KENDİ DİLİNDEN ESAD COŞAN HOCAEFENDİ’NİN HAYATI-1

Değerli ziyaretçilerimiz, geçen iki ay boyunca merhum Esad Coşan Hocaefendi’nin eserlerini okuyarak bazı dosyalar hazırlamıştım. Bazılarını hizmetinize sunduk. Şu anki dosyamız, merhumun hayatıyla alakalı hatıraları kronolojik bir tasnife tabi tutmamızla oluştu. Bu notlar Seha Neşriyat’ın bastığı 35 kadar eserden çıkarıldı. Bu eserleri yayına hazırlayan muhterem Dr. Metin Erkaya Bey ve arkadaşlarına teşekkürlerimi sunarım. Saygılarımla. Salih Okur/cevaplar.org


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2012-01-21 06:52:17

Değerli ziyaretçilerimiz, geçen iki ay boyunca merhum Esad Coşan Hocaefendi'nin eserlerini okuyarak bazı dosyalar hazırlamıştım. Bazılarını hizmetinize sunduk. Şu anki dosyamız, merhumun hayatıyla alakalı hatıraları kronolojik bir tasnife tabi tutmamızla oluştu. Bu notlar Seha Neşriyat'ın bastığı 35 kadar eserden çıkarıldı. Bu eserleri yayına hazırlayan muhterem Dr. Metin Erkaya Bey ve arkadaşlarına teşekkürlerimi sunarım. Saygılarımla. Salih Okur/cevaplar.org

NESEBÄ°

Biraz kendimi İmam Buhàrî Hazretleri'yle hemşehri gibi sayıyorum, kökenimiz Buhara'danmış. 19. 12. 1997 - Jakarta / ENDONEZYA

DEDE VE NÄ°NESÄ°

…Benim rahmetli dedem, "Olur mu işi yarım bırakmak?" derdi. Küçükken beni alırdı, bağa götürürdü. Bağda üzümlere ilaçlar ekerdi, kükürt ekerdi, göztaşı püskürtürdü, hastalık olmasın diye... "Dede artık gidelim!" derdim ben, küçük, okula gitmeyen çocuğum... "Olur mu evlâdım, işi yarım bırakıp gitmek olur mu?.. Sonra ne derler biliyor musun: 'Yarım işli, çapa dişli' derler." derdi. Çapa dişliler gözümün önüne gelirdi, ben de korkardım. 12. 1. 1997 İskenderpaşa /İST.

…Benim rahmetli babaannem çok güzel kedi terbiye edermiş. Kedi terbiyesi duydunuz mu bilmiyorum. Nasıl terbiye edermiş rahmetli...

Çarşıdan et geldiği zaman, yemek pişsin diye eti doğrarken, kedi iki arka ayağı üzere oturmuş vaziyette, yanında dururmuş. Ete saldırmak yok... O sırada kapı çalınırmış. Babaannem rahmetli aşağıya kapıya gidermiş, kapı çalındı diye... Biliyorsunuz eşik sohbetleri çok tatlı olur, hanımlar çok iyi bilir bunu; tatlı tatlı orda sohbet edermiş. Yukarıda kedi etin başında beklermiş. Yemiyor... Eğer yabancı bir kedi etin kokusunu duyar da pencereden o eti çalmaya gelirse, babaannemin kedisi onun üstüne saldırır, onu ordan kaçırtırmış. Yâni eti koruyor. Yemediği gibi, bir de koruyor.

Bu nedir?.. Kediyi terbiye etmek, hem de tabiatının hilâfına terbiye etmek... Kedi eti sever, ciğeri görünce yutkunmaya başlar. Eti yememesi, çok büyük bir terbiye sonucu olur. Bir de başkasına yedirmemesi o da ayrı bir eğitim işidir.14. 2. 1997 - Antalya

ANNE VE BABASI

… Babam hafızdır ama bana Kur'an'ı annem öğretti. Sevabı annemin.. 14. 2. 1997 – Antalya

Benim rahmetli annem anlatırdı. "Evlâdım bir gün gelir evlenirseniz, halimizi hatırımızı siz sorun, elin kızına bırakmayın!" derdi. Fıkra anlatırdı: Adam kasabada pazara inecekmiş, hanımına diyor ki:

"--Annem bir ÅŸey istiyor mu, bir sor!"

Gelin de gidiyor:

"--OÄŸlun pazara gidecek anne, inci boncuk ister misin?" diyor.

Kadın kızıyor:

"--İstemem!" diye bağırıyor.

İhtiyarlar boncuğu ne yapsın?.. Sonra geliyor:

"--Bak duydun ya, istemem dedi. Bangır bangır bağırıyor, sana kızdı." diyor, fesatlık yapıyor. Öyle olmayacağız.

"Siz gelin, kendiniz sorun halimizi!" derdi. Öğretirdi bize rahmetli annemiz... Nur içinde yatsın, Allah cümle geçmişlerimize rahmet eylesin... 13. 2. 1995 / 13 Ramazan 1415 – AKSARAY

Benim rahmetli annem bize derdi ki: --o kitaplarda okumuş kendisi-- "Bir anne varmış, otuz yıl oğluna bir iş emretmemiş." "Evlâdım git ekmek al, git su getir... Şunu yap, bunu götür!" dememiş. Yâni otuz sene evlâdına şunu şöyle yap diye bir emir vermemiş. Neden?.. "Sözümü dinlemezse asi defterine yazılır da, Allah'ın gazabına uğrar." diye... Bak, işte bu büyüklerin yönetim tarzı... Güncel Sorular-1

ÇOCUKLUK ANILARI

…Çocukluğumdan beri bir yazı dikkatimi çekerdi. Eskiden dükkânlarda: "Müşteri velînimetimdir." diye yazardı. Dükkâna gelen kimse velînimeti, minnettar olduğu, kendisine nimet veren muhterem bir kişi diye yazardı eskiden. Biz de öyle, dinleyicileri velînimet olarak görüyoruz. 15. 02. 1997 – Antalya

…Ben hatırlıyorum, askerlerimiz Kore Savaşı'na gittiği zaman hayret etmiştim, zihnime takılmıştı. Bizim köydekiler toplanmışlar, Salât-ı Tefriciye çekmişler; askerlerimiz muvaffak olsun diye... Yâni, askerlerimizin Kore destanları nasıl yazılıyor; köylerdeki zikir destanlarının sonucu olarak yazılıyor. Allah-u Teâlâ Hazretleri, dualar berekâtıyla yardımcı oluyor mücâhidlerimize... Kendisinin kuvvetinin üstünde, olağanüstü imkânlara sahib oluyor asker, dua berekâtıyla... O onun farkında değil... Kendisine gelen dualarla başarı kazandığının farkında değil ama, Kore'deki zaferin kökü, Çanakkale'deki köyde... Çankırı'daki köyde, Erzurum'daki köyde... Millet bunu bilmiyor. 16. 10. 1994 – İstanbul

… Kaburga kemiği kırmak kolay bir şey değil... Rahmetli annem bana, "Kurbanın kaburgalarını kesiver evlâdım!" derdi de, kesemezdim; vururdum, vururdum, kırılmazdı. Elimde satır, altında tahta, kesilmiş kaburgaları kıramazdım. . 15. 02. 1997 – Antalya

Ben küçük bir çocukken işte yaz aylarında biraz çalıştım, para kazandım, ilk maaşımla rahmetli anneme hediye götüreceğim. Gittim çok imrendiğim iri şeftaliler vardı, kocaman böyle; o şeftalilerden rahmetli anama aldım. Aldım ama, eve geldim mahcub oldum. Adam allem etmiş, kallem etmiş, nasıl el çabukluğu göstermiş, tezgâhın arkasındaki çürükleri doldurmuş kese kağıdının içine... Ben de güzel, o ön tarafta gördüğüm güzel mostra şeftalileri anama götürüyorum diye sevine sevine gittim ki; şeftali suyundan zaten yarı yolda kağıdı delindi, zar zor eve götürdüm. Eve de gidince baktım ki, hoşaf gibi şeftali. Yâni ben almadım ama, o koymuş. 28. 12. 1994 Victoria-Australia

Küçükken ben bayılırdım. Parmak bisküitin üstüne uzun bisküit koyardım, çatır çutur yemesi çok güzel olurdu. Şimdi şeker hastalığım olduğu için yiyemiyorum. Param var, param olduğu halde yiyemiyorum. Parayla da değil yemek, Allah yedirmeyince yedirmiyor. 16.11. 1997 – ALMANYA

Bizim eski töremiz böyleydi. Akşam namazında herkes evinde toplanırdı. Biz koca delikanlı olduğumuz zaman bile, akşam ezanı okunduktan sonra eve gidememişsek, korka korka giderdik eve... "Eyvah! Çok büyük suç işledik..." diye, korkumuzdan titreye titreye giderdik. Çünkü, akşam namazında aile evde toplanacak. Çünkü, oruç tutulmuş olabilir, oruç akşam namazından sonra açılıyor, akşama evde olunacak. 13. 2. 1995 / 13 Ramazan 1415 Ulu Cami - Kahraman Maraş

AKRABALARI

…Benim köyde rahmetli amcam vardı, çok dürüsttü, çok dindardı, müslümandı. Çok da babayiğitti; herhalde şu kapıdan düzgün geçmek istese zor geçerdi, yan dönüp girmesi gerekirdi. Kendisini beş kişi yatıramazdı, beş kişinin kaldıramadığı yükü kaldırırdı. Yandan baktığımız zaman da, önden baktığımız zaman da güçlü kuvvetli idi.

Askerde bunları dağlara çıkartmışlar, kumanya da vermemişler, dağlarda askerler birkaç gün aç kalmış. Onun askerlik yaptığı zamanda, yâni bundan diyelim kırk yıl önce... Dağın başında kumanya yok, fırın yok, kasap yok, bir şey yok... Öteki askerler tarlalara girmişler, ne buldularsa yemişler. Bizim amca, mert, babayiğit, yâni başka zaman ağlamaz; açlıktan ağlamış, ama ağzına haram lokma koymamış. Allah rahmet eylesin...

Bir kaç sene önce vefat etti. Tarlasında çalışırken, akrabaların çocukları, kız oğlan bilmem ne... Şehirliler köye gelmişler. Şehirliler İskele mahallesinden yakındaki yedi kilometrelik bir kasabaya yürüyorlarmış. Demiş ki:

"--Siz böyle her sabah ne yapıyorsunuz, topluca burdan gidiyorsunuz, böyle dönüyorsunuz?"

"--Jimnastik yapıyoruz, idman yapıyoruz." demişler.

Her sabah o kadar gidip gelip idman yapıyorlarmış.

"--Ülen böyle israf yapacağınıza, bir fakirin tarlasını belleseniz de idman yapsanıza, bir işe yarasanıza, boş yere langır langır gidip, lıngır lıngır dönmek ne oluyor!" demiş. 23. 03. 1997 - Essen / ALMANYA

… Benim yengem köye gidiyor yazları; iki ay üç ay kalıyor. "Esad, senin vaazlarını teybe koyuyorum, köy kadınları iş yaparken, hem iş yapıyorlar, hem dinliyorlar." diyor. Yenge nasıl faydalı iş yapıyor, vaaz dinlettiriyor kadınlara... Onlar da memnun oluyorlarmış. Zâten iş yapacak, kulağına güzel şeyler de gelince, memnun oluyor. 11. 05. 1997 - Stocholm / İSVEÇ

Ä°LKOKUL DEVRESÄ°

Ben ilkokul talebesiyken babamın dükkânına giderdim, üst kata çıkardım. Orda Riyazus Salihîn'in, Sahîh-i Buhârî'nin ciltleri vardı. Açardım onları, koyu harfle yazılmış asıl hadis kısımlarını okurdum, hoşuma giderdi. E, onların çok hayrını, bereketini gördüm elhamdü lillâh, çok faydasını gördüm. 27. 12. 1994 – VICTORIA

ORTAOKUL DEVRESÄ°

Ben ilk defa kâfir bir arkadaşa ortaokulda iken rastladım. Biz o zaman --Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın-- İsmail Fennî Efendi'nin kitaplarını filân okurduk. Eski Osmanlı devrinde yetişmiş, batıyı da tanımış olan, mütefekkir büyük insanlar vardı, onların kitaplarını okurduk. "İlim iman etmeyi gerektirir." diye Diyanetin neşrettiği eserleri okumuştuk. Az çok bilgimiz vardı. Baktım, bizim ortaokuldan sınıf arkadaşı münkir, kıpkızıl, kapkara, hiç bir şeye inanmıyor. Ona Allah'ın varlığını, İslâm'ın hak olduğunu anlatmak için uğraştım. Ama bu kadar âşikâr ilme, irfana, bilgiye rağmen nasıl kâfir olabiliyor, şaşırdım. 27. 11. 1997 - Mekke

…Ben küçükken ortaokuldayken, lisedeyken hatırlıyorum. Babamın girdiği dinî grup ne kadar güzeldi. Her akşam babam --Allah ömür versin, selâmet versin-- işten gelince, gerek ticaret yaptığı zaman dükkândan gelince, gerek müftülükte çalıştığı zaman müftülükten gelince, akşam yemeğini yerdik. Akşam yemeğinde mutlaka evin fertleri, herkes evde bulunurdu. Yatsı namazına babam, mutlaka o camiye giderdi. Abdül'aziz Hocaefendi'nin olduğu, bu Râmûzül-Ehàdis'in mealini Osman Bey'in, ağzından yazdığı, Hocamız'dan önceki hocaefendi, postnişin... Onun camiine giderdi.

Her akşam onun evinde, salonunda sohbetler olurdu, çaylar içilirdi, ikramlar olurdu. Yâni bir muhabbet ocağıydı. Nice nice güzel hayırlar oldu, nice nice insanlar yetişti, geldi geçti, eğitim gördüler, faydalananlar faydalandılar. Böyle samimi topluluklar oluşturmak gerekiyor. 06. 02. 1998 - Melbourne / AVUSTRALYA

LİSE DÖNEMİ

Hikâyeden hikâyeye geçiyorum ama, ben vaaz verirken canlı tablolar vermeyi çok severim, hatırda kalır: Biz küçükken Vefâ Lisesi'nde okuyoruz, ortaokul talebesiyiz. Şehzâdebaşı Camii'nin bu kapısından girdik, avlusundan öbür kapısından çıkacağız, bizim okula gideceğiz. Kestirmeden gidiyoruz. Caddeden gidip, dik açı çizip çok yürümektense, Şehzâdebaşı'nın avlusuna girip, çıkacağız.

Caminin avlusu, yol gibi kullanılıyor. Şehzâdebaşı Camii'nin avlusu kapalı bir avlu değil. Orda bir çocuk gördük, yakışıklı, giyimi güzel. Boynuna da bir eşarp bağlamış, ipek... Yâni eşarp bağlamak herkesin kârı değildir. Saçları dalgalı, bayağı yakışıklı bir çocuk... Orda sigara içiyordu. Biz de böyle ona bakıp, önünden geçiyoruz. Yanımda bir arkadaş var, ortaokul talebesiyiz, küçüğüz yâni.

Bir şey daha söyleyeyim: O Şehzâdebaşı'nın arkası Vefâ semtiydi. Vefâ semti de İstanbul'un kabadayılarıyla tanınmış bir semti; eli bıçaklı adamlar, efeler, kabadayılar, bilmem neler... Öyle bir yerdir. Bizim Vefâ Lise'si orda, kenarında.. Ne yapalım?.. Biz böyle bakarak geçerken, o yakışıklı çocuk dedi ki:

"--Gelin buraya!"

"--Eyvah, hapı yuttuk." dedik.

"--Gelin buraya, durun!" dedi.

Kaçsak yakalar bizi. Avlu büyük, kapıya gidinceye kadar ikimizi de enseler. Kaçmamız mümkün değil. "Eyvah hapı yuttuk." dedik. Vefâ'nın kabadayıları meşhur...

"--Benim sigara içişime bakıyorsunuz değil mi?" dedi.

Biz hık mık ettik. Ne diyeceksin? Yâni ona bakıyoruz tabii... Şurasında (sol göğüs cebinde) çok güzel ipek mendili var. Hiç unutmuyorum. Adam yakışıklı, damat gibi giyinmiş. İpek mendilini çıkarttı, bembeyaz, tertemiz ipek mendil, pahalı... Sigaradan bir çekti füüp; hohh diye mendile bir üfledi. Güzelim mendil sapsarı oldu. Kahverengi-sarı, taba rengi, sapsarı oldu. Bir nefeste... Böyle gösterdi mendili bize:

"--Bakın çocuklar!" dedi.

Biz titriyoruz karşısında. Dövse, iki tane patlatsa ne yapacaksın? Kimse bir şey söyleyemez. Vefâ, kabadayılarıyla tanınmış.

"--Bakın çocuklar, bir nefeste şu beyaz mendil ne oldu? Benim içtiğime bakmayın, sakın siz sigara içmeyin! Hadi bakalım!.." dedi.

Biz yavaşça ordan kaçtık gittik ama, o hadiseyi unutmuyorum. Ona da müteşekkirim. Yâni mendilini feda etti ama, bize bir şey gösterdi. Bir nefeste kahverengi oluyor mendil. Bunu çok içtiğiniz zaman ne oluyor?.. Karagümrük'teki ahşap evlerin soba borularının altına, zifir damlayan yere bir kutu asarlar. Tıp tıp zifir oraya damlar. Onun gibi zifir insanın içine damlıyor ve doluyor. Eylül, 1997 - Newcastle / İNGİLTERE

ÜNİVERSİTE ÖĞRENİMİ

… Ben hatırlıyorum üniversitenin ilk yıllarında, Kristometi isimli seçme parçalar ihtiva eden bir Arapça kitabı okuyorduk. Ama Avrupalılar yazmış, Arapça öğretme kitabı... Netice itibariyle Arapça metinleri ordan okuyacaksınız, Arapça bilginizi geliştireceksiniz. Bir fıkra seçmiş, tabii hepsi yalan üzerine kurulu fıkralar, hepsi insafsızca seçilmiş, kötülemeye, art niyete dayalı şeyler...

Diyor ki: "Bir hadis alimi bir gemide gidiyordu. Yanında bir nasrâni ve bir yahudi vardı. Nasrânînin şarap testisinden şarabı alıp şarap içmeye başladı." Hadis alimi şarap içmez, ama öyle diyor. Onun üzerine yahudi demiş ki:

"--Dur, içme, ne yapıyorsun, bu şaraptır!" demiş.

Hadis alimi de demiÅŸ ki:

"--Nerden belli ÅŸarap olduÄŸu?.."

"--E sahibi bu, şarapçı dükkânından aldı, bunun içindeki şaraptır." demiş.

"--Hà, biz hadis alimiyiz; biz hadis ilminin alimleri, bir yahudinin bir nasrânîden yaptığı rivayete itibar etmeyiz." demiş.

Bu tabii neyle alay ediyor? Rivayet zinciriyle alay ediyor. Yâni râvîlerin sıhhatini kontrol ilmî mekanizmasına çatıyor. Aslında onu küçük düşürmeğe çalışıyor ama, haksız bir şey yapıyor. Temmuz 1995 – İNGİLTERE

…Biz de Edebiyat Fakültesi'nde öyle hocalardan okuduk ki, namazı inkâr ediyor. Namazın rükünlerini, rükûsunu, secdesini ve sâiresini inkâr ediyor. Halbuki farzdır; biliyorsunuz rükû, sücud, kıyam, kuud namazın farzlarıdır. Kâfir oluyor sözleriyle...

Adam mason, gelmiş doçentlik jürisinde:

"--Hadi bakalım şöyle bir hazret'siz, RA'sız, SAS'siz bir konuşma yap!" diyor.

Doçent olacak şahıs RA kullanmayacak, SAS kullanmayacak, hazret kelimesini kullanmayacak; askerlik arkadaşından bahseder gibi Muhammed diyecek. Hâşâ, sümme hâşâ... "Muhammed geldi, Muhammed gitti, şöyle yaptı, böyle yaptı..." Hâşâ, sümme hâşâ... Bunu tavsiye ediyor. "Hadi bakalım savunma yap, sözlü imtihanı böyle yap!" diyor. . 27. 12. 1994 - VICTORIA

Ben üniversite son sınıftayken Haydarpaşa Numûne Hastanesi'nde ameliyat olacaktım. Beş vakit namazını kılan bir insanım. Hastahanede namaz kılacak yer yoktu. Sağa baktım namaz kılacak yer yok, sola baktım namaz kılacak yer yok. Pijamayla koğuştan çıktım, namaz kılacak yer arıyorum, yer yok koca hastanede... Hastane ahiret durağı, kimisi belki ölüp ahiret gidecek. Namaz kılacak yer yok. Halbuki bunların hastanelerinde kim bilir kaç tane çapel, kilise, ibadet yeri vardır.

Namaz kılacağım, birisi namaz kılarken beni görecek, kız gibi utanıyorum. Açılmış gibi utanıyorum, sanki giyimim yokmuş gibi utanıyorum. Aradım taradım. Abdestim var, saate bakıyorum, namaz geçecek. Utanıyorum, saklı bir yerde namaz kılacağım; bodrumda, toprağın dibinde, merdiven altında... Öyle bir yer bulamadım, bahçeye çıktım. "Ne yapayım, ne edeyim?" derken, bir şey geldi aklıma: "Yâ bu utanma duygusu ne, niye utanayım? Ne yapıyorum?.. Allah emretti, "Namaz kıl" dedi müslümanlara; ben de Allah'ın emrini tutacağım. "Utanmam, utanmamalıyım!" dedim. İlk defa kendi utancımı orda yendim. Haydarpaşa Hastanesi'ne bakan caddede, hastanenin bahçesinde, çimenlerin üstünde "Allahu Ekber!" dedim, namaza durdum. Yine biraz utandım ama hiç olmazsa utancımı yendim, namazımı kıldım. 01. 09. 1997 - Newcastle / İNGİLTERE

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

uÄŸur, 2012-01-21 15:58:09

cevaplar.org sitesinin Çok değerli Alim ve mürşidi kamil olan M.Esad COŞAN hocaefendiye gösterdikleri ilgi hoşumuza gitmiştir.bence son dönemin en örnek en önde ve en önder şahsiyetidir hocaefendi.tanımak ve tanıtmak lazım.ben hocaefendinin sohbetleri kitapları sayesinde islamın özünü tasavvufun aslını ve özünü anlamaya başladım.bence cihan şümul birisidir kendisi.tavsiyeleri mutlaka tutulmalı ve hayata geçirilmelidir.aksiyon hareket ve hizmet erlerinden olan Esad COŞAN hocaefendi hazretlerini çoook seviyoruz.Rabbim şefaatlerine nail eylesin.onu anlamayı ve onun gibi aksiyoner olmayıda biz aciz nacizlere nasip eylesin.tariflere sığmayacak güzellikte abide bir şahsiyettir...vesselam...

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Metin Erkaya, 2012-01-21 13:32:55

SA Allah razı olsun, çok güzel hazırlamışsın. Yalnız son parçada bir hata olmuş, \\\"Hastanede namaz kılacak yer yoktu\\\" demesi gerekirken \\\"Camide namaz kılacak yer yoktu.\\\" diye yazılmış. Düzeltirseniz memnun olacağız.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

Ä°nfitar Suresi/6-8

Ey insanoğlu! Seni yaratıp sonra şekil veren, düzenleyen, mütenasip kılan, istediği şekilde seni terkip eden, çok cömert olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Oruç insanı cehennem ateşinden koruyan bir kalkandır; tıpkı sizi harpte ölüme karşı muhafaza eden bir kalkan gibi...

Buhari,Ebû Davud,Tirmizi, Nesai

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI