NİÇİN ORUÇ?
İnsanların ve cinlerin niçin yaratıldıklarını bizzat yaratıcı bildirir: "O'na ibadet etsinler, yani O'nu tanısınlar diye." (Zariyat: 51/56) Ancak sınırlı bir akılla sınırsız bir varlığın tanınması zor, hattâ hakkıyla tanınması imkânsız olduğundan nasıl tanıyacağımızı ve nasıl kulluk edeceğimizi de bize yine O öğretmiş ve kullukla ilgili bazı fiilleri zorunlu (farz) kılmıştır.
Farziyeti, Hikmeti Ve Faydaları
a- Farz Oluşu
İnsanların ve cinlerin niçin yaratıldıklarını bizzat yaratıcı bildirir:
"O'na ibadet etsinler, yani O'nu tanısınlar diye." (Zariyat: 51/56) Ancak sınırlı bir akılla sınırsız bir varlığın tanınması zor, hattâ hakkıyla tanınması imkânsız olduğundan nasıl tanıyacağımızı ve nasıl kulluk edeceğimizi de bize yine O öğretmiş ve kullukla ilgili bazı fiilleri zorunlu (farz) kılmıştır.
Yani Allah'ı (cc) tanımanın ve O'na kulluğun asgarî şartı bu zorunlu ibadetlerdir. Oruç da bu ibadetlerden biridir. Allah Resulü (sav), bir mübarek sözlerinde, bu temel ibadetleri bir arada anar ve buyurur ki:
"İslâm beş şey üzere kuruludur: Allah'ı birlemek (tevhid), namazı dosdoğru kılmak, zekâtı vermek, Ramazan orucunu tutmak ve hac yapmak." (Müslim, İmân, 5)
Tek başına bu hadis bile, orucun farz olduğunu bildirmeye yeter. Ancak bundan önce Kur'ân-ı Kerîm'de orucun inananlar için bir farz olduğunu vurgulu bir ifade ile bildirmiştir:
"Ey mü'minler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılınmıştır ki, sakınasınız." Bakara: 2/183
Daha önceki semavî dinlerde de oruç bulunduğu için, Allah Resulü Efendimiz orucu biliyordu ve Medine-i Münevvere'ye hicret etmezden önce, Aşure orucuna da devam ediyordu. Hicretten sonra, ikinci yıl Muharrem'in onunda, çocuklara varıncaya kadar bütün müslümanlara oruç tutturmuş ve aynı yıl Ramazan orucu farz kılınınca: "Aşure günü dileyen oruç tutsun, dileyen terk etsin" buyurmuşlardır.
Yani Ramazan orucu ilk defa Hicretin ikinci yılı içerisinde farz kılınmıştır. Farz kılınışı büyük Bedir Harbinden bir ay ve birkaç gün önceye rastlar. Bedir Harbi ise, aynı yıl Ramazan'ın onyedinci Cuma günü vuku bulmuştur. Buna göre Ramazan orucunun farz kılınışı, Şaban ayı içerisinde olmuş olur.
Allah Resulü dokuz sene Ramazan ayı orucunu tuttuktan sonra vefat etmiştir. Bu, farz olan Ramazan orucudur. Bunun dışında vacip, sünnet, müstehap, nafile, mekruh ve haram olan oruçlar da vardır.
Farz olduğu, kitap ve sünnetin kesin delilleriyle sabit olduğu için, orucu inkâr küfürdür, insanı dinden çıkarır. Hafife ve alaya almanın da aynı olduğunu söylemişlerdir. Hatta inanmakla beraber, ibadetleri yapmamak insanı dinden çıkarmasa bile, herkesin göreceği yerlerde açıkça oruç yemenin, orucu hafife alma anlamına geleceğinden, küfür olduğunu söyleyenler de vardır.
Özürsüz olarak bozulan bir günlük Ramazan orucunun kaçırılan sevabı, bütün zaman sürecini oruçla geçirmekle dahi karşılanamaz.
Diğer yönden, tutulması halinde, "Orucun sevabı, Allah'tan başka kimsenin takdir edemeyeceği kadar büyüktür.."
"Her iyiliğin karşılığı on ilâ yedi yüz katıyla verileceği halde, orucun karşılığını ancak Allah bilir.",
"Oruçlunun acıkmaktan doğan ağız kokusu, Allah için miskten daha güzeldir.",
"Oruç, ateşten koruyan bir kalkandır, tutana Kıyamet günü şefaatçidir.",
"Oruçlu, duası geri çevrilmeyen üç gruptan biridir.",
"Ramazan orucunu dünya ile ilgili faydalardan ötürü değil de, sadece Allah için tutanın geçmiş günahları bağışlanır",
"Ramazanda yapılan nafile bir ibadet, sevap bakımından diğer günlerdeki farzlara denktir. Farz ise, diğer günlerdeki yetmiş farza denktir."
b- Hikmeti ve Faydaları
Orucun hikmetleri, aynı zamanda faydası sayılacağından, bu ikisini birlikte ele alıp, bazan fayda, bazan da hikmet diye açıklayacağız. Ancak anlaşılmasını kolaylaştırmak için, konuyu bir başka açıdan ikiye ayırarak işleyeceğiz:
a) Orucun keyfiyeti ile ilgili hikmetler,
b) Dünya ve ahirete yönelik faydaları.
Ancak burada çok önemli bir noktaya değinmek zorundayız:
Orucun esas hikmeti -diğer ibadetlerde olduğu gibi- her şeyden önce "Hakîm" bir zat tarafından emredilmiş olmasıdır. Ya da onu emreden "Hakîm'dir, yani her yaptığı yerli yerindedir; bir hikmete dayalıdır, işlerin en yerinde olanıdır. Öyle ise oruç da böyledir. Bu yüzden oruç aklımızın kavrayacağı talan ya da filan faydalardan ötürü farz kılınmıştır demek çok hatalı olur.
"Onlar ki, görmeden inanırlar." (Bakara: 2/3)
"Görmedikleri halde Rahman'dan ve Rablerinden korkarlar."(Mülk: 67/12)
Kaldı ki, ibadetler hikmetlere değil, illetlerine binaen farz olunurlar. Hikmetler çoğu zaman akılla kavranılsa bile, illetler, farz kılan (Sâri) açıklamadıkça kesin olarak kavranılamaz. Bu yüzden orucun illeti, ya da en büyük hikmeti, farz olduğunu bildiren âyette gösterilen hedef olmalıdır.
"Allah'tan sakınasınız, yani takva sahibi olasınız diye..."( Bakara: 2/183) Aynı âyetin "Ey iman edenler..." hitabı ile başlaması da, orucun maddî tayda ve hikmetlerinden ötürü değil, ancak imandan ötürü tutulabileceğini gösterir. Nitekim modern tıp, orucun bazı faydalarını tesbit etmiş olmakla beraber, inanmayanların hiçbirisi müslümanlar gibi oruç tutuyor değillerdir. Allah Resulü de makbul olan orucu, iman ve ihtisab (sadece Allah için yapma) şartına bağlamıştır. Ancak aslolan bu olmakla beraber, orucun akılla kavranan birçok hikmetleri de yok değildir.
2- Keyfiyeti İle İlgili Hikmetleri
Oruç sıkıntılı Mekke döneminde değil, imkânların oldukça bollaştığı Medine döneminde farz kılınmıştır, tâ ki oruç iktisadî şartların zorlaması ile konulan bir farzdır, denmesin. Bundan, imkânları bollaşıp, karnı doyan insanın, gayesini unutabileceği anlamı da çıkarılabilir. Farz olan oruç ise panzehirdir. İlacın fazlası zararlı, azı faydasızdır.
Orucun bir ay oluşunda İslâm'ın her şeyde orta yolu tuttuğunun işareti de vardır. Çünkü daha önceki dinlerde de oruç vardı, ancak bazısında çok uzun, bazısında da çok kısa idi.
Oruç günün belli bir zamanı ile sınırlandırılabileceği gibi, yemeyi içmeyi azaltmakla da olabilirdi. İslâm birinciyi seçti. Çünkü ikinciyi tayin ve uygulama zor olduğu gibi, insanların vücud yapıları ve ihtiyaçları değişik olduğundan, bunda adaletsizlik de söz-konusu olurdu.
Oruç herkesin kendisi için seçeceği bir ayda, ya da güneş yılına göre bir ayda değil de, senenin her mevsimini dolaşan Ramazan ayında farz kılındı. Böylece hem cemaat şuuru sağlandı. Çünkü bazı zor işler, topluca yapıldığında, zorluğu hissedilmeden kolaylıkla yapılır. Hem de dünyanın değişik bölgelerindeki insanların bir kısmının devamlı uzun ve sıcak günlerde, diğer kısmının da devamlı kısa ve serin günlerde oruç tutmaları gibi bir adaletsizlik önlendi.
Ayrıca; insana misyonunu öğreten, doğruyu yanlıştan ayıran Kur'ân-ı Kerim, Ramazanda inmiş ve onu şereflendirmiştir. Oruç için bir ay seçilecekse, elbette ondan daha uygunu bulunamayacaktır.
3- Dünya Ve Âhirete Yönelik Faydaları
İnsan diğer varlıklara göre çok daha değişiktir ve o merkez durumundadır. Havyanlarda sadece iştiha (arzu, şehvet) vardır, akıl yoktur. Melekler ise sırf nurdan yaratılmışlardır, çeşitli arzulara (şehvetlere) sahip olmayan yüce varlıklardır. İnsan bu iki konumdan da nasibi olan varlıktır. Akla, ruha ve şehvetlere birlikte sahiptir. Onun için melek, yüceliği; hayvan da aşağılığı temsil eder. Ama meleklerinkini aşan yücelikler bulunduğu gibi, hayvanları çok yücelerde bırakan aşağılıklar da vardır. İşte insan, bu uçsuz bucaksız arenada, kendi yerini seçme hürriyetine sahip tek varlıktır. Arzularını aklının ve ruhunun emrine vermekle, yükseldikçe yükselecek, belki de melekleri bile aşacaktır. Zıddı ile aklını ve ruhunu arzularının eline vermekle de "hayvanlardan da aşağı" olacaktır. Yaratıcısının istediği; onun, münker adına üzerinde bulunan ağırlıklarını atarak, olabildiğince yükselmesi ve Rabbini "Yakîn" ile bilmesidir. Bu vasıf meleklerin vasfıdır. İşte oruç, insanın meleklik yönünü güçlendiren ibadetlerin başında gelir. Çünkü onlar da yemezler ve içmezler. Yine çünkü aşırı yeme içme ve nefsî arzuları tatmin ile aşırı meşgul olma, hayvanî nitelikleri geliştirir, nefsi besler ve güçlendirir. Nefis ise Allah'ın düşmanıdır ve "İşi gücü kötülükleri emretmektir."
Öyle ise ona yenilmemek ve başını ezmek gerekir. Bunun en kestirme yolu da açlıktır. Nitekim bir hadis-i şerifte, Allah'ın nefse: "Ben kimim, sen kimsin?" diye sorduğu, nefsin de:
"Sen sensin, ben de benim" dediği, buna karşılık Allah'ın onu Cehenneme atmak gibi bir sürü eziyetlerle cezalandırmasına rağmen onun, her seferinde sorulan bu soruya aynı cevabı verdiği, nihayet onu açlıkla deneyince, "Sen benim merhametli Rabbimsin, ben ise Senin âciz bir kulunum" dediği nakledilir.
*Oruç insanın gafletten uyanmasını, başıboş olmadığını anlamasını, ve Rabbini tanımasını sağlar.
*Oruç, Allah'ın nimetlerini hatırlayarak O'na olan teşekkür borcunu ödemektir. Çünkü her zaman her istediğini yiyebilen insan, oruç tutmakla:
"Bu nimetler benim mülküm değil, ben bunları yiyip içmekte hür değilim, başkasının malıdırlar, yemek için O'nun emrini bekliyorum" demiş ve manevî bir şükür yapmış olur.
*Oruç zenginlere fakirlerin durumunu hatırlatmak; böylece sosyal dayanışmayı, yardımlaşmayı, sevişmeyi ve toplum düzenini kolaylaştırmak demektir. Zira başka yolla "zengin fakirin halinden bilmez." Bu yüzden Mısır'ın kıtlık yıllarında, Hz. Yusuf un bütün zahire ve erzak ambarları elinde olduğu halde, üç günde bir yemek yediği ve sebebini soranlara; "Benim karnım tok olursa, zahire almaya gelen zavallılara acıyabilir miyim?" dediği nakledilir.
*Oruç, gücüne, kuvvetine, varlığına güvenip ululuk taslayanları, firavunlaşma ve Karunlaşma istidadında olanları, açlığın kırbacıyla acıtıp onlara âciz olduklarını ve bir Kadîr'e muhtaç bulunduklarını hatırlatır. Zira: "Dünyada açlık kadar müessir ma'şeri bir vicdan oluşturan başka bir motif yoktur." Yine "Bu yolla insanın mayasında bulunan kibir, gurur, enaniyet ve üstünlük gibi şeytanî tekebbürü de mahviyet, tevazu ve teslimiyete dönüştürür."
*Oruç, maddî ve manevî bir perhiz ve bu itibarla önemli bir ilaçtır, nitekim Allah Resulü "Sıhhat bulmak için oruç tutun" buyurmuştur. Oruç zor zamanlarda ve olağanüstü durumlarda, uzun süre açlığa tahammülü sağlayacak iyi bir eğitim ve cihad hazırlığıdır.
*Oruç, vücutta bir fabrika durumunda olan mideye hizmetçi pozisyonundaki bir sürü organın, fabrika sanki yıllık bakıma alındığı için, onunla irtibatlarının kesilmesi, onların sırf mideye hizmet için yaratılmadığını, melekleşme yolunda da görevlerinin bulunduğunu hatırlatmaktadır.
*Ayrıca oruç, şehvanî arzuların doruk noktasında bulunan genci, sapık ilişkilere zorlayan hormon birikimini ta'dil eder. "Kimin evlenme masraflarına gücü yetmezse oruca sarılsın. Çünkü orucun şehveti kırıcı özelliği vardır." hadis-i şerîfi buna işaret eder.
*Ramazan, özellikle Kur'ân ayıdır ve Kur'ân'la tam bir ilişkisi vardır; Kur'ân-ı Kerîm onda inmiştir. Kur'ân bütün hayırları kendisinde toplar. Ramazan da öyledir. Kadir Gecesi ise Ramazan'ın özü ve lübbüdür.
*Ramazan, Ahiret yurdu için kârlı bir pazar, hasat için münbit bir zemin, amellerin gelişip yeşermesi için bahardaki nisan yağmuru, Mevlâ'nın saltanatına karşı beşer kulluğunun resm-i geçiş yapması için en parlak ve kudsî bir bayram hikmetindedir. Bu ayda sâlih amellere muvaffak olanlar, bütün sene muvaffak olurlar. Bu ayda manevî hayırları kaçıranlar, bütün sene kaçırırlar.
Her iyiliğin karşılığı 10 ilâ 700 katı ve fazlasıyla verileceği halde, Allah Teâlâ orucu diğerlerinden ayırmış ve "O benim içindir" buyurmuştur. Çünkü oruç bir şeyi yapmak değil, yapmamak şeklinde bir ibadet olduğu için, görünen bir ibadet değildir. Bu yüzden sırf riya için yapılamayacak, belki de tek ibadettir. Sonra oruç Allah'ın düşmanları olan Şeytanı, nefsi, dolayısıyla şehvetleri kahretmektedir. Bu yüzden ona nisbet edilmesi uygundur.
Yeme, içme ve cinsî ilişki gibi dünyevî ihtiyaçları terk etmekle, insanda Allah'ın bu vasıflarının tecelli etmesiyle de Oruç O'nun olmaya lâyıktır. Allah'dan başkasına yapılmayan tek ibadet oruç olduğundan, böyle buyrulmuştur da denmiştir. Ya da oruçta, oruçlunun nefsinin hiçbir payı olmadığı için böyle denmiştir denilebilir.
Ancak bilmek gerekir ki, oruç için sayılan bu menfaatlerin çoğuna, iftar ve sahurda yemeği fazla kaçırıp letâifi (rahmet alıcılarını) öldürmemekle ulaşılabilir. Yoksa normal öğün adedi zaten iki olduğundan, orucun sair zamanlardan bir farkı kalmayabilir. Nitekim nafaka ve fidyeler iki öğün hesabıyla verilir.
Kaynak
Fetvalarla Çağdaş Hayat
Prof. Dr. Faruk Beşer
Nun Yayıncılık
İst.1997
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
EŞREF EDİP’TEN; “SİZ Mİ DİNE KARŞI DEĞİLDİNİZ?”
1950 seçiminden az sonra, eski başbakanlardan, medrese kökenli Şemseddin Günaltay, İzmit CHP
O halde sabret. Sonunda kazanacak olanlar, elbette Allah'tan korkup sakınanlardır.
Hûd, 49
GÜNÜN HADİSİ
"Haramla beslenmiş vücut cennete giremez."
Taberânî.
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...