GÜLCEMAL SOYLU HOCAMIZLA İLİM UĞRUNDA BİR ÖMÜR SERENCAMESİ-2
Rahmetli babam Birinci Dünya Savaşında esir düşüyor. Kosturma esir kampına götürülüyor. Orada iki buçuk yıl Üstad Bediüzzaman’la beraber kalıyorlar. Sonra bir gün Rus komutanı geliyor -Bunu babamdan ben küçük yaşlarımdan itibaren dinlemiştim-
BABAM ALÄ°ÅžAN AÄžA
Rahmetli babam Birinci Dünya Savaşında esir düşüyor. Kosturma esir kampına götürülüyor. Orada iki buçuk yıl Üstad Bediüzzaman'la beraber kalıyorlar. Sonra bir gün Rus komutanı geliyor -Bunu babamdan ben küçük yaşlarımdan itibaren dinlemiştim-
Bütün esirler ayağa kalkıyor. Babam da ayağa kalkıyor. Üstad Bediüzzaman ayağa kalkmıyor. Rus komutanı tekrar önünden geçiyor. Yine ayağa kalmıyor. Rus Generali tercümanı çağırıyor; "sor bakalım, beni tanıyor mu?" diyor.
"Tanıdım" diyor. "Peki, niye ayağa kalkmadın" deyip, üstad bildiğiniz cevabı verince, komutan öfkeleniyor; "bir ölüm mangası hazırlayın, bunu kurşuna dizin" diyor. Üstad bunun üzerine izin istiyor, abdest alıp iki rekât namaz kılıyor. Hızlı hızlı, çabuk çabuk geliyor.
Komutan; "herkes ölüme giderken ağırdan alıyor. Sen çabuk geldin. Niçin çabuk geldin?" diyor.
O da "Rabbime kavuşmak için..Bir an önce Allah'a kavuşmak için" diyor. Bundan çok etkilenen komutan özür diliyor, idam emrini geri alıyor.
Kampta bulundukları bir gün Üstad babamın kulağına; "Alişan kardeş, hakkını helal et, belki bir daha görüşemeyiz. Ben kaçacağım" demiş.
Ondan sonra Bediüzzaman oradan kaçmış.
BABAMIN RUSYADAN KAÇISI VE VAADİ
Üstad'ın kaçtığı sıralar Rusya'da Bolşevik ihtilali oluyor. Çarlık devriliyor. Babam bir süre daha orada kalıyor. Daha sonra, Türkiye'ye giden Gülcemal vapuruna sığınıyor ve diyor ki; "Eğer sağ salim Türkiye'ye döner de, bir erkek evladım dünyaya gelirse, ona Gülcemal ismini vereceğim."
BABAMIN RÃœYALARINA ÃœSTADIN TEÅžRÄ°FÄ°
Daha sonra benim büyük ağabeyim doğuyor. Beş- altı saat canlanmayınca "götürüp mezara gömelim" diyorlar. O sırada Bediüzzaman babamın rüyasına giriyor; "Alişan kardeş, ben niye geldim biliyor musun? Hani senin bir vaadin vardı ya. İlk erkek evladına Gülcemal ismini koyacaktın. Bunu Allah sana ikram etti. Bunun adını İkram koyacaksın."
Sonra yine bir ağabeyim oluyor. Üstad yine babamın rüyasına geliyor, diyor ki; "Bunun adını da Abdulbaki koyacaksın." Ben beş numarayım. Ben doğduğum zaman Üstad yine geliyor; "Bunun adını Gülcemal koyacaksın. Vaad ettiğin kişi bu" diyor. Ve babam benim ismimi Gülcemal koyuyor.
