YUSUF ÜNLÜ AMCA İLE HATIRALAR GÜLDESTESİ-4
Salih Efendi de, Efendi’ye çok saygı duyar, o da ona çok hürmet ederdi. Salih Efendi bizim fakirhaneye de geldi. Sana Salih Efendi’nin bir hikâyesini anlatayım..
Â
ÇÖĞENDERLİ SALİH EFENDİ
Salih Efendi de, Efendi'ye çok saygı duyar, o da ona çok hürmet ederdi. Salih Efendi bizim fakirhaneye de geldi. Sana Salih Efendi'nin bir hikâyesini anlatayım..Â
-Buyurun.. buyurun..
-Bir gün Efendi'yi ziyarete gelmişti. Efendi ona bir şeyler ikram etmek istiyor. O da "istemem istemem" diyor. Hava da sıcak. Efendi ısrar edince " soğuk bir su içerim" dedi. Efendi getirtti. Yine ısrarlar karşısında "su istiyorum, ama içerisinde buz da olsun" dedi.
Bizim hanımın da zeytinyağlı fasulyesini çok sevmişti. Ahmed'e demiş ki; "Bir gün yine o fasulyeden yemeye gelicem" demiş. (gülüyor) Çok değerli bir zattı yani. Allah rahmet eylesin.
AHMED MAHMUD ÜNLÜ HOCA
Benim Ahmed, 65 senesinde doğdu. Ben beş yaşında onu Mahmud Efendi hazretlerine teslim ettim. O zamandan beri de Ahmed ile biz bir baba evlad ilişkisinden ziyade, sanki o Efendi'nin evladı. Ben hiçbir şeyine karışmadım. Hatta Ahmed 15-16 yaşlarındaydı. Ben İran'a gitmiştim.
-Niçin?
-Ben demir satıyordum İran'a. Ben sanayiciyim. Döndüğümde Ramazandı. Efendi itikâftaydı. "Sahuru beraber yiyelim" demiş. O gece bana dedi ki "Ben korkuyorum Ahmed'i zehirleyecekler diye. Bunu kıskanıyorlar. Allah buna vehbi bir ilim vermiş. Bunu kıskanıyorlar."
Efendiye hocalar diyormuş ki "Bunu etrafında ne gezdiriyon?" Hatta Efendi onu bir ay etrafından uzaklaştırmak istedi. Ben fabrikaya gidip geliyordum. Bir gün baktım Ahmed evde oturuyor. Anasına; "bu ne hal?" dedim "Efendi böyle böyle demiş" dedi. Yalnız zaman zaman da telefon geliyor.
O zaman Efendi, caminin yanındaki odasında talebe okutuyormuş. İbareleri çözemeyince, Ahmed'e telefonla soruyorlarmış. Efendi bakmış ki olmayacak, "çağırın gelsin" demiş. On beş gün geçmeden Efendi, Ahmed'i çağırttı.
Bu Ahmed'i ilim olarak çekemeyenler hâlâ devam ediyor. Mesela Ahmed'de okuyup icazet alan adamlar bile aleyhinde konuşuyorlar yani. Zaten bu ilmin olduğu yerde şeytan da çok olur. Bunlar Allah'ın bir cilve-i Rabbaniyesi, bunlar bir imtihan, bunlar olacak şeyler. Allah akıbetimizi hayr etsin.
Ahmed, Fatih kolejinden ikinci sınıfta ayrıldı. Ben onun hiç ders çalıştığını görmedim. İlkokul'da dördüncü sınıftayken bir gün anası bana dedi ki "bu hiç okula gitmiyor, devamsızlıktan kalacak." Meğersem ben işe gittikten sonra, çantayı eve bırakır, doğru İsmailağaya gidermiş. Okuluna gittim. Hocası bir kadındı. Sınıfta Ahmed'e Mahmud diyorlardı. Müdür, hocasını çağırttı. Hocası dedi ki "Mahmud'un devamsızlığı yok. Sizin yanlışınız var, derslere geliyor" dedi. "İyi, pekâlâ öyleyse hoca hanım" dedik. "İsterseniz sınıfına gelin. Yalnız çok konuşuyor" dedi. Hep beraber sınıfa girdik. Hoca hanım çocuklara "Bu beyefendi, Mahmud'un babası" deyince çocuklar hep bir ağızdan "hocamızın babası, hocamızın babası" dediler.
Hoca, çocuklara soruyor; "Mahmud okula gelmemezlik yapıyor mu?" "Her gün burada" diyorlar. Hoca hanım "Yalnız çocuklara devamlı Allah, Peygamberden bahsediyor. Burası sanki cami oldu" diyor.
O sırada çok duygulandığım bir şey oldu. Bir çocuk geldi, pardösümün eteğine yapıştı. "Amca amca! Mahmut var ya, bana Allah'ı tanıttı" dedi.
O sene yaz tatilinde "bir memlekete gidelim" dedik. O zamana kadar hiç memlekete gitmemiştik. Çocuklar hiç görmemiş. Benim de o zaman 74 model, kiremit rengi bir mercedesim var.
-Memleketiniz neresi?
-Giresun'un Görele ilçesi… O zaman da Ahmed'in cübbesi, şalvarı var. Ben kendisine güzel bir takım elbise aldım. Dedim ki; "Bak oğlum, memlekete gidiyoruz. Orada dostumuz var, düşmanımız var. Orada bunlarla gezeceksin." Hiç sesini çıkarmadı.
Memlekete gittik. Eniştemin evine, halamlara misafir olduk. Ahmed o zaman yine vaaz ediyor burada. On yaşında iken Sultan Selim Camiinde filan vaaz ediyordu. Hatta o zaman Sultan Selim Camii ikinci imamı onun vaaz etmesini istemiyor. Cemaat hocayı dövmeye bile kalktı. İmam, Fatih Müftülüğüne şikâyet etmiş. Müftü de benim samimi bir arkadaşımın akrabası. Ben ona durumu söyledim. Müftü "gelsin onu bir imtihan edeyim" demiş. Götürdüm, imtihan etti. "Selatîn Camilerde vaaz edebilir" diye kendisine belge verdi.
Hatta geçen Ahmed, televizyon'da iken o müftü telefonla bağlanmış. Kendisi şu an Marmara İlahiyatta öğretim görevlisi imiş; "O gün sana o belgeyi veren benim" demiş.
Şimdi memlekete gittik. Eniştem onun vaaz etmesi için müftülüğe başvurmuş. Müftü de kendisini çağırmış. Baktım Ahmed dışarı çıkmıyor. Annesine; "bu neden dışarı çıkmıyor" dedim. Annesi "hasta" dedi. Baktım evde oynuyor filan ama dışarı çıkmıyor. "Ya nasıl hasta olur" dedim. Sonunda annesi durumu anlattı. Meğer annesine demiş ki; "Babam beni kıyafetimle hemşerilerine beğendirecek? Ben neysem oyum. Benim şalvarıma cübbeme ne dokunuyor babam? Eğer böyle gelmemi kabul ederse giderim. Yoksa ben hasta olayım. Yatarım, evden çıkmam. İstanbul'a giderken de böyle gideriz. "
Anası benle konuşurken o da bizi dinliyormuş. "Ya gelsin de nasıl gelirse gelsin. Adam bizi bekliyor" dedim. Ohoo bir sevindi, çocuk ya..Üzerini giyindi, dışarı çıktı, oynadı.
Cuma günü ben bunu müftüye götürdüm. Müftü de Maçkalı, sakallı bir çocuk. Bana "siz mi vaaz edeceksiniz?" diye sordu. "Yok" dedim "bizim mahdum vaaz edecek." Şöyle bir baktı, şaşkınlıkla; "Bu mu vaaz edecek? Yahu bu bir çocuk. Bunun nesi vaaz edecek?" dedi. (Gülüşmeler) Aynen böyle..
"Olmaz, burası ufak yer. Sonra dedikodudan perişan oluruz. Sonra Allah muhafaza bir yanlışlık olursa, her şey altüst olur" dedi. Uzatmayalım, o sırada yaşlı, beyaz sakallı bir adam geldi. Öbür büyük caminin müezzini onu getirmişti; " Müftü Efendi, Bu hocamız İstanbul'dan geldi, vaaz etmek istiyor" dedi. Müftü; "yahu bu çocuk da vaaz edecek" dedi. Hoca, Ahmed'i görünce; "Müftü efendi, hocam varken vaaz etmek bize düşmez. Hocam konuşsun biz dinleyelim, istifade edelim" dedi. Meğer Ahmed'i İstanbul'dan tanıyormuş.
Müftü bu sefer şaşırdı. Ahmed'e bir şeyler sormaya başladı. Ahmed dedi ki, "Hocam, benim bir hazırlığım yok. Bura babamın memleketi. Böyle geldik, Allah ne söyletirse onu söyleyeceğim. Hiçbir hazırlığım yok." dedi. Müftü "peki ne hakkında konuşacaksın?" diye sordu." Onu da bilmiyorum. Yalnız babamın demesine göre burada içki, kumar, faiz çok ileriymiş. Bu konuda bir şeyler söyleyeceğim" dedi.
Müftü yine cesaret edemiyor. Ahmed "siz bilirsiniz" dedi. Eniştem de oranın hatırlı kimselerindendi. "O zaman kürsüye çıkmasın, mihrapta konuşturalım. Ben de yanında oturayım, bir yanlışlık olursa müdahale ederiz" dedi. Cuma günü eniştemle beraber mihraba geçti. Müezzinliği ben yaptım.
Ahmed konuşmaya bir başladı. Hoparlörle bütün camilere dağılıyor, ufak yer ya. Nasıl tarif edeyim? Bir kalabalık ki, sanki orası pazar yerine döndü. Müftü bu sefer; "ya bu çocuk beni utandırdı. Ne mutlu size ki Cenab-ı Hak size böyle bir evlat nasip etmiş. Ben böyle bir cevherin olduğunu hiç tahmin etmiyordum " dedi.
HAYREDDİN AĞABEY VE GÖZ YAŞARTAN FEDAKÂRLIĞI
Benim ortaokuldan itibaren maneviyata ve bilhassa tasavvufi yönden bu yola yönelmeme en çok vesile olan bir Hayreddin ağabeyim vardı. Kendisi Narmanlızadelerin muhasebecisi idi. Aynı zamanda Abdülkadir Geylani hazretlerin tekkesinden ders almış, bir Allah dostu, çok değerli bir ağabeyimizdi. Kendisinden Abdulhay Efendi'yi anlatırken bir nebze bahsetmiştim.
Onlar bir gurup fedakâr müminle beraber Cami Hayrat Derneği kurdular ve İstanbul'da Halk partisi zamanında metruk olan birçok camiyi tamir, inşa, ihya ettiler. İsmailağa camiini de onlar tamir ettirip, hizmete açtılar. Hayreddin ağabey, Eşref Osmanağaoğlu ve arkadaşları ilk faaliyete başladılar. Zaten onlar bir yerde derneği açar, sonra cami cemaatinden yetkililere devrederlerdi. İsmailağa Camiini de Ali Haydar Efendi'nin büyük oğlu Şerif Efendi'ye devretmişlerdi.
-Rahmetli Ali Haydar Efendi'nin kaç oğlu vardı?
-Üç tane..En büyük oğlu Şerif Efendi, sonra Halid Efendi ve en küçük oğlu Bahaddin Efendi. Bahaddin ağabey hâlâ hayatta.
Hayreddin ağabey demin de bahsettiğim gibi, ameliyat masasında ruhunu teslim etti. Guraba hastanesinde vefat ederken yanı başında olanlar anlatıyor. Ruhunu teslim ederken 45 dakika ism-i Celal okumuş. Öyle Hakka kavuşmuş.
Kimsesi yoktu, bir kız kardeşi vardı. Şehremini Camiinde cenaze namazı kılındı, hatırlıyorum. Trafik kilitlendi cenazesinde. O kadar çok sevenleri vardı.
İşyerlerinin olduğu Erzurum hanının çaycısı bir Sefer Efendi vardı. Hayreddin ağabey vefat ettikten sonra tekrar bir hana uğradım. Sefer ağabeyin elini öptüm. Hal hatır sordum. "Hayreddin ağabey vefat etti. Garip kaldık" dedim. "Ya sorma. Ben Hayreddin'i bilirdim. Ama bu kadarını da bilmezdim" dedi. "Ne oldu?" dedim. Hayreddin ağabey vefat ettikten sonra bir gurup genç gelip, kendisini sormuşlar. O da "hayrola evladım" demiş. Meğer onlara aylık bağlamış. Her ay onların parasını verirmiş.
Ben de biliyorum ki, aybaşında maaşını alırdı. Ayın üçü, beşinde parası kalmazdı. "Ya parayı ne yapıyorsun?" derlerdi. Ben de merak ederdim ama sormaya terbiyem müsaade etmezdi. Meğer o çocuklara harcarmış. O ay paraları yatmayınca çocuklar merak edip gelmişler. Sefer ağabey "Ya çok fena oldum" dedi.
Onun bir hatırasını daha anlatayım istersen.
-Buyrun lütfen..
-Tarih Dünyası mecmuasına yazı yazan Server Cemal isminde bir tarihçi vardı. Bu zat bizim Çarşamba'da oturuyordu. Annesi saraylı sultanlarından, Anadolu bir kadındı. Server Cemal, o mecmuada yazarken yazılarını getiriyor, Hayreddin ağabeye daktiloda yazdırıyordu.
Benim o zaman biraz suyum sertti. Ben biliyorum, Mehmedağa camiine giderken, ezan okunuyor, Server Cemal oraya- çok affedersin- helâya geliyor, namaza gelmiyordu.
Kendisini Hayreddin ağabeyin yanında görüp, Hayreddin ağabeyin ona hürmetini görünce, Server Cemal bir ara dışarı çıktığında Hayreddin ağabeye dedim ki; "Ağabey, bu namaz mamaz kılmıyor, sen bunu yanında ne saklıyorsun?" "Sus, çarpılırsın" dedi. "Kılmıyor ağabey ya" dedim. "Ağzından bir daha böyle laf duymayayım" dedi. Hayreddin ağabey ona Saraylı bir aileden gelmesi hasebiyle çok iltifat ediyordu.
Neyse, öğlen oldu. Ben Hocapaşa camiine gittim. Onlar orada kaldılar. Geldim, baktım yine yazıyorlar. Neredeyse ikindi girecek. Hayreddin ağabey de terbiyesini bozmuyor, bir şey diyemiyor. Bir ara Server Cemal'e saygıyla "Efendi hazretleri, namaz geçiyor" dedi. Server Cemal; "Aaa evladım, buyrun siz namazını kılın" dedi. Hayreddin ağabeyin yüzüne bir baktım. Namazı kıldı. Neyse Server Cemal gitti. Hayreddin ağabey onun ardından; "Sen bir daha bu kapıyı görürsün" dedi. Hiç unutmuyorum. Kapalı görürsün demek istedi yani. "Demedim mi ağabey ben sana, bu böyle bir adam diye. Sen beni azarladın" dedim.
MAHMUD CEVDET BEY
Bir Mahmud Cevdet Efendi vardı. Tarih Dünyası mecmuasına yazı yazardı. Bilmem duydun mu?
-Mahmud Cevdet Sezer mi?
- Soyadını bilmiyorum da. Bu, bir gün Tarih mecmuasında Atatürk aleyhinde yazı yazmış. Lisede edebiyat hocası mıydı, tarih hocası mıydı? Bunu alıyorlar. Dayaktan delirtiyorlar. Adam dayaktan deli olmuştu. Üçbaş medresesine gelmişti. Zayıf, uzun boylu bir zattı. Talebeler verem oluyor şu bu diye, Eminönü'ndeki yemiş iskelesinden çürümüş yumurtaları topluyor, talebelere içiriyordu. Böyle durumlar oldu yani.
İNÖNÜ VE SAKALLI BİR PROFESÖR
Fuat Çamdibi, Yıldız Teknik fakültesinde hoca imiş. Kimyager kendisi. O zamanlar reis-i cumhur olan İsmet İnönü, Okulu teftişe gelmiş. Rektör okulu gezdiriyor. Fuat Hoca sakallı. Tabii İnönü'nün dikkatini çekmiş "Bu sakal ne bunda" demiş. Rektör, Fuat hocaya sahip çıkarak "bu hocamız şöyle vazifeşinas, böyle kıymetli bir hocamız" filan deyince, İnönü; "Ya bu sakallı adam burada olur mu?" demiş. Bu sefer Fuat Hoca kendini tutamamış "vazifemi en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum. Bu sakalın size ne zararı var" demiş. Adamcağızın işine son vermişler. Bunu bizzat kendisinden duyduğum için anlatıyorum.
Vazifeden ayrılınca bir köye imam olmuş. Gel zaman git zaman, ben ilkokul dörtte iken Fuat Hoca, Hırka-i Şerif Camiine imam olmuştu. Güzel Kur'an'ımızı o kadar tatlı okurdu ki.
Bir gün hem onu dinlemek, hem de elini öpmek için Hırka-i Şerif Camiine gittim. Ben elini öperken, tuttu başımdan öptü ve ağlamaya başladı. "Ya Rabbi bana bu gençleri gösterecek miydin?" dedi. O kadar hasretlermiş. Öyle namaz kılan çocuk, genç yok o zamanlar..
-Dindar bir gençlik nerede?
-Yok yok.. Cenaze yıkayacak imam bile yok..
ÅžEMSÄ° YARBAY
Bir Şemsi Yarbay vardı. Bu zat, Erzurum'daki Efe hazretlerine intisaplı imiş. Abdestsiz yere basmazdı. Hatta bir gün Fatih Camiinin önünden geçiyoruz. Geçerken ezan okundu. "Camiye girelim" dedi. Ben de askerim. "Bir abdest alayım" dedim. Bana şöyle bir baktı "Sen ne biçim askersin ya? Asker silahsız olur mu? Silahsız geziyorsun. Düşman aniden sana gelirse ne yapacaksın?" dedi. (Gülüyor) Hiç unutmuyorum o lafını.
Fatih'te, Sultan Selim'de otururdu. Sabah namazlarına kendisiyle yürüyerek Ortaköy'de Yahya Efendi dergâhına giderdik.
Onun ailesi biraz açıktı. Ben de bu duruma içimden kızardım. O da Abdulhay Efendi'ye derdini anlatırdı. Efendi hazretleri de ona sabrı tavsiye ederdi. Bir gün hanımını tanınmayacak şekilde kapanmış olarak gördüm.
Şemsi Yarbay'ın da daha sonra epey müridanı oldu. Tütünçiftlik'e yerleşti. Daha sonra hanımı ölmüş mü ne olmuş bilmiyorum. Kapısını bir hafta kimse açmamış. Sonra birileri merak etmiş, evine girmişler. Secdede cenazesini bulmuşlar.
-Yusuf amcacığım benim için enfes bir sohbet oldu. Sizi de çok yordum. Hakkınızı helal ediniz.
-Estağfurullah. Gerçekten ben de seninle tanıştığıma çok memnun oldum. Allah razı olsun.
FotoÄŸraflar
1-Yusuf Ünlü amca
Â
2- Hacı Salih Efendi
3-Cübbeli Ahmed Hoca
4-Ahmed Ünlü Hoca'nın çocukluğunda bir resmi
5-Merhum Fuat Çamdibi Hocaefendi
Â
Â
Â
Â
Â
Â
Â
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
harun yaylacık, 2011-03-13 12:34:29
Son devir osmanlı ulemasına dair günümüz insanının bilgisi fazla bilgisi yok. en azından nasıl yaşadıkları, nasıl hayat sürdüklerini bu röportajlardan takip edebiliyoruz. allah sizlerden razı olsun. çok teşekkürler. mülakatların devamını diliyoruz.
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
Ahmet HaliloÄŸlu, 2011-03-07 14:16:04
Allah sizdende Yusuf Amcamızdan da razı olsun. Keşke Yusuf Amcaya birazdan sorsaydınız. Özellikle o sıkıntıların zirvede olduğu devreye dair...
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
DÄ°ÄžER YAZILAR
Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ı tesbih etmektedir. O, üstündür, hikmet sahibidir.
HAÅžR, 1
GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°
Kur'an'ın Faziletine Dair
"Sizin en hayırlınız Kur'an'ı Kerim'i öğrenen ve öğretendir."- Buhari, Fedailu'l-Kur'an 21
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm Ä°nternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yaptÄ...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARÄ°HTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...