ABDULLAH BÜYÜK HOCAEFENDİ İLE SÖYLEŞİMİZ-2.BÖLÜM
- Davetin önemi kadar önemli olan bir şey de herhalde üslubu ayarlamak. Bildiğimiz kadarıyla “O Diyarın Sakinleri” olan sahabe efendilerimiz günahkâra değil, günaha kızarlardı. Üslubumuzu ayarlamamızda bize neler tavsiye edersiniz?
- Davetin önemi kadar önemli olan bir şey de herhalde üslubu ayarlamak. Bildiğimiz kadarıyla “O Diyarın Sakinleri” olan sahabe efendilerimiz günahkâra değil, günaha kızarlardı. Üslubumuzu ayarlamamızda bize neler tavsiye edersiniz?
-Üslubumuzu ayarlamamızda önce şu vardır biliyorsunuz, bu kurallaşmış; “Vusulsüzlük usulsüzlüktendir.” Bir yere ulaşamamak, bir şeyi elde edememek, o şeyle alakalı metodu, usulü bilememekten kaynaklanır. Usulü, metodu bildiğimiz zaman her şey güzeldir.
Bundan dolayı ne, nerede, ne şekilde, nasıl sorularının cevabı bizim usulümüzü oluşturur. Ben bir ilköğretim talebesine adaleti veya adalet kelimesini anlattığım zaman dozajını ona göre ayarlamak mecburiyetindeyim. Bir fakire, bir zengine, bir protokol insanına, bir dinden uzaklaşmış olan insana, bir günahkâra yaklaşımım farklı olur. Bu, her sakala bir tarak uydurmak değildir. Bu Rasulullah(Sallalahu aleyhi ve sellem) efendimizin bizzat tavrıdır.
Bakıyoruz Halid bin Velid’in(r.a) elinden kılıç hiç aşağıya inmemiş. Ama bakıyorsunuz bir Ebuzer(r.a)de de bir idarecilik yok. Ömer(r.a) efendimiz idarede zirve yapmış, ama bir askeri müfrezeye bir komutan olmamış. Öyle değil mi?
Demek ki ne, nerede nasıl meselesi çok önemli. Zaten bilgiyi, ilmi, öğrendiğiniz öğretileri, karşı tarafa, muhataplarınıza aktarırken, bunun dozajını, niteliğini, niceliğini, nasıllığını hesaba katmaya hikmet denilir. Hikmetsiz bilgi fitne de olabilir. Yani, hikmetle buluşturmadığınız bir bilgiyi ortaya korsunuz, size fitne olarak geri döner.
Bu kadar da önemlidir bu konu. O bakımdan “O Diyarın Sakinleri”ne değindiniz. Hiç unutmuyorum. Bunu bir dost olarak size aktarıyorum; hiç unutmam, “O Diyarın Sakinlerinden” bir konu anlatacaksam, bir Fatiha, üç ihlâs okuyup ruhlarına bağışladıktan sonra, gözümü kapatırdım, kendimi o âleme götürürdüm. Şimdiye kadar okuduğum, öğrendiğim bilgileri harman yapar, gözden geçirir, sonra daktilonun başına geçerdim. O zaman bilgisayar daha yoktu veya vardı da bizim yoktu, öyle daktiloda yazardım. O kitabın altyapısı hep böyle oluşmuş oldu.
O güzel insanların hayatlarını bu diyarın insanlarına göstermeye çalıştım. Metodları buydu, sevgileri buydu, saygıları buydu..
Madem sosyal hayatımızda, yapacağımız işlerde örneklerimiz onlardır. O güzel insanların usulleri, metodları nasıl gerçekleşmiş, bunu göstermek istedim. Kitabın yazılış amacı buydu. Yoksa kupkuru bir tarihi bilgi vermek değildi.
Rehberlerimiz olsun, örneklerimiz olsun, kılavuzlarımız olsun. Çünkü peşlerine takılacağız, bizi doğru yola götürmede mahir insanlar onlar” dedik, öyle yazdık o kitabı..
-Allah razı olsun..Çok da isabetli olmuş..
-Elhamdülillah..Ben de hâlâ okurum onu yani…
-Ben de..Çok istifade etmiştim hocam..Allah razı olsun..İzninizle beşinci soruya geçeceğim..
-Buyurun ..
-“Eğer çiğnenmemek isterseler seylâb-ı eyyâma
Rücu etsinler artık Müslümanlar Sadr-ı İslâm’a” diyor Mehmed Akif merhum. Sadr-ı İslam’a nasıl rücu edeceğiz?
-Evet..Zaten Kur’an-ı Kerim de diyor ki;
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ ادْخُلُواْ فِي السِّلْمِ كَآفَّةً
“Her şeyinizle İslam’a girin”(Bakara: 2: 208)
Biz dine davet edilirken kılıç kullanılmadığından dolayı Cenab-ı Hak bizi önce muhayyer bırakmış;
فَمَن شَاء فَلْيُؤْمِن وَمَن شَاء فَلْيَكْفُرْ
"Dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin”(Kehf: 18: 29) diyor. Yani bizim bu özgür seçeneğimizi, tercihimizi bize bildiriyor.
Sonra Allahu Teâlâ;
هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمينَ
“Size Müslümanlar adını veren O’dur” (Hac: 22: 78) diyor, ismimizi koymuş.
Daha sonra;
وَمَنْ أَحْسَنُ قَوْلاً مِّمَّن دَعَا إِلَى اللَّهِ وَعَمِلَ صَالِحاً وَقَالَ إِنَّنِي مِنَ الْمُسْلِمِينَ
“Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: "Gerçekten Ben Müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kim vardır?”(Fussilet: 41:33) buyruluyor.
Allahu Teâlâ’nın kitabında, dinimizin emirlerinde bir mıknatıslık var, kulu kendisine çekiveriyor. Yani önce Cenab-ı Hak senden “ya bunu nasıl yapacağım, bunla nasıl baş edebilirim, bu nasıl uygulanabilir” psikolojisini, endişesini çekip alıveriyor. Ve İslam ne kolay.. Ne güzel..Her şey müspet olarak, pozitif olarak onda doldurulmuş. Buna Rabbim çarpıcı örneklerle, belgelerle, bilgilerle seni ikna ediyor. O zaman da “kulum buyur” diyor. Yani İslam fıtri bir din..
Bediüzzaman hazretlerinin bir sözü var; “Şu istikbal inkilabatı içerisinde en yüksek ve gür sâdâ İslam’ın sadası olacaktır” diyor. Biz yirminci asırda bir de baktık ki, Rusyasından Çekoslavakyasına kadar yeryüzündeki devletler indirdi, bindirler. İhtilaldır, devrimdir, kanlı kansız bir sürü ideolojiler geldi geçti, hiçbiri insanlığa bir huzur veremedi. Komünizm dediler olmadı, kapitalizm dediler olmadı, sosyalizm dediler olmadı. Üretimde sıkıntı, tüketimde sıkıntı, sosyal açılımlar berbat, can güvenliği yok, mal güvenliği yok, din güvenliği yok, insan güvenliği yok, nesil güvenliği yok, akıl güvenliği yok.
Artık İslamiyet, o heyet-i içtimaiyesiyle, merhametiyle, şefkatiyle dünyanın gündemine girdi. Ona girmemek adeta mümkün değil. Mıknatıs sanki.
Zaten Allahu Teâlâ bizi tertemiz bir fıtratla dünyaya getiriyor. İslam’a “fıtrat dini” deniliyor. Benim duyu organlarımla Allahu Teâlâ’nın gönderdiği din arasında öyle bir frekans bütünlüğü var ki, bir anda birbiriyle buluşuyor. İşte bu buluşması için Cenab-ı Hak bize bilgi veriyor, peygamberler gönderiyor.
Sokrat da öyle diyor ya “Ben iyiliği kötülüklere bakarak öğrendim.” Biz de kötülükleri, yanlışları, hataları kusurları göre göre dinimizi şu an daha fazla seviyoruz. İslam’ın her şeyi güzel. Yani beni yürüdüğüm yolda yarıda bırakan ne ayet, ne hadis vardır. Hepsi rehberim. Bir kilitli kapı göremiyorsunuz. Cenab-ı Allah her şeyi açıyor.
Bunları bir araya getirip, kareleri toparladığınız zaman artık siz ister istemez, yirmi birinci asır da olsa, kırk birinci asırda olsa, bütün varlığınızla, benliğinizle, duyu organlarınızla, her şeyinizle “ben kabul ettim Allahım” diyorsunuz.
-Ne gece kıyamı, ne gündüz siyamı olmayan, ibadet hayatları felç, internetlerde sadece demagogluk yapan bir taife var maalesef. Onu asıyor, bunu kesiyorlar. Tebliğ’de temsilin önemi hakkında neler dersiniz?
-Biz bakıyoruz ki, Allahu Teâlâ’nın ilk indirdiği dört sure vardır. Çok dikkat çekici bu. İlk inen sure, Alak Suresi “oku” diye başlıyor. İkinci olarak Kalem suresi iniyor, adeta “yaz” deniliyor. Okuduğunu yazacaksın. Üçüncü inen sure Müzzemmil Suresi. Cenab-ı Hak seni önce ayağa kaldırıyor, “ey örtüsüne bürünen kalk” diyor. Yataktan kalk diyor. Yataktan kaldıran Allah, kulun bundan sonra neler yapacağının ödevini veriyor. Dördüncü inen sure Müddesir suresi. O da aynı.
يَا أَيُّهَا الْمُدَّثِّرُ {} قُمْ فَأَنذِرْ
“Ey bürünüp örtünen, Kalk (ve) bundan böyle uyar”(Müddesir: 74: 1,2) İki surede “kalk” deniyor. Yani Müzzemmil suresindeki “kalk” emriyle Allah, pozitif kimliğinin negatif kimliğine galip gelebilmesi için seni besliyor. Gecenin o karanlığında zikirle, tesbihatla, Kur’an tilaveti ile- ki öyle bir tilavet ki
وَرَتِّلِ الْقُرْآنَ تَرْتِيلاً
“Tane tane, yavaş yavaş, okuya okuya, ayetin sana ne dediğini, sana nasihatleri, uyarı ve ikazlarını anlaya anlaya oku”(Müzzemmil: 73: 4) diyor Allahu Teâlâ. “Çünkü gündüz senin için uzun bir meşguliyet vardır” diyor. (Müzzemmil: 73: 7)
Seni gece hayatında güzelleştiren, doyuran, besleyen, pozitif enerjiyle dolduran, feyizle bütünleştiren Allahu Teâlâ, Müddesir Suresindeki kalk emriyle “artık sen kalk ve insanlığa dalış yap bakayım” demek istiyor.
Çünkü Allahu Teâlâ adeta içimize, gönlümüze gece yakıt ikmali verdi. Sen de sanki arabana ikmal yapmış gibi, gündüz vakti direksiyonunu istediğin yere çevirebiliyorsun. Çünkü geceden almış olduğun bu gıda ile gündüz hayatında kibir olmaz, gurur olmaz, bencillik olmaz, artistik olmaz, aktörlük olmaz. Kibirli davranamazsın, Allah’dan korkarsın, gece Rabbinle beraber oldun çünkü. Bak Rabbinin talimatıyla kalktın sen. Bir saatini, yarım saatini verdin. Kur’an ile bütünleştin. Güneş doğdu, artık sen akrabana, amcana, dayına, teyzene, komşuna kime gidiyorsan git. İster ekran başına geç, ister gazetenin başına geç, ister makale yazmaya çalış. Gece almış olduğun o manevi motivasyonla gündüz hayatını düzen ve intizama sokabilirsin.
Geceden kopmuş bir gündüzü yaşayan insanda her türlü aktörlüğü bulabilirsiniz. Burada ikiyüzlülük de olabilir, bencillik de olabilir, kendisini pazarlamaya çalışmak da olabilir, yani o güzel fikirleri
pazarlayacağı yerde kendisini pazarlamak olabilir. Böyle bir insanda egoistlik vardır, benlik vardır, bencillik vardır.
Bütün bunları yenen temel faktör o gecenin karanlığında, şöhretin olmadığı, alkışın olmadığı o anda sen ve Rabbin baş başa kalmanızdır. Zifiri karanlık, uyku bastırmış, sen şilteyi üzerinden atıyorsun. Çünkü “kalk” diyor Allah artık. İşte o kalkış ve o seccadeye yumuluş ve o Kur’an’la bütünleşmek… Ve o gecenin sabahın aydınlığında kâmil, olgun, diğergam, fedakâr, vefakâr, ahlakla, edeple, terbiyeyle buluşmuş bir insanın varlığı zaten tebliğdir. Varlığı bir davettir.
İslam tarihinde bakarsınız, Endonezya, Malezya’da 300-400 milyon bir nüfusa gelmiş olan o Müslümanların diyarına gidenler kimdi? İki tane Müslüman tüccar. Bunlar oraya ayetleri okuyarak, hadisleri okuyarak gitmediler ki. Kendi yaşam tarzlarını davet olarak götürdüler. Oradaki insanlar bu insanların almalarına, satmalarına baktılar, ahlaklarına hayran oldular. Yalan yok, sahtekarlık yok, ticaretin tüm güzelliği ortaya konmuş.. Sonra sordular “siz kimsiniz?, siz neye inanıyorsunuz? İnandığınız din ne güzel, biz de gireceğiz” dediler. Ve bakıyorsunuz iki Müslümanın sebeb olduğu bir davetin neticesi bugün milyonlarca insan Müslüman olmuş.
Yani biz beden dilimizin bir davet olduğunu, bir cazibeli mıknatıs olduğunu unuttuk. Zannediyoruz ki ağzımızdan çıkan cafcaflı ifadeler, redifli, cinaslı, kafiyeli cümlelerle biz insanları cezbederiz. Nerde o?
Muhammed Hamidullah’ı bilirsiniz..Rahmetli diyor ki; “Çok eserler yazdım, çok araştırmalar yaptım, çok konferanslar verdim. Ama Avrupalı insanın gönlüne bir Ney kadar giremedim” Bir ney sesi yani..”Ney sesini duyan duygulandı, hislendi, İslam’a girdi. Fakat ben bu kadar faaliyet yaptım, -mütevaziliğe bakınız-bir ney sesi kadar olamadım” diyor.
Gece hayatı zengin olan insanlar, gündüz hayatında öyle cafcaflı ifadeye gerek duymazlar. Muhatabına şöyle bir bakar, biraz konuşur, onun kalbini fetheder Allah’ın izniyle. Davet de budur, tebliğ de budur. Zaten görev ve hizmet de budur.
Yoksa bir yerde sen ben kavgası, post kavgası gibi, çık ekranın başına, ulu orta konuş, karşında 70 milyon insanı hesaba katmadan “bunu insanlar nasıl anlar”ı hesaba katmadan, sağdan soldan toparladığın bilgileri, onun bunun fikirlerini, ulu orta söylemeye çalış. Ve nihayet öyle bir noktaya kadar geldi ki, ülkenin başbakanı dahi “Bizi bu ekran vaizlerinden kurtarın” demeye başladı. Düşünebiliyor musunuz?
Aslında onlara hiç rağbet de kalmadı biliyor musunuz? Nasıl boş bir kutudan gelen merkezi sistem vaazlar bu topluma bir şey veremediği gibi, bunlar da hiçbir şey veremediler. Halkımız onlara güvenini kaybetti. Maalesef..
-Bir büyüğümüzün ifadesiyle felaket ve helaket asrında yaşıyoruz. Bu asırda yaşayan hususan gençlere nefis mücadelesi adına neler tavsiye buyurursunuz? Bilhassa gözler "bakma tiryakisi" haline geldi. Müstehcene nazardan korunma adına tavsiyeleriniz nelerdir?
-Biliyorsunuz, bizim maddesel dünyamız topraktan, mana dünyamız Allah’tan gelmiştir. Biri gözle görülen, diğeri gözle görülmeyendir. Biz, gözle görülen dünyamızı mamur ediyoruz. Ama gözle göremediğimiz dünyamıza dair yatırımlarımız çok az.
İşte bu gözle görmediğimiz âlemimizin gıdası azaldıkça, bizim dış dünyamızda günahlar, hatalar artmaya başladı. Sende bir güç var, bunu adı, Takva..Efendimiz(aleyhissalatu vesselam) mübarek işaret parmağını kalbine doğru çeviriyor da
التَّقْوَى ههُنا، التَّقْوَى ههنا
“Takva burada..Takva burada” diyor. (Müslim, Birr, 30) Gün gelmiş burasının adı “gönül gözü” olmuş, gün gelmiş “kalp gözü” olmuş. Kalbin gözü olur mu, olur. Kalbin kulağı olur mu, olur.
Peki, biz dış dünyamızdaki kirleri, pasları sabunla, deterjanla temizleyebiliyoruz. Kur’an-ı Kerim kalbin kirlendiğinden, paslandığından bahsediyor. Sevgili Peygamber Efendimiz(aleyhissalatu vesselam) kalbin demir gibi pas tutacağından bahsediyor. Bu paslanmış olan kalplerin cilalanması gerektiğini beyan ediyor. Bu cilanın ne olduğunu da tarif ediyor; Zikrullah, Allahu Teâlâ’yı zikirdir diyor. Bu bir.
İkinci olarak, biz Allahu Teâlâ’nın üfürmüş olduğu ruha sahibiz. Bu ruhumuzun beslenmesi, Allah’la irtibatlı olduğu müddetçe olabilir. Topraktan gelen vücudumuzu topraktan gelen gıdalarla besliyoruz, ama manadan gelen ruhumuzu topraktan gelen şeylerle besleyemezsiniz. Onun Allah’tan gıdalanacağı, O’ndan bahsetmekle gıdalanacağı bellidir. Haşyet, Allah korkusu, muhsin olmak, ihlâs üzere yaşamak, bunlarla gıdalanacağı bellidir.
Bütün bunları toparladığınız zaman, iç dünyamızda bir kuvvet oluşuveriyor. İşlenecek günahlara, isyanlara firen yapabilecek bir güç. Siz bu gücü gönül dünyanızdan almadığınız müddetçe, günahların oyuncağı olursunuz, günahlara mağlup olursunuz.
Bugün çağdaş günahlara mağlup oluyorsak, bunun altında, iç dinamizmimizin ne yazık ki formunda olmaması yatmaktadır.
Bir sahabe evinden çıkıp Mescid-i Nebeviye geliyor. Kapıda Hz. Osman efendimiz var. Hz. Osman(r.a); “Senin gözünde zina alametleri, zina kirleri gördüm” diyor. O sahabe bir anda irkiliyor. “Ya Osman, sana vahiy mi geldi” diyor. “Yok, vahy değil, bu ferasettir” diyor. (Yusuf Nebhânî, Huccetu'llahi ale'l-Alemîn, s. 862)
Allah Rasülü(Sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor ki; “Hakkın olmayan bakışlar şeytanın oklarından bir oktur. Bu haksız bakışları kim Allah korkusundan dolayı terk ederse, Allah ona öyle bir iman verir ki, imanın tadını iliklerine kadar hisseder.”(Münzirî, et-Tergib ve't-Terhîb, C:3,s: 63)
Ben şunu örnek veriyorum, 18-20 yaşında bir genç, kız kardeşiyle yan yana giderken, karşı taraftan bir yabancı erkek kız kardeşine dik dik baksa, acaba yanındaki erkek kardeşi buna tahammül edebilir mi? Peki, sen kendi kız kardeşine bakılmasına tahammül edemiyorsun da, sen niçin başkasının kız kardeşine bakıyorsun?
İnsan önce kendisiyle empati yapması lazım. Peygamberimiz(Aleyhissalatu vesselam) onun ölçüsü koymuş, görmüş olduğun kadını ya anne yerine koy, ya kızın yerine koy, veya kız kardeşin yerine koy, halan yerine koy, teyzen yerine koy.. Sen nasıl kızına, kız kardeşine, teyzene, halana kötü bakışlardan nasıl rahatsız olursan herkes de aynı şekilde rahatsız olur.
Bunu nasıl önleyebiliriz? Ben şunu görüyorum ki, Kur’an ve Sünnette kırk rakamı çok önemlidir. Bir insan kırk gün hiç ara vermeden beş vakit namazını kılsın, kırk birinci günden sonra namaz onu bırakmaz. Kırk gün bir insan gıybet yapmamaya çalışsın, kırk birinci günden sonra gıybet artık ona çirkin görünmeye başlar.
Biz elimizden geldiği kadar bugün günahlarımızı hayatımızdan kovmak ve hayatımıza almadığımız farzları hayatımıza çekmek istiyorsak, önce kendimizi bir gözden geçirelim. Dirençtir bu. İrade sağlamlığıdır daha doğrusu. İrademizi iyi kullanalım.
Olabilir, yolda gidiyorsun, kasıtlı bakmak olmaksızın baktın diyor, Hz. Ali’den mervi rivayette, bildiğimiz konulardır bunlar. “Ya Rasulullah! Karşıma bir kadın geldi, ona bakabilir miyim?” diye soruyor. “İlk bakışın lehinde ise de ikinci bakışın aleyhindedir” diyor. (Tirmizî, Edeb 28; Ebû Dâvud, Nikâh 44) Yani ilk olarak tesadüfen karşılaştın, kafanı çevir, başını eğ. İkinci bakış, bu kasıttır. İşte bu maksatlı, hedefli bakıştır. Bu bakış haramdır.
Üstelik biz Müslümanlar olarak nasıl bir amirimizin veya çalıştığımız bir fabrikanın prensiplerine, direktiflerine, talimatlarına uymakla mükellef olduğumuz gibi, Allah mümin olduğumuzdan dolayı bize talimat vermiş;
قُل لِّلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ
“ Mümin erkeklere söyle, onlar harama bakmaktan gözlerini korusunlar”(Nur, 24: 30) Allah’tan gelen bir talimat. Fabrikanın bir prensibine uyar da, Allah’tan gelen bir farz prensibe uymayacak olursam, bir mümin olarak benim Müslümanlığımı bir gözden geçirmem lazım.
Yani bir kişinin kendi kendisine terapati yaparak “Bu bakışlarımın hesabını mutlaka Allah bir gün benden soracaktır” demesi lazım. Hz. İsa(a.s) diyor ya; “Nefsine vaaz et.”
Biz çağdaş günahlarla aramızı açmamız için önce bir nefsimize vaaz etmemiz lazım. Bir nefsimize bakalım, söz geçirip geçirmediğimizi gözden geçirelim. İç dünyamızı kendi kendimize bir test edelim. Allahu Teâlâ’nın haramlarına karşı, Allahu Teâlâ’nın farzlarına karşı tavırlarımızın seviye boyutu nereye doğru gidiyor, bunu gözden geçirmemiz lazım.
Yoksa bu bir ilaç değil ki, ben kafadan bu kardeşimize bir iğne vurayım, “hadi bakalım, sana bir serum takalım, sen bundan sonra günaha girmezsin, yalan söylemezsin, gıybet etmezsin” diyelim, böyle bir şey yoktur. Bir imtihandır, Allah “yalan konuşma” diyor, “harama bakma” diyor, ben de bu emirlere uymak mecburiyetindeyim.
-Devam Edecek-
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
ali said, 2011-02-19 21:10:36
Yazı buram buram ihlas ve feyz kokuyor. ruhani heyecan ve uruc hali ilginç bir hal almaya başladı gerisi hakkımızda hayır getire...
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
DİĞER YAZILAR
Onlar ne hayır işlerlerse karşılıksız bırakılmayacaklardır. Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanları bilir.
Al-i İmran, 115
GÜNÜN HADİSİ
Yanında ana babası, ya da onlardan biri yaşlanıp da, gerekeni yaparak cennete giremeyen kimsenin burnu sürtülsün!"
Müslim
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...