KADİM EDEBİYATIMIZDA MEŞHUR ÇAĞRIŞIMLAR-2

Mevt-Üzeyr a.s: Hz. Üzeyr’in ismi Kur’ân’da geçer. Peygamber veya veli olduğu konusunda ihtilaf olan bir zattır. Fakat Yahudilere (İsrailoğulları) göre büyük peygamberlerdendir. Çünkü O, Tevrat’ı yeniden keşfedip, ortaya çıkaran ve onunla amel eden kişidir. Bunu da ancak olağanüstü bir gücü olan birisi yapabilir. Kur’ân’da Hıristiyanların Hz. İsa’yı ilahlaştırdığı gibi, Yahudilerin de Hz. Üzeyr’in Allah’ın oğlu olduğunu iddia ettikleri belirtilmektedir. Bu yüzden Yahudiler, Hz. Üzeyr’in ölmediğini düşünmektedirler. Yazar bu yüzden bu iki kelimeyi çağrışım yapan kelimeler olarak yazmış olabilir.


Adem Köpür

ademkopur@hotmail.com

2012-01-14 06:15:00

Mevt-Üzeyr a.s:

Hz. Üzeyr'in ismi Kur'ân'da geçer. Peygamber veya veli olduğu konusunda ihtilaf olan bir zattır. Fakat Yahudilere (İsrailoğulları) göre büyük peygamberlerdendir. Çünkü O, Tevrat'ı yeniden keşfedip, ortaya çıkaran ve onunla amel eden kişidir. Bunu da ancak olağanüstü bir gücü olan birisi yapabilir. Kur'ân'da Hıristiyanların Hz. İsa'yı ilahlaştırdığı gibi, Yahudilerin de Hz. Üzeyr'in Allah'ın oğlu olduğunu iddia ettikleri belirtilmektedir. Bu yüzden Yahudiler, Hz. Üzeyr'in ölmediğini düşünmektedirler. Yazar bu yüzden bu iki kelimeyi çağrışım yapan kelimeler olarak yazmış olabilir.

Ders-İdrîs a.s:

Kur'ân-ı Kerîm'de ismi geçen peygamberlerden biridir. Hz. İdrîs, remil ilmi, hey'et, nücum, hesap, tıp, yazı yazmak, dikiş dikmek, terazi kullanmak gibi sanatların mucididir. İlk defa demiri keşfedip, ondan aletler yapmış, ziraatı geliştirmiştir. Ayrıca çok sadık peygamber, ağlayarak secde eden ve şanı yüce kişi gibi vasıflarla zikredilir. Allah O'na otuz sayfa indirmiştir. Daha sonra dördüncü kat göğe çekilmiştir. (Harman 2000, 278-79)

Diri iken Allah tarafından göklere çekilmiş ve meleklere öğretmen olup ders vermiştir. (Pala 2004, s. 227) Yazar da bu özelliğini belirtmek için "Ders" ve "İdrîs"i birlikte vermiştir.

Zecr-Cercîs:

Hz. Cercîs'in (Circis) peygamberliği konusunda ihtilaf vardır. Veli veya peygamber olduğu konusunda görüşler vardır. Hâkim olan görüşe göre, Hz. Cercîs, Hz. Îsâ'dan sonra gelmiş ve O'nun dini hükümleriyle amel etmiştir.

Hz. Cercîs Roma imparatorluğunun puta tapma yolundaki tekliflerine aldırmayarak, hak dinde sebat eden, bundan dolayı çok işkence görmüş, üç veya yetmiş defa öldürüldüğü halde tekrar diriltilmiştir. Cercîs ticaretle uğraşıp, kazancının çoğunu fakirlere dağıtırdı. Kralın putperest fikrini benimsemeyince ona türlü türlü işkenceler yapılır. Onu bir ağaca bağlayıp, demir taraklarla tararlar. Üzerine tuz ve sirke döküp, kızgın şişlerle vücudunu yara bere içinde bırakırlar ve onu sıcak kazana atarlar. Daha sonra zindana atıp envai çeşit işkenceler uygularlar. Etleri kesilip halka teşhir edilir. Fakat her defasında Allah onu eski haline döndürür. (Tökel 2000, s. 336-37) Bundan dolayı yazar, zecr (eziyet, işkence) kelimesinin karşısına Hz. Cercîs'i yazmıştır.

La'n-İblis:

İblis; şeytan demektir. Haris adlı bir melek iken, Allah Hz. Âdem'i yaratıp, bütün meleklerin O'na secde etmelerini emrettiğinde hepsi secde etmişler. Haris üstünlük taslayıp emre uymamış ve lanetlenmiştir. Yazar bu yüzden la'n yani lanetlenmiş, kovulmuş kelimesinin karşısına İblis'i yazmıştır.

Tıbb-Câlinûs:

Asıl ismi Galenos'tur. İslam edebiyatında Câlinûs denilir. "M.S. 131 yılında Bergama'da doğmuş ve Roma veya Bergama'da 201 de ölmüştür." Câlinûs Bergama, İzmir, Corinthos ve İskenderiye'de tıp öğrenimini yapmıştır. Greklerin en büyük tıp âlimidir ve dört yüz civarında eseri olduğu rivayet edilmektedir. Fakat bunların yüz kırk tanesi günümüze ulaşmıştır. "XVII. Yüzyıl ortalarına kadar Aristo ile beraber, on dört asır boyunca bütün tıp dünyasını etkisi altında bırakmıştır. Yaptığı gözlemler ile özellikle sinir sistemi ve kalple ilgili olarak hayvanlar üzerinde yaptığı diseksiyonlar ile anatomide önemli buluşlar gerçekleştirmiştir." Hipokrat'ın tıptaki fikirlerini geliştirmiş ve farklı açılımlar yapmıştır. (Kutluer 1993, s. 32-34; Pala 2004, s. 82) Yazar bundan dolayı "Tıbb" kelimesinin karşısına "Câlinûs" yazmıştır.

Seyâhat-Îsâ a.s:

Hz. Îsâ da İsrailoğulları'na gönderilen, Hıristiyanlık dininin peygamberidir. İncîl ona indirilmiştir. Doğumu miladî takviminin başlangıcı kabul edilir. Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. Cebraîl'in ruhundan üflemesi sonucu babasız doğuşu ve diğer özellikleri hakkında bilgiler mevcuddur. Hz. Îsâ, Allah'ın verdiği emirleri halka tebliğ ediyordu. Fakat ona yalnızca on iki kişi inandı. Bunlara da "Havarî" denilir. Hz. Îsâ'nın yaptıklarını duyan Yahudiler onun öldürmeye karar verdiler. Yakalayıp çarmıha gerip öldürdüler. Fakat İslam inancına göre o asılan Hz. Îsâ değildi. Onu şikâyet eden kişi, Allah tarafından onun suretine çevrildi. Öldürülen de o kişi idi. Hz. Îsâ ise göğe çekildi ve kıyamete yakın bir zamanda yeryüzüne inip, Mehdî'ye tabi olacaktır.

Türk edebiyatında, ölüleri diriltmesi ve nefesiyle körleri iyileştirmesi, göğe çekilmesi, evlenmemesi, göğe yükselirken üzerinde iğne kalması, babasız doğması ve bir bineğin sırtında seyahat etmesi gibi birçok özelliğiyle kullanılır.

Yazar burada bir bineğin sırtında dünyayı gezmesi yani "seyâhat" etmesi yönünü ele almıştır. Onun için "seyâhat" kelimesinin çağrışımına Hz. Îsâ'yı yazmıştır.

Bükâ-Yahyâ a.s:

Hz. Yahyâ, Kur'ân-ı Kerîm'e göre Hz. Zekeriyâ'nın oğlu ve ismi Allah tarafından verilen peygamberdir. Hz. Îsâ'dan altı ay büyüktür. Önceleri Hz. Mûsâ'nın şeriatına göre hareket ederken, İncîl'in Hz. Îsâ'ya gönderilmesiyle birlikte onun şeriatına göre hareket etmiştir. Daha küçük yaşta kendisine hikmet ve genç yaşta peygamberlik verilmiştir. Fakat otuz yaşında Yahudiler tarafından şehît edilmiştir. Kur'ân'da yumuşak kalpli, temiz, müttaki, itaatli gibi özellikleriyle anılmaktadır. Hz. Yahyâ Allah korkusundan dolayı çokça ağlardı. Onun ağlamasını görenler de dayanamayıp ağlarlardı.

Bükâ, ağlama, gözyaşı dökme manalarına gelir. Yazar Hz. Yahyâ'nın bu özelliğinden dolayı "Bükâ" ile Hz. Yahyâ'yı eşleştirmiştir.

Erre-Zekeriyâ a.s:

Hz. Zekeriyâ, İsrailoğullarının peygamberi ve Hz. Yahyâ'nın babasıdır. Hz. Meryem'in dayısıdır ve Hz. Meryem O'nun himayesinde büyümüştür. Yahudiler tarafından şehît edilmiştir. Hz. Zekeriyâ Yahudilerden kaçıp bir kavak ağacının içine gizlenmiştir. Fakat elbisesinin ucu dışarıda kalmış ve şeytan bunu görmüş. Yahudilere haber verip, onun yerini göstermiş. Yahudiler kavak ağacını testere ile kesip şehît etmişlerdir.

Erre, testere, bıçkı demektir. Hz. Zekeriyâ'nın testere ile kesilmesi hadisesine binaen yazar "erre" nin karşısına Hz. Zekeriyâ'yı yazmıştır.

Hata-Havvâ:

Havvâ, Hz. Âdem'in hanımıdır. "Ümmü'l-beşer (İnsanlığın annesi)" olarak da anılır. Cennette yasak meyveyi yiyerek hata işlemiştir. Dolayısıyla yazar da "hata"nın karşısına "Havvâ"yı yazmıştır.

Bereket-Mısır:

Mısır, kuzey Afrika'da bulunan bir şehirdir. Zengin maden yataklarının komşusu olan Mısır, kuzeyinde Akdeniz, doğusunda Kızıldeniz, batısında Libya, güneyinde Sudan komşusudur. Yani stratejik olarak Asya, Afrika ve Avrupa arasında bir kilit noktadır. Binlerce yıllık tarihe sahip olan Mısır, Perslere, Bizanslılara, Osmanlılara ve daha birçok medeniyete beşiklik etmiştir. Yapılan kazı ve çalışmalarda çok sayıda değerli tarihî yapılar ortaya çıkmaktadır. Binlerce yıl önce inşa edilen piramitlerin sırrı hâlâ çözülemiyor. Kahire ve İskenderiye önemli şehirleridir. Petrol ve diğer madenler açısından da zengin bir ülkedir. Hepsinden öte Mısır'ı asıl bereketli ve farklı kılan Nil nehridir. Nil nehri ülkeyi dört bölgeye ayırır. 6390 km uzunluğundadır. Geçtiği yerleri adeta cennete çevirir. Bundan dolayıdır ki Nil nehrinin cennetten akıp gelen bir nehir olduğu düşünülmektedir. Verimli topraklarıyla, kişi başı milli geliri en yüksek olan ülkelerden biridir. Adeta bir bereket şehridir.

Türk edebiyatında Hz. Yusuf'un kısasının geçtiği yer olması hasebiyle sevgilinin yüzü Mısır'a benzetilir. Yine verimli ve "bereketli" Nil nehri de şiirlerde kullanılmıştır. Yazar Mısır'ın bu özelliğinden dolayı "bereket" ile "Mısır"ı özdeşleştirmiştir.

Sıdk-Ebûbekr r.a:

Hz. Ebûbekir ilk Müslümanlardan ve Hulefâ-yi Râşidîn'in birincisidir. Hz. Ebûbekir, mi'râc hadisesini duyunca buna tereddütsüz inanmış. Yine Hz. Peygamber'in gaybe ait söylediklerini doğrudan kabul etmiş ve onlara hiç itiraz etmemiştir. Onun için "sıddîk" lakabı bizzat Hz. Peygamber tarafından verilmiş ve bu isimle şöhret bulmuştur. Yazar bu yüzden "sıdk" kelimesinin çağrışımına "Ebûbekr" yazmıştır.

Hayâ-Osmân r.a:

Hz. Osmân üçüncü İslam halifesidir. Şehît edilmiştir. Hz. Osmân, geceleri ibadetle, gündüzleri de oruçla geçiren, nazik, mahçup ve çok cömert bir zattı. Maddî olarak İslâm'a çok yardımı dokunmuştur. Bütün bunların dışında o, bir "hayâ" sembolüydü. Hz. Peygamber onun için, "Kendisinden meleklerin hayâ ettiği bir kimseden ben hayâ etmeyeyim mi?" ve "Her peygamberin cennette bir refîki vardır. Benim cennetteki refîkim de Osmân'dır" demiştir. Bu özelliğinden dolayı, yazar "hayâ" ile "Osmân" kelimelerini birbirini çağrıştıran kelime olarak yazmıştır.

 Şecâ'at-Alî r.a:

Hz. Peygamber'in damadı ve dört halifenin dördüncüsüdür. Babası Peygamber'in amcası Ebû Talîb'dir. Hz. Muhammed'in peygamberliğine ilk imân edenlerdendir. Daha çocuk yaşta Müslüman olmuştur. Hicretten sonra Hz. Peygamber'in kızı Fâtıma ile evlenmiştir. Kerbelâ'da şehît edilen Hz. Hüseyin ve zehirlenen Hz. Hasan'ın da babasıdır.

Hz. Alî, Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber başta olmak üzere bütün savaşlara katılmış ve sonraları destanlaştırılan kahramanlıklar sergilemiştir. Hatta cesaret ve şecâ'atinden dolayı ona "Esedullah (Allah'ın Aslanı)" unvânı verilmiştir. Birçok savaşta yara almasına rağmen kahramanlıkla Peygamber'i canı pahasına da olsa savunmuştur. Hz. Alî Peygamber'e kâtiplik ve vahiy kâtipliği yapmıştır. Kahramanlığının yanı sıra Peygamber'in deyişiyle "İlmin kapısı"dır. Kur'ân ve hadis ilminde otoriterdir. Sonraları ortaya çıkacak olan tarikatların da manevî önderidir.

Hz. Alî, Şâh-ı Merdân, Merd-i Hüdâ, Şîr-i Yezdân, Haydâr-ı Kerrâr, Ebû Turâb, Murtaza gibi lakablarla anılır. Edebiyatımızda, şâirler övecek kimseleri ona benzetirler. Ayrıca bineği Düldül, kılıcı Zülfikâr da edebiyatta teşbih, temliye ve tevriye gibi sanatlarla kullanılırlar.

Bazıları onu aşırı överek, O'na ilahlık nisbet etmişlerdir. Edebiyatta Kesikbaş Destanı, Ejderha Destanı gibi birçok halk hikâyesi Hz. Alî'yi konu alır.

Hz. Alî Müslümanlar arasında ve Türk edebiyatında kahramanlığıyla daha çok ön plana çıkar. Bundan dolayı yazar "şecâ'at" ile "Alî"yi birbirini çağrıştıran kelimeler olarak yazmıştır.

Mâtem-İmâm Hüseyn:

Hz. Hüseyin, Hz. Alî'nin oğlu, Hz. Peygamberin ise torunudur. On iki imâmın üçüncüsü olarak kabul edilir. Bundan dolayı "İmâm Hüseyn" de denilir.

Muâviye vefât edince Kûfeliler Hz. Hüseyn'i halife yapmak istediler. Muâviye'nin oğlu Yezîd buna karşı çıktı ve Hz. Hüseyin 72 kişi ile Irak'a giderken üzerine ordusunu gönderdi. Kerbelâ denilen yerde Yezîd'in gönderdiği ordu, Hz. Hüseyn'i ve yanındakileri hunharca öldürdüler. Hatta Hz. Hüseyn'in başını kesip götürdüler. Tarihe "Kerbelâ Vakası" olarak geçen bu durum yürekler acısı bir olaydır.

Türk edebiyatında, özellikle Şiî-Alevî şairler Hz. Hüseyn'e ayrı bir değer verirler. Hatta "Maktel-i Hüseyn" diye bir tür meydana getirmişlerdir. Hz. Hüseyn Muharrem'in onuncu günü şehît edildiği için, Muharrem'in 1-10'u arasını "matem günü" olarak geçirirler. Böylece "mâtem" ile Hüseyin özdeş bir hale gelmiştir.

Zehr-İmâm Hasan:

İmâm Hasan, Hz. Alî'nin oğlu, Hz. Hüseyin'in ağabeyi ve Peygamberimizin torunudur. On iki imâmdan ikincisi olduğu için "İmâm Hasan" da denilir. Babası Hz. Alî şehît edilince kısa süreliğine halife oldu. Fakat daha sonra yapılan anlaşmalar sonucu halifeliği Muâviye'ye teslim etti. Ailesini alarak Medine'ye gitti ve siyasetten uzak orada hayatını sürdürdü. Yezîd b. Muâviye ile evlendirilmek vaadiyle kandırılan eşi tarafından zehirlenerek öldürülmüştür. Bu yüzden yazar "zehr" ile "Hasan" kelimelerini birlikte yazmıştır.

Hâciyân-Yemen:

Yemen, Ortadoğu'da, Arap yarımadasında bulunan bir ülkedir. Yemen bir şehir olmasının yanı sıra eskiden bölge, iklim manasında da kullanılırdı. Şu anki Yemen ve civarına da Yemen denilirdi. Hacca gidenler bu bölgede konaklardı. Hâciyân, hacılar demek. Eskiden Hicâz'a gidenlere de denirdi. Yazar bu manadan dolayı "hâciyan" ile "Yemen" kelimelerini özdeşleştirmiştir.

Mahbûb-Hoten:

Hoten, doğu Türkistan'da büyük bir şehirdir. Hotan, Huten, Hıta, Hata şeklinde de kullanılır. (Pala 2004, s. 197) Burada yaşayan Türkler güzellikleriyle meşhurdur. (Gölpınarlı 1992, s. 713) Bundan dolayı yazar bu iki kelimeyi birlikte yazmıştır.

Fesâd-Cengiz:

Cengiz Han olarak bilinen Cengiz, Moğol İmparatorluğu'nun kurucusudur. On üçüncü yüzyılda birçok göçebe topluğunu yenmiş ve çeşitli grupları birleştirip, güçlü bir ordu kurmuştur. Çin, Harzemşah, gibi devletleri yıkmış ve girdiği şehirlerde taş üstünde taş bırakmamıştır. Cengiz Han ele geçirdiği memleketlerde büyük katliamlar yapmış, kadın, çocuk demeden herkesi işkencelerle öldürtmüştür. "Cengiz Han" ismini duyan herkes korkuyla titremiştir. Batılılar bu gün Cengiz Han'ı "Vahşi ve Barbar Moğol" olarak tanımlar.

Fesâd, bozukluk, kötülük, fitne, zalimlik gibi manalara gelir. Yazar tarihe zalim olarak geçen Cengiz Han ile birlikte bu kelimeyi kullanmıştır.

Takvâ-Ömer bin Abdü'l-azîz:

Ömer bin Abdü'l-azîz, Emevî halifelerinin sekizincisi ve Mervân'ın torunudur. Çok adaletli bir hükümdardı. Ona giden şikâyetlerin hepsi hallolurdu. Halka ve özellikle fakirlere çok yakındı. Oldukça mütevazı bir hayat geçirdi. Hatta sarayını bırakıp, sıradan bir evde hayatını sürdürdü. Çok dindar, dini vazifelerinde oldukça hassas birisiydi. Bütün Müslüman ve Hıristiyanlara merhamet ve adaletle yaklaşırdı. Hatta vefat edince Hıristiyanlar bile ardından gözyaşı dökmüşlerdir. Ömer bin Abdü'l-azîz, sahabe devri adalet ve huzuru yeniden getirmiştir. Bu yüzden bazıları onu beşinci halife olarak kabul ederler.

Takvâ, korunmak, sakınmak, korkmak ve çekinmek gibi manalara gelir. Din ıstılahında ise, iman edip emir ve yasaklara uyarak, Allah'a karşı gelmekten sakınmak, asî olacak her türlü davranış ve sözden sakınma, günahlardan kaçınma demektir. Takva sahiplerine müttaki denir. Yazar bu yüzden "takvâ" ile Ömer bin Abdü'l-azîz'i özdeşleştirmiştir.

Mücâhede-Bâyezîd:

Burada ismi geçen Bâyezîd'in, Bâyezîd-i Bistâmî olduğunu düşünüyoruz. Bâyezîd-i Bistâmî İran'ın Bistâm şehrinde doğduğu için bu ismi almıştır. Bâyezîd ilk mutasavvıflardandır. Attar'dan ders almış ve "fenâ" ilmini öğrenmiştir. Yani ilhamını Allah'tan vasıtasız olarak aldığına inanıyordu. Bunun dışında, sekr, tevhid, marifet, muhabbet gibi konularda da söz sahibidir. Fenâ makamına ermek için nefisle çetin bir mücahedeye girip, derin tefekkür ve sabır göstermek gerekir. Bâyezîd Allah'a hitaben O'na nasıl erebileceğini sorduğunda, "nefsini bırak da öyle gel" cevabını almıştır. Aç karın ve çıplak bedenle yaptığı çetin riyazet sonucu bu yüksek makama ermiştir. Bâyezîd manevî makamda, sekr halinde tartışılacak cümleler sarfetmiştir. (Uludağ 1992, s. 238-39)

Bâyezîd ömrünü ilimle ve nefsiyle mücahade ederek geçirmiştir. Bunu şöyle dile getirmiştir: "Otuz senemi mücahede ile geçirdim. Bu müddet esnasında ilimden ve ilme tâbi olmaktan daha çetin bir şeye rastlamadım" (Kuşeyrî 2003, s. 107)

Bu özelliklerinden dolayı yazar, "Bâyezîd" ile "Mücâhede"yi birlikte yazmıştır.

Şerr [u] Şûr-Yezîd-i Pelîd

Yezîd-i Pelîd, Muâviye'nin oğlu Yezîd'dir. Pelîd, pis, alçak, rezil demek. Hz. Hüseyin bahsinde belirttiğimiz gibi, Hz. Hüseyn'i ve askerlerini acımasızca öldürtmüştür. Bu yüzden lanetlenmiş, alçak, acımasız, ciğer yakan gibi isimlerle anılmıştır.

Şerr, fenalık, kötülük; şûr, buradaki manasıyla, kargaşa, kavga, karıştırmak demektir. Yazar, zulmü, zararı, kötülüğü, kavga ve katli temsil eden Yezîd'i bu kelimelerle karşılamıştır.

-Devam Edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

SORULARLA DAVET YOLU-3

SORULARLA DAVET YOLU-3

Soru 18: Peki nasıl yeniden dirilişe geçip güçlenebiliriz? Cevap: Yeniden dirilişe geçmenin

SORULARLA DAVET YOLU-2

SORULARLA DAVET YOLU-2

Soru 11: Günümüzde Allah’a davet metodu nasıl olmalıdır? Cevap: 1. Davet metodlarında Hz

SORULARLA DAVET YOLU-1

SORULARLA DAVET YOLU-1

Kurtuluşun Reçetesi, Bizden Öncekilerin İzinden Gitmektir. Soru 1: Buradaki “öncekiler”den

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-7

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-7

Valilerin Cevri Müellif bu unvan altında Emeviyye valilerinden sadır olmuş türlü türlü cevr

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-6

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-6

Emevîlerin Mezalimi Buhtu’n-Nasr’ın zulümlerini işittik, Cengiz Han’ın şenaatlerine yak

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-5

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-5

Emevilerin Seyyiatı Müellifin gözettiği yegâne maksat, zihinlere şunu yerleştirmektir ki: Ü

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-4

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-4

Emeviler zamanında en büyük, en mühim memleketler, Mekke, Medine, Basra, Kûfe, Yemen, Mısır,

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-3

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-3

Müellif diyor ki: “Muaviye, mevalinin çoğalması yüzünden Devlet-i Arabiyye’ye gelecek tehl

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-2

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-2

Şeyh Şiblî en-Numanî makale-i intikadiyesinin başına on beş satırlık bir dibace geçirdikte

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-1

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-1

Kıymetli okuyucularımız, Hind alt kıtasında 19. asırda yetişen büyük muhakkik ve tarihçi,

EHL-İ SÜNNET AKÎDESİ

EHL-İ SÜNNET AKÎDESİ

1. Allah Teâlâ vardır, birdir, yani şeriki (ortağı) yoktur. 2. Hiç bir şey (ne zatında ne

Ne yerde ne gökte zere ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak (ve gizli) kalmaz.

Yûnus,61

GÜNÜN HADİSİ

Hayâ îmândandır.

Abdullâh b. Ömer (r.a)'dan

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI