GÜLCEMAL SOYLU HOCAMIZLA İLİM UĞRUNDA BİR ÖMÜR SERENCAMESİ-3

BAĞDAT’A GİDİŞİM O zaman Bağdat’a trenle girmiştim. O da enteresan oldu. Haydarpaşa’dan trene bindim. Gece 12.30 gibi tren Bağdat’a ulaştı. Baktım genç biri; “buyur kardeş, benim arabam var, seni götüreyim” dedi. “Benim param yok, taksiye binemem” dedim


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2011-06-01 10:05:48

BAĞDAT'A GİDİŞİM

O zaman Bağdat'a trenle girmiştim. O da enteresan oldu. Haydarpaşa'dan trene bindim. Gece 12.30 gibi tren Bağdat'a ulaştı. Baktım genç biri; "buyur kardeş, benim arabam var, seni götüreyim" dedi. "Benim param yok, taksiye binemem" dedim. "Boş ver parayı" dedi. Beni taksiye bindirdi. Şeyh Abdülkadir Geylani hazretlerinin medresesine götürdü.

Para vermek istedim, kabul etmedi; "ben seni Allah için getirdim" dedi. Orada bana bir oda verdiler, bir müddet orada kaldım.

EMCED ZEHAVİ İLE TANIŞMAM

-Emced Zehavi hazretleriyle de o sırada mı tanıştınız?

-İşte o gittiğim sene, 57'in sonlarında tanıştım. Evi benim namaz kıldırdığım camiye yakındı. Gelirdi. Sabah namazını müteakip güneş doğana kadar bana ders okuturdu. O zaman ben bekârdım. Camiin lojmanında kalıyordum. Yastık getirirdim, yaslanırdı. Yaşlıydı kendisi Ayakları romatizmalıydı. Fıkıh okutuyordu. Kuduri metnini okuduk. Sonra Merak-ul Felah'ı okuttu. Güneş doğunca koluna girer, evine kadar götürdüm.

Bir gün çok enteresan bir şey oldu. "Bugün ders yapmayalım, sohbet edelim" dedi. Camide sohbet ediyoruz.

-Arapça mı?

-Hem Türkçe, hem Arapça. Emced Zehavi Türkçeyi çok güzel konuşurdu. Sultan Abdülhamid cennetmekân zamanında İstanbul Hukuk fakültesini bitirmiş. Hem de Medresetü'l Kudat'ı bitirmiş. Medresetü'l Kudat Kadı mektebinin üstü bir okul. Bugün doktora-mastır diyoruz. Hukuk üzeri mastır okunan bir yer gibi..

Neyse, sohbete başladık. Bana; "sen Türkiye'den buraya niye geldin?" dedi. "Arapça öğreneceğim, ilim irfan elde edeceğim" dedim. "kaç sene kalacaksın" diye sordu. "beş altı sene kalacağım" dedim. "Sonra ne yapacaksın?" dedi. Türkiye'ye döneceğim. İslami ilimleri okutacağım" dedim. "Bak sevgili kardeşim Gülcemal. Sen burada allame-i cihan dahi olsan, Türkiye'ye diploma almadan gidersen, Türkiye'de, Diyanette seni farraş(süpürgeci) bile yapmazlar" dedi.

Sonra; "Terbiye-i İslamiyye mektepleri var. Şimdi ben oranın genel müdürü Abdülvehhab Samarrai'yi arayacağım. Seni okula kaydetsin" dedi. Kendi özel arabasıyla beni oraya gönderdi.

Terbiye-i İslamiyye mektepleri İlkokul, ortaokul ve liseden müteşekkildi. Genel müdür Abdülvehhab Samarrai aynı zamanda avukattı.

-Terbiyetü'l İslam dergisini de çıkarmış..

-O dergi de ben 21 sene çalıştım. O dergiyi İslam âlemine postalardım. Neyse ben orada altı yıllık ilkokulu üç yılda verdim. Ortaokul ve lise kısmını da okudum.

