıyor olduğun halde bizim de yanlışa meyyal oluşumuz dolayısıyla susmayı tercih edişimizden değildir. Doğru yolda yürüdüğün kanaatindeyiz ki, karşında değiliz.

(2) Yarın hayatî bir noktada ümmeti yanlış bir yola sevk etmeye kalkıştığını ve bunda da ısrar ettiğini görecek olsak, hakkın hatırını senin hatırına tercih ederiz.

Rivayetlerde, aldığı bu cevap üzerine Hz. Ömer’in çok sevindiği ve halife olarak böyle bir mü’minler topluluğu içinde yaşıyor olduğu için Allah’a şükrettiği bildirilir.

Hz. Ömer sevinip şükretmiştir; çünkü bu söz hem mü’minlerin onun o güne kadarki icraat ve ictihadında bir yanlış görmediğinin teyididir, hem de o günden sonra bir yanlış durumda koca bir ümmetin de sorumluluğunu almış vaziyette yanlış yolda yürümesine müsaade edilmeyeceğinin…

Hz. Ömer’in bu tavrı aramızda çokça zikredilse de, mutad uygulamamız, ‘mürşid’ makamında gördüğümüz kişiler tarafından yapılan yanlış bile olsa bir hikmeti olduğunu düşünmek, “Hikmeti nedir?” diye sual edeni ise “Hikmetinden sual olunmaz” diye susturmak şeklindedir.

O yüzden, bir eleştiri ahlâkı yerleşmemiştir bugünün ehl-i dininin dünyasına. Onun yerine, ‘eleştiri’yi ahlâksızlık olarak görme gibi bir tutum tercih edilmektedir. Hatta, ‘ihanet’ olarak…

İman kardeşine sırtındaki akrebi veya koynundaki yılanı haber vermek ‘uhuvvet’e ters; sırtındaki akrebi veya koynundaki yılanı görmezden gelmek mahzâ uhuvettir!

Ortada bir yanlış mı var? Elimiz ve dilimiz, yanlışı düzeltmek için değil; yanlışa dikkat çekeni ‘hizaya getirmek’ için çalışır hemen. Susmayı tercih edip rahat edecek yerde, yanlışa işaret edip izalesi için çırpınan bir mü’min görünce, Hz. Ömer misal şükür sözleri dökülmez dilimizden… Hz. Ömer ‘kılıçla’ düzeltilmeye dahi razıyken, bizim ‘sözle’ doğrultulmaya dahi tahammülümüz yoktur. Bilakis, ‘Sus!’ der ellerimiz, “Şimdi geliyorum ha!” mesajı verir ayaklarımız, ‘ihlâs’ı hatırlatır dillerimiz.

Bir yanlışı, bir eksiği, bir kusuru âdâbınca ifade etmek, Bediüzzaman’ın “Haklı tenkid hakikatı rendeçler” beyanına, “Mehenge vurunuz. Sözlerim bakır çıktıysa…” diye başlayan ricasına rağmen, ‘tenkitçilik hastalığı’ damgasını yer hemen. Ardından, ‘ihlâs’ hatırlatılır.

Sizin getirdiğiniz uyarı ‘tenkitçilik hastalığı’dır da, sizin uyarınıza ‘tenkitçilik hastalığı’ yaftasını vurmak tenkitçilik değil, hastalık hiç değil, bilakis sıhhat alâmetidir!

Siz bir yanlışa dikkat çektiğinizde “İhlâs Risalesi’ni kendi nefsi için okumak” ölçüsünden söz edilir de, bu uyarıyı yapanın daha bu uyarıyı yaparken “İhlâs Risalesi’ni nefsi için değil, bir mü’min kardeşi olarak size karşı” okuyor olduğu çelişkisi asla görülmez.

İhlâs Risalesi, elbette, öncelikle ve esasen kendimiz için, kendi nefsimizi sigaya çekerek okunmalıdır; bu açık…

Ama İhlâs Risalesi’ni yazarak Bediüzzaman ‘kendi nefsi’ni değil ‘kardeşlerinin nefsi’ni de muhatap aldığını, “Şöyle yapın, bundan sakının” diye nasihatlarda bulunduğuna göre; kendi nefsini unutmamak kaydıyla İhlâs Risalesi’nin ölçüleri pekâlâ iman kardeşlerimiz de değerlendirme alanında tutularak okunabilmelidir.

Nitekim, yukarıda da dikkat çektiğim üzere, ortada çelişik bir durum vardır zaten.

Bir mü’minin bir yanlışın izalesi gayretiyle getirdiği bir eleştiriyi İhlâs Risalesi düsturları hatırlatılarak ‘ihlâssızlık’ kapsamında değerlendirirken gerçekleşen, elbette ki ‘bir mü’mini ihlâssızlıkla suçlama ihlâsı’ değildir!

Hâlbuki, haklı tenkid, bizzat Bediüzzaman’dan öğrendiğimiz üzere, ‘ihlâs düsturları’na aykırı değildir: “Sizlerin kalb ve ruh ve aklınızı ittiham etmem. Risale-i Nur’un verdiği tesire binaen itimad ediyorum. Fakat, nefs ve hevâ ve his ve vehim bazen aldatıyorlar. Onun için, bazen şiddetli ikaz olunuyorsunuz. Bu şiddet, nefs ve heva ve his ve vehme bakıyor; ihtiyatlı davranınız.”

Haklı tenkid ‘ihlâs düsturları’na ters olmadığı için, bir noktada kritik bir yanlış görüp ona dikkat çeken mü’min de, o yanlış görülen hususun aslında ‘yanlış’ olmadığı veya ‘kritik’ nitelikte olmadığı cevabıyla ona mukabele eden mü’min de ‘ihlâssızlık’ ediyor değildir.

 Benim için bir eleştiri/özeleştiri ikliminde ‘ihlâs’ kriteri, haklı olduğu hallerde dahi zayıfı ‘ihlâs düsturları’nı hatırlatarak eleştirinin, haksız olduğu bir halde kuvvetiyle de ‘ihlâs düsturları’nı hatırlatma yürekliliği gösterip göstermediğidir.

Keza, bir gerilim anında küçüklere İhlâs Risalesi’ni hatırlatırken, büyüklere de İhlâs Risalesi’ni hatırlatıp hatırlatmadığı…

Haksız olduğu halde güçlüye bir şey diyememek, mağdur olduğu halde zayıfa ‘ihlâs’ düsturlarını hatırlatmak…

Hayır, ihlâs bu değildir. ‘Uhuvvet’i tesis etmenin yolu da buradan geçmemektedir.

İhlâsın ve uhuvvetin yolunun nereden geçtiğini ise, Peygamber aleyhissalatu vesselam’dan rivayetle, Enes b. Mâlik şöyle haber vermektedir:

“Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:

‘Kardeşine, zalim de olsa mazlum da olsa, yardım et.’

‘Mazlumsa yardım ederim de, zalime nasıl yarım ederim?’ diye sorulmuştu.

‘Onu zulümden alıkoyarsan, bu da ona yardımdır’ buyurdu.”

METİN KARABAŞOĞLU

RİSALE OKUMALARI 4

NESİL YAYINLARI

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

MUALLİMLERİMİZ NELERE DİKKAT ETMELİ?

MUALLİMLERİMİZ NELERE DİKKAT ETMELİ?

İnsanları tenvir ederek cehaletten halas eden, onları atalet ve sefaletin karanlık gecelerinden

HÜRRİYET ADINA KAYBETTİKLERİMİZ

HÜRRİYET ADINA KAYBETTİKLERİMİZ

Dr. Alexis Carrel Her insan keyfine göre yaşamak ister. Bu insanın doğuştan gelen bir dileğid

ŞAFAĞIN IŞIĞINDAKİ SIR

ŞAFAĞIN IŞIĞINDAKİ SIR

“Annemin memnun bir eda ile: “Bu sabah kahvaltıdan önce ne yaptığımı dünyada tahmin edeme

UBEYDULLAH-I AFGÂNÎ İLE SEBÎLÜRREŞÂD İDÂREHÂNESI’NDE BİR MUHÂVERE

UBEYDULLAH-I AFGÂNÎ  İLE SEBÎLÜRREŞÂD İDÂREHÂNESI’NDE  BİR MUHÂVERE

Ubeydullah-ı Afgānî” nâmında bir zât tarafından geçenlerde Kavm-i Cedîd ünvânıyla neş

MAÂRİF, DİN EĞİTİMİNİ EN İYİ ŞEKİLDE VERMELİDİR

MAÂRİF, DİN EĞİTİMİNİ EN İYİ ŞEKİLDE VERMELİDİR

İnanmak yaradılışın bir gereğidir. Din, aklın mâverâsında, zekânın fevkinde bir mürşi

MELİK FAYSAL’IN YAHUDİ KİSSİNGER'E VERDİĞİ TARİHİ CEVAP

MELİK FAYSAL’IN YAHUDİ KİSSİNGER'E VERDİĞİ TARİHİ CEVAP

Melik Faysal'ın en önemli gayelerinden birisi, Filistin meselesi ve Mescid-i Aksâ'nın hürriyeti

NESLİN EĞİTİMİNDE MAARİFE DÜŞEN VAZİFELER

NESLİN EĞİTİMİNDE MAARİFE DÜŞEN VAZİFELER

Mânevîyatsız ilmin, beşeriyete felâh ve huzur yerine, şüphe, tereddüt, hatta ızdırap verdi

NASIL BİR MAARİF?

NASIL BİR MAARİF?

Yıllardır ilmî ve fikrî çalışmalarım arasında memleketimizin mânevî, ahlâkî, derûnî

GENÇLERİ HEDONİZM ÇILGINLIĞINA İTENLER

GENÇLERİ HEDONİZM ÇILGINLIĞINA İTENLER

Diyorlar ki: Dünyaya bir kere gelinir. Sonun başlangıcı yoktur. Gülün, eğlenin, bir yıldır

HİCRET VE HAREKET

HİCRET VE HAREKET

Hicret, tâ ezelden ebede, âlem-i vücubdan âlem-i imkâna, daire-i ilimden daire-i kudrete, tâ

ORUÇ, ORUÇ BOZMAK VESAİRE

ORUÇ, ORUÇ BOZMAK VESAİRE

Ramazan ayının hususiyeti oruç. Orucun hususiyeti de kendisine ait meseleler. Başında; tutan tu

Kim Rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa güzel bir amel işlesin ve Rabbine kullukta hiç bir ortak koşmasın.

Kehf, 110

GÜNÜN HADİSİ

Mü'minin sezgisinden sakının, çünkü o Allah'ın nuruyla bakar.

Taberani

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI