MUHTAÇ OLDUĞUMUZ TERBİYE
Bakıyorum, ayrı ayrı pekiyi adamlarız. Bizi medeniyette dünyalar kadar geride bırakan milletlerin efradında bizdeki büyüklükler yok. Sonra bakıyorum, bir yere gelince, bir heyeti içtimaiye teşkil edemiyoruz. Çünkü o terbiyeden mahrumuz. İşte bizim muhtaç olduğumuz terbiye asıl bu ikinci terbiye olacak.
Dün gece pek sevdiğim bir arkadaşımla evlerimize dönüyorduk. Vapurda karşımıza elli beş, altmış yaşlarında kadar bir adam geldi. Arkadaşıma aşinalık etti, oturdu.
Ben, bu zat kimdir, bilmiyordum. Ancak arkadaşımın kendisine karşı takındığı tavrı hürmetten, hüviyeti öyle "neme lâzım! kim olursa olsun" düstur-u ihmaline kurban edilecek alelade adamlardan olmadığını anladım. Aradan üç beş dakika geçer geçmez, karşımızdakinin kitap mütalaasına dalmasını fırsat bilerek arkadaşıma dedim ki:
"Allahı seversen pek merak ettim, bu adam kim?
"Pek fazıl, pek muhterem bir adamdır. Ulûmu riyaziyede birçok telifatı, birçok tetkikatı vardır. Vaktiyle kendisinden bir hayli ders almış idim...
"Ha! Şimdi aklıma geldi. Bir kaç kere bu zattan bahsetmiş idin.
"Evet, ta kendisi!
"Hariçte bir vazifesi var mıdır?
"Hayır mütekaittir.
"Evinde ne ile meşgul olur?
"Evvelâ mesleğine ait eserleri okumakla, saniyen milletin adam olmasına dua etmekle...
" Birinci meşgalesine diyecek yok, lâkin ikincisine aklım ermedi. Çünkü böyle duagûlukta karar verecek olduktan sonra o kadar çalışmaya ne lüzum vardı? O şimdi öğrendiğini öğretmeli, okuduğunu okutmalı.
"Doğru söylüyorsun ama okuyacak adam nerede? Yoksa eminim ki; beş on kişi çıkıp bu zata: "Efendim, şurada bir dershane açtık, ulûmu riyaziye tedrisini de size bıraktık, lütfediniz" dese, maalmemnuniye kabul eder. Lâkin ne fayda ki; yaşını başını alanlar okuyacak halde değil; gençler de okumanın lüzumunu anlamak için galiba ihtiyarlık devrinin kudümünü bekliyorlar!
Yirmi sene kadar oluyor. Doğup büyüdüğüm, bütün yerli sekenesini tanıdığım mahallemizde yeni bir adam görülmeye başlamıştı. Mahalle kahvesine hiç çıkmayan, "kitapları tamam iki muhacir arabası ile taşınan" bu yeni kiracı hakkında o kadar garip sözler söylenmişti ki, zavallı adam zihinlerde adetâ hırçınlığın, titizliğin, kabalığın bir timsali kesilmişti.
Lâkin doğrusunu söylemek lâzım gelirse, yeni kiracının melekliği temsil eden pak, münevver siması bütün o şayiaları, dinleyenlerin değil, söyleyenlerin nazarında bile hükümsüz bırakıyordu.
Bir cuma günü üç beş arkadaş bu yeni kiracıyı ziyarete gittik. Adamcağız bizi gayet sevimli bir yüzle kabul etti. Yalnız kahve ikram edemeyeceğini söyledi:
"Af edersiniz, refikam ihtiyar bir kadındır; iş görecek halde değil. Hizmetçimiz yok. Ben sizi bırakıp kahve pişirmekle meşgul olsam tabii onu da siz istemeyeceksiniz...
"Aman efendim. Kahveyi her yerde içebiliriz. Lâkin efendimizin meclisini bir yerde bulamayız...
Hakikat hane sahibinin üç çeyrek kadar süren musahabesi o kadar lâtif, o kadar müfit, o kadar yüksekti ki, saatlerce devam etseydi usanmak şöyle dursun, doyamayacaktık.
Lâkin daha beklemeye imkân yoktu; çünkü adamcağız sözünü bitirir bitirmez artık kendisini yalnız bırakmamız lâzım geleceğini gayet açık bir lisan ile anlatmıştı. Biz bu mübarek zatın elini öpüp çıkarken, arasıra meclisinden istifade edebilir miyiz diye sorduk. Cuma günleri namazdan sonra bir saat kadar bizimle meşgul olabileceğini söyledi. Artık yeni kiracının hırçınlığı, kabalığı hakkındaki rivayetlerin nereden meydan aldığı nazarımızda pek iyan idi:
Hiç şüphe yok, biçarenin hücre-i say ve irfanını mahalle kahvesine çevirmek, taharriyatı hakîmanesine hasredeceği kıymetli zamanını sebze piyasasından bahis ile geçirmek için akın akın geldiler. İstediklerini bulamayınca adamcağıza hücum ettiler.
Arkadaşlarım demin işittikleri sözlerden o kadar mahzun olmuşlardı ki; evvelce ertesi cuma için tertib etmiş oldukları eğlentiyi bin can ile feda etmişlerdi.
Uzatmayalım, birinci meclisden daha parlak olan ikinci musahabe üzerine şu adamdan ders okusak, temennisi beşimizi de işgale başladı. Öbür ziyaretimizde elini öpüp çıkarken, ayrı ayrı ricada bulunduk.
"Çocuklar! Siz okumak istiyorsunuz... Güzel arzu; lâkin benden okuyabilmek için birçok sıkıntıya katlanmak lâzım ki; ben sizde o tahammülü göremiyorum. Evvelâ ders zamanlarını ben tayin edeceğim. Bir de bu muayyen zamanlarda beşiniz birden hazır bulunacaksınız. Sonra, söyleyeceğim sözleri can kulağıyla dinleyeceksiniz. Anlamadığınız mebahisi anlamış gibi görünmeyeceksiniz, yani tekrar tekrar soracaksınız. Hele ben hangi usulü, hangi kitabı istersem bilâ itiraz kabul edeceksiniz. Bu şeriat dahilinde okuyabilecekseniz başlayalım. Yoksa, ne kendinizi yorun ne beni!
"Baş üstüne efendim, hepsini kabul ettik. Hatta bir bu kadar teklifiniz daha olsaydı onu da kabul ederdik. Hamdolsun çocuk değiliz. Aklı başında adamlarız. Hiç efendimiz, o kıymetli zamanınızı bizim menfaatimize feda etmek kadar büyüklük gösterirsiniz de, biz çalışmazlık eder miyiz?"
"Pek âlâ! Cuma günleri saat 9 da, salı akşamlan gece saat iki buçukta gelir, bir saat okur, gidersiniz. Erken gelmek yahut geç gitmek, yahut bir akşam gelmeyip de onun yerine bir başka akşam gelmek gibi yolsuzlukları asla hoş göremem. İyi düşünün.
İlk salı akşamı dakikası dakikasına beş arkadaş hocamızın evine gittik. Derse başlamazdan evvel, seviye-i malûmatımızı anlamak için her birimize bir kaç söz söyletti.
"Çocuklar, anlaşılıyor ki siz bir şeyler okumuşsunuz, lâkin pek iyi görülüyor ki; bîr şeyler anlamamışsınız! Ha! Şimdi o eski okuduklarınızı kâmilen unutarak beni dinleyeceksiniz. Sizinle evvelâ hesaptan, hem de hesabın ta başından başlayacağız..."
Filhakika bizi hesabın başından bağlatan hocamız âdad hakkında öyle malûmat verdi ki, anlamamak, anladıktan sonra da hayran olmamak kabil değildi.
İkinci dersin tesadüf ettiği cuma günü, hocanın evine beş dakika geç gitmiştik. Zira arkadaşlarımızın ikisi vaktiyle gelememişti. Hoca teehhürün sebebini haşin bir çehre ile sormaktan geri kalmamıştı. Dördüncü derste içimizden biri hiç gelemedi. Beşincide ise üç kişi buluşup gidebildik, iki arkadaşımızın biri derse başlandıktan yarım saat sonra, diğeri ders bitmesine on dakikadan az zaman kala yetişebildi,
"Anlaşıldı çocuklar Siz dersten ziyade nasihat almağa muhtaç imişsiniz! Hani o taahhütleriniz nerede kaldı? Hani siz hayrını, şerrini tanır adamlar idiniz? Lâkin kabahat sizde değil... Kabahat bende ki, şimdiye kadar ettiğim tecrübelere kanmadım da, halâ bu memlekette adam arıyorum, halâ sizin gibilerinin suret-i haktan görünmesine aldanıyorum! Doğru! Hayrınızı, şerrinizi tanıyorsunuz... lâkin sizi hayra sevk için arkanızdan sopayı, şerden men için de göğsünüzden dipçiği eksik etmemeli... Çünkü ilk terbiyeyi bu suretle alıyorsunuz...
İçimizden biri ortada bu kadar hiddete mahal görmediğini söylemez mi!. Hocanın sabrı, sekineti büsbütün alt üst oldu:
"Ne demek! Dünyada daha neye kızılır? Ben sırf Allah rızası için size karşı bir taahhütte bulundum; siz de sırf kendi menfaatiniz için bana karşı bir taahhütte bulundunuz. Şimdi siz sözünüzde durmuyorsunuz, yalancılık ediyorsunuz, benim olanca intizamımı, rahatımı bozuyorsunuz da, halâ meydanda kızacak ne var diyorsunuz! Haydi şuradan cehennem olun!"
Hocanın evinden süklüm püklüm çıktık, iki üç gün sonra ben yalnızca giderek derse devam etmek istedimse de, kapıyı açan bile olmadı.
İşte dün gece gördüğüm bu mütekaid riyazi, vaktiyle bağımızdan geçen şu macerayı aklıma getirdi. Ne yalan söyleyeyim, öteden beri gayet nikbin olduğum halde, az kaldı bir çokları gibi ben de bedbin kesilecektim.
Bakıyorum, ayrı ayrı pekiyi adamlarız. Bizi medeniyette dünyalar kadar geride bırakan milletlerin efradında bizdeki büyüklükler yok. Sonra bakıyorum, bir yere gelince, bir heyeti içtimaiye teşkil edemiyoruz. Çünkü o terbiyeden mahrumuz. İşte bizim muhtaç olduğumuz terbiye asıl bu ikinci terbiye olacak.
23 Eylül 1326-1910
Mehmed Akif
Sebilürreşad Mecmuasında
"Muhtaç Olduğumuz Terbiye" adlı yazı.
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
MUALLİMLERİMİZ NELERE DİKKAT ETMELİ?
İnsanları tenvir ederek cehaletten halas eden, onları atalet ve sefaletin karanlık gecelerinden
HÜRRİYET ADINA KAYBETTİKLERİMİZ
Dr. Alexis Carrel Her insan keyfine göre yaşamak ister. Bu insanın doğuştan gelen bir dileğid
ŞAFAĞIN IŞIĞINDAKİ SIR
“Annemin memnun bir eda ile: “Bu sabah kahvaltıdan önce ne yaptığımı dünyada tahmin edeme
UBEYDULLAH-I AFGÂNÎ İLE SEBÎLÜRREŞÂD İDÂREHÂNESI’NDE BİR MUHÂVERE
Ubeydullah-ı Afgānî” nâmında bir zât tarafından geçenlerde Kavm-i Cedîd ünvânıyla neş
MAÂRİF, DİN EĞİTİMİNİ EN İYİ ŞEKİLDE VERMELİDİR
İnanmak yaradılışın bir gereğidir. Din, aklın mâverâsında, zekânın fevkinde bir mürşi
MELİK FAYSAL’IN YAHUDİ KİSSİNGER'E VERDİĞİ TARİHİ CEVAP
Melik Faysal'ın en önemli gayelerinden birisi, Filistin meselesi ve Mescid-i Aksâ'nın hürriyeti
NESLİN EĞİTİMİNDE MAARİFE DÜŞEN VAZİFELER
Mânevîyatsız ilmin, beşeriyete felâh ve huzur yerine, şüphe, tereddüt, hatta ızdırap verdi
NASIL BİR MAARİF?
Yıllardır ilmî ve fikrî çalışmalarım arasında memleketimizin mânevî, ahlâkî, derûnî
GENÇLERİ HEDONİZM ÇILGINLIĞINA İTENLER
Diyorlar ki: Dünyaya bir kere gelinir. Sonun başlangıcı yoktur. Gülün, eğlenin, bir yıldır
HİCRET VE HAREKET
Hicret, tâ ezelden ebede, âlem-i vücubdan âlem-i imkâna, daire-i ilimden daire-i kudrete, tâ
ORUÇ, ORUÇ BOZMAK VESAİRE
Ramazan ayının hususiyeti oruç. Orucun hususiyeti de kendisine ait meseleler. Başında; tutan tu
- HEKİM VE FİLOZOF GÖZÜ İLE RAMAZAN
- HÜZÜNLÜ BİR HAYVANAT BAHÇESİ GEZİSİ
- YİRMİNCİ ASRIN BAŞINDA ANADOLUDA PAZARIN NAMUSU
- BİZ DE RAHATSIZIZ
- "BANA KUR’AN YETER!”
- MEALCİ KARDEŞLERİME KUR’AN’DAN MİSAFİRPERVERLİK DERSİ
- MEZHEPLERE TÂBİ OLMAYANLAR
- ‘KADİR GECESİ BİN AYDAN HAYIRLIDIR’ NE DEMEKTİR?
- İKİ PEYGAMBERİN DOĞUM GÜNLERİ
- “BİR ALLAHSIZA CEVAP”
- YEDİ YAŞIN ÖNEMİ
- DÜŞÜLEN MÜHİM BİR HATA
- YALANCININ MUMU
- BEN OLACAKTIM Kİİİİİ
- AĞIRLIĞINI DUYMAK
- SON ASIRDA TASAVVUFTA TECDİD YAPAN ÜÇ ŞAHSİYET
- KURBAN KESMEK KİMLERE VÂCİPTİR?
- KURBAN
- DİLİMİZE BİR ŞEY OLDU
- NERDE O ESKİ GÜNLER
- YALAN DOLAN SONRASI YAPILAN ASKERÎ DARBELER
- BAYRAMLA İLGİLİ SÜNNET VE ADABLAR
- BİR KOLERA SALGINI HATIRASI; NURİYE ABLA
- “GUSL-İ İÇTİMÂİ”
- İMANIN ÇİÇEĞİ RAMAZAN ORUCU
- EVLİYA
- BERAAT GECESİ İLE ALAKALI ÜÇ YANLIŞ MESELE
- ALLAH’IN AHLAKIYLA AHLAKLANANLAR
- ATEİST, DEİST ve BİLİME DİN GİBİ İNANANLARA SORULAR
Yer yüzünde bulunan her canlı yok olacaktır. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı baki kalacaktır.
Rahman, 26-27
GÜNÜN HADİSİ
İman ve İslam'ın Fazileti
"Mü'min kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır! Zira her işi onun için bir hayırdır. Bu durum, sadece mü'mine hastır, başkasına değil: Ona memnun olacağı birşey gelse şükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder, bu da hayırdır" (Müslim, Zühd 64, (2
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...