VAHİYDE LAFIZ VE MANA İLİŞKİSİ
Bu yazımızda “Kur'an, ‘Allah'ın kelâmı’ olarak ne ifade etmektedir? Vahyin metnini teşkil eden husus, sadece mana mıdır veya sadece lâfız mıdır? Yoksa her ikisinin toplamından mı ibarettir?” şeklindeki sorulara cevap a
Bu yazımızda “Kur'an, ‘Allah'ın kelâmı’ olarak ne ifade etmektedir? Vahyin metnini teşkil eden husus, sadece mana mıdır veya sadece lâfız mıdır? Yoksa her ikisinin toplamından mı ibarettir?” şeklindeki sorulara cevap arayacağız. Konuyla ilgili âlimlerin görüşlerini belirtecek ve netice itibarıyla kendi tercihimizi de ortaya koyacağız.
Kur'an'ın vahyi konusunda Allah, Cebrail ve Hz. Muhammed’in (a.s.m.) tebliğ ve tebellüğü söz konusudur. Vahyin asıl sahibi olan Yüce Allah, Kur'an'ı Hz. Cebrail vasıtasıyla Hz. Muhammed’e (a.s.m.) indirmiştir. Bu hususta Müslümanlar arasında en küçük bir ihtilâf yoktur. Ancak âlimler bu vahyin nasıl geldiği ve bu iletişimin nasıl kurulduğu hususunda farklı görüşler bildirmişlerdir:
a) Hz. Cebrail, Kur'an'ı doğrudan doğruya Allah'tan almış ve Hz. Muhammed’e (a.s.m.) aynı lâfızlarla aktarmıştır.
b) Hz. Cebrail, Kur'an'ı Levh-i Mahfuz'dan ezberlemiş ve olduğu gibi Hz. Muhammed’e (a.s.) aktarmıştır.
c) Hz. Cebrail, Kur'an'ı lâfız olarak değil, sadece mana olarak almıştır.(1)
İlk iki görüşe göre, elimizdeki Kur'an, lâfzı ve manasıyla birlikte vahiy edilmiş, Allah'ın kelâmıdır. Ne Hz. Cebrail'in ne de Hz. Muhammed’in (a.s.m.), tebliğ ve tebellüğden başka hiçbir müdahaleleri söz konusu değildir. Bu iki görüş arasındaki tek fark, “Hz. Cebrail'in Kur'an'ı doğrudan Allah'tan mı, yoksa Levh-i Mahfuz’dan mı aldığı” hususudur.
Âlimler, vahyin Levh-i Mahfuz’dan alındığına dair görüşe itibar etmemektedirler. Bunun müşahhas bir delili olmadığı gibi, Kur'an'ın diğer gaybî şeyler gibi Levh-i Mahfuz’da yer alması da vahyin oradan alındığını göstermez.(2)
Son görüşe göre ise Kur'an, Allah tarafından Hz. Cebrail'e mana olarak telkin edilmiş; lâfzı ise ya melek tarafından, ya da Hz. Peygamber (a.s.m.) tarafından vazedilmiştir.
Özetlersek: Kur'an'ın bir vahiy mahsulü olarak anatomisini teşkil eden unsurları belirlemeye çalışan iki görüş vardır: Birinci görüşe göre, Kur'an, yalnız manadan ibarettir. İkinci görüşe göre ise Kur'an hem lâfız, hem de manadır.(3)
Önce birinci görüşün dayanağını teşkil eden delillere bakalım:
a) Diyorlar ki:
إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ {} ذِي قُوَّةٍ عِندَ ذِي الْعَرْشِ مَكِينٍ
"Şüphesiz, o, (Kur'an), değerli, güçlü ve Arş'ın Sahibi (Allah'ın) katında itibarlı bir elçinin (Cebrail'in) sözüdür."(4)
فَلَا أُقْسِمُ بِمَا تُبْصِرُونَ {} وَمَا لَا تُبْصِرُونَ {} إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ {} وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَاعِرٍ قَلِيلاً مَا تُؤْمِنُونَ
"Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki hiç şüphesiz, o (Kur'an), çok şerefli bir elçinin (Peygamber'in) sözüdür. Ve o, bir şair sözü değildir." (5) ayetlerinde geçen ve elçilere (Hz. Cebrail ve Hz. Peygamber’e (a.s.m.) atfen "Kur'an, şerefli bir elçinin sözüdür." ifadesinde yer alan "söz [kavil]” sözcüğü, Kur'an lâfzının bu elçilere ait olduğunu gösteriyor.
b)
وَإِنَّهُ لَفِي زُبُرِ الْأَوَّلِينَ
“Diyorlar ki: ‘O (Kur'an), şüphesiz, daha öncekilerin kitaplarında da vardır.’(6) ayetine göre, Kur'an daha öncekilerin kitaplarında da mevcuttur. Kur'an'ın o kitaplarda lâfzıyla bulunması mümkün olmadığına göre, manasıyla bulunmuş olması gerekir. Buna göre, Kur'an, vahiy itibarıyla yalnız manadan ibarettir. Çünkü ayette "mana" ya “Kur'an” adı verilmiştir.
1) Birinci Görüşe Ait Deliller ve Değerlendirilmesi
(a) Birinci şıkta ifade edilen ve ayetlerde geçen "söz [kavil]” tabiri, Kur'an lâfzının Allah'tan gelen bir vahiy olmadığını yahut elçilerin sözü olduğunu göstermez. Aksine, "Elçinin sözü, onu gönderenin sözüdür" gerçeğini, yani elçinin tebliğden başka hiçbir müdahalesinin olmadığını ifade etmektedir.(7) Türkçemizdeki "Elçiye zeval olmaz" deyimi de bu gerçeğin bir ifadesidir.
Söz konusu iki ayette geçen "saygıdeğer elçi" tabiri, Tekvir Suresinin 19. ayetinde Hz. Cebrail'e; Hakka Suresinin 40. ayetinde ise Hz. Peygamber’e (a.s.m.) aittir. Ayetlerin siyak ve sibakından bunu anlamak mümkündür.(8)
Hakka Suresindeki ayetin Hz. Cebrail’e delâlet ettiğini söyleyenler olmuşsa da,(9) yukarıda da ifade edildiği gibi, ayetin bulunduğu yerdeki ipuçları, "saygıdeğer elçi"den maksadın Hz. Muhammed (a.s.m.) olduğunu göstermektedir. Nitekim, Tekvir Suresinde "Kuşkusuz, o, saygıdeğer bir elçinin sözüdür." ifadesinden sonra, "Ve Kur'an, kovulmuş bir şeytanın sözü değildir" ifadesine yer verilmiştir. Bu ifade ise söz konusu "elçi"den maksadın Cebrail olduğunu göstermektedir. Böylece Melek ile Şeytan’ın karşılaştırılması yapılmıştır. Hakka Suresinde ise "saygıdeğer elçi" tabirinden sonra, "O ne bir şair, ne de bir kâhin sözüdür" ifadesine yer verilmesi, ayetin Hz. Muhammed’den (a.s.m.) bahsettiğinin bir delilidir. Çünkü burada Hz. Cebrail kastedilirse onun bir şair veya kâhin olabilme ihtimalini akla getirir ki, yanlış olur. Çünkü hiç kimse böyle bir ihtimali düşünmez.
وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنبَغِي لَهُ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْآنٌ مُّبِينٌ
"Biz ona şiir öğretmedik; bu ona yakışmaz da..."(10) ayeti dikkate alındığında, buradaki "saygıdeğer elçi"nin Hz. Muhammed (a.s.m.) olduğu anlaşılır.(11)
Bu ayetlerden yola çıkarak, Kur'an lâfzının vahiy meleği veya Hz. Peygamber’e (a.s.m.) ait olduğunu söylemek büyük bir çelişkiyi beraberinde getirir. Çünkü vahiy, bir ayette Cebrail'in, diğer bir ayette ise Hz. Peygamber’in (a.s.m.) sözü olarak geçer. Eğer bu husus "a" şıkkında ifade edildiği şekilde anlaşılmazsa, bu takdirde Kur'an lâfzının her iki elçiye ait olması gerekir ki, bu açık bir tezattır.
Ayrıca, başka ayetlerde "söz" tabiri, Allah'a da izafe edilmiştir. Nisa Suresinin 122. ayetinde,
وَعْدَ اللّهِ حَقّاً وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللّهِ قِيلاً
"Allah, (bu söylenenleri) hak bir söz olarak vaat etti. Sözünü tutmada Allah'tan daha doğru kim olabilir?" ifadesine yer verilmiştir. Ayette "söz" kavramı, Kur'an'ın söylediği gerçeklerin doğruluğunu ispat sadedinde söylendiği için, Kur'an’la ilgili olmakla beraber, bütün sözlerinin doğru olduğunun bir ifadesi olarak Allah'a da izafe edilmiştir.
إِنَّا سَنُلْقِي عَلَيْكَ قَوْلاً ثَقِيلاً
"Doğrusu, Biz sana (taşıması) ağır bir söz vahyedeceğiz"(12) ayetinde Kur'an, doğrudan Allah’ın vahyi olarak ifade edilmiş ve aynı zamanda "ağır bir söz" olarak nitelendirilmiştir.
Bu durumda Kur'an'ın lâfzına işaret eden "söz [kavil]” sözcüğünün, hem Allah'a, hem Cebrail’e (a.s.), hem de Hz. Muhammed’e (a.s.m.) izafe edilmiş olduğu görülmektedir.
Kur'an'ın ifadesi doğru olduğuna göre, "söz" kavramının Allah'a izafesini hakikat, diğerlerine ise mecaz manada almaktan başka hiçbir çıkış yolu söz konusu değildir.
Lâfzın Allah'a aidiyetini engelleyen dinî veya aklî hiçbir mâni yokken nassın zahirinden yüz çevirmenin de hiçbir anlamı yoktur. Kur'an'ın manasını bilmediğimiz bir keyfiyetle vahyeden Allah, lâfzını da bilmediğimiz bir şekilde vahyetmiştir.
(b) İkinci görüşün de tutarlı olmadığı şöyle açıklanabilir:
Evvelâ ayette "O (Kur'an), şüphesiz, daha öncekilerin kitaplarında da vardır." ifadesinden, onun bizzat orada var olduğunu düşünmek ve "Kur'an'ın yalnız manadan ibaret olduğu” tezini ona bina etmek yanlıştır. Çünkü her şeyden önce birinci hüküm/önerme yanlıştır. Zira "batıl, makisün aleyh olamaz [yanlışlar, ölçü değildir].”
Önceki kitaplarda yer aldığı ifade edilen Kur'an'dan maksat, onun Hz. Muhammed’e (a.s.m.) indirileceği haberi ya da onun özü ve ana prensipleri demektir, yoksa Kur'an'ın kendisi değildir. Çünkü Kur'an, daha öncekilere vahy edilmemiştir.(13)
Kur'an'da yer alan,
"(Kitap ehli) onu (Muhammed'i) yanlarındaki Tevrat ve İncil’de bulurlar."(14) ifadesinde, Hz. Muhammed’in (a.s.m.) bizzat kendisinin kastedilmiş olması mümkün olmadığı gibi,
Kur'an'ın da bizzat kendisinin o kitaplarda bulunması imkânsızdır.
Müfessirlerden Alûsî de böyle bir düşüncenin doğru olmadığına dikkat çekmekte ve bunun, Kur'an'ın manasının namazlarda okunmasının cevazına dair delil getirilmesinin yanlış olduğunu, bu düşüncenin çürüklüğünden dolayı İmam A'zam'ın konuyla ilgili verdiği fetvasından geri döndüğünü ve bu geri dönüş konusuna dair birçok tahkik ehli âlimlerin görüş bildirdiğini ifade etmektedir.(15)
Sözün özü: Ruhaniyetiyle vahye mazhar olan Hz. Muhammed (a.s.m.) için, "O cesediyle değil de sadece ruhuyla peygamberdir." demek ne kadar yanlış ise Kur'an'ın sadece manasıyla Kur'an olduğunu iddia etmek de o kadar anlamsızdır.(16)
2) İkinci Görüşe Ait Deliller ve Değerlendirmesi:
(a) İslâm âlimlerinin ezici çoğunluğuna göre, Kur'an hem lâfız hem de mana cihetiyle Allah kelâmıdır.(17)
"Ümmetim dalâlet üzerinde birleşmez."(18) hadisine göre, İslâm âlimlerinin ittifakı, doğruluğun bir işaretidir.
(b) Açıklamasını yapmakta olduğumuz ayette yer alan "(Rahman) Kur'an'ı öğretti." ifadesi, Kur'an'ın Allah tarafından ta'lim edildiğini göstermektedir. Buna göre, "Kur'an"ın tarifi yapılırsa vahyin de bu açıdan geliş şekli anlaşılır.
Dilcilere göre, "Kur'an" kelimesi, "kre" kökünden, gufran ve şükran gibi "fu'lân" vezninde bir mastardır. Bu kelime hem “toplama,” hem de “kıraat [okuma]” anlamındadır.(19)
إِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْآنَهُ {} فَإِذَا قَرَأْنَاهُ فَاتَّبِعْ قُرْآنَهُ
"Onu (senin kalbinde) toplamak ve (sana) okutmak bize düşer. Sana Kur'an'ı okuduğumuz zaman sen de onun okunuşunu takip et."(20) ayetlerinde geçen "Kur'an" kelimesi, “kıraat” anlamında kullanılmıştır.
Bir mastar olan "Kur'an" kelimesi, Kur'an'ın özel ismi olduğu zaman, ism-i mef'ul anlamında "okunan kitap" ya da ism-i fail manasında "sure ve ayetleri içinde toplayan" veyahut "daha önceki kitapları ihtiva eden" anlamında olur.(21) Kur'an'a "Kur'an" adının verilmesi, onun "lisanlarda okunması," "kitap" adının verilmesi ise "kalemle yazılması" özelliğinden dolayıdır.(22)
İsrâ Suresinin 78. ayetinde "sabah namazı" için kullanılan "Kur'ane'l-Fecr" tabiri de Kur'an’ın “kıraat” anlamına işaret etmektedir.
Yine vahyin ilk kelimesinin "İkra [Oku!]” olması, Kur'an'ın okunan bir kitap olduğuna delâlet ettiği gibi, vahyin de kıraat olunan bir söz, bir kelâm olduğunu gösterir. Bilindiği gibi "kıraat," talâffuzda bazı kelimeleri bazısına eklemek demektir. Demek ki "okunan kitap" anlamında olan "Kur'an," lâfız ve mananın mecmuundan ibarettir.
(c)
لَا تُحَرِّكْ بِهِ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِهِ {} إِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْآنَهُ {} فَإِذَا قَرَأْنَاهُ فَاتَّبِعْ قُرْآنَهُ
"Vahyi çarçabuk bellemek için dilini kımıldatma. Onu toplamak ve onu okutmak Bize aittir. O hâlde, Biz sana Kur'an'ı okuyunca sen onun okunuşunu takip et."(23) ayeti açıkça şunu gösteriyor:
Hz. Muhammed (a.s.m.), gelen vahyi unutmamak için, henüz kendisine okunup bitirilmeden onu acele olarak tekrarlamaya çalışıyordu. Ayet, onun bu telâşını gidermeyi amaçlamaktadır.
Ayette geçen "dilini kımıldatma" ifadesi, vahyin bir söz olduğunu açıkça göstermektedir. Çünkü manalar dille okunmaz. "Biz sana Kur'an'ı okuyunca, sen onun okunuşunu takip et." tabiri de aynı şekilde Kur'an'ın hem lâfız hem de mana yönünden Allah'ın kelâmı olduğunu göstermektedir. Çünkü okuma işi, "söz"e ait bir tabirdir. "Kâinat kitabını okumak," "kalbini okumak," "(adamın) yüzünden okumak" gibi tabirler, mecaz ifadelerdir. Kavram olarak "okuma"nın gerçek anlamı, sadece yazı ve söz için geçerlidir.
Ayette Allah'ın, kıraatı kendine izafe etmesi, "Biz sana Kur'an'ı okuyunca, sen onun okunuşunu takip et." şeklinde buyurması, Kur'an'ın tebliğinde Hz. Cebrail'in de (a.s.) Hz. Peygamber (a.s.m.) gibi sadece bir elçi olduğunu ve hiçbir müdahalesinin söz konusu olmadığının bir diğer delilini teşkil etmektedir.
(d) Kur'an'ın tarifi şöyledir:
"Hz. Muhammed’e (a.s.m.) vahyedilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen ve tilâvetiyle taabbüd olunan muciz, Allah kelâmıdır."(24)
Burada üzerinde duracağımız hususlardan biri, Kur'an'ın "tilâvetiyle taabbüd olunması," yani manası anlaşılmasa da sadece asıl metni olan Arapça lâfızlarıyla okunmasının bile ibadet olması keyfiyetidir. Hz. Muhammed’in (a.s.m.) hadislerinin sırf lâfızlarıyla taabbüd edilmediğine göre, Kur'an'ın lâfızları da Allah'a aittir.
Tarifte geçen önemli bir nokta da "Allah kelâmı" tabiridir. Bu tabir, Kur'an'da üç defa tekrarlanmıştır.(25)
وَكَلَّمَ اللّهُ مُوسَى تَكْلِيماً
"Ve Allah, Musa’yla gerçekten konuştu"(26) ayeti gibi daha pek çok ayette, kelâm sıfatı açıkça Allah'a izafe edilmiştir. İbn Hacer'in de ifade ettiği gibi, konuşanın [mütekellimin] sözü [kelâmı], yalnız ona nispet edilir. Birinin sözü bir başkasına izafe edilemez. Her konuşanın sözü kendi sözüdür. Bu sebeple, Yüce Allah, İbn Müğire'nin Kur'an için "O bir insan sözüdür." (el-Müddessir, 74/25) ifadesini reddetmiş ve onun büyük bir azaba uğrayacağını haber vermiştir.(27)
"Kelâm" kavramı, “bir anlam ifade eden söz dizimi” demektir.(28) Ne Allah'ın kelâmı, ne de insanların kelâmı, sözden mücerret bir manadan ibaret değildir. Bunun içindir ki İslâm ümmeti, “Kur'an'ın hem lâfız hem de mana açısından Allah'ın kelâmı olduğu” hususunda ittifak etmişlerdir.(29)
(e) Kur'an'da Hz. Peygamber’e (a.s.m.) hitaben "de ki” anlamına gelen "kul" kelimesinin 300’den fazla kullanılması, iki yönden konumuza ışık tutmaktadır.
Birincisi, bu ifadede dışarıdan bir emir söz konusudur. Hâlbuki elçiler, kendilerini gönderenlerin söylediklerini farklı bir tarzda ifade ederler. Meselâ: Biri diğerine "Git, filân adama de ki: ‘Allah birdir.’" dese, elçi olan kimse, vardığı yerde herhâlde aynı cümleyi tekrarlamaz; aksine eğer gönderen kimseyi de işe katarsa "Beni gönderen kimse, Allah'ın bir olduğunu size söylememi istedi." der. Şimdi bu küçük misali göz önünde bulunduralım ve Kur'an'ın üslûbuna dikkat edelim! "De ki: ‘Allah birdir.’", "De ki: ‘Eğer duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var?’(30), "De ki: ‘Ben kendime bile Allah'ın dilediğinden başka ne bir zarar ne de bir menfaat verme gücüne sahibim.’"(31)
İkincisi: "Kul" tabiri "söz" anlamını çağrıştırdığından Kur'an'da çokça kullanılmasının bir hikmeti de Kur'an'ın hem mana hem de lâfız olarak Allah'tan gelen bir vahiy olduğuna delâlet etmek içindir.
(f) "Nasihat ve her şeyin açıklamasına dair ne varsa hepsini Musa için levhalarda yazdık(32) Ancak bu vahiylerin hem mana hem de lâfız olarak geldiğini, ayetlerden anlamak mümkündür.
(g) Zerkanî'nin belirttiği gibi, “Kur'an'ın sadece manası Allah'tan olduğu” iddiası, hem Kitap hem de sünnete ters düşmektedir. Lâfzı, melek Cibril veya Hz. Muhammed’e (a.s.m.) ait olduğu kabul edilirse Kur'an'ın üslûbu nasıl mucize olabilir? Ve Kur'an'a nasıl “Allah kelâmı” denilebilir?(33)
(h) Kutsî hadisin en meşhur tariflerinden biri "manası Allah'a, lâfzı ise Hz. Muhammed’e (a.s.m.) ait olan vahiy"(34) şeklindedir. Buna göre, eğer Kur'an için de aynı şey düşünülürse, ikisi arasında ne gibi bir fark kalır? Bu takdirde Hz. Peygamber’in (a.s.m.), Kur'an'ın yazıyla tespiti için gösterdiği titizliği, kutsî hadis için de göstermemesi neyle izah edilebilir?
(ı) "Kur'an'ın yalnız manadan ibaret olduğu kabul edilirse bu takdirde Kur'an'ın lâfzı, insan aklının ürünü olması gerekir ki bunun yanlışlığı ortadadır. Bu sebepledir ki ehl-i hak olan ehl-i sünnet ve cemaat, Kur'an'ın lâfız ve mana toplamından ibaret olduğunda birleşmişlerdir.(35)
(i)
وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ
"(Allah'ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye, her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik."(36) ayetinde; risalet dilinin, peygamberin gönderildiği kavmin dili olduğu ifade edilmektedir. Buna göre, ayet, Kur'an'ın Arapça olarak vahyedildiğini göstermektedir. Çünkü mukarrer bir kaidedir ki "hüküm müştak üzerine yapılırsa iştikakın mehazı o hükmün illetini gösterir."(37) Bu kaideye göre, ayette geçen
"Her peygamberi [Resulü] yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik." ifadesi bir hükümdür. Bu ifadede yer alan “resul,” müştak bir kelimedir; iştikakın mehazı ise “risalet”tir. O hâlde, söz konusu olan "resul"'den maksat "risalet" tir. Aksi takdirde bir insan olarak her peygamberin, içinde bulunduğu topluluğun dilini konuşması tabiîdir; bunun risaletle bir ilişkisi yoktur. O hâlde, vurgulanmak istenen husus, peygamber değil, peygamberliktir. Peygamberliğin özü ise vahiydir. Konumuzla ilgili olan vahiy ise Kur'an'dır. Buna göre, ayetten, "Kur'an dili Arapçadır." neticesini çıkarmak gerekir. Ayette "kavmin dili," "lisan" kelimesiyle ifade edilmiştir ve "lisan"ın “bir söz manzumesi” olduğunda da dilciler arasında herhangi bir ihtilâf yoktur.
(j) “Allah'a ve ümmî peygamber olan Resulüne ki O, Allah'a ve onun sözlerine inanır—iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız."(38) ayetinde geçen "Ki o (peygamber), Allah'a ve onun sözlerine inanır." ifadesi, Kur'an'ın hem lâfız hem de mana bakımından Allah'ın sözü olduğunu göstermektedir. Âdeta yalnız bu hususa işaret etmek için burada bu ifadeye yer verilmiştir.
يَقُولُونَ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِباً فَإِن يَشَأِ اللَّهُ يَخْتِمْ عَلَى قَلْبِكَ وَيَمْحُ اللَّهُ الْبَاطِلَ وَيُحِقُّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
"Yoksa onlar, (senin için) ‘Allah'a karşı yalan uydurdu.’ mu derler? Allah dilerse senin kalbini de mühürler ve Allah, batılı yok eder, sözleriyle hakkı ortaya koyar. Şüphesiz, O, kalplerde olanları bilendir."(39) ayetinde işlenen temalar çerçevesinde "Allah, sözleriyle hakkı ortaya koyar." ifadesine dikkat edilirse Kur'an'ın lâfızlarının da Allah'a ait olduğu gerçeği görülür. "Allah dilerse senin kalbini de mühürler." ifadesi ile "sözler"in Allah'a izafe edilmesi arasında çarpıcı bir ilişki söz konusudur. Buna göre, Hz. Muhammed’in (a.s.m.) kalbi, sadece gelen vahiylere karşı alıcı konumundadır; başka hiçbir müdahalesi söz konusu değildir. Bu sebeple eğer kalbi mühürlenirse, gelen vahyin ne manasını ne de lâfızlarını anlayıp ezberinde tutabilir.
(k) İbn Müğire'nin "Bu Kur'an, insan sözünden başka bir şey değil." şeklindeki sözünü hatırlatan Yüce Allah, böyle söylemenin büyük bir suç unsuru teşkil ettiğini ve büyük bir iftira olduğunu, bu sebeple de dehşet verici bir cezayı hak ettiğini ifade etmek üzere: "Ben onu Sakar'a [Cehennem'e] sokacağım."(40) buyurmuştur. Bu da Kur'an'ın, Hz. Muhammed dâhil hiçbir insanın sözü olmadığını ortaya koymaktadır.
Bütün bu deliller gösteriyor ki Kur'an, "Kur'an'ı, Rahman olan Allah öğretti.", "Muhakkak ki o (Kur'an), Âlemlerin Rabbi'nin indirmesidir. Onu Ruhu'l-emin (Cebrail), uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, senin kalbine indirmiştir."(41)
وَإِنَّكَ لَتُلَقَّى الْقُرْآنَ مِن لَّدُنْ حَكِيمٍ عَلِيمٍ
"(Resulüm!..) Şüphesiz ki bu Kur'an, hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından sana verilmektedir."(42) ayetlerinin delâlet ettikleri gibi, Kur'an, sonsuz ilâhî ilimden gelen, sonsuz manaları bulunan ve eşsiz söz dizimine sahip muciz bir kitaptır.
Dipnotlar
1-bk. Menna, el-Kattan, Mebahis, fi ulûmi'l-Kur'an, s. 35.
2-bk. ez-Zerkanî, Menahilu'l-İrfan, I/49; el-Kattan, 36.
3-Kelâmcıların ve İslâm filozoflarının, "kelâm-ı nefsî, gayr-ı nefsî," "mahlûk, gayr-ı mahlûk" vb. kendi çağlarında kullandıkları kavramlarla, zaten çağımızda karışık olan kafaların bir daha karıştırılmasının bir anlamı yoktur. Batıl şeylerin tasviri kadar, hazmedilmeyen ilmin tasviri de safi zihinleri dalâlete düşürür. Bu sebeple o detaylara girmenin ve o terminolojiyi kullanmanın doğru olmayacağını düşünüyorum.
4-et-Tekvir, 81/19-20.
5-el-Hakka, 69/38-42.
6-eş-Şuara, 26/196.
7-krş. Yazır, VIII/324.
8-Geniş bilgi için bk. el-Kurtubî ve Yazır, a.g.y.
9-bk. el-Beydavî, VII/350; el-Kurtubî, XVIII/ 274.
10-Yasin, 36/69.
11-bk. ez-Zemahşerî, IV/606, 607; Yazır, VII/324-325; Taberî, Cebrail ihtimalini hiç kaale bile almamış. bk. et-Taberî, XIV/66.
12-el-Müzzemmil, 73/5.
13-krş. İbn Teymiyye, el-Fetava'l-Kübra, V/144.
14-el-A'raf, 7/157.
15-bk. el-Alûsî, XIX/ 125-126.
16-bk. İbn Teymiyye, V/149-150.
17-bk. İbn Teymiyye, V/146.
18-İbn Mace, Fiten, 8; Darimî, Mukaddime, 8.
19- bk. el-Alûsî, I/8.
20-el-Kıyame, 17-18.
21-bk. er-Rağıb, “kre” maddesi; el-Alûsî, I/8.
22-bk. Dıraz, 3.
23-el-Kıyame,
24-krş. ez-Zerkanî, I/22; Muhammed Dıraz, 5; Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 34.
25-bk. el-Bakara, 75; et-Tevbe, 6; el-Fetih, 15.
26-en-Nisa, 4/164.
27-krş. İbn Hacer, Fethu'l-Barî, XIII/454.
28-bk. er-Rağıb, “klm” maddesi.
29-krş. İbn Teymiyye, IV/146.
30-el-Furkan, 25/77.
31-Yunus, 10/49.
32-el-A'raf, 7/145.
33-bk. ez-Zerkanî, I/50-51.
34-bk. el-Cürcanî, et-Ta'rifat, 84-85; Aliyyü'l-Karî, el-Ahadisü'l-kudsiyye, 2; ebu'l-Beka, el-Külliyat, 288; Accac Muhammed, es-Sünne kable't-tedvin, 22; el-Kasımî, Kavaidu't-tahdis, 64-65; Varol, Ahmed, Kutsî Hadisler, I/11-16.
35-krş. el-Alûsî, I/13.
36-İbrahim, 14/4.
37-bk. Nursî, Asar-ı Bediiyye, s. 434.
38-el-A'raf, 7/158.
39-eş-Şura, 42/24.
40-el-Müddessir, 74/25-26.
41eş-Şuara, 26/192-195.
42- en-Neml, 27/6.
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
Şüphesiz Biz Seni, şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.
Fetih, 8
GÜNÜN HADİSİ
Emin ve doğruluktan ayrılmayan ticaret ehli (ayette sırat-ı müstakim ashabı olarak zikredilen) peygamberler, sıddikler, şehidler ve salihlerle beraberdir.
Tirmizi, Büyu 4, (1209); İbnu Mace, Ticarat 1, (2139)
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...