BEDÄ°ÃœZZAMAN'I ARAYIÅžIM
Babam " Oğlum, benim esarette bir arkadaşım vardı. O zaman ona Molla Said-i Meşhur diyorlardı. Şimdi Bediüzzaman ve Said Nursi diyorlar. Bu zatı mutlaka göreceksin. Bu zat hem bir gönüllü albay, hem büyük bir âlim, hem evliyaullahtan bir zattır. Bu zatı göreceksin, elini öpeceksin, duasını alacaksın. Ona diyeceksin ki, babam bana Bağdat'a gitmeyi emretti. Siz de izin verirseniz, Bağdat'a gideceğim. Yoksa gitmeyeceğim" diyeceksin. O, Ege mıntıkasındaymış. Git ara, bul" dedi.
Ben Ege'de üç ay dolaştım. Yok..Bulmak çok zor..Bir gün Kestanepazarı Camiinde Salih Tanrıbuyruğu hocamdan ders okuyoruz. Dersten sonra hocam, "gel bir çay içelim" dedi. Oranın dernek müdürü Raif Cilasun, ben ve Salih hocam oturduk, çay içiyoruz. Ben düşünceliyim.
Salih hocam; "Gülcemal, evladım sen ne düşünüyorsun? Bir derdin mi var?" diye sordu. "Evet, hocam, bir derdim var" dedim. "Hayırdır ne var?" dedi Dedim ki; "Babamın Rusya'da esir kampında bir arkadaşı varmış. Ona o zaman Molla Said-i Kürdi diyorlarmış. Şimdi de Bediüzzaman ve Said Nursi diyorlarmış. Babam o zatı görmemi emretti. Onu bulamıyorum, onun için üzgünüm. Ege'yi dolaşıyorum. Üç ay dolaştım, bulamadım" dedim.
"Yaaa" dedi, "O benim canım, ciğerim, kardeşim, üstadım, efendim, ağabeyimiz, büyüğümüz" dedi, aynen böyle.. "O şimdi Isparta'da. Sen yarın Kemer istasyonundan trene bin. Isparta'ya git, onu bulursun" dedi. Ben durur muyum, hemen gittim, yarının tren biletini o günden aldım.
ISPARTA'YA DOÄžRU
Trene bindim. Isparta'ya doğru gidiyorum. Kompartımanda karşıma bir zat oturdu. Cebinden bir kitap çıkardı. Bana "delikanlı, eski yazı bilir misin?" dedi. Ben de latife olsun diye "eskimez yazıyı iyi bilirim" dedim. O zaman 19 yaşındaydım. "O zaman bu kitabın başından bir sayfa oku bakayım" dedi. Okudum. "Bir sayfa daha okur musun" dedi. Okudum. Çok hoşuna gitti. "Bu kitabı sana hediye etsem kabul eder misin" dedi. "Parasını vereyim, öyle kabul edeyim" dedim. "Yok, hediye etmek istiyorum" dedi. Kitabı aldım.
"Nereye gidiyorsun" diye sordu. "Isparta'ya gidiyorum" dedim. "Hayrola" dedi. Kim olduğunu bilmediğimden "gezmeye gidiyorum" dedim. "Yok, yok, başka bir şey var. Sen nerelisin?" dedi. "Erzurumluyum" dedim. "Eee niye gidiyorsun Isparta'ya'" dedi. "Yaa orada bir zat var, onu görmeye gidiyorum" dedim. "Kim?" dedi. "Bir âlim, Bediüzzaman diyorlar. Sen tanımazsın ya" dedim. "Belki tanırım" dedi. Gülümsedi. "O benim ağabeyim" dedi. Şaşırdım; "Siz kimsiniz?" diye sordum. "Ben Abdülmecid Nursi. Konya İmam Hatip Lisesinde öğretmenim" dedi.
Isparta'ya vardığımda gitmem için bana bir otel tarif etti. "Nuri beyin oteli..Bu otelde üç gün kalırsın. Üç gün kimseye bir şey söylemezsin. Üç gün sonra otel sahibine "beni üstadla görüştürmenizi rica ederim" dersin. Bu bir şifre. Ama ondan önce ben Aydın'ın Ortaklar nahiyesinde trenden ineceğim. Sen de benimle orada in. Orada benim bir arkadaşım var. Onun evinde üç gün kal. Sonra Isparta'ya git" dedi. "Peki" dedim.
Sonra o zat geldi, bizi Aydın Ortaklar'da karşıladı. O zatın evinde üç gün misafir kaldım. Üçüncü gün ona "beni üstadla görüştürmenizi rica ederim" dedim.
"Tamam, seni Isparta'ya gönderelim" dedi.
-O üç gün boyunca Abdülmecid ağabey de sizinle beraber mi kaldı?
-Hayır..O beni o arkadaşına teslim etti. Ondan sonra bir araba geldi. Onu aldı, gittiler.
-Sizin evinde kaldığınız zat Ahmed Feyzi Kul mu?
-Zannedersem o..Neyse, üçüncü gün Isparta'ya gittim. Isparta'da otelin lobisinde baktım bir zat namaz kılıyor. Beyaz bir sarık sarmış. Mübarek bir zat…
İçimden dedim ki; "Ben buna "Üstad Bediüzzaman siz misiniz" desem, ayıp olur. Şöyle söyleyeyim; Efendim, Allah kabul etsin. Siz Üstad Bediüzzaman hazretlerini tanıyor musunuz? diye sorayım."
Gittim, elin öptüm. Bana şöyle bir baktı. "Tanıyorum. Ama o şimdi burada değil. Eğirdir'e gitti" dedi.
-KimmiÅŸ o zat acaba?
-Bilemiyorum. Mübarek bir zat öyle. Hemen otelin arkasındaki sokağa geçtim. Bir vasıtaya bindim, Eğirdir'e gittim.
Eğirdir'de bir eğitim tugayı vardı. Üstadın kaldığı yere gitmek için tugayın içinden geçmesem çok dolaşacaktım. Nizamiye'deki askere dedim ki; "Müsaade ederseniz ben şu karşıdaki evlere gideceğim. Buradan geçebilir miyim?" dedim.
"Niye gidiyorsun oraya" dedi. "Böyle bir zat var" dedim. "Ya, sen Seyda hazretlerini görmeye mi gidiyorsun?" dedi. Onlar Seyda diyorlarmış. "Nerelisin?" dedi. "Erzurumluyum. Sen nerelisin?" dedim. "Ben Bitlis'liyim. O, benim efendim" dedi ve bir evi göstererek; "Üstad hazretleri buradalar. Önce şu evin kapısını çal" dedi.
Askeriyeden geçtim, evin kapısını çaldım. Bir yaşlı teyze çıktı. "Kardeş, buyur" dedi. "Ben Üstad hazretlerini görmeye geldim" dedim. "Bir iki saat önce Isparta'ya gitti" dedi. Oradan hemen gerisin geriye döndüm. Isparta'ya geldim.
Otelde kimseye bir şey söylemiyorum. Üçüncü gün otel sahibi Nuri beye "beni Üstadla görüştürmenizi rica ediyorum" dedim. "Tamam, yarın seni görüştürelim" dedi.
ÜSTADLA GÖRÜŞMEM
Otelin karşısında tepecik bir bahçe vardı. Orada biraz gezeyim, dolanayım dedim. Kitap elimde orada geziyorum. Birisine denk geldim. Selamlaştık. "Delikanlı, galiba yabancısın" dedi. "Yoo yabancı değim, müslümanım" dedim. "Yok, yani Ispartalı değilsin" dedi. "Evet, Ispartalı değilim" dedim. "Ne iş yapıyorsun?" diye sordu. "Çiftçiyim" dedim. Hafızım, hocayım demedim, karıştırmadım. "Sen ne iş yapıyorsun?" diye sordum. "Ben yarbayım. Bugün sivil giyinmiştim" dedi. Meğer o Hulusi ağabey imiş. "Hayrola niye geldin?" diye sordu. "Geziyorum" dedim. "Yok, yok, muhakkak bir iş için gelmişsindir" dedi.
"Bir zat var, onla görüşmek için geldim" dedim. "Yaa, sen Üstad Bediüzzaman'la mı görüşmek istiyorsun?" dedi. "Evet" dedim. "Bak şu karşıda bir cami var. Yarın sabah namazını o camide kıl. İki zat gelir. Birisi uzun boylu, başına sarık sarar, ucunu şuradan sarkıtır. Diğeri de başına bere örter. Cemaat çıkar, onlar çıkmazlar. Minderle mihrap arasında otururlar. Sen o uzun boylunun pazusunu sağ elinle şöyle yakala ve de ki; "Beni Üstadla görüştürmenizi rica ediyorum." Bu da bir şifre yani.
Sabah o camiye gittim. O otelle cami arasında da 15-20 dakika yaya yol var. Bayağı uzak. O iki zat namaza geldiler. Sabah ezanını ben okudum. Müezzinlik yaptım. Cemaat çıktı, onlar çıkmadılar. Minderle mihrap arasında oturdular. Ben de bir saf arkada oturdum. Alttan alta bana bakıyorlar. Neyse, tesbihlerini bitirdiler. Kalktılar, ben de selam verdim. Meğer o uzun boylu Tahiri Mutlu'ymuş. Orta boylu olanı da Ahmed Hüsrev ağabey..
Tahiri ağabeyin sağ pazusunu tuttum; "beni Üstadla görüştürmenizi rica ediyorum" dedim. Tahiri ağabey; "Bak Ahmed ağabey, kimisi taltif için gelir, kimisi takbih için gelir. Bu Gülcemal kardeşimiz, Erzurum dağlarını yarmış, taltif için(güzel niyetle) gelmiş. Bunu üstadla görüştürelim" dedi.
Derken ikisi kollarıma girdiler. Asfalt bomboş.. Birlikte 15-20 dakika yürüdük. Üstadın kaldığı eve gittik. Orada enteresan bir şey oldu. Kapıya vardığımızda kalbimden bir şey geçirdim; "Allah Allah, babam demişti ki bu zat büyük bir âlim, bir Milis albayı, hem evliyaullahtan bir zat. Fakat bir bahçe kapısı ve harabe gibi bir yer. Böyle bir zat böyle bir yerde mi olur? Acaba yanlış mı geldik?"
O sırada Tahiri Mutlu ağabey; "Doğru geldik. Üstad buradalar" dedi. Ben korkmaya başladım. Subhanallah, içimden geçeni okudu.
İçeri vardık. Bir kapı çalındı. Birisi kapıyı açtı. Daracık bir odaya girdik. İçeride bir kanepe, bir hasır ve ince bir Isparta halısı vardı. Yine orada bir sendeledim. "Allah Allah yanlış mı geldim?" dedim.
Sonra salon gibi bir yere geldik. Duvarda beyaz bir perde var. Perdenin arkasında bir kapı daha açıldı. İçeri girdik. Baktım Üstad ders yapıyor.
Bayram Yüksel, Zübeyir Gündüzalp birçok kişiler var. Ceylan ağabey orada filan..
Babam beni daha önceden tembihlemişti; "Oğlum, o çok mütevazı bir zattır. Kim ki onun elini öper, o da onun elini öper. Sen elini öptürme, dikkat et. İncitmeden sağ elinin içini öp" demişti. Hâlâ bunun sırrını çözemedim. Neden sağ elinin içi.. Ayağa kalkınca ben elini öpmek istedim. Öptüm, baktım eğiliyor, ben hemen elimi çektim. Ve sonra incitmeden çevirdim, sağ elinin içini öptüm.
Neyse, ders bitti. Tahiri ağabey bana dedi ki; "Üstad şimdi Afyon Emirdağ'ına gidecek. Durumunu söyle." Ben durumumu, babamın selamını anlatmaya başlayınca tesbihi sağ elinden sol eline aldı,(*) şehadet parmağını var gücüyle kaldırdı; "Ey genç kardeşim" dedi "Bağdat'a git. İlkokuldan başla, bütün tahsillerini bitir. Üniversite tahsilinin bitirince, onun yükseği ile mastır, doktora ile uğraşma. Hemen Ankara'ya gel. Maarif vekâletinde(Milli eğitimde) çalış. Amir de olsan, memurda olsan yaş haddin doluncaya kadar oradan ayrılma. Hep orada hizmet ver. Başka bir kuruma geçme. Irak'ta veya Türkiye'de olduğun müddetçe ayrı bir cemaat tesis etme. Mevcut cemaatle Kur'an'a, İslam'a hizmet et. Irak vatandaşı olma. Arapçayı her yönüyle öğren. Türkiye'ye dön. Türkiye'deki kardeşlerine Arapçayı öğret. Nihayet en gür sada İslam'ın olacaktır. Allah yolunu açık etsin. Babanız, kardeşim Alişan ağaya selam, muhabbetlerimi söyle" dedi, kucaklaştık. Beni sıktı, bağrına bastı, alnımdan öptü.
Dışarı çıktık, kendisini uğurlayacağız. 10-11 kişi varız. Bize el işaretiyle "dağılın, dağılın" dedi. Biz de dağıldık. Uzaktan arabaya el salladık.
Arabayı Ceylan sürdü, Afyon Emirdağ'ına gittiler. O gittikten sonra, bir de baktım, ağaçların arkasında polisler, jandarmalar bekliyorlar. Demek biz toplu olsaydık baskın yapacaklardı yani… Onun için bize "dağılın" emrini verdi.
Erzurum'a döndüm. Babama müjdeyi verdim. "Oğlum, sen icazetnameyi büyük yerden aldın. Allah yolunu açık etsin. Bağdat'a marş marş. Üniversite tahsilinin bitirince, onun yükseği ile mastır doktora ile uğraşma. Hemen Ankara'ya gel. Maarif vekâletinde(Milli eğitimde) çalış. Yaş haddin doluncaya kadar." dedi. Bu sözü bana aynen hem babam, hem Şeyh Emced Zehavi, hem Bediüzzaman Efendi hazretleri, hem de Süleyman Hilmi Tunahan Efendi söyledi…
Bağdat'ta 57'den 79 'a kadar kaldım. İlkokul, lise, üniversiteyi bitirdim. İki fakülteden mezun oldum. Gece Üniversitesi, Dil Tarih Coğrafya fakültesinin Kütüphanecilik bölümü, bir de gündüz Bağdat Üniversitesinin Fen Edebiyat Fakültesinin İlahiyat bölümünü bitirdim. Bu arada Bağdat büyükelçiliğimizde görev yaptım. Sonra Ankara'ya döndüm. Hep milli eğitimde çalıştım. Otuz altı yıl iki ay hizmetten sonra, yaş haddinden emekli oldum. Böylece Bağdat hikâyemiz bitmiş oldu.
-Devam edecek-
(*) O tesbih şimdi Mustafa Sungur ağabey'de. Turgut Özal merhum Başbakanken Kocatepe camiinin açılışına gelmişti. Orada Sungur'u gördüm. "Gülcemal tesbihi tanıdın mı?" dedi. "Ver, o üstadımın tesbihi" dedim(Gülüyor) "Vermem, üstad bana verdi" dedi.
Â
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
numan, 2011-05-25 10:35:24
çok etkileyici.
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
DÄ°ÄžER YAZILAR
Şüphesiz Biz Seni, şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.
Fetih, 8
GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°
"Kim alim geçinmek, sefihlerle münazara yapmak ve halkın dikkatlerini kendine çekmek gibi maksadlarla ilim öğrenirse Allah o kimseyi cehenneme atar."
Tirmizi, Ä°lm 6, (2666)
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm Ä°nternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yaptÄ...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARÄ°HTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...