Emced Efendi vefatından üç gün evvel beni çağırdı. Ziyaretine gittim. Türkçe; "Kardeş, tahsilini devam ettiriyor musun?" dedi. "Ettiriyorum efendim" dedim. "Aman oku..aman oku. Burada üniversiteyi bitirince onun yükseği ile mastır doktora ile uğraşma. Hemen git, Ankara'da Maarif vekâletinde(Milli eğitimde) çalış. Başka bir kuruma geçme " dedi. Böyle bir tembihatta bulundu.

Üstad Bediüzzaman da, babam da aynı şeyi söylemişti. Emced Efendi tahsilimi devam ettirdiğime çok sevinmişti. Bana çok dua etti. Elini öptüm; "emriniz var mı?" dedim. "Yok" dedi. Kısa bir süre sonra da vefat etti.

Cenazesinde çok muazzam bir kalabalık oldu. Yer yerinden oynadı. Bağdat'ta İmam Azam makberesine defnedildi.

Yani demek istiyorum ki o ileriyi görüyor ve beni okumaya teşvik ediyordu. Diyordu ki; "Her asrın bir silahı vardır. Yirminci asrın silahı da etiket ve diplomadır. Sen üniversiteyi mutlaka burada bitir. Üniversiteyi bitirmeden Türkiye'ye dönme."

EMCED EFENDİ VE HÜSEYİN FEVZİ PAŞA'DAN ÜSTAD HAKKINDA DİNLEDİKLERİM

-Emced Zehavi ile Üstad Bediüzzaman hakkında konuşurduk demiştiniz. Biraz anlatır mısınız?

-Emced Zehavi Bağdat'ta ondan bahsederdi. Zannederim ki Şam'da görüşmüşler. (1910 senesinde Üstad Bediüzzaman Şam'da meşhur hutbesini vermiş ve Şam âlimlerinin büyük takdirini kazanmıştı. Salih Okur)

-İstanbul'da okurken görüşmüşler..

-Şam'da da görüşmüşler. Bağdat'ta yaşlı bir Hüseyin Fevzi paşa vardı, aynı zamanda veterinerdi. O da Şam'da Üstadla görüşmüş. Hatta Hüseyin Fevzi Paşa'dan dinlediğime göre üstad, Şam ulemasına vaazu nasihatte bulunmuş, sohbet etmiş. Onlara çok şeyler anlatmış.

Emced Zehavi üstadla alakalı çok güzel şeyler anlatıyordu. Hüseyin Fevzi paşa da öyle. Hatta o Hüseyin Fevzi Paşa'ya o zamana kadar yazdığı risaleleri bir cilt halinde hediye etmiş. Hüseyin Fevzi paşa da bana hediye etmişti.

Her Salı günü Paşa'nın evinde divan toplantısı yapılırdı. Ben de giderdim. Bağdat'ın Kesre mıntıkasında bir evi vardı.

O kitabı bana verdi; "Gülcemal, bu kitabın kıymetini senden başka bilen olmaz. Benim çocuklarım Osmanlıca bilmiyorlar. Sen biliyorsun. Bu kitabı sana hediye ediyorum" dedi.

Sonra bir ara biz Türkiye'ye geldik. İki üç ay çoluk çocukla yaz tatiline gelmiştik. Bağdat'taki evimde bir şömine vardı. Onun üzerine bu kitabı başka bazı kitaplarla beraber koymuştum.

Bağdat'ta bir böcek vardır, ona "Arza" derler. Karıncaya benzer. Karınca sarıdır veya siyahtır. Bu ise beyazdır. Ve elini değdirirsen su gibi yayılır. O, kitap düşmanıdır. İşi gücü kitap yemektir. Sonra onun tükürüğüyle evin yüzünde parmak kalınlığında tüneller açar ve o tüneller içinde yürür.

Evin her tarafında tüneller görürsün. O Risale-i Nur kitabının alt kapağından girmiş, üst kapağından çıkmış. Ama hiçbir harfe dokunmamış.

-Allah Allah..

-Kâğıdın boş yerlerini dele dele zik zak yapmış gitmiş. Bunu hiç unutamıyorum. Bir de bir hadis kitabı vardı. Onun da sanırım 100-150 sayfasını delmiş.

-O Risale siz de duruyor mu?

-Hayır. Ben Irak'tan 1979'da apar topar geldiğimde bazı kitaplarım elçiliğin kütüphanesinde duruyordu. Daha sonra da savaş oldu, şu oldu, bu oldu. Bir daha da Bağdat'a gidemedim. Orada öyle kaldı. Çok üzüldüm tabii..

HÜSEYİN FEVZİ PAŞA'NIN DUASI VE İLGİNÇ RÜYASI

Hüseyin Fevzi Paşa 104 yaşında, İstanbul'da vefat etmişti. Diyordu ki; " Cenab-ı Hakka dua ediyorum, benim ruhumu İstanbul'da kabzetsin diye." 100 yaşlarındayken "Gülcemalciğim, ben İstanbul'a gideceğim" dedi. Kendisini havaalanından uçağa bindirdim.

Hüseyin Fevzi Paşa soy olarak hem Hz. Hasan'a hem de Hz. Hüseyin'e dayanıyordu. Onun için kendisine Haseni vel Hüseyni derlerdi. Onun gördüğü bir rüyayı anlatayım. Rüyasında Hz. Ali ona demiş ki; "Evladım, Türk askerlerine söyle ki, Irak ordusu Türk ordusunun emrinde yetişecek. Ve sonra Irak ordusuyla Türk ordusu bir ordu haline gelecek. İran ordusu da içini temizleyecek. Onlar da hidayete erecek. Ve bu üç ordu Ortadoğu'da bir temizlik harekâtına başlayacaklar."

Bir Salı Divanı toplantısında, misafirler kalkarken bana "sen otur" dedi. Sonra bana bu rüyayı anlattı. "Bu rüyayı Irak'ta kimseye söyleme. Ama Türkiye'de söyle. Bunu oradaki paşalara, askerlere söyleyebilir misin?" dedi.

"Söylerim" dedim. Erzurum'a gittiğimde oradaki yetkililere söyledim. Onlar da not aldılar.

İŞARAT'ÜL İ'CAZ'DAN MEZUNİYET TEZİ

Prof. Dr. Ömer Abdülaziz Şileyhan, Bağdat Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İlahiyat bölümünde bizim hocamızdı. Bizden İşarat'ül İ'caz kitabından tez yazmamızı istedi. Mezuniyet tezi.. "19-20 sayfadan az olmasın" dedi. Ben otuz sayfa yazdım, verdim.

-Bu kaç tarihinde oluyor?

-1979'da..Kitabı ilk kez ben ona vermiştim. Çok hayran kaldı. Hatta bir keresinde üniversitenin kafeteryasında oturduk, sohbet ettik, çay içtik. Kitabın önemli yerlerini bana anlattı. Müellifi gördüğümü söyleyince son derece sevindi.

HULUSİ AĞABEY'İN BAĞDAT'I ZİYARETİ

Hulusi ağabey yıllar sonra Bağdat'ı ziyaret etti. Merhabalaştık. "Ben seni bir yerden tanıyordum. Dur bakayım, sen beni hatırlayacak mısın?" dedi. "Hatırladım, hatırladım. Isparta'da otelin karşısında görüşmüştük" dedim. "Allah Allah unutmamışsın ya" dedi. Gülüştük.. Bende misafir oldu..

"EY İMAM EBU HANİFE KALK, BAK KİMLER GELDİ?"

Bağdat'ta Hac ve evkaf bakanlığı vardı. 1966-67'diydi sanırım. O sıralar bu bakanlığın başında Prof. Dr. Abdüssettar el Cevari vardı. Bir gün beni evkaf bakanlığına çağırdılar. Dediler ki; "Türkiye'den 50-60 otobüsten oluşan bir hac kafilesi geliyor. Bakan, İmam-ı Azam Camiinde onlara bir konuşma yapacak. Bu konuşmayı hacılara tercüme eder misiniz?

"Tamam" dedim. Bakanla görüştüm. Camide Afganistan'dan, Pakistan'dan gelen hacılar da vardı. İçeri tıklım tıklım doldu. Bakan, sabah namazını müteakiben konuşmasını yaptı. Ben tercüme ettim. Sonra bakan dedi ki "ben izin istiyorum. Mikrofonu sana bırakıyorum. Hacılara nasihat et, konuş. Burada misafirhanelerimiz var. Yemek yerlerimiz var. İstedikleri gibi yemek yiyebilir, yatabilirler" dedi ve gitti.

Ben bakanı uğurladıktan sonra hacılara konuşmaya başladım. O sırada orada, 96 yaşlarında Abdülcebbar Efendi vardı. Azamiye halkından.. Kendisi Türkleri çok seviyordu. Sabah namazını mihrabın hemen yanında kılardı. Sadık bir insandı. Çocukları da kendisi gibi dindardı.

Abdülcebbar Efendi "o mikrofonu biraz bana verir misin?" dedi. "Buyrun" dedim, mikrofonu verdim. Ayağa kalktı, mikrofonu eline aldı ve şöyle seslendi; "Ya İmamuna(Ey imamımız) İmam-ı Azam-ı Ekber! Ey Ebu Hanife kalk! Senin hakiki sevenlerin geldi. Türkler geldiler! Uyan Ey İmam-ı Azam, uyan! Bak bak kimler geldi!" diye bir şahlandı, Sonra hüngür hüngür ağladı..Bizi hep ağlattı orada…(Gülcemal Hocamız gözyaşlarına boğuldu)

Sonra ellerini açtı; "Ya Rabbi! Buraya Türkleri gönder! Şu memleketi kurtarsınlar" diye dua etti. Bu anımı hiç unutamıyorum.

HOCALARIMDAN ABDÜLAZİZ BEDRİ(SAMARRAİ)

Abdülaziz Bedri hocam, ben ortaokulda okurken Terbiyetü'l İslamiyye mektebinde dersimize giriyordu. Girdiği dersin ismi "Dava" idi. Yani İslam'a davet dersi idi.

Bir gün benim imamlık yaptığım Bağdat Dehan camiine geldi. Cübbeyi sarığı uzattım. "Hocam, buyrun namazı siz kıldırın" dedim. "Yok, sen maaşlı imamsın. Namazı senin kıldırman lazım" dedi.

İkindi namazını müteakip cemaate bir sohbet etti. Çok müessir, etkili bir sohbette bulundu. O gün çok değerli bir cemaat vardı, doktorlar, mühendisler, subaylar, mal müdürleri ile cami doluydu.

Bir gün Adile Hatun camiinde bir Cuma namazı kıldı. Şöyle dua etmişti. "Euzu billahi min şururi enfüsina ve min seyyiati hükkamina"

(Nefislerimizin şerrinden ve idarecilerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırım.)

Namazdan sonra sivil polisler onu aldı, götürdüler. Fakat cami cemaati bunu hissedince, arkalarına takıldılar. Yolda katılımlar da oldu. Binlerce kişi karakolu sardılar. Karakolun demirlerini filan söktüler ve "Vallahi şimdi burayı başınıza yıkarız" dediler ve hocamı hemen hapisten çıkardılar.

Daha sonra Saddam Cumhurbaşkanı yardımcısıyken, hocayı evinden alıp götürüyorlar. İşkence ediyorlar. Ve şehid ediyorlar. Bir askeri vasıtayla cesedini getirip, evinin kapısı önüne bırakıyorlar. Bir de üzerine bir levha yapıştırıyorlar; "intihar etmiştir." Hâlbuki vücudunda sigaralar söndürmüşler, türlü işkenceler etmişler.

Çok sıkıştırmışlar "Cemaatin kimlerdir?" diye. Hocam da onlara sır vermemiş, Saddam'a demiş ki; "Sen benden bir şey alamazsın. Benim canımı Allah alır. Ama sen de sebeb olursun. Benden bir şey de alamazsın" diyerek şehid oluyor.

Kardeşi Halid ortaokul da benim arkadaşımdı. Abdülaziz Hocam büyük bir mücahiddi. Büyük bir âlimdi.

HOCALARIMDAN FUAT ALUSİ

Bağdat'taki hocalarımdan birisi de Muhammed Fuad Alusi merhumdur. Ona ilk gittiğimde dedi ki; "Madem sen dil öğrenmeye geldin. Öyleyse Türkçe konuşmak yasak."

O Türkçe biliyordu, İstanbul'da okumuş. Bana dedi ki; "Bir ay seninle çalışacağız. Ama hiç defter kalem kullanmayacaksın. Beni yalnız dinle" dedi. Bir ay boyunca Dicle kıyısında yürüyerek konuştuk.

Sonra bana dedi ki; "Git, iki yüz sayfalık bir defter al. Bir satır yaz, bir satır boş bırak. Neler konuştuk, hatırla, yaz, hatırla yaz. Arapça ifade edemediğini Türkçe olarak yaz. Bana söylersin, ben sana Arapçasını söylerim. Defteri doldur, gel" dedi. O zaman Irak'a yeni gitmiştim.

Ben de bir ay boyunca konuşmalarımızdan aklıma geleni yazdım. Biraz Arapça biraz Türkçe yazdım, çizdim, defteri doldurdum.

"Güzel. Şimdi yüz sayfalık bir defter al, gel" dedi. Gittim, getirdim. O iki yüz sayfalık defteri beraber tashih ettik. Defteri baştan sona düzeltti. "Şimdi bu düzelttiklerimi yüz sayfalık deftere güzel bir şekilde geç bakalım" dedi. 10-15 gün müsaade etti. Yaptım, götürdüm. Baktı, tebrik etti. "Bak şimdi Arapça öğrendin. Arapça böyle öğrenilir. Kitaptan okursun okursun, orada kalır. Arapça öğrenmek için pratik yapacaksın. " dedi. Ben Arapçayı böyle öğrendim.

(Gülcemal hocamız gülüyor) Ya, ben tazelendim bu Irak hatıralarıyla..Ne hatıralardı bunlar ya…

-Fuat Alusi, Üstad Bediüzzaman'ı tanıyor muydu?

-Tabii tabii ondan bahsederdi. "Türkiye'de gençliğin imanını kurtaran odur. Gençlik onun elinde terbiye gördü. Eğer o olmasaydı, böyle nazik bir dönemde Türkiye'de belki İslam'ın ismi kalmayacaktı. Onun himmetiyle Müslümanlık Türkiye'de neşvünema buldu" derdi.

Sonra Muhammed Kızılcı ondan bahsederdi. Abdülkadir Hatip üstadı anlatırdı. Hepsi üstadı tanır ve severlerdi.

-Devam edecek-

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Mesut Sal, 2014-03-23 13:52:01

Çok güzel hatıralar..

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

Şüphesiz Kur'an, mü'minler için gerçekten bir hidâyet rehberi ve rahmettir.

Neml, 77

GÜNÜN HADİSİ

İki kelime vardır ki, Rahman'a sevimli, dilde hafif ve mizanda ağır gelir. Bunlar; "Sûbhanellahi ve bihamdihi, Sûbhanellahil-azim=Yüce Allah'ı hamd ile tesbih ederim, Yüce Allah'ı tenzih ederim." kelimeleridir.

Buhari Tecrid-i Sarih, 2189

